NAHL SURESİ OKUNUŞU VE TEFSİRİ
Nahl Sûresi Hakkında
Nahl sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 128 âyettir. İsmini 68. âyetinde geçen ve “bal arısı” mânasına gelen اَلنَّحْلُ (Nahl) kelimesinden alır. Mushaf tertîbine göre 16, nüzûl sırasına göre 70. sûredir.
Nahl Sûresi Konusu
Nahl sûresi, peygamberlere gönderilen vahyin esas hedefinin tevhîd inancı yani “Allah’tan başka ilâh yoktur. Yalnızca O’na kulluk edilmeli ve sadece O’ndan korkulmalıdır” anlayışı olduğunu vurgulayarak başlar ve ağırlıklı olarak tevhidin delilleri üzerinde durur. Bununla beraber sûrede kâfirlerin bir kısım itirazlarına cevaplar verilir, iddiaları çürütülür ve şüpheleri ortadan kaldırılır. Resûlullah (s.a.s.)’in getirdiği dinin insan hayatında yapmayı hedeflediği değişim ve dönüşümler açıkça ortaya konur. Bu bağlamda adâlet, ihsan, sözünde durma, yemin ve anlaşmalara riâyet, haramlar-helâller ve tevbe gibi ahlâk ve muâmelâtla ilgili esaslar belirlenir. Yeri geldikçe öldükten sonra dirilme, hesap verme, cennet ve cehennem konularına temas edilir. Son olarak Peygamberimiz ve ona tâbi olanlara, kâfirlerin düşmanlık ve işkencelerine karşı nasıl bir tavır takınmaları gerektiği; zaman, mekan ve muhatabın durumunu dikkate alarak İslâm’ı nasıl tebliğ etmeleri lâzım geldiği hatırlatılır.
Nahl Sûresi Nuzül
Mushaftaki sıralamada on altıncı, iniş sırasına göre yetmişinci sûredir. Kehf sûresinden sonra, Nûh sûresinden önce Mekke’de nâzil olmuştur. Sondan üç âyetin Medine’de indiği yolunda rivayetler vardır. Hicretten bahseden 41. âyet ve sonrasının Medine’de indiği yolundaki görüş zayıf bulunmaktadır (41. âyetin tefsirine bk.).
NAHL SURESİ TEFSİRİ
1. Allah’ın azap emri ha geldi ha gelecek. Artık onun çarçabuk gelmesini isteyip durmayın! Allah, onların koştukları ortaklardan çok uzak ve çok yücedir.
“Allah’ın emri”nden maksat, kâfir ve müşrikleri uyardığı “azap emri”dir. “Gelmesi” ise “yaklaşması” mânasındadır. Allah’ın hükmüne ve takdirine bağlı olarak gelmesi kesin olduğundan dolayı burada sanki gerçekleşmiş, olup bitmiş gibi beyân buyrulmuştur.
Âyetin iniş sebebiyle ilgili bir rivayet şöyledir:
Müşrikler Resûlullah (s.a.s.)’le alay ediyor ve ilâhî tehdidi yalanlamak maksadıyla, kendilerine geleceği söylenen azabın geciktiğini ileri sürüyor ve: “Azabın gelmesiyle ilgili söylediklerin doğru olsa bile, putlar bizim için şefaat eder ve bizi o azaptan kurtarır” diyorlardı. Âyet bu hâdise üzerine nâzil oldu. (Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, XIX, 174)
“Allah’ın emri”nin “kıyâmet” mânasında olması da mümkündür. Nitekim şu rivayet de bu mânayla alakalıdır:
Abdullah b. Abbas (r.a.) şöyle anlatıyor: “Kıyâmet yaklaştı ve ay yarıldı” (Kamer 54/1) âyeti inince, kâfirler şöyle dedi: “Bu adam, kıyametin yaklaştığını iddia ediyor. O halde yaptıklarınızın bazılarından uzak durun.” Uzak durdular ve beklediler. Ancak, herhangi bir şey görmeyince, bu sefer: “Biz bir şey görmüyoruz” dediler. Bunun üzerine: “İnsanların hesap verme vakti iyice yaklaştı” (Enbiyâ 21/1) âyeti nâzil oldu. Bundan da korkup çekindiler ve kıyametin yaklaşmasını beklediler. Geçen günler uzayıp durunca tekrar, “Biz bir şey görmüyoruz” dediler. Bunun üzerine: “Allah’ın azap emri ha geldi ha gelecek” (Nahl 16/1) âyeti indi. Resûlullah (s.a.s.) de, müslümanlar da bundan dolayı korkuya kapıldılar. Hemen peşinden: “Artık onun çarçabuk gelmesini isteyip durmayın!” buyruğu inince kalpleri yatıştı ve huzur buldular. Peygamberimiz (s.a.s.): “Ben ve kıyamet, şu ikisi gibi gönderildim” diyerek şehâdet parmağı ve onun yanındaki parmağıyla işarette bulundu (Buhârî, Rikâk 39; Müslim, Cuma 43) ve: “Az kalsın kıyamet benim gelişimden önce kopacakken, ben ondan önce gönderildim” buyurdu. (Vâhidî, Esbâbu’n-nüzûl, s. 284)
Kıyâmet böylesine açık ve yakın bir gerçek, kıyâmet sonrası olaylar ise son derece korkunç ve dehşet verici olduğu için Yüce Allah kullarını vaktinde uyarmak üzere peygamberler göndermiştir:
2. Allah, melekleri kendi tarafından bir vahiyle kullarından dilediğine indirir ve peygamberlerine insanları şöyle uyarmalarını emreder: “Benden başka ilâh yoktur; bana karşı gelmekten sakının!”
اَلرُّوحُ (ruh) kelimesinden maksat “vahiy”dir. Nitekim bu mânada bir diğer âyet-i kerîmede: “Kendi emrinden olan vahyi kullarından dilediğine indirir” (Mümin 40/15) buyrulmaktadır. Çünkü vahiy, ruhî bir iştir. Ruh da Allah’ın emirlerinden bir emir, Allah’a ait işlerden bir iş olduğundan dolayı vahiy, özel bir ruh mânasını taşır. Allah Teâlâ onu kendi katından görevlendirdiği melekleri vasıtasıyla kullarından dilediği kimseye indirir ve emirlerini haber verir. Cenâb-ı Hak, kulu ve rasûlü Hz. Muhammed (s.a.s.)’i de aynı yolla seçerek ona vahyini ve risâletini göndermiştir.
Görüldüğü üzere peygamberlik, Allah’ın dilediği kullarına lütfettiği bir mevhibesi ve rahmetidir. Peygamber göndermenin esas hedefi de Allah’ın birliğini ve emredip yasakladığı tüm hususlarda O’ndan sakınmayı insanlara öğretmektir. Bunu dinin “tevhid” ve “takvâ” esasları olarak hülasa edebiliriz. Tevhid, ilmî kuvvetin kemâl noktasıdır. Takvâ ise amelî kuvvetin kemâl noktasıdır. Bütün vahiyler temelde bu iki esas üzerine binâ edilir. Buna göre ilâhlık sadece Allah’a mahsustur. O’ndan başka kulluğa layık ikinci bir ilâh yoktur. Başkalarını korkutmaya ve kendisinden korkmaya layık olan da sadece O’dur. Dinin bu temel esaslarının iyice anlaşılıp hazmedilmesi lâzımdır. Çünkü Allah korkusunun dışında ferdin ve toplumun ahlâkî nizamını ayakta tutacak başka bir dayanak noktası yoktur. Ancak her yerde hazır ve nazır olan Allah’ın gazabından ve cezasından, ya da O’na itaatsizliğin sonuçlarından korku kişiyi her türlü günah ve sapıklıktan kurtarabilir. Bu sebeple Allah Teâlâ insanlara: “Yalnız benden korkun!” buyurur.
Evet, yalnız Allah’tan korkup O’na kulluk etmek gerekir. Çünkü:
3. Allah, gökleri ve yeri gerçek bir sebep ve hikmetle yaratmıştır. O, müşriklerin koştukları ortaklardan çok temiz ve çok yücedir.
4. O, insanı küçücük bir nutfeden yarattı. Ama insan, yaratıcısına karşı apaçık bir düşman kesilivermiştir.
Gökler ve yer gerçek bir sebep ve hikmetle, büyük bir nizam içinde yaratılmıştır. Kâinattaki bu nizam, tevhidin doğruluğuna ve şirkin bâtıllığına en büyük şâhittir. Çünkü bunları yaratan nihayetsiz ilim, hikmet ve kudret sahibi Allah’tır. Varlıkların hakkı yaratılmış olmak, Allah’ın hakkı ise yaratıcı. O halde göklerde ve yerde hiçbir varlık Allah yerine konulamaz. Allah’ın sevildiği gibi sevilemez. Allah’tan korkulduğu gibi ondan korkulamaz. Cenâb-ı Hak, bütün şirk unsurlarından ve onun en ince izlerinden bile çok yücedir. Küçültülmüş bir kâinat olan insanı da gözle görülemez küçücük bir nutfeden, atılmış değersiz bir sudan yaratan Allah’tır. Tiksinilecek bir nutfe, hiçbir duygusu ve hareketi olmayan bir nutfe şimdi kendini müdafaa ederek hasımlık yapıyor, çekişiyor. İşte onu o değersiz ve âdi durumdan alıp şimdiki değerli ve mükemmel hâle getiren alîm ve hakîm olan Allah’tır. Buna rağmen insan aslını unutarak, nasıl yaratılıp böyle mükemmel bir varlık haline geldiğini düşünmeden yaratıcısına karşı bile apaçık bir düşman oluvermektedir. O’na ortaklar koşmakta; O’nun irade ve hükmüne karşı akıl ve mantık yürütmekten çekinmemektedir.
İsterseniz bir de size uysal hizmetçiler kılınan hayvanlara bakın:
5. Hayvanları da O yaratmıştır. Onlarda sizin için elbise yapılıp ısınmanızı sağlayan deri, yün, kıl gibi şeyler ve daha başka pek çok faydalar vardır. Ayrıca onların bir kısmının da etlerini ve ürettikleri yiyecekleri yersiniz.
اَلْاَنْعَامُ (en‘âm), daha ziyâde koyun, keçi, sığır ve deve olmak üzere dişisi ve erkeğiyle birlikte sekiz çifti ifade eden bir isimdir. (bk. En‘âm 6/143-144) Bunları da yaratan ve insanın hizmetine veren Yüce Allah’tır. Hayatın devamı ve ihtiyaçların temini açısından bu hayvanlarda insanın hem beden hem de ruh dünyasına hitap eden büyük faydalar ve eşsiz güzellikler vardır. Şöyle ki:
› İnsanın giyinmeye, barınmaya, sıcaktan ve soğuktan kendini korumaya ihtiyacı vardır. Bunun ham maddesini oluşturan deri, yün ve kıllar, bahsedilen hayvanlardan temin edilir.
› Bunlar yavrulayıp çoğalmaları, sütleri, binek oluşları, kendileriyle çiftçilik yapılması, satılıp paralarının alınması, kiraya verilmeleri gibi yollarla da insana pek çok faydalar sağlarlar.
› İnsanın vazgeçilmez ihtiyaçlarından biri de yemektir. Bu açıdan da bahsi geçen hayvanların insana sağladığı fayda açıktır. Onların etlerinden istifade ederiz. Vücutlarından veya hizmetlerinden meydana gelen ürünleri yer ve yaşarız.
› İnsanın ihtiyaçları sadece bedenî ve fizikî ihtiyaçlarla sınırlı değildir. Onun ruhî ihtiyaçları da vardır. Bu sebeple Cenâb-ı Hak göze hitap edip seyredilmesine izin verdiği nice güzel manzaralar, kulağa hitap edip dinlemeye müsaade buyurduğu nice güzel nağmeler var etmiştir. Bu güzellikler vasıtasıyla insan ruhu sevinir, huzur bulur. İşte hayvanların yaratılmasında insanın bu ruhî ihtiyaçları da dikkate alınmıştır. Sabahleyin otlamaya gidişlerinde, akşamleyin karınları tok, memeleri dolu eve dönüşlerinde, yavrularıyla karşılaşıp meleşmelerinde, yine yayılmaya giderken koşuşup oynaşmalarında insan için seyredip zevk alacağı çok güzel manzaralar vardır.
› Bunlar bizim taşıma ihtiyacımıza da yardımcı olurlar. Develer, öküzler ve mandalar hem bizi hem de yüklerimizi istediğimiz yere taşırlar. Halbuki o yükleri oraya kendimiz götürecek olsak ne kadar zorlanırız; takatimiz kesilir, neredeyse canımız çıkar. Yine de tam olarak muvaffak olamayız. Fakat o hayvancağızlar itiraz etmeden, seslerini çıkarmadan bu hizmetimizi de görürler. Bu ihsanlar, Cenâb-ı Hakk’ın kullarına olan engin şefkati ve sonsuz merhametinin açık tezâhürleridir.
Peki atlar, katırlar ve eşekler:
6. Akşamleyin ağıllara getirirken ve sabahları otlaklara salıverirken onlarda sizin için muhteşem bir güzellik ve doyumsuz bir zevk vardır.
اَلْاَنْعَامُ (en‘âm), daha ziyâde koyun, keçi, sığır ve deve olmak üzere dişisi ve erkeğiyle birlikte sekiz çifti ifade eden bir isimdir. (bk. En‘âm 6/143-144) Bunları da yaratan ve insanın hizmetine veren Yüce Allah’tır. Hayatın devamı ve ihtiyaçların temini açısından bu hayvanlarda insanın hem beden hem de ruh dünyasına hitap eden büyük faydalar ve eşsiz güzellikler vardır. Şöyle ki:
› İnsanın giyinmeye, barınmaya, sıcaktan ve soğuktan kendini korumaya ihtiyacı vardır. Bunun ham maddesini oluşturan deri, yün ve kıllar, bahsedilen hayvanlardan temin edilir.
› Bunlar yavrulayıp çoğalmaları, sütleri, binek oluşları, kendileriyle çiftçilik yapılması, satılıp paralarının alınması, kiraya verilmeleri gibi yollarla da insana pek çok faydalar sağlarlar.
› İnsanın vazgeçilmez ihtiyaçlarından biri de yemektir. Bu açıdan da bahsi geçen hayvanların insana sağladığı fayda açıktır. Onların etlerinden istifade ederiz. Vücutlarından veya hizmetlerinden meydana gelen ürünleri yer ve yaşarız.
› İnsanın ihtiyaçları sadece bedenî ve fizikî ihtiyaçlarla sınırlı değildir. Onun ruhî ihtiyaçları da vardır. Bu sebeple Cenâb-ı Hak göze hitap edip seyredilmesine izin verdiği nice güzel manzaralar, kulağa hitap edip dinlemeye müsaade buyurduğu nice güzel nağmeler var etmiştir. Bu güzellikler vasıtasıyla insan ruhu sevinir, huzur bulur. İşte hayvanların yaratılmasında insanın bu ruhî ihtiyaçları da dikkate alınmıştır. Sabahleyin otlamaya gidişlerinde, akşamleyin karınları tok, memeleri dolu eve dönüşlerinde, yavrularıyla karşılaşıp meleşmelerinde, yine yayılmaya giderken koşuşup oynaşmalarında insan için seyredip zevk alacağı çok güzel manzaralar vardır.
› Bunlar bizim taşıma ihtiyacımıza da yardımcı olurlar. Develer, öküzler ve mandalar hem bizi hem de yüklerimizi istediğimiz yere taşırlar. Halbuki o yükleri oraya kendimiz götürecek olsak ne kadar zorlanırız; takatimiz kesilir, neredeyse canımız çıkar. Yine de tam olarak muvaffak olamayız. Fakat o hayvancağızlar itiraz etmeden, seslerini çıkarmadan bu hizmetimizi de görürler. Bu ihsanlar, Cenâb-ı Hakk’ın kullarına olan engin şefkati ve sonsuz merhametinin açık tezâhürleridir.
Peki atlar, katırlar ve eşekler:
7. Hem bin bir güçlük çekmeden ve yarı canınız çıkmadan varamayacağınız uzak yerlere yükünüzü onlar taşır. Gerçekten Rabbiniz, pek şefkatli ve çok merhametlidir.
اَلْاَنْعَامُ (en‘âm), daha ziyâde koyun, keçi, sığır ve deve olmak üzere dişisi ve erkeğiyle birlikte sekiz çifti ifade eden bir isimdir. (bk. En‘âm 6/143-144) Bunları da yaratan ve insanın hizmetine veren Yüce Allah’tır. Hayatın devamı ve ihtiyaçların temini açısından bu hayvanlarda insanın hem beden hem de ruh dünyasına hitap eden büyük faydalar ve eşsiz güzellikler vardır. Şöyle ki:
› İnsanın giyinmeye, barınmaya, sıcaktan ve soğuktan kendini korumaya ihtiyacı vardır. Bunun ham maddesini oluşturan deri, yün ve kıllar, bahsedilen hayvanlardan temin edilir.
› Bunlar yavrulayıp çoğalmaları, sütleri, binek oluşları, kendileriyle çiftçilik yapılması, satılıp paralarının alınması, kiraya verilmeleri gibi yollarla da insana pek çok faydalar sağlarlar.
› İnsanın vazgeçilmez ihtiyaçlarından biri de yemektir. Bu açıdan da bahsi geçen hayvanların insana sağladığı fayda açıktır. Onların etlerinden istifade ederiz. Vücutlarından veya hizmetlerinden meydana gelen ürünleri yer ve yaşarız.
› İnsanın ihtiyaçları sadece bedenî ve fizikî ihtiyaçlarla sınırlı değildir. Onun ruhî ihtiyaçları da vardır. Bu sebeple Cenâb-ı Hak göze hitap edip seyredilmesine izin verdiği nice güzel manzaralar, kulağa hitap edip dinlemeye müsaade buyurduğu nice güzel nağmeler var etmiştir. Bu güzellikler vasıtasıyla insan ruhu sevinir, huzur bulur. İşte hayvanların yaratılmasında insanın bu ruhî ihtiyaçları da dikkate alınmıştır. Sabahleyin otlamaya gidişlerinde, akşamleyin karınları tok, memeleri dolu eve dönüşlerinde, yavrularıyla karşılaşıp meleşmelerinde, yine yayılmaya giderken koşuşup oynaşmalarında insan için seyredip zevk alacağı çok güzel manzaralar vardır.
› Bunlar bizim taşıma ihtiyacımıza da yardımcı olurlar. Develer, öküzler ve mandalar hem bizi hem de yüklerimizi istediğimiz yere taşırlar. Halbuki o yükleri oraya kendimiz götürecek olsak ne kadar zorlanırız; takatimiz kesilir, neredeyse canımız çıkar. Yine de tam olarak muvaffak olamayız. Fakat o hayvancağızlar itiraz etmeden, seslerini çıkarmadan bu hizmetimizi de görürler. Bu ihsanlar, Cenâb-ı Hakk’ın kullarına olan engin şefkati ve sonsuz merhametinin açık tezâhürleridir.
Peki atlar, katırlar ve eşekler:
8. Allah atları, katırları, merkepleri de binmeniz için ve hayatınızı süsleyen bir zînet olsun diye yarattı. O, sizin bilemeyeceğiniz daha nice vâsıtalar yaratacaktır.
9. Yolun doğrusunu göstermek Allah’a aittir. O yollardan eğri olanlar da vardır. Eğer Allah dileseydi, sizi hep birlikte doğru yola erdirirdi.
Cenâb-ı Hak at, katır ve eşeği de hem binit, hem de dünya hayatımızın bir zîneti, bir süsü olarak kullanmamız için yaratmıştır. Daha nice binit ve süs vasıtaları da var edecektir. Çünkü âyetteki يَخْلُقُ (yahluku) fiili geniş ve gelecek zaman ifade eden bir sîga olması hasebiyle “yaratır, yaratacaktır” mânasına gelir. Allah’ın devamlı yaratmasından bahseden bu ifade, tabii nakil vasıtalarının, yani bu maksat için insan tarafından evcilleştirilen hayvanların bahsinden hemen sonra geldiği için, belli ki, aynı kategoriden ama henüz bilinmeyen başka şeylere: yani, insan zekasına kazandırdığı icat yeteneği yoluyla Allah’ın yaratmakta devam edeceği yeni yeni ulaşım vasıtalarına işaret etmektedir. Medeniyet tarihinin birbirini izleyen her safhası, ulaşım vasıtaları alanında önceden hayal bile edilemeyen yeni yeni buluşlar göz önüne koyduğuna göre “bilmediğiniz daha neler yaratacaktır” yolundaki Kur’ânî ifade insanlık tarihinin ‘geçmiş-şimdi-gelecek’ her dönemi için geçerlidir. Biz bugün öncekilerin görmediği, bilemeyeceği otomobiller, trenler, gemiler, uçaklar gibi türlü binitler gördük. Kim bilir, bundan böyle de Allah Teâlâ bizim bilemediğimiz ve bilemeyeceğimiz daha neler yaratmış ve yaratacaktır.
Şüphe yok ki bütün bu binitlerden istifade etmek için, bunların yürüyebileceği yollar lazımdır. İnsana bunları icat edip yapma istidadını da Allah vermektedir. O bize hem dünyada yürüyecek maddi yollarımızı göstermekte, hem de cennet ve cemâline varan manevî yolları göstermektedir. Bu nimeti de peygamberleri vasıtasıyla kullarına ikram etmektedir. Fakat bütün yollar O’na varamaz. Bunlar içinde eğri olanları da vardır ki, bu yollarda yürüyenler hak yoldan sapmış olurlar. Fakat hayatın bir gerçeği olarak bu eğri yollarda yürüyenler de olacaktır. Eğer Allah dileseydi herkesi doğru yola erdirir, kimse yanlış yollara sapmazdı. Fakat Kur’an ve sünnetten öğrenebildiğimiz kadarıyla Rabbimizin bu yönde tecelli etmiş küllî bir iradesi mevcut değildir. O, sadece doğru yolu göstermiş, onu tercih edip etmemekte insanı özgür bırakmıştır. Esasen insanın sorumluluğu da bu özgürlüğe dayanmaktadır. Bununla birlikte Cenâb-ı Hak, etrafımıza ibretle bakınca bizi doğru yola iletecek nice kevnî mûcizeler ve açık deliller sermiştir:
10. O Allah ki, gökten su indirir. İçme suyunuz ondan meydana geldiği gibi, hayvanlarınıza yedirdiğiniz otlar ve ağaçlar da ondan yetişir.
Önceki âyetlerde Cenâb-ı Hakk’ın hayvanlar vasıtasıyla insana sağladığı faydalardan bahsedildi. Bu âyetlerde ise tabiatta meydana gelen bir takım hâdiselerin insana sağladığı yararlara yer verilir: Allah gökten su indirir. Yerin altına geçip kuyularda, havzalarda biriken, oradan da harekete geçip derelerden, çeşmelerden akan sudan insanlar ve canlılar içerler. O su ile ağaçlar, ekinler sulanır. Çeşit çeşit meyveler, sebzeler, otlar çimenler yetişir. Bunlar üzerinde etraflıca ve sistemlice tefekkür eden insanlar Allah’ın varlığını, birliğini, sonsuz ilim ve kudretini anlarlar. Tabiattaki nimetlerden sonra zamanın oluşumunu da sağlayan gökteki nimetlere geçilir. Buna göre Yüce Allah geceyi, gündüzü, güneşi, ayı ve yıldızları insanın hizmetine vermiştir. İnsan geceleyin dinlenir, gündüzün çalışır. Güneş dünyayı ısıtır ve aydınlatır; canlıların ve bitkilerin yaşayabilmesi için lâzım gelen ortamı sağlar. Ay ve yıldızların da dünya üzerinde çok mühim tesirleri vardır. Bunlar ve yine Cenâb-ı Hakk’ın, hayvanından, bitkisinden, toprağından, çiçeğinden çeşitli renklerde ve şekillerde yarattığı daha nice sayısız varlıklar insanın huzur içinde hayat sürmesine yardımcı olur. Aklını çalıştırıp bunlardan gereken dersi ve öğüdü alanlar Allah’ın yüce kudret ve sonsuz azameti karşısında boyun bükerek O’na kulluk şerefine ererler.
Âyetlerde bahsedilen ilâhî kudret akışları ve azamet tecellileri karşısında kulun his ve idrakinin harekete geçebilmesi için onun yapması gereken üç mühim vazifeye dikkat çekilir:
Tefekkür: Etraflıca ve sistemlice düşünmek,
Te‘akkul: Aklını kullanmak,
Tezekkür: Düşünüp ibret ve öğüt almak.
“Tefekkür”, zihnimizi dâimî bir şekilde kullanarak varlığın gizli mânalarını, sır ve hikmetlerini adım adım idrâk etme faaliyetidir. “Akletme”, duyularımızın sahasına giren varlık ve hâdiselerden hareket ederek gözle görülemeyen gerçekler hususunda bilgi edinme yolunda aklımızı çalıştırmaktır. “Tezekkür” ise üzerinde tefekkür ettiğimiz varlıkların çeşitlerini, hususiyet ve özelliklerini hatırlayarak, dikkate alarak gerçeği anlama gayreti; bunlardan gerekli ibret ve dersi çıkarma faaliyetidir. Böylece üç âyette de, bizim için yaratılan varlık ve hâdiselerdeki “âyet” kelimesiyle ifade edilen gizli ve derin mânaları, delilleri anlayıp kavrayabilmek, neticede ilâhî hakikatlere ve hidâyete ulaşabilmek için insanın mutlaka zihnî istidatlarını ve aklî melekelerini kullanması istenmektedir.
Bunun ötesinde ibretle seyredilip üzerinde düşünülecek daha nice işaretler bulunmaktadır: