NuSReT
Aktif Üyemiz
Namaz kılmayan, kimlere zulüm etmiş olur?
- Namazın iki tarafı var, secde eden kul; kendisine secde edilen Allah... Bu açıdan bakıldığı zaman, namazın kul ile Allah arasında geçen kulun bir münacatı olduğu gerçeği çok açıktır.
Bir hadis-i kudside bu husus açıkça vurgulanmıştır:
Hz. Ebu Hureyre’nin verdiği bilgiye göre, Peygamberimiz “kutsi hadis” olarak aktardığı bir öğretisinde şöyle demiştir:
"Yüce Allah şöyle buyurur: 'Ben namazı kendim ile kulum arasında ikiye böldüm. Yarısı bana ve öbür yarısı kuluma aittir. Kulum istediğine kavuşacaktır.' "
"Kul, 'Elhamdü lillâhi rabbilalemin' dediği zaman, Allah, 'Kulum bana hamd etti.' der."
"Kul, 'Errahmanirrahim' dediği zaman, Allah, 'Kulum, bana senada bulundu/övgü sundu.' der."
"Namaz kılan kul, 'Maliki yevmiddin' dediği zaman, Allah 'Kulum benim şanımın yüceliğini ifade etti.' der."
"Namaz kılan kul, 'İyyake na'budu ve iyyake nestein' dediği zaman, Allah, 'Bu söz hem bana ve hem de kuluma aittir. Kuluma istediği verilecektir.' der."
"Kul, 'İhdinessıratal müstakim, sıratallezine en'amte aleyhim, gayrilmağdubi aleyhim veleddallin.' dediği zaman, Allah, 'Bu söz tamamen kulumla ilgilidir, ona istediği verilecektir.' der."(Müslim, Salat 38; Muvatta, Salat 39)
- Bu hadiste namazlarda okunan Fatiha suresinin durumuna işaret edilmekle beraber,“Fatiha suresi” yerine “salat=namaz” kelimesiyle ifade edilmiş olması ve Fatiha'nın namazın olmazsa olmaz şartı (farz-vacip) olması, Fatiha'nın Allah ile kul arasında olması, namazın da onlar arasında olduğunu göstermektedir.
- Namazın gerçek anlamda Allah ile kul arasında tahakkuk eden bir ibadet olması, onun başka varlıklarla ilişkisinin olmadığı anlamına gelmez.
Örneğin; denilebilir ki, her namaz kılan kimse, teşehhütte “Allah’ın selamı bizim ve Allah’ın salih kulları üzerine olsun.” diyerek, umum müminlere de dualar etmektedir.
Buna göre namaz kılmayan kimse müminleri bu duadan mahrum bıraktığı için onlara da zararı dokunuyor.
- Kaldı ki, namaz kılmayan, bütün varlıkların hak-hukuklarına da girmektedir.
Bu hakikati, Bediüzzaman Hazretlerinden dinleyelim (mealen):
"Nasıl ki bir padişah, raiyetinin hukukunu muhafaza etmek için, âdi bir adamın, raiyetinin hukukuna zarar veren bir hatasına göre, şiddetli cezaya çarpar."
"Öyle de, ibadeti ve namazı terk eden adam, Sultan-ı Ezel ve Ebedin raiyeti hükmünde olan mevcudatın hukukuna ehemmiyetli bir tecavüz ve mânevî bir zulüm eder."
"Çünkü, mevcudatın kemalleri, Sânie müteveccih yüzlerinde tesbih ve ibadetle tezahür eder. İbadeti terk eden, mevcudatın ibadetini görmez ve göremez. Belki de inkâr eder. O vakit, ibadet ve tesbih noktasında yüksek makamda bulunan ve her biri birer mektub-u Samedânî ve birer âyine-i esmâ-i Rabbâniye olan mevcudatı âli makamlarından tenzil ettiğinden ve ehemmiyetsiz, vazifesiz, câmid, perişan bir vaziyette telâkki ettiğinden, mevcudatı tahkir eder, kemâlâtını inkâr ve tecavüz eder."
"Evet, herkes kâinatı kendi âyinesiyle görür. Cenâb-ı Hak, insanı kâinat için bir mikyas, bir mizan suretinde yaratmıştır. Her insan için, bu âlemden hususî bir âlem vermiş; o âlemin rengini, o insanın itikad-ı kalbîsine göre gösteriyor."
"Meselâ, gayet meyus ve matemli olarak ağlayan bir insan, mevcudatı ağlar ve meyus suretinde görür. Gayet sürurlu ve neş’eli, müjdeli ve kemâl-i neş’esinden gülen bir adam, kâinatı neş’eli, güler gördüğü gibi; mütefekkirâne ve ciddî bir surette ibadet ve tesbih eden adam, mevcudatın hakikaten mevcut ve muhakkak olan ibadet ve tesbihatlarını bir derece keşfeder ve görür."
"Gafletle veya inkârla ibadeti terk eden adam, mevcudatı, hakikat-i kemâlâtına tamamıyla zıt ve muhalif ve hata bir surette tevehhüm eder ve mânen onların hukukuna tecavüz eder."
"Hem o târiküssalât (namazı kılmayan), kendi kendine mâlik olmadığı için, kendi mâlikinin bir abdi olan kendi nefsine zulmeder. Onun mâliki, o abdinin hakkını onun nefs-i emmâresinden almak için, dehşetli tehdit eder."
"Hem netice-i hilkati ve gaye-i fıtratı olan ibadeti terk ettiğinden,hikmet-i İlâhiye ve meşiet-i Rabbâniyeye karşı bir tecavüzhükmüne geçer. Onun için cezaya çarpılır."
"Elhasıl, ibadeti terk eden hem kendi nefsine zulmeder -nefis ise Cenâb-ı Hakkın abdi ve memlûküdür- hem kâinatın hukuk-u kemâlâtına karşı bir tecavüz, bir zulümdür. Evet, nasıl ki küfür, mevcudata karşı bir tahkirdir; terk-i ibadet dahi, kâinatın kemâlâtını bir inkârdır."
"Hem hikmet-i İlâhiyeye karşı bir tecavüz olduğundan, dehşetli tehdide, şiddetli cezaya müstehak olur." (Lem'alar, Yirmi Üçüncü Lem'a, Hatime)
- Namazın iki tarafı var, secde eden kul; kendisine secde edilen Allah... Bu açıdan bakıldığı zaman, namazın kul ile Allah arasında geçen kulun bir münacatı olduğu gerçeği çok açıktır.
Bir hadis-i kudside bu husus açıkça vurgulanmıştır:
Hz. Ebu Hureyre’nin verdiği bilgiye göre, Peygamberimiz “kutsi hadis” olarak aktardığı bir öğretisinde şöyle demiştir:
"Yüce Allah şöyle buyurur: 'Ben namazı kendim ile kulum arasında ikiye böldüm. Yarısı bana ve öbür yarısı kuluma aittir. Kulum istediğine kavuşacaktır.' "
"Kul, 'Elhamdü lillâhi rabbilalemin' dediği zaman, Allah, 'Kulum bana hamd etti.' der."
"Kul, 'Errahmanirrahim' dediği zaman, Allah, 'Kulum, bana senada bulundu/övgü sundu.' der."
"Namaz kılan kul, 'Maliki yevmiddin' dediği zaman, Allah 'Kulum benim şanımın yüceliğini ifade etti.' der."
"Namaz kılan kul, 'İyyake na'budu ve iyyake nestein' dediği zaman, Allah, 'Bu söz hem bana ve hem de kuluma aittir. Kuluma istediği verilecektir.' der."
"Kul, 'İhdinessıratal müstakim, sıratallezine en'amte aleyhim, gayrilmağdubi aleyhim veleddallin.' dediği zaman, Allah, 'Bu söz tamamen kulumla ilgilidir, ona istediği verilecektir.' der."(Müslim, Salat 38; Muvatta, Salat 39)
- Bu hadiste namazlarda okunan Fatiha suresinin durumuna işaret edilmekle beraber,“Fatiha suresi” yerine “salat=namaz” kelimesiyle ifade edilmiş olması ve Fatiha'nın namazın olmazsa olmaz şartı (farz-vacip) olması, Fatiha'nın Allah ile kul arasında olması, namazın da onlar arasında olduğunu göstermektedir.
- Namazın gerçek anlamda Allah ile kul arasında tahakkuk eden bir ibadet olması, onun başka varlıklarla ilişkisinin olmadığı anlamına gelmez.
Örneğin; denilebilir ki, her namaz kılan kimse, teşehhütte “Allah’ın selamı bizim ve Allah’ın salih kulları üzerine olsun.” diyerek, umum müminlere de dualar etmektedir.
Buna göre namaz kılmayan kimse müminleri bu duadan mahrum bıraktığı için onlara da zararı dokunuyor.
- Kaldı ki, namaz kılmayan, bütün varlıkların hak-hukuklarına da girmektedir.
Bu hakikati, Bediüzzaman Hazretlerinden dinleyelim (mealen):
"Nasıl ki bir padişah, raiyetinin hukukunu muhafaza etmek için, âdi bir adamın, raiyetinin hukukuna zarar veren bir hatasına göre, şiddetli cezaya çarpar."
"Öyle de, ibadeti ve namazı terk eden adam, Sultan-ı Ezel ve Ebedin raiyeti hükmünde olan mevcudatın hukukuna ehemmiyetli bir tecavüz ve mânevî bir zulüm eder."
"Çünkü, mevcudatın kemalleri, Sânie müteveccih yüzlerinde tesbih ve ibadetle tezahür eder. İbadeti terk eden, mevcudatın ibadetini görmez ve göremez. Belki de inkâr eder. O vakit, ibadet ve tesbih noktasında yüksek makamda bulunan ve her biri birer mektub-u Samedânî ve birer âyine-i esmâ-i Rabbâniye olan mevcudatı âli makamlarından tenzil ettiğinden ve ehemmiyetsiz, vazifesiz, câmid, perişan bir vaziyette telâkki ettiğinden, mevcudatı tahkir eder, kemâlâtını inkâr ve tecavüz eder."
"Evet, herkes kâinatı kendi âyinesiyle görür. Cenâb-ı Hak, insanı kâinat için bir mikyas, bir mizan suretinde yaratmıştır. Her insan için, bu âlemden hususî bir âlem vermiş; o âlemin rengini, o insanın itikad-ı kalbîsine göre gösteriyor."
"Meselâ, gayet meyus ve matemli olarak ağlayan bir insan, mevcudatı ağlar ve meyus suretinde görür. Gayet sürurlu ve neş’eli, müjdeli ve kemâl-i neş’esinden gülen bir adam, kâinatı neş’eli, güler gördüğü gibi; mütefekkirâne ve ciddî bir surette ibadet ve tesbih eden adam, mevcudatın hakikaten mevcut ve muhakkak olan ibadet ve tesbihatlarını bir derece keşfeder ve görür."
"Gafletle veya inkârla ibadeti terk eden adam, mevcudatı, hakikat-i kemâlâtına tamamıyla zıt ve muhalif ve hata bir surette tevehhüm eder ve mânen onların hukukuna tecavüz eder."
"Hem o târiküssalât (namazı kılmayan), kendi kendine mâlik olmadığı için, kendi mâlikinin bir abdi olan kendi nefsine zulmeder. Onun mâliki, o abdinin hakkını onun nefs-i emmâresinden almak için, dehşetli tehdit eder."
"Hem netice-i hilkati ve gaye-i fıtratı olan ibadeti terk ettiğinden,hikmet-i İlâhiye ve meşiet-i Rabbâniyeye karşı bir tecavüzhükmüne geçer. Onun için cezaya çarpılır."
"Elhasıl, ibadeti terk eden hem kendi nefsine zulmeder -nefis ise Cenâb-ı Hakkın abdi ve memlûküdür- hem kâinatın hukuk-u kemâlâtına karşı bir tecavüz, bir zulümdür. Evet, nasıl ki küfür, mevcudata karşı bir tahkirdir; terk-i ibadet dahi, kâinatın kemâlâtını bir inkârdır."
"Hem hikmet-i İlâhiyeye karşı bir tecavüz olduğundan, dehşetli tehdide, şiddetli cezaya müstehak olur." (Lem'alar, Yirmi Üçüncü Lem'a, Hatime)