Öldürmenin politikası

TaHKaR

Aktif Üyemiz
Öldürmenin politikası

[Metin Karabaşoğlu]
ARSIZ BİR saldırganlığın televizyon kameraları, bilgisayar ekranları, gazete sayfaları arasından süzülüp karabasan gibi üzerimize çöktüğü üç hafta boyu, garip bir kilitlenme yaşadı parmaklarım.

Filistin’de olup bitenleri bir ‘naklen yayın izleyicisi’ olarak seyretmedim gerçi; zulme seyirci olmayı, Gazze’deki bombalama ve öldürme sahnelerini izlemeyi bir tür ‘suç ortaklığı’ gibi gördüğü için yüreğim, mümkün mertebe, gözümü bu sahnelerden kaçırdım.

Ama öylesine pişkin, öylesine arsız bir saldırganlık var idi ki karşı yakada, siz gözünüzü istediğiniz kadar saklayın gözünüzün içine sokarcasına öyle cür’etle irtikap ediyordu ki zulmünü, günlerce televizyon izlemeseniz, interneti takip etmeseniz, tek bir gazete almasanız bile olup biteni öğrenebiliyordunuz.

Böylesi zamanlarda, benim kalemim kilitlenir. Bir kararsızlığın, korkaklığın, tedirginliğin veya safını seçememenin yol açtığı bir kilitlenme değildir bu.

Böylesi zamanlarda, başka nice hesabın sözümona acı çeken insanlar üzerinden masaya sürülüyor olduğunu görmenin ruhumda uyandırdığı istikrahtandır daha ziyade.

Acıyı yazmak bana acı verir. Acıyı yazarak adını parlatmaktan ise iğrenirim. Acıyı konuşmaktan, acıyı konuşurken kendi siyasî/sosyal/fikrî/hissî hesaplarını yeniden gözden geçirmekten ise lügatimde tarifine yer vermeyecek derecede iğrenirim.

Gelin görün ki, sadece bunlar olmadı Filistin’de, o küçücük Gazze şeridinde bir büyük acı yaşanırken; ama bunlar da oldu.

Gazze için yazılanların ne kadarında acı gerçek, ne kadarı rol gereğiydi? Gazze için yapılan gösterilerin kaçta kaçında, Gazze’de akan kanın durması ve zulmün giderilmesi ‘araç’ değil, ‘amaç’tı?

Benim yaralı yüreğim, en çok, avâm mü’minlerin yüreğindeki acının ve dilindeki enînin içtenliğine kaniydi; ama yazılanlar, çizilenler, konuşulanlar, gösteriler arasında içtenliği aynı yoğunlukta hissedemediğim için, yakın dostlarım bilir, kaç gün kaç hafta önce yazmaya niyetlendiğim halde bir türlü yazamadım.

Bugün de birşey yazıyor değilim gerçi. Niye yazamadığımı yazıyorum.

Ben, Gazze’de yaşanan bunca acıdan sonra, Gazze adına umutluyum; İsrail için ise bunun bir devrin sonunu getireceğini tahmin ediyorum. Peygamberler tarihinin gösterdiği üzere, mazlumun daire-i esbabda yapabileceği hiçbir şey, sığınabileceği hiçbir merci kalmadığı anda ettiği duadan ve sığındığı adresten korkulur!

Her biri bir âlem kadar değerli binikiyüz insanın hayatına kasteden, binlerce insanı da vücudunda bir zulüm iziyle yaşamaya mecbur eden ve Gazzeli milyonun üstünde insanla beraber yeryüzünde milyarı aşkın mü’minin ve milyarlarca merhametli insanın ruhunda darp izi bırakan Gazze saldırısı hengâmında, sözümona ‘büyük siyaset’ler içinde âlemler Rabbinin katında birer âlem olarak kabul görecek kadar değerli her bir insan hayatının aşağılanması yaraladı en çok benim yüreğimi...

Hayatın değil ölümün yüceltildiği, yaşatmanın değil öldürmenin siyasetinin yürütüldüğü bir dünyanın tanığı olmaktan utanç duydum.

Kim haklı, kim haksız; İsrail niye öyle yaptı, Hamas başka ne yapabilirdi, inanın bunlara ilişkin kafa yormaya asla girişemeyecek kadar yürek yorgunuyum.

Çünkü böylesi akıl yürütmelerin, derin analizlerin, stratejik yorumların hiçbiri, Gazze’de binikiyüz canın haksız yere, acımasızca, arsızca heder edildiği; insanın ve hayatın hiçe sayıldığı gerçeğinin yanında, anlamını yitiriyor.

Ölümün değil hayatın, öldürmenin değil yaşatmanın asıl olduğu; öldürmenin de, öldürülmenin de yüceltilmediği bir dünyada yaşamak istiyorum.

Filistin’de insanlar var; bunu herkes bilsin istiyorum.

Filistin’den ölüm haberleri değil, hayat haberleri duymak istiyorum.

Ve biliyorum ki, Filistin artık asla Filistin değildir. Filistinli çocukları yaşatamadığımız sürece insanlık ölecek; Filistinli çocuklar huzur içinde gülemediği sürece insanlığın yüzü gülemeyecektir...
 
Üst Alt