Cenâb-ı Hak, bütün mevcudatın bağrına hareket etme ve çalışma meyli koymuştur; “sünnetullah” dediğimiz bu sırdan dolayıdır ki, topyekün canlılar hareket halinde olduğu gibi, bir bakıma cansız eşya bile, şevkle ve lezzetle kendi vazifelerini yapmaktadır.İşte, Yüce Yaratıcının bu ilahî âdetini görmezlikten gelerek işsiz, tembel ve rahat döşeğine bağlı yaşayanlar, çoğunlukla çalışanlardan daha ziyade zahmet ve sıkıntı çekerler. Çünkü, onlar bir taraftan ademe yakınlığı itibarıyla işsizliğin ve tembelliğin hasıl ettiği bunalımlara düşerken, diğer taraftan da çalışarak elde edemediklerine, başka yollarla ve genellikle gayr-ı meşru vasıtalarla ulaşmaya çalışırlar. Rahat yaşama ve hayattan kâm alma düşüncesinde olan kimseler meşru dairede çalışıp helal dairesinde geçimlerini sağlayamayınca bin bir türlü gayr-ı meşruluğa bulaşır ve belki helal kazanan insanlardan kat kat fazla zahmet ve meşakkati, rahatlık aradıkları o çirkin yollarda çekerler. Bu açıdan da darbımesel haline gelmiş şu cümle çok doğrudur: “Rahat zahmette, zahmet rahattadır.”Kolay bir şekilde para kazanma ve kısa yoldan zengin olup rahata kavuşma peşinde koşan mücrimler de çok büyük meşakkatlere giriyorlar. Mesela, bankaların paralarını -kendi ifadeleriyle- hortumlayan ve milletin servetini başka kanallara akıtanlar, çok ciddi bir fikir cehd ü gayreti sergiliyorlar; öyle ki, aldatma, kandırma, dolandırma hesabına zonklayan şakaklarını meşru dairede ağrıtacak kadar helal yolda çalışsalar, belki yine çok kazanacak, herkesten rahat yaşayacak, saygı duyulan insanlar olacak ve kendileri de vicdan huzuru içinde bulunacaklar. Günah arkasında koşturup kendilerini tehlikeye attıkları kadar, meşrû dairede de koştursalar, zannediyorum, başkalarının elde edemeyeceği imkânlara ulaşacaklar. Bu itibarla, hırsızların ve soyguncuların işleri de çok rahat değil; onların yaptıklarında da bir sa’y ve gayret var; fakat onlarınki yanlış yolda bir sa’y ü gayret. Aslında, Hazreti Üstad’ın ortaya koyduğu, “Helal dairesi keyfe kâfidir; harama girmeye ihtiyaç yoktur” disiplini her alanda geçerlidir. Yeme, içme, dinlenme gibi ihtiyaçların, sair beşerî arzuların ve cismânî iştihaların hepsi Allah’ın meşru kıldığı dairede tatmin edilebilir, kat’iyen harama girmeye gerek yoktur. Haram şeytanın işidir; o, insandaki iştihayı kabartır, meşrunun dışında başka şeylere karşı insanın içinde arzu uyarır. Arzularının esiri olan insanlar da maddî gözleri gördüğü halde kör gibi yaşarlar; kulakları vardır ama hakikatleri duyamazlar; akıllı gibi görünseler de eşya ve hadiseleri değerlendiremezler. Dolayısıyla da insanlık onur ve haysiyetiyle asla bağdaşmayacak işler yaparlar.Bütün Rezilliklerin YuvasıRahata düşkünlük, aynı zamanda umum rezaletin yuvasıdır; bütün utanç verici haller, maskaralıklar ve rezillikler onun gölgesinde boy atıp gelişirler. Hayırlı faaliyetlerin içinde yer almayan kimseler şeytanın ağına yakalanırlar. Şeytan onları mutlaka bazı şeylerle meşgul eder, nefsanî ve cismanî bir kısım işlere yönlendirir. Mesela, biraz gezip stres atayım, bir yerde az eğleneyim, internet siteleri arasında dolaşayım, şöyle bir film seyredeyim... mülahazalarıyla lâubâli ve mâlâyâni şeylere girmelerini fısıldar. Bu fısıltıları takip ederek günah deryasına yelken açan insanlar hem en değerli zamanlarını boş yere tüketirler hem de bazen bir lokma, bir bakma ya da bir tutma ile olmadık günahlara, rezilliklere ve maskaralıklara girerler.Kendilerini tembelliğe, tenperverliğe ve lâubâliliğe salmış insanların dünyada başardıkları hiçbir şey yoktur. Nitekim beşinci asırdan bu yana rahat yaşama sevdasına tutulan ve zevk ü sefaya düşen bizim zavallı ve bahtsız dünyamız ilmî müesseselerini, araştırma aşkını ve yeni keşiflere ulaşma cehdini başkalarına kaptırmıştır; dolayısıyla da ezilmeye, yenilmeye ve mahkûm yaşamaya dûçâr olmuştur. Geçmişin oldukça cahil ve her zaman gözümüzün içine bakan toplumları; ilmî seviyeleri, araştırma ciddiyetleri, maddî terakkîleri ve teknolojik üstünlükleriyle bizim üzerimizde hâkimiyet kurmuşlardır ve bizi dilenci haline getirmişlerdir. Getirmişlerdir; zira belgesellerde hayranlıkla seyrettiğimiz kâşiflerin her birerleri belki senede ancak bir-iki defa evlerine gitme imkânı bulabilmişlerdir. Bazıları ömürlerinin yirmi senesini kobraların hayatını araştırmaya adamış, bir ormanda yatıp kalkmış ve bugün çoklarının din adına bile katlanmayacakları mahrumiyetlere katlanmışlardır. Dolayısıyla, tembelliğin ve rahata düşkünlüğün, her türlü zillet ve mahrumiyetin en başta gelen sebeplerinden olduğuna en güzel şahit bizim hâl-i hazırdaki durumumuzdur. Zaten, kendini rahat ve rehavetin kucağına salıveren ölü ruhların, kalkıp laboratuvarlarda uzun süreli çalışmaları, kendilerini o işe vermeleri ve her şeyi didik didik etmeleri düşünülemez. Bu rahat ve rehavete düşkünlüğe bir de aşırı hâneperestlik eklenince, artık mücahede hattının terk edilmesi ve ferdin ruhta bir felç yaşaması mukadderdir.1- İşsiz, tembel ve rahat döşeğine bağlı yaşayanlar, çoğunlukla çalışanlardan daha ziyade zahmet ve sıkıntı çekerler.2- Beşerî arzuların hepsi Allah’ın meşru kıldığı dairede tatmin edilebilir, kat’iyen harama girmeye gerek yoktur.3- Rahata düşkünlük, umum rezaletin yuvasıdır; bütün utanç verici haller onun gölgesinde boy atıp gelişirler.
Devami...