ceylannur
Yeni Üyemiz
Dağılıyoruz..
Yerden sonbaharın gözyaşlarını toplamaya başlıyoruz.
Yapraklar sararmış güzellikten utanıyoruz.
Onları yerde görmekten utanıyoruz ve topluyoruz.
Güzelliği topluyoruz.
Aklıma, çocukluğumdaki o yürüyüşlerim geliyor.
Yaprak denizinde ayaklarımı sürüye sürüye yaptığım, tren yollarında...
Ankara'da, Ekim'in o korkunç, o tüylerimi kaldıran, Kanımı donduran Bolu ormanlarına gitmek, Çadır kurup sonunu düşünmeden Robinson olmak için yaptığım planlar...Ne kadar üzülsem azdır artık.
Sonbahara, kayın ağaçlarının, Ardıçların üzerinde dinlenen o korkunç hüzne eskisi gibi bakamıyorum.Eskisi gibi kanıma karışmıyor derin müzik böyle anlarda.Ne kadar denesem de, dünyanın geriye kalanını gereksizleştirecek çoşkunluk, O ölesiye sarhoşluk duygusu beni bıraktı artık.
Belki bir başkasının elini tuttum ondan.
Belki dünyanın yükünden onca saklandığım iç yaşantımın sonunda dünyaya alışmasından.
Hayat bizi korumaya çalıştıkça, bizi "kaybeden" bir şaşkına çeviriyor.
Burada Faulkner'in Benjy' si gibiyim bugünlerde.
Her şey, ama her şey anlamının kıyılarından koparak sularda sürükleniyor.Akıntının içindeyim.Faulkner'in ilgisini çeken, kitabına başlık seçtiği şu Shakespeare tiradı gibi her şey:"demek, ses ve öfkeden ibaret dünya.."Yaşamak, maruz kalmaktan ibaret.
Bütün yaşama gücüm, umudum, Tarkovski'nin söylediği şu şeye bağlı:"Hz. Süleyman'ın yüzüğünde de yazdığı gibi: Her şey gelip geçicidir."
Selahattin Yusuf- Şafaktan Çok Önce