MURATS44
Özel Üye
Din hissi ve vatan millet sevgisi, orduları harb meydanında motive eden, onları zaferden zafere koşturan en mühim âmil olmuştur. Moral bakımından güçlü ordular, zor şartlar altında kendilerinden üstün güçleri mağlup edebilmiştir. Osmanlı Devleti’nin misyonunu gazâ ruhu teşkil ederdi. Gazâ, Allah’ın ismini her yere yaymak demektir. Taarruz esnasında “Allah! Allah!” diye bağırmak da bunu sembolize eder. Buna katılana da gâzî denir. Gazâda ölen de Cenneti müşâhede ettiği için şehid unvanıyla anılır. Başka hiç kimseye gâzî ve şehid denilmez. İşte bu ruhun, Osmanlıları üç kıtada muzaffer ettiğini ecnebi tarihçi Wittek söylüyor. Bu sebeple Osmanlı ordusunda dinî prensiplere riayet mühim yer tutardı. Asker ve zâbitlerin (subayların) ibâdetlerini yerine getirmesi ve günah işlememesine ehemmiyet verilirdi. Mütedeyyin asker ve zâbitler terfi ve mükâfata nâil olur; lâkayt davrananlar orduda barınamazdı. Orduya Peygamber Ocağı denmesinin hikmeti de bu idi.
KIŞLADA CEMAATLE NAMAZ
Osmanlı ordusunun profesyonel kısmını teşkil eden yeniçerilerin Aksaray’daki kışlasında “Orta Câmii” vardı. Askerler namazlarını burada yeniçeri ağasıyla beraber ve cemaatle kılardı. Yeniçeri Ocağı’nda imamlık vazifesini “İmam-ı Hazret-i Ağa” ve yardımcıları yürütür; bir müderris de burada ders verirdi. Her yeniçeri ortasında (bölüğünde) efrâda dinî bilgiler vermek, namaz kıldırmak ve cenaze hizmetlerini yerine getirmek üzere bir imam vardı. Yeniçeri ocağının kuruluşunda rivâyete göre Hacı Bektaş Velî (veya ona mensup bir zât) bu orduya dua ederek yeniçeri adını vermiştir. Çeri, asker demektir. Bu hâdise, yeniçeri ocağında aynı zamanda tasavvuf kültürünün hâkimiyetini de doğurmuştur. Bir de ordu şeyhleri vardı. Bunlar harb zamanında askeri şevke getirmekle vazifeli idi.
Sultan III. Selim’in kurduğu Nizâm-ı Cedid adlı yeni ordunun her bölüğüne bir imam tayin edilip, namazların cemaatle kılınması ve efrada Birgivî Vasiyetnâmesi diye meşhur ilmihal kitabının okunması emredildi. Sultan II. Mahmud, Yeniçeri Ocağı’nı kaldırıp yerine Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye (Hazret-i Muhammed’in muzaffer askerleri) adlı orduyu kurdu. Her bölükte bir imam bulunup bir mektep açılmasını, burada efrada her gün Kur’an-ı kerim ve ilmihal dersleri verilmesini kararlaştırdı. Ayrıca büyük Hanefî âlimi İmam Muhammed’in Siyer-i Kebîr adlı harb hukuku kitabını Türkçeye tercüme ettirip askerlere okunmasını emretti.
ASKERÎ OKULDA DİN DERSİ
Sultan II. Mahmud’dan itibaren Osmanlı ordusu yeni baştan tanzim olundu. Alaylarda imam ve müftü bulundurmak âdeti devam etti. Alayların birinci taburunda yüzbaşı ile kolağası (önyüzbaşı) arasında alay imamı bulunurdu. Kendilerine mahsus üniformaları vardı. Cemaatle namaz kıldırır, askere vaaz ve nasihat verir, cenâze işlerini görürdü. Terfi ettiğinde alay müftüsü olurdu. Bunun rütbesi kolağası ile alay emini arasında idi. Askerî imam ve müftülerin, muharebe esnasındaki cesaret ve kahramanlıklarına dair hâtıralar çoktur.
Orta Câmii’nin bahriyedeki muadili olan Tersâne Câmii’nde imam, hatip, müezzin, vaiz, ikinci imam, ikinci müezzin, cüzhan gibi vazifeliler istihdam edilirdi. Gemi imamları gemide cemaatle namaz kıldırır; askere Kur’an-ı kerim ve ilmihal öğretir, vaaz verir, cenâze hizmetlerini yerine getirir, harb zamanında da askerin maneviyatını yükseltmeye çalışırdı. Gemi imamlarını Bahriye Meclisi ulemâ arasından imtihanla seçerdi. Sarık cübbe giyer, kollarında rütbesini gösteren sırmalı şeritler olurdu.
Osmanlı donanması, Noel, Paskalya gibi günlerde gayrimüslim zâbit ve erler evlerine gidebilsin veya âyine katılabilsin diye limana demir atardı. Yeni kurulan askerî mekteplerde Arapça ve Farsça‘dan başka, esas dinî bilgilerin verildiği ulûm-i diniye, Hazret-i Peygamber’in hayatının anlatıldığı siyer-i nebî ve güzel ahlâkın telkin edildiği ilm-i ahlâk dersleri de vardı. Harbiye Mektebi’nde bunlara ilâveten fıkıh ve usul-i fıkıh okutulurdu. Harbiyeliler mezuniyetlerinde mushafa el basarak Allah’a yemin ederlerdi.
MORAL SUBAYLARI DEVRİ
Sultan Hamid’e bağlı bürokrat ve askerler tasfiye edilip yerlerine İttihatçıların getirildiği II. Meşrutiyet devri, orduda dine bağlılığın gözle görülür derecede azaldığı bir devirdir. Zâbitlerin namaz kılmak isteyen askerlere izin vermeyip, alenî oruç yemeleri, 31 Mart Vak’ası’nın sebeplerinden birini teşkil etmiştir. Cihan Harbi’ne dair yazılan hatıratlar, bu devir zâbitlerinin dinî vaziyetini anlamaya büyük ölçüde yardımcı olmaktadır. Cumhuriyet’ten sonra genelkurmay başkanı Fevzi Çakmak’ın dine yakın mizacı sebebiyle ordudaki din subayları fonksiyonları çok azalmış olsa da varlığını devam ettirdi. Diyânet İşleri Reisi Hamdi Akseki’ye ait “Askerin Din Kitabı” ve Şerâfettin Yaltkaya’ya ait “Benim Dinim” bastırılıp askerlere dağıtıldı. Asker ve talebelerin mushaf üzerine yeminleri ve yemin merasimlerinde dua geleneği devam ettirildi.
1940’lı yıllarda Çakmak’ın emekliye sevk edilmesi üzerine orduda din hizmetleri tâtil edildi. Türkiye NATO’ya girince, Amerikan ordusunda bulunan din işleri subayı kadrosunu kendi ordusuna adapte edip buraya ilâhiyatçı subaylar tayin edildi ise de bunların eski devre benzer şekilde din işleriyle meşguliyeti elbette mevzubahis değildi. Bu kadro 1980 darbesinden sonra moral subayı adını aldı ve KKK komutanı Kemal Yamak’ın emriyle bütün birliklerde câmi yaptırılarak bunların mesuliyeti din işlerinden anlayan erlere tevdi edildi. Sonra bunların bir kısmı cemaatsizlikten kapandı, bir kısmına da üniformayla girilmemesi emrolundu.
KIŞLADA CEMAATLE NAMAZ
Osmanlı ordusunun profesyonel kısmını teşkil eden yeniçerilerin Aksaray’daki kışlasında “Orta Câmii” vardı. Askerler namazlarını burada yeniçeri ağasıyla beraber ve cemaatle kılardı. Yeniçeri Ocağı’nda imamlık vazifesini “İmam-ı Hazret-i Ağa” ve yardımcıları yürütür; bir müderris de burada ders verirdi. Her yeniçeri ortasında (bölüğünde) efrâda dinî bilgiler vermek, namaz kıldırmak ve cenaze hizmetlerini yerine getirmek üzere bir imam vardı. Yeniçeri ocağının kuruluşunda rivâyete göre Hacı Bektaş Velî (veya ona mensup bir zât) bu orduya dua ederek yeniçeri adını vermiştir. Çeri, asker demektir. Bu hâdise, yeniçeri ocağında aynı zamanda tasavvuf kültürünün hâkimiyetini de doğurmuştur. Bir de ordu şeyhleri vardı. Bunlar harb zamanında askeri şevke getirmekle vazifeli idi.
Sultan III. Selim’in kurduğu Nizâm-ı Cedid adlı yeni ordunun her bölüğüne bir imam tayin edilip, namazların cemaatle kılınması ve efrada Birgivî Vasiyetnâmesi diye meşhur ilmihal kitabının okunması emredildi. Sultan II. Mahmud, Yeniçeri Ocağı’nı kaldırıp yerine Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye (Hazret-i Muhammed’in muzaffer askerleri) adlı orduyu kurdu. Her bölükte bir imam bulunup bir mektep açılmasını, burada efrada her gün Kur’an-ı kerim ve ilmihal dersleri verilmesini kararlaştırdı. Ayrıca büyük Hanefî âlimi İmam Muhammed’in Siyer-i Kebîr adlı harb hukuku kitabını Türkçeye tercüme ettirip askerlere okunmasını emretti.
ASKERÎ OKULDA DİN DERSİ
Sultan II. Mahmud’dan itibaren Osmanlı ordusu yeni baştan tanzim olundu. Alaylarda imam ve müftü bulundurmak âdeti devam etti. Alayların birinci taburunda yüzbaşı ile kolağası (önyüzbaşı) arasında alay imamı bulunurdu. Kendilerine mahsus üniformaları vardı. Cemaatle namaz kıldırır, askere vaaz ve nasihat verir, cenâze işlerini görürdü. Terfi ettiğinde alay müftüsü olurdu. Bunun rütbesi kolağası ile alay emini arasında idi. Askerî imam ve müftülerin, muharebe esnasındaki cesaret ve kahramanlıklarına dair hâtıralar çoktur.
Orta Câmii’nin bahriyedeki muadili olan Tersâne Câmii’nde imam, hatip, müezzin, vaiz, ikinci imam, ikinci müezzin, cüzhan gibi vazifeliler istihdam edilirdi. Gemi imamları gemide cemaatle namaz kıldırır; askere Kur’an-ı kerim ve ilmihal öğretir, vaaz verir, cenâze hizmetlerini yerine getirir, harb zamanında da askerin maneviyatını yükseltmeye çalışırdı. Gemi imamlarını Bahriye Meclisi ulemâ arasından imtihanla seçerdi. Sarık cübbe giyer, kollarında rütbesini gösteren sırmalı şeritler olurdu.
Osmanlı donanması, Noel, Paskalya gibi günlerde gayrimüslim zâbit ve erler evlerine gidebilsin veya âyine katılabilsin diye limana demir atardı. Yeni kurulan askerî mekteplerde Arapça ve Farsça‘dan başka, esas dinî bilgilerin verildiği ulûm-i diniye, Hazret-i Peygamber’in hayatının anlatıldığı siyer-i nebî ve güzel ahlâkın telkin edildiği ilm-i ahlâk dersleri de vardı. Harbiye Mektebi’nde bunlara ilâveten fıkıh ve usul-i fıkıh okutulurdu. Harbiyeliler mezuniyetlerinde mushafa el basarak Allah’a yemin ederlerdi.
MORAL SUBAYLARI DEVRİ
Sultan Hamid’e bağlı bürokrat ve askerler tasfiye edilip yerlerine İttihatçıların getirildiği II. Meşrutiyet devri, orduda dine bağlılığın gözle görülür derecede azaldığı bir devirdir. Zâbitlerin namaz kılmak isteyen askerlere izin vermeyip, alenî oruç yemeleri, 31 Mart Vak’ası’nın sebeplerinden birini teşkil etmiştir. Cihan Harbi’ne dair yazılan hatıratlar, bu devir zâbitlerinin dinî vaziyetini anlamaya büyük ölçüde yardımcı olmaktadır. Cumhuriyet’ten sonra genelkurmay başkanı Fevzi Çakmak’ın dine yakın mizacı sebebiyle ordudaki din subayları fonksiyonları çok azalmış olsa da varlığını devam ettirdi. Diyânet İşleri Reisi Hamdi Akseki’ye ait “Askerin Din Kitabı” ve Şerâfettin Yaltkaya’ya ait “Benim Dinim” bastırılıp askerlere dağıtıldı. Asker ve talebelerin mushaf üzerine yeminleri ve yemin merasimlerinde dua geleneği devam ettirildi.
1940’lı yıllarda Çakmak’ın emekliye sevk edilmesi üzerine orduda din hizmetleri tâtil edildi. Türkiye NATO’ya girince, Amerikan ordusunda bulunan din işleri subayı kadrosunu kendi ordusuna adapte edip buraya ilâhiyatçı subaylar tayin edildi ise de bunların eski devre benzer şekilde din işleriyle meşguliyeti elbette mevzubahis değildi. Bu kadro 1980 darbesinden sonra moral subayı adını aldı ve KKK komutanı Kemal Yamak’ın emriyle bütün birliklerde câmi yaptırılarak bunların mesuliyeti din işlerinden anlayan erlere tevdi edildi. Sonra bunların bir kısmı cemaatsizlikten kapandı, bir kısmına da üniformayla girilmemesi emrolundu.