Ayyüzlüm
Yeni Üyemiz
Neydik, Ne Olduk?
Yazar:
Kübra Ablak
Kadınlar bilirim memleketimde
Cefakâr ve fedakâr analar…
Elleri nasır bağlamış…
Erkekler bilirim kadınına çocuğuna, kol kanat geren emektar babalar…
Ve büyüğüne saygılı iyilik dolu çocuklar bilirim ülkemde…
Yaşlılar bilirim bir ömür edindikleri tecrübeleri hayıröğüt olarak gençlere aktaran, dedeler, nineler…
Bunlar bizdik. Bizdendi, bizimdi…
Elleri nasır tutmuş emektar babalar…
Sevgi ile yuvasını ısıtan gönlü sıcak analar,
Hayır, nasihat eden nineler ve dedeler,
Sevgili, saygılı, yürekli, çalışkan, dürüst, kısaca, erdemli gençler ve çocuklar. Bir âile çatısı altında bulunan ağabeylik, ablalık ve kardeşlikler… Bu kutlu yuvalarda, hep, hak ve vazifeler dengesi içinde, muhabbetle yaşanıyordu bir zamanlar… Tüm bu vasıflar, bizim kültürümüz, bizim değerlerimizdi…
Zaman denilen kıymetli hazine akıp giderken sihirli bir kutu geldi tüm evlere… Ve bu sihirli kutu, adına medya denilen aile düşmanı ile birlikte aldılar bizi, bizden, dizileri, filmleri ile… İşte, kelimelerde ifade edilen o güzellikler bizim hayatımızdan kaymış gitmiş. Ve sanki bir varmış bir yokmuş diye başlayan masallarda kaldı şimdilerde…
Buram buram huzur ve mutluluk kokan, sevgi ve saygının, güvenin yaşandığı sıcacık yuvalarımızdan isyanlar feryatlar yükseliyor. Dahası, bencilliklerin yaşandığı emeksiz, huzursuz, aldatmalar, ihanetler, güvensizlikler ve bitmez tükenmez kavgaların yaşandığı birer çatı oldu yuvalarımız, aile ocağımız…
Bir zamanlar: “Aman bey, bize helal kazanç ve helal lokma getir inşaallah. Biz bu dünya da aç kalmaya dayanabiliriz. Ama cehennemde yanmaya dayanamayız” diyerek kocalarını işe gönderen kadınların yerini tüketen, israf eden ve asla mutlu olmayı bilemeyen tatminsiz kadınlar aldı. Daha fazla lüks, daha fazla konfor, daha fazla gösteriş. Onun var, bunun var, Ayşe’nin var, Fatma’nın var, benim neden yok diye, kocasının başının etini yiyen gösteriş budalası kanaatsiz kadınlar. O kadın ki, iffet ve fazilet timsaliydi bir zamanlar…
Kur’an-ı Kerim’de Allah Teâlâ: “Ey İman edenler! Nefsinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan Allah’ın ateşinden koruyun.” (Tahrim 6) buyurarak erkeklerin ailesinden sorumlu olduğunu emrediyor.
Aile hayatımızda ne kadar güncelliğini koruyor. Ne kadar geçerli bu ilahi emir. Arkaklarimiz efendimizin : “Ey insanlar! Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah’tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları, Allah’ın emaneti olarak aldınız ve onların namusunu kendinize Allah’ın emriyle helal kıldınız. Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, kadınların da sizin üzerinizde hakkı vardır.”
Muhatabı iken onlar emanete ihanet ettiler. Emaneti pek de koruyamadılar açıkçası. Kendi nefsi istekleri, dünyevi güzellikleri, ebedi ve asli güzelliklere tercih ettiler. Yüce dinimizde bir kadın dört erkeğe emanet edilmişti oysa, babasına, kocasına, oğluna, erkek kardeşine. Erkeğin vazifesi emaneti olan kadını her türlü mağduriyetten, her türlü çirkinlikten, her türlü sapkınlıktan korumaktı.
Ama o, bırakın bu emaneti muhafaza etmesini kendi cinsel kimliğini kaybediyor her geçen gün. Allah’ın lanetine mazhar olmuş cinsel sapkınlığın görünümü ile kendi fıtratını bozuyor. Çünkü insan neslini bozmayı, aile değerlerini hiçe sayan dünya medyası, sürekli bu çirkin fiillerin teşhirini yapıyor reklamlarında bile.
Kadınlarda da durum pek farklı sayılmaz. O özgür oldu. Hayatın her safhasında söz sahibi çağdaş ve modern kadının ekonomik özgürlüğü de var artık. Medyanın ifadesi ile Müslüman Türk kadını kafesten kurtuldu, duvarları yıktı. O, özgür ve modern artık. O, moda rüzgarlarının esintisinde şıklığını ve zarifliğini arıyor. Çok işi var. Kariyer yapması lazım çoluk çocukla kim uğraşır. Estetiğinin de bozulmaması gerekiyor. Hem o çocuk sever değil hayvan sever artık. Çocuk yetiştirmek yerine, bir köpeğe bakmak onun annelik görevini yerine getirmez mi? …
Anne olmaya karar verdiğinde ise durum tam trajikomik bir hal alıyor. Kazancının yarısını bakıcıya, yarısını güzelleşmeye harcıyor.
Kadın ve erkek, birbirini tamamlayan iki engin âlem gibidir aslında. Ancak bu tamamlamada kadına, Cenâb-ı Hak tarafından daha tesirli bir husûsiyet verilmiştir. Şu ifâde, bu gerçeği dile getirmektedir:
“Bir Erkeği Terbiye Edin; Bir İnsanı Yetiştirmiş Olursunuz. Bir Kadını Terbiye Edin; Bir Âileyi, Hattâ Toplumun Büyük Bir Bölümünü Yetiştirmiş Olursunuz.”
Modernleştik. Yaşlılar huzur evinde. Kim uğraşır onlarla… Oysaki efendimizin buyurduğu hadisleri ne kadar manidardır: “Ana-babası, yanında ihtiyârladığı hâlde, onların rızâlarını alamayıp Cenneti kazanamıyanın burnu sürtülsün [Tirmizî]
Anne babalarımız huzur evinde modern yalnızlığa mahkum ömürlerinin bitmesini beklemekte. Daha çok beklerler. Zira diri diri toprağa girilmiyor ki…
Gençler eğlence tutkunu, uyuşturucu bağımlısı, alkol, zina, fuhuş ve her türlü modern pisliğin pençesinde. Zaten birçoğu evlenmeyi bir yuva kurmayı düşünmüyor. Ee ne yapsın evlenip de flört etmek daha zevkli geliyor onlara. Zaten hayat, zevk ve eğlenceden ibaret değil mi? Sınırsız özgürlük, sınırsız yaşam Sürekli bu gösterilmiyor mu onlara?
Çocuklar artık ilgi ve sevgi yerine televizyonun ve bilgisayar oyunlarının zararlı programları ile vakit geçiriyor. Güya oyun! Hırsızlık yapıyor, polis öldürüyor suç işliyor. Körpecik beyinler böyle meşgul ediliyor. Küçücük bedenleri ile büyüklerine taş çıkarır bir eda ile show yapan minikler. İnsan onuruna yakışmayan, aşağılılığın da aşağısı olan çocuk tacizleri, çocuk pornosu . Hele de yürekleri sızlatan terk edilen, gayri meşru, bebekler, çocuk esirgeme kurumundaki kimsesiz çocuklar. Ve daha dünyaya gelmeden katledilen doğmasına izin verilmemiş kürtaj kurbanı yavrular. Ortada bir aile kalmayınca olan her zaman onlara olmuyor mu? Bedeli çok ağır değil mi bütün bunların?...
Mahkeme salonları boşanma davaları ile kimi zaman incir çekirdeğini doldurmayacak sebeplerden dolup taşıyor. Âile tesis edilirken, erkek ve kadın birbirine kesin olarak söz vermiyor mu? “İyi günde, kötü günde, hastalık da sağlık da diye başlayan yeminlerle evlilik müessesesini ayakta tutmak mümkün olmuyor artık. Bir ömür sevgi, samimiyet ve güven esasına dayalı bir yuva kurmayı hem kadın hem erkek istiyor ve söz veriyorlar birbirlerine. Ancak sudan bahanelerle çoğu zaman bu sözü tutamayıp soluğu mahkeme salonunda alıyorlar. Ve büyük bir aşkla kurulan yuvalar, büyük bir hüsranla yıkılıyor ne acı…
Modernizm adına. “Ah be modernizim sen ne soysuzmuşsun? Ne iki yüzlüymüşsün meğer!” demek gelmiyor mu, kimi zaman içimizden ...
Gitme ey yolcu, beraber oturup ağlaşalım:
Elemim bir yüreğin kârı değil paylaşalım:
Ne yapıp ye’simi kahreyleyeyim bilmem ki?
Öyle dehşetli muhîtimde dönen mâtem ki!..
Tükürün milleti alçakça vuran darbelere!
Tükürün onlara alkış dağıtan kahbelere!
Tükürün Ehl-i Salîb’in o hayasız yüzüne!
Tükürün onların aslâ güvenilmez sözüne!
Medeniyet denilen maskara mahlûku görün:
Tükürün maskeli vicdânına asrın, tükürün!..
Merhum Mehmet Akif böyle feryad ederken, Üstad Necip Fazıl bozulan aile hayatımız için şu mısralara acısını yazar:
Üç katlı ahşap evin her katı ayrı âlem!
Üst kat: Elinde tesbih, ağlıyor babaannem,
Orta kat: (Mavs) oynayan annem ve âşıkları,
Alt kat: Kız kardeşimin (Tamtam) da çığlıkları.
Bir kurtlu peynir gibi, ortasından kestiğim; Buyrun ve maktaından seyredin, işte evim!
Bu ne hazin ağaçtır, bütün ufkumu tutmuş! Kökü iffet, dalları taklit, meyvesi fuhuş...
Fazla söze gerek yok aslında hepimizin bildiği bir gerçek var. Kaybettik işte aile hayatımızı, gençlerimizi, çocuklarımızı, yaşlılarımızı, kadınımızı, erkeğimizi, kendi aslı değerlerimizi…
Toplumun temeli aile ise ve aile düzelince toplum düzelirse, kaybettiğimiz aile değerlerini yeniden inşa etmeliyiz.
Gelecek nesillere, yeniden kutlu aile ocağımızın sıcaklığını, yeniden aile medeniyetinin o güzellikleriyle, o zarafetleriyle, o değerleriyle tanıştırmak, yeniden bizi biz yapan değerlerimizi kazanmalıyız.
Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-: “Kişinin cenneti, evidir!..” buyurmaktadır. Gelin birlikte cennetimizi inşa edelim. Yuvalarımızı muhafaza edelim.
Yuvalarımıza Sahip Çıkalım, vesselam…
Yazar:
Kübra Ablak
Kadınlar bilirim memleketimde
Cefakâr ve fedakâr analar…
Elleri nasır bağlamış…
Erkekler bilirim kadınına çocuğuna, kol kanat geren emektar babalar…
Ve büyüğüne saygılı iyilik dolu çocuklar bilirim ülkemde…
Yaşlılar bilirim bir ömür edindikleri tecrübeleri hayıröğüt olarak gençlere aktaran, dedeler, nineler…
Bunlar bizdik. Bizdendi, bizimdi…
Elleri nasır tutmuş emektar babalar…
Sevgi ile yuvasını ısıtan gönlü sıcak analar,
Hayır, nasihat eden nineler ve dedeler,
Sevgili, saygılı, yürekli, çalışkan, dürüst, kısaca, erdemli gençler ve çocuklar. Bir âile çatısı altında bulunan ağabeylik, ablalık ve kardeşlikler… Bu kutlu yuvalarda, hep, hak ve vazifeler dengesi içinde, muhabbetle yaşanıyordu bir zamanlar… Tüm bu vasıflar, bizim kültürümüz, bizim değerlerimizdi…
Zaman denilen kıymetli hazine akıp giderken sihirli bir kutu geldi tüm evlere… Ve bu sihirli kutu, adına medya denilen aile düşmanı ile birlikte aldılar bizi, bizden, dizileri, filmleri ile… İşte, kelimelerde ifade edilen o güzellikler bizim hayatımızdan kaymış gitmiş. Ve sanki bir varmış bir yokmuş diye başlayan masallarda kaldı şimdilerde…
Buram buram huzur ve mutluluk kokan, sevgi ve saygının, güvenin yaşandığı sıcacık yuvalarımızdan isyanlar feryatlar yükseliyor. Dahası, bencilliklerin yaşandığı emeksiz, huzursuz, aldatmalar, ihanetler, güvensizlikler ve bitmez tükenmez kavgaların yaşandığı birer çatı oldu yuvalarımız, aile ocağımız…
Bir zamanlar: “Aman bey, bize helal kazanç ve helal lokma getir inşaallah. Biz bu dünya da aç kalmaya dayanabiliriz. Ama cehennemde yanmaya dayanamayız” diyerek kocalarını işe gönderen kadınların yerini tüketen, israf eden ve asla mutlu olmayı bilemeyen tatminsiz kadınlar aldı. Daha fazla lüks, daha fazla konfor, daha fazla gösteriş. Onun var, bunun var, Ayşe’nin var, Fatma’nın var, benim neden yok diye, kocasının başının etini yiyen gösteriş budalası kanaatsiz kadınlar. O kadın ki, iffet ve fazilet timsaliydi bir zamanlar…
Kur’an-ı Kerim’de Allah Teâlâ: “Ey İman edenler! Nefsinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan Allah’ın ateşinden koruyun.” (Tahrim 6) buyurarak erkeklerin ailesinden sorumlu olduğunu emrediyor.
Aile hayatımızda ne kadar güncelliğini koruyor. Ne kadar geçerli bu ilahi emir. Arkaklarimiz efendimizin : “Ey insanlar! Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah’tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları, Allah’ın emaneti olarak aldınız ve onların namusunu kendinize Allah’ın emriyle helal kıldınız. Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, kadınların da sizin üzerinizde hakkı vardır.”
Muhatabı iken onlar emanete ihanet ettiler. Emaneti pek de koruyamadılar açıkçası. Kendi nefsi istekleri, dünyevi güzellikleri, ebedi ve asli güzelliklere tercih ettiler. Yüce dinimizde bir kadın dört erkeğe emanet edilmişti oysa, babasına, kocasına, oğluna, erkek kardeşine. Erkeğin vazifesi emaneti olan kadını her türlü mağduriyetten, her türlü çirkinlikten, her türlü sapkınlıktan korumaktı.
Ama o, bırakın bu emaneti muhafaza etmesini kendi cinsel kimliğini kaybediyor her geçen gün. Allah’ın lanetine mazhar olmuş cinsel sapkınlığın görünümü ile kendi fıtratını bozuyor. Çünkü insan neslini bozmayı, aile değerlerini hiçe sayan dünya medyası, sürekli bu çirkin fiillerin teşhirini yapıyor reklamlarında bile.
Kadınlarda da durum pek farklı sayılmaz. O özgür oldu. Hayatın her safhasında söz sahibi çağdaş ve modern kadının ekonomik özgürlüğü de var artık. Medyanın ifadesi ile Müslüman Türk kadını kafesten kurtuldu, duvarları yıktı. O, özgür ve modern artık. O, moda rüzgarlarının esintisinde şıklığını ve zarifliğini arıyor. Çok işi var. Kariyer yapması lazım çoluk çocukla kim uğraşır. Estetiğinin de bozulmaması gerekiyor. Hem o çocuk sever değil hayvan sever artık. Çocuk yetiştirmek yerine, bir köpeğe bakmak onun annelik görevini yerine getirmez mi? …
Anne olmaya karar verdiğinde ise durum tam trajikomik bir hal alıyor. Kazancının yarısını bakıcıya, yarısını güzelleşmeye harcıyor.
Kadın ve erkek, birbirini tamamlayan iki engin âlem gibidir aslında. Ancak bu tamamlamada kadına, Cenâb-ı Hak tarafından daha tesirli bir husûsiyet verilmiştir. Şu ifâde, bu gerçeği dile getirmektedir:
“Bir Erkeği Terbiye Edin; Bir İnsanı Yetiştirmiş Olursunuz. Bir Kadını Terbiye Edin; Bir Âileyi, Hattâ Toplumun Büyük Bir Bölümünü Yetiştirmiş Olursunuz.”
Modernleştik. Yaşlılar huzur evinde. Kim uğraşır onlarla… Oysaki efendimizin buyurduğu hadisleri ne kadar manidardır: “Ana-babası, yanında ihtiyârladığı hâlde, onların rızâlarını alamayıp Cenneti kazanamıyanın burnu sürtülsün [Tirmizî]
Anne babalarımız huzur evinde modern yalnızlığa mahkum ömürlerinin bitmesini beklemekte. Daha çok beklerler. Zira diri diri toprağa girilmiyor ki…
Gençler eğlence tutkunu, uyuşturucu bağımlısı, alkol, zina, fuhuş ve her türlü modern pisliğin pençesinde. Zaten birçoğu evlenmeyi bir yuva kurmayı düşünmüyor. Ee ne yapsın evlenip de flört etmek daha zevkli geliyor onlara. Zaten hayat, zevk ve eğlenceden ibaret değil mi? Sınırsız özgürlük, sınırsız yaşam Sürekli bu gösterilmiyor mu onlara?
Çocuklar artık ilgi ve sevgi yerine televizyonun ve bilgisayar oyunlarının zararlı programları ile vakit geçiriyor. Güya oyun! Hırsızlık yapıyor, polis öldürüyor suç işliyor. Körpecik beyinler böyle meşgul ediliyor. Küçücük bedenleri ile büyüklerine taş çıkarır bir eda ile show yapan minikler. İnsan onuruna yakışmayan, aşağılılığın da aşağısı olan çocuk tacizleri, çocuk pornosu . Hele de yürekleri sızlatan terk edilen, gayri meşru, bebekler, çocuk esirgeme kurumundaki kimsesiz çocuklar. Ve daha dünyaya gelmeden katledilen doğmasına izin verilmemiş kürtaj kurbanı yavrular. Ortada bir aile kalmayınca olan her zaman onlara olmuyor mu? Bedeli çok ağır değil mi bütün bunların?...
Mahkeme salonları boşanma davaları ile kimi zaman incir çekirdeğini doldurmayacak sebeplerden dolup taşıyor. Âile tesis edilirken, erkek ve kadın birbirine kesin olarak söz vermiyor mu? “İyi günde, kötü günde, hastalık da sağlık da diye başlayan yeminlerle evlilik müessesesini ayakta tutmak mümkün olmuyor artık. Bir ömür sevgi, samimiyet ve güven esasına dayalı bir yuva kurmayı hem kadın hem erkek istiyor ve söz veriyorlar birbirlerine. Ancak sudan bahanelerle çoğu zaman bu sözü tutamayıp soluğu mahkeme salonunda alıyorlar. Ve büyük bir aşkla kurulan yuvalar, büyük bir hüsranla yıkılıyor ne acı…
Modernizm adına. “Ah be modernizim sen ne soysuzmuşsun? Ne iki yüzlüymüşsün meğer!” demek gelmiyor mu, kimi zaman içimizden ...
Gitme ey yolcu, beraber oturup ağlaşalım:
Elemim bir yüreğin kârı değil paylaşalım:
Ne yapıp ye’simi kahreyleyeyim bilmem ki?
Öyle dehşetli muhîtimde dönen mâtem ki!..
Tükürün milleti alçakça vuran darbelere!
Tükürün onlara alkış dağıtan kahbelere!
Tükürün Ehl-i Salîb’in o hayasız yüzüne!
Tükürün onların aslâ güvenilmez sözüne!
Medeniyet denilen maskara mahlûku görün:
Tükürün maskeli vicdânına asrın, tükürün!..
Merhum Mehmet Akif böyle feryad ederken, Üstad Necip Fazıl bozulan aile hayatımız için şu mısralara acısını yazar:
Üç katlı ahşap evin her katı ayrı âlem!
Üst kat: Elinde tesbih, ağlıyor babaannem,
Orta kat: (Mavs) oynayan annem ve âşıkları,
Alt kat: Kız kardeşimin (Tamtam) da çığlıkları.
Bir kurtlu peynir gibi, ortasından kestiğim; Buyrun ve maktaından seyredin, işte evim!
Bu ne hazin ağaçtır, bütün ufkumu tutmuş! Kökü iffet, dalları taklit, meyvesi fuhuş...
Fazla söze gerek yok aslında hepimizin bildiği bir gerçek var. Kaybettik işte aile hayatımızı, gençlerimizi, çocuklarımızı, yaşlılarımızı, kadınımızı, erkeğimizi, kendi aslı değerlerimizi…
Toplumun temeli aile ise ve aile düzelince toplum düzelirse, kaybettiğimiz aile değerlerini yeniden inşa etmeliyiz.
Gelecek nesillere, yeniden kutlu aile ocağımızın sıcaklığını, yeniden aile medeniyetinin o güzellikleriyle, o zarafetleriyle, o değerleriyle tanıştırmak, yeniden bizi biz yapan değerlerimizi kazanmalıyız.
Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-: “Kişinin cenneti, evidir!..” buyurmaktadır. Gelin birlikte cennetimizi inşa edelim. Yuvalarımızı muhafaza edelim.
Yuvalarımıza Sahip Çıkalım, vesselam…