N İsLami Fıkıh AnsikLopedisi (Alfabetik

ceylannur

Yeni Üyemiz
YABANCI ERKEĞE BAKMAK Iki çocuklu bir hanımım Bir erkek bana lâf attı; ben de bir kaç kez baktım ve sonra vazgeçtim Islâma göre benim durumum nedir? Beyim de genelev kadınları ile ilişki kurmuş Ayrıca onun durumu ve evliliğimin durumu nasıldır?
Siz, nikâhlı iken bir yabancıya bakmak ve ona, kötü duygularının mümkün olabileceği ihtimalını hissettirmekle bir günah işlemişsiniz Yapmanız gereken şey, bundan tevbe etmeniz ve bir daha yapmamanızdır Gerek bu davranışınız ve gerekse kocanızın sözünü ettiğiniz davranışı, günah olmakla beraber, nikahınızı yıkmış olmaz Ancak burada çok dikkat edilmesi gereken bir nokta vardır: Kendisini kocasına ustaca takdim eden, başkalarına göstermemek şartıyla onun arzuladığı şekilde süslenen, kokulanan, temiz ve güzel giyinmeye önem veren, cilve ve davranışlarıyla kocanın gönlünü çelip, onu başkalarıyla bir şey arar duruma düşürmeyen kadın kendisini de, kocasını da kurtarmış olur Bunu haramdan korumak ya da korunmak niyyetiyle yaparsa, çok büyük de sevap kazanır Efendimiz bu konuya çok önem vermiş ve erkeklere: Elbisenizi temizleyin Saçlarınızdan alın, misvak kullanın, süslenin ve temizlenin Çünkü Benî Israil erkekleri böyle yapmadığı için karıları zinaya düştüler " (el-Hindî, VI/640 (Ibn Asâkir'den) ) buyurmuştur Bu durum, hem erkek, hem de kadın için aynıdır Sizin durumunuz Efendimizin başka bir sözlerini daha doğruluyor Yine erkeklere hitaben o; "Iffetli olun ki, kadınlarınız da iffetli olsun" (Hâkim IV/154; el-Hindî V/316-317) buyurmuştur Bunu da özellikle erkeklerin bilmesi gerekir
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
YAĞMUR DUASI (İSTİSKA)

Yağmurun uzun zaman yağmadığı kuraklık zamanlarında, Allah'ın yağmur yağdırması için bir belde ahâlîsinin topluca dua etmeleri Fıkıh dilinde yağmur duasına "istiskâ" denilir "İstiskâ", yağmur talebinde bulunmak anlamına gelir
Yağmur duası sünnettir Hem Peygamberimiz hem de onun Raşid halîfeleri yağmur duasında bulunmuşlardır
Yağmur duasının peşi peşine üç gün ve yerleşim bölgesi dışında olması müstehaptır
Yağmur duasına gitmeden önce, sadaka verilmeli, günahlardan tevbe edilmeli, dargınlar barışmalı, haksız olarak alınan şeyler sahiplerine geri verilmelidir Yağmur duasına çıkarken oruçlu olmak, mütevazı ve muhtaç bir tavır takınmak uygun olur
Müslümanlar dua edilecek yere vardıklarında, önce iki rek'at namaz kılarlar Namazın cemaatla kılınması menduptur İmam namazdan sonra kalkar ve cemaata karşı bir konuşma yapar Namaz ve hutbenin bulunuşu, Ebû Yusuf ve Muhammed'in görüşleridir İmam Azam'a göre; yağmur duası sadece dua ve istiğfardan ibarettir; namaz ve hutbe yoktur
Yağmur duasında namaz kılınmış ve hutbe okunmûşsa, hutbeden sonra; bunlar olmamışsa, doğrudan imam ayağa kalkar ve yönünü kıbleye çevirir Cemaat onun arkasında kıbleye karşı ve oturarak dururlar İmam, Allah'a dua eder, cemaat de "amin" der Hz Peygamberden nakledilen, yağmur duası için özel dualar vardır Dua ederken bunların okunması daha uygundur (İbn Abidîn, Reddü'l-Muhtar, II, 184; Kâsânî, Bedâiu's-Sanâi, I, 282; Ö Nasûhi Bilmen, Büyük İslâm İlmihali, 272 vd; A Hamdi Akseki, İslâm Dini, 192)
Dua ayakta yapılır Dua edilirken kıbleye dönülür Dua edilirken Allah'tan af istenir, yağmur istenir Duanın üç gün peşipeşine yapılması müstehabdır
Yağmurun gecikmesi sebebiyle eski elbiseler giyilir Başlar öne eğilir, mütevazi bir tavır takınılır Yaya olarak dua yapılacak yere gidilir Duadan önce sadakalar verilir, fakirlere yardım yapılır Haksızlık yapılmışsa helâllık dilenilir, müslümanlar için af istenilir
Müslümanlar kendi çocuklarını ve ehli hayvanlarını yanlarına alırlar Annelerle, yavruları birbirlerinden ayırırlar Zayıflara, güçsüzlere dua ettirirler Cemaatta onların yaptığı duaya "âmin" diyerek karşılık verirler
Yağmur yağmaya başlayınca da bunun nişanesi olarak Yüce Allah'a şükredilir Yağmur yağarken "Allahûmme sayyiben nafıan" (bunu hakkımızda yararlı bir yağmur kıl) denilir Gereğinden fazla yağınca da "Allahümme havaleyna ve la aleyna" (Ya Rab! Bunu zarar vermeyecek yere yağdır Bizim üzerimize yağdırma) diye dua edilir
Peygamberimizden bize ulaşan yağmur duası şudur: "Allahümmel Eskına ğaysen muğisen henien merien ğadekan mücellilen şeyhan âmmen tabekan Allahümme! Eskıne'l ğayse ve la tec'alna mine'l kanitin Allahümme! Inne bil biladi vel ibadi vel hakkı minel levai vaddanki mâlâ neşku illa ileyk Allahümme! Enbit lena ezzer'a ve edirre lenaddar'a ve eskına min berekatis-sema ve enbit lena min berekatil arz Allahümme! Inna nestağfirüke inneke künte ğaffaren fe erseles-semae aleyna midraran"
Manası: "Ya Rab! Bize bol yararlı, her tarafa akıp giden, her tarafı sulayan umumi bir yağmur ihsan et
Ya Rab! Bizi yağmurla su ver Bizi, ümitlerini kesmiş kimselerden eyleme Kullarda, beldelerde ve yaradılmış şeylerde öyle darlık vardır ki senden başkasına arzedemeyiz
Ya Rab! Bizim için ekinleri bitir, bizim için memeleri sütle doldur, bizi göğün bereketinden su ver, bize yeryüzünün bereketinden yetiştir
"Ey Rabbimiz! Biz senden mağfiret isteriz Şüphesiz sen çok mağfiret edicisin Bize gökten bol bol yağmurlar yağdır
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
YAKIN AKRABA EVLILIĞI Annem beni bir kuzenimle evlendirmek istiyor ve bunda da çok israr ediyor Doğrusu kuzenim beğenilmez birisi de değil Ama ben bunun kötü sonuçlarından endişe ediyorum Şer'î bir sakıncası var mıdır?
Müslümanların inancına göre normalı, ya da anormalı, yahut mübahla, yani serbest olanla haramı, yani olmayın belirleyen Allah'tır O Kur'ân-ı Kerîm'de kimlerle evlenilmeyeceğini açıklamış ve "Bunun dışında kalanlarla evlenmemiz helâldir" (Nisâ 4/24) buyurmuştur Kuzenler yani hala-teyze, amca-dayı çocukları evlenmeleri haram olanlardan sayılmamıştır Öyleyse onlarla da evlenilebilir Allah Rasûlü Efendimiz, kızı Fatma annemizi de kendi amcasının oğlu Ali Efendimizle evlendirilmiş ve durumu fiilen açıklığa kavuşturmustur Ancak yabancı ile evlenmenin bir takım sosyal faydaları olduğu gibi, yakın akrâba ile evlenmenin bazen mahzurları da olabilir Mesela kan benzerliğinden doğan uyuşmazlığın, yakın akraba arasından daha çok olduğu söylenir Ancak bu konuda günümüzün tarafsız olmayan tıbbına pek güvenmemek gerekir Çünkü, sakat doğumlar konusunda süt kardeşliği daha etkili olduğu halde, onlar bundan söz etmiyorlar Ya, "Dersleri henüz oraya kadar gelmedi" ya da onu Islâm yasakladığı için onlar yasak olmamasını istiyorlar Şu halde kuzenlerin evlenmesini de Islâm serbest saydığı için mahzurlu göstermek istiyor olabilirler Ne var ki, evliliğin devamında ve çocukların sağlam ve gürbüz oluşunda karı-kocanın birbirini içten sevmesinin ve birbirlerine karşı çok canlı ve kuvvetli cinsel arzu duymalarının çok büyük etkisi vardır Ilişki ne kadar içten ve her iki tarafı tatmin edici olursa, çocuk da o kadar gürbüz, düzgün ve zeki olur Bundan olacak ki, Allah Rasûlü Efendimiz (sas) erkeklere, ilişkide aceleci olmamalarını ve karılarını da tatmine ulaştırmalarını şiddetle tavsiye eder İşte bazen olabilir ki, kuzenler bir çatı altında yetişmişliğin verdiği duyguyla birbirlerini çok yâkın hissederler ve birbirlerine karşı gerekli cinsel uyarılmayı yaşamazlar Bu gün eğer sakat doğumlar yakın evliliklerde daha çok gözüküyorsa, bence bunun önemli sebebi budur Ikinci önemli bir sebep de, genellikle yakın akraba arasında emzirme olaylarının çokça olması ve önem verilmediğinden ya da unutulduğunda, bunun hesaba katılmayıp, süt kardeşlerinin birbirleriyle evlendirilmesidir Sözünü ettiğiniz hadîs, Gazâlî'nin Ihyâ'sındâ da vardır (Benzer hadisler ve Hz Ömer'in sözü için bk el-Hubeysî, el-Berâke 165 vd; Yakın anlamda bir hadîs için bk Suyûtî, el-Câmi'us-sağîr (Feyzu'I-Kadîr ile birlikte) VI/351 Burada hadîsin zayıf olduğuna işaret ediliyor Aynı hadis Kenzu'I-ummâl'da Suyûtî'nin de kaynağı olan Hâtîp Bagdâdî'nin Tarih'inden alınarak verilir XVI/H 44564 Sevkanî, el-Fevâid'de yine benzer anlamda bir hadîs verir ve senedinde Hâkim'in yalanci saydığı Sehl vardır, der s131) Ama Irâkî güvenilir bir aslının bulunmadığını, bunun hadîs değil de, Ömer Efendimizin Sâib Ogullarına söyledigi bir sözün bir parçası olarak bilindığını söyler (GazaIî N/42) Nitekim bu hadîs, meşhur dokuz hadîs kitabın hiç birisinde yoktur Gerçi Ömer Efendimizin sözü olmasının da bir anlamı ve gerçek payı vardır Ama birbirini seven iki kuzenin evlenmelerinde hiçbir sakınca yoktur Yeter ki, birbirlerini görmüş ve sevmiş olsunlar Birbirlerini görerek sevenler, mizaçları uyumlu olduğu için sevmişler demektir Mizaçları uyumlu olanlar arasında, birbirlerini gördüklerinde sevgi alışverişi ve akımı olacağından" Allah Rasûlü Efendimiz buna çok önem vermiş ve evleneceklerin birbirlerini, şehvetle baksalar dahi, görmelerini emretmiştir Siz de seviyorsanız evlenmenizde mahzur yoktur
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
YAKIN AKRABA EVLILIKLERI: Müslümanlar için normal, ya da anormal, helâl ya da haram sınırını koyan Allah'tır O'nun ve O'nun emriyle elçisinin helâl dediği helâl, haram dediği de haramdır Çünkü helâl, ya da haram kılma, bir dinin en büyük özelliğidir Ya da her helâl ve haram kılan, din koyuyor demektir Bu yüzden Peygamberimiz; büyüklerinin yasak dediğini yasak, yani haram mübah dediğini de mübah, yani serbest sayan insanları, o yasak ve mübah koyanlara tapan diye nitelemiştir Yani; Allah bir şeyin helâl ya da haram olduğunu bildirdikten sonra, birisi yetkisine dayanarak O'nun helâl dediğini yasak, haram dediğini de serbest etmişse, yeni bir din koymuş, onun dediklerini kabul eden de onu ilâh edinmiş demektir
Allah kendisiyle evlenilemeyecek kadınları Kur'ân-ı Kerîm'de bildirmiş Peygamberimiz de buna açıklık getirmiştir:
1 Anneler, kızlar, kızkardeşler, halalar, teyzeler, kız ve erkek kardeş kızları ile; ister öz, ister üvey, ister nesepten, ister sütten olsunlar, evlenmek ebediyyen haramdır
2 Babasının ve çocuğunun karısı, karısının annesi ve kızı da bunlara dahildir
3 Başkasının nikâhlısı onunla nikâhlı olduğu sürece, karısının kızkardeşi, halası ve teyzesi de karısının kendi nikâhında bulunduğu sürece kendisine haramdır
Bunun dışındaki bütün kadınlarla evlenebileceğini de yine Kur'ân-ı Kerîm bildirmektedir Artık meselâ amcadayı, hâlâ-teyze çocuklarıyla evlenmeyi geçici yetkisine dayanarak yasaklamak, işte yeni bir din koymak, onun yasağını kabullenmek de, onun dinine girip, onu ilâh edinmek demektir
Ne varki, haramlar arasında derece farkı olduğu gibi, helâller arasında da derece farkı vardır Buna göre yakın akrabası dışındakilerle evlenmek daha güzel bir helâldir Hz Ömer de bunu teşvik etmiştir ("Yakın akraba ile evlenmeyin, çünkü doğacak çocuk zayıf olur" anlamında bir hadis rivayet edilirse de, Ibri Salâh aslının bulunamadığını söylemiştir Doğrusu Hz Ömer'in sözü olduğudur bk Gazalî, Ihya (Tahriçli) 1l/42)Çünkü aile yuvasınin ve doğacak nesillerin sağlamlığı, karı-koca arasındaki sevgi ve çekiciligin fazlalığına bağlıdır Insanlar, fıtratları gereğiyakınlarına karşı cinsel arzu duyamazlar Halbuki, karı-koca arasında sevgi ve çekiciligi doğuran en büyük etken cinsel arzudur Bazı insanlarda yakınlarına karşı doğacak bu tür arzusuzluk, evlenmeleri halinde, soğukluğa ve arzusuz ilişkiden kaynaklanan ciliz ve sakat doğumlara sebep o1abilir Bu yüzden Imam Gazali, evlenilecek kadınla aranılan nitelikler arasında, yakın akrabadan olmama özelliğini de sayar (Gazâlî, agk) Buna; çünkü yakınlar arasındaki şehvet azlığından ötürü doğacak çocuklar cılız olur, sebebini gösterir
Yakın akraba ile evlenmemenin bir faydası daha vardır Akrabası olmayan birisiyle evlenip, yabancı bir akraba ile hısımlık bağları kuran adam, İslam'ın istediği sevişen ve yardımlaşan toplumun oluşmasına yardımcı olmuş demektir Çünkü yakınların birbirlerine yardım etmeleri daha kolaydır
Ancak buna rağmen Islâm'da bu tür evliliğin yasaklanmaması, bu sonuçların istisnaî durumlar olduğunu gösterir Bu bağlamda Peygamberimizin, evlenecek eşlerin birbirlerini görmelerini, yani severek evlenmelerini tavsiye etmesi çok önemli ve ilgi çekicidir Hattâ erkek, talip olduğu kadına şehvetle de olsa bakabilir (Cessâs, Ahkâmu'l-Kur'ân V/173; Ibn Rüsd, Bidâye l1/3) Çünkü insanlar mizaçları itibariyle uyum sağlayabilecekleri ve sağlam nesil yetiştirebilecekleri eşleri daha ilk bakışta sevebilirler Sevemiyorlarsa mizaçları birbirine uygun değil demektir Onun için birbirlerini görmeyenlerin ve gördükten sonra da sevemeyenlerin evlenmeleri ya da evlendirilmeleri hoş olmayan bir davranıştır
Ama, tekrar edersek, birbirlerini seven bir amca-dayı, hala-teyze çocuklarının aralarını ayırmak ve sevgilerine engel olmak da fıtrata ve insanın hamuruna aykırı bir davranış ve bir zulüm olur Çünkü cinsî sapıklar dışında teyzesine, halasına ya da dayısına aşık olan kimseye rastlanılmaz ama, kuzenlerine aşık olan bir sürü insan vardır Öyleyse doğal ve fıtri davranış, böyle olanların birbiriyle evlenebilmeleridir
Artık bu konuda yapılabilecek şey, akraba evliliklerini yasaklamak değil, Peygamberimizin yaptığı gibi, yabancı ile evlenmeyi teşvik etmektir Halbuki süt kardeşle evlenmek daha çok sakat doğuma sebep olduğu halde, yakın akraba evliliğinin yasaklanmasını isteyenler onun yasaklanmasını istememektedirler Demek ki, gayeleri dinî bir kurala karşı çıkmaktan ibarettir
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
YAKINLAR VE MAHREMLIK
Kalabalık bir aileyiz Kayınlarımla aynı evde oturuyoruz Bu durumda onlarla beraber oturabilir ve beraber yemek yiyebilir miyim? Ya da nasıl davranmalıyım?
Imkân varsa her çiftin ayrı evi olacaktır Tek evde kalma zorunlulugu varsa, her çiftin en azından yatma yeri müstakil olacak, beraber oturmalarda tesettüre ve konuşmalara azami dikkat edilecektir Kadın, meselâ kayınları gibilerin bulunduğu bir mecliste, kadınsı bir endam ve nâzu nesve ile konuşmayacak, süsünü ve kokusunu orada kullanmayacak, omuzlarını göğüslerine, kadar örten genişçe, süslemesiz ve koyu renkli bir başörtüsü örtünecektir Çünkü cilbabın asgari ölçüsü budur Namahremleriyle; özellikle kayınlarıyla hiçbir zaman başbaşa (halvet) kalmayacaktır Kadının kaynı gibilerle başbaşa kalması da haram mıdır? diye soran birisine Rasûlüllah Efendimiz: "O zaten ölüm demektir" buyurmuştur Bize gelen mektuplardan bunun ne kadar isabetli olduğunu yakînen öğrenmiş durumdayız Bu söylenenler elbette İslamın müslümanlardan istediği hayat biçimidir
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
YAKINLARI ZIYARET
Annesi kızının, babaannesine; halasına, amcasına gitmesini istemiyor "Gidersen sütüm sana hâram olsun" diyor Bunun bir anlamı var mıdır?
Akraba ile iyi ilişki, onları ziyaret ve gözetme birçok âyet ve hadîsle emredilen bir görevdir ve önem sırası da en yakından en uzaga doğrudur Anne-baba başta gelir Sözünü ettiğiniz durumda anne kızını babaannesi, halası gibi akrabalarına şer'î ölçülere göre haklı bir sebepten ötürü göndermiyorsa kızının gitmesi câiz değildir Çünkü bu takdirde onların gönlünü yapmak için annesinin, hem de haksız yere kalbini kırmış olur Ziyaretinde şer'î bir mahzur yoksa, örfen "bizi terketti" denebilecek süreleri geçirmemek üzere, ziyaretine annesi engel olamaz Çünkü bu durumda annesinin emrini yerine getirirken Allah'ın emrine karşı çıkmış olur Halbuki, "Allah'a isyan edilerek kula itaat edilemez" (Bu konuda birden çok hadis için bk el-Hindî N/358, IV/792, 797 VI/67, 77,) Kendini bilen anneler de Allah'ın emriyle çelişen isteklerde bulunmamalıdırlar
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
YALAN Yalanı iş edinme, çok yalan söyleme Yalan, kişinin gerçeği saklayıp bildığının aksini söylemesidir Yalancılık çok çirkin bir huydur Dinimiz yalanı haram kılmış ve şiddetle yasaklamıştır
Yalan rûhî bir hastalıktır, müslümanların kendilerini bundan korumaları gerekir Çocuklar daha küçükken doğru sözlülüğe alıştırılmalı, yalanın zararları kendilerine anlatılmalıdır
Cenab-ı Hakk, "Yalan sözden kaçının" (Hac, 22/60) diye emrettiği halde basit dünya menfaatleri için yalan söyleyenler vardır Özellikle yalan yere şahitlik yapmak çok kötü bir davranış ve büyük bir günah sayılmıştır Gerçek bir müslüman kendi aleyhinde de olsa, doğru söylemeli ve asla yalana yaklaşmamalıdır Çünkü Allah Teâla şöyle buyurmuştur:
"Ey iman edenler! Hak üzere durup adaleti yerine getirmeğe çalışan hâkimler ve Allah için doğru söyleyen şâhidler olun Velev ki, o şahitliğiniz nefişleriniz yahut ana babanızla yakın akrabanız aleyhine olsun Ister üzerine şahitlik yapılan kimseler zengin veya fakir bulunsun" (Nisa, 4/135)
Peygamber Efendimiz de, yalan söylemenin ve yalan şahitlik yapmanın büyük günahlardan olduğunu ısrarla belirtmiştir (Riyazü's-Sâlihîn, III, 138) Ayrıca yalanın münafıklık alâmetlerinden olduğunu haber vermiştir (Müslim, Iman, 107)
Dinimizde sadece üç yerde yalan söylemeye izin verilmiştir:
a) Zulüm ve haksızlığa uğramış bir adamın can, mal veya namusunun zarar görmekten kurtarılması için;
b) Dargın olan karı-kocayı veya iki kişiyi barıştırmak için Çünkü Rasûlullah, Insanlar arasını düzelten, bunun için hayırlı söz söyleyen ve hayırlı söz ulaştıran kimse yalancı değildir" (Müslim, Birr ve Sıla, 27) buyurmuştur

c) Harpte düşmanı yenmek için
Yalanın kötülüğüne gelince, Peygamberimiz (sas);

"Yalan kötülüğe, kötülük Cehennem'e götürür Insan yalancılık yapa yapa, nihayet Allah katında yalancılardan yazılır" (Buharî, Edeb, 69; Müslim, Birr, 103-105) buyurmuştur Yalanın en büyük kötülüğü işte budur Yani, insanı Allah Teâla'nın rızasından uzaklaştırıp Cehennem'e götürmesidir Ayrıca yalan insanları birbirine düşürür, güven duygusunu yok eder, toplum içinde karışıklıklara sebep olur; dostlukları yıkar, yerine düşmanlık tohumları eker Yalan er geç ortaya çıkacağından, yalancılar, kendilerine güvenilemeyen, saygı duyulmayan ve sevilmeyen insanlar durumuna düşerler Kısaca yalan, insanı dünyada da ahirette de felâkete sürükler
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
YALAN SÖYLEMENIN CAIZ OLDUĞU YERLER VAR MIDIR Müslim'deki bir hadiste "Insanların arasını bulan ve hayır söz taşıyan yalancı değildir" buyurulur Hemen bunun yanı başında Ibn Sihab şöyle der: "Insanların söylediklerinden hiç birinde yalana ruhsat verildiğini duymadım Ancak üç şey müstesna: Harpte, insanların arasını bulmakta, kocanın karısına, karının kocasına söylediklerinde"(Müslim, Birr 27) Tirmizî'de de Müslim'dekine benzer şu hadisler vardır: "Yalan sadece üç yerde helâl olur: Kişinin karısını memnun etmesi konusunda, harpte, insanların arasını bulmakta", "Insanların arasını bulmak için hayır söyleyen ya da hayır söz taşıyan yalancı değildir"(Tirmizî, Birr 26)
Bu hadislere dayanarak Kâdi Iyâd gibi alimler, bu üç yerde yalan söylemenin caiz olduğunda ihtilaf olmadığını söylemişlerdir Ancak bu yerlerde söylenilebilecek yalanın nasıl olduğu konusunda görüş ayrılığı vardır Bazı alimler; bu üç yerde her türlü yalan caizdir Bunların dışında da bir maslahâta binaen caiz olabilir Meselâ yanında saklanan birisini öldürmek isteyen bir zalime, sorduğunda bilmiyorum demesi ittifakla vaciptir Mezmum yalan, zararlı olan yalandır Hz Ibrahim (as) putlar için "Onları büyükleri kırdı, ben hastayım" demişti (21/63) Karısını elinden almak isteyen zalimlere de onun kızkardeşi olduğunu söylemiş (içinden de dinde kardeşi olduğunu kastetmiş)'ti(Buhari, Enbiya 8; Müsned, NI/244) derler Diğer bazı alimler de: Yalan hiç bir yerde caiz olmaz Bu üç yerde de ancak tevriyeli, yani Hz Ibrahim (as)'in sözünde olduğu gibi doğruya da ihtimalı olacak şekilde caiz olabilir Meselâ koca, karısına elbise, mobilya vs sözü verir, içinden de, imkân bulursam günün birinde alabilirim de" diye düşünür veya sevdigine, dünyada bir tane olduğunu söyler ve bununla içinden bu sözün doğruluk yönünü düşünür Harpte ise düşmana meselâ, baskomutanınız öldü, der, bununla daha önce ölen komutanlarını kasteder vs derler (Krs E1-Mubarekfûrî, Tuhfetü'1-Ahvezi, VI/69; Davudoğlu, X/564; Tecrid, IX/112 vd) ki, Taberi bunlardandır Ama sözkonusu hadiselerde bir ayırım yapılmamıştır
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
YALAN YEMIN Yalan yere yemin eden kişi, Allah'ı yeminine şahid göstererek insanları kandırmak istediği için O'nun mukaddes adını istismar etmekte, O'na iftirada bulunmaktadır Bu nedenle Hz Peygamber, büyük günahların en büyüklerinden birinin de yalan yemin olduğunu söylemiştir (Buharî, Edeb, 6) "Birbirinizi aldatmak için (yalan) yemin etmeyin, bu yüzden yere sağlam basan ayak sürçebilir ve Allah yolundan alıkoymanıza karşılık kötü bir azab tadarsınız Bunun için size (ahirette de) büyük bir azab vardır" (Nahl,16/94) âyeti, yalan yeminin cezasının ilahî azab olduğunu belirtmektedir
Bir kimse geleceğe yönelik yaptığı bir yemini bozduğunda, kefaretini ödemek suretiyle yeminin günahından kurtulur (bk Yemin Keffareti); fakat yalan yemin öyle büyük bir günahtır ki, onun cezasını keffaret dahi düşüremeyeceği için, yalan yeminde keffaret olmaz Böyle bir günah işleyen kişi, yalanına şahid gösterdiği Allah'a tevbe etmeli, af dilemeli ve bir daha bu günahı işlememelidir Onun günahını ancak Allah affedebilir Yalan yeminle başkalarının hakkı alınmışsa, velev ki bu kanun yoluyla olsun, ikinci bir günah daha işlenmiş olur Haksız yere elde edilen bu hak, sahibine ödenmedikçe tevbe ile kurtuluş olmaz Mesela bir kimse, ödemediği borcunu bile bile "ödedim" diye yemin etse, karşı taraf da alacağını isbat edemese ve hâkim, yalan yemin edenin borçsuz olduğuna hükmetse, bu kişi iki büyük günahı birden işlemiş olur Bir de dikkatsizlik, kötü alışkanlık, hata gibi sebeplerle yalan yere yemin etmek durumuna düşülür Şüphesiz ki bunun günahı diğeri gibi değildir Fakat gelişi güzel, lüzumsuz yere Allah'ın adını anmak da bir günahtır Bu nedenle dile hakim olmalı, yemini alışkanlık haline getirmemeli, ancak çok önemli durumlarda yemin etmelidir Yeminde niyet, yemin ettirenin maksadına göredir bu nedenle, yemin eden kişi kalbinden başka şeyleri geçirerek yemin ederse yine yalan yemin etmiş olur Mesela, Ahmed'e olan borcu için yemin ettirilen kişi, Mehmed'e ödemiş olduğu,borcu kasdederek, borcumu ödedim diye yemin ederse, yalan yemin etmiş olur (Ayrıca bk Yemin md)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
YARATMA VE KESB TEORISI Islâm nazarında insan, yaratılanların en şereflisi ise de, her yaratık gibi noksan ve sınırlıdır Çünkü mutlak kemal Allah'a mahsustur O halde iman, mutlak kudret, mutlak irade ve ihtiyar sahibi, dolayısıyla yaptığı işlerin bizzat yaratıcısı olamaz Çünkü hâlikiyet (yaratıcılık), Allah (cc)'a mahsus olan çok yüce bir sıfat, çok yüksek bir derecedir Fakat insan hayvanlarda olduğu gibi- irade ve ihtiyardan, seçme gücü ve isteme yeteneğinden tamamen mahrum bir varlık da değildir Çünkü bilinen bir gerçektir ki insan, bazı işleri dilerse yapıyor, dilerse yapmıyor O halde insanın kendine mahsus cüz-i bir kudreti, cüz-i bir irade ve seçme gücü vardır Bu sebepledir ki; mükelleftir, yaptığı iyi ve faydalı, kötü ve zararlı bütün işlerden sorumludur Öyle ise, kendi iradesiyle yaptığı işlerden bu sorumluluğu gerçekleştiren bir payı almalıdır Aksi halde mükellef ve sorumlu olamaz Fakat insana böyle bir pay ayırır ve üstünlük tanırken, onun yaratılan bir kul olduğunu unutarak, yegane yaratıcı Hâlık olan Hak Teâlâ'ya her hangi bir yönden onu benzetmemeli ve yaratıcı Rab derecesine çıkarmamalıdır Bu iki ana esas birbirine karıştırılmaz, aradaki sınır iyi bilinirse, çok muğlak olan kader meselesi az çok kavranmış olur Gücü ve imkânı sınırlı olan insan aklı böyle ilâhî bir sırrı tam olarak çözemez Ancak bu büyük sırrı anlamaya ve esasını kavramaya çalışır
Eş'arilere Göre Yaratma ve Kesb Teorisi
Yukarıda belirtilen iki ana esası benimseyen Eş'arilere göre; kul kendi iradesiyle yaptığı işlerde mecbur değil, muhtardır Yani kendine mahsus irade ve kudreti vardır; yaptığı ihtiyarî fiillerin sahibi ve mahallıdır Fakat kulun kudreti, yaptığı işler üzerinde müessir (etkili) değildir Çünkü Allahu Teâlâ ortağı olmayan tek ve yegane Hâlık'tır Kudreti tamdır ve her şeyi yaratma gücüne sahiptir O halde; her şeyin ve insanların, mide, ciğer ve kalb çalışmaları ve uyumak, hazmelmek gibi ızdırarî (irade dışı, zorunlu) fiillerinin yaratıcısı Hak Teâlâ olduğu gibi, kulun yaptığı iradî ve ihtiyarî fiillerinin de Hâlıkı Allah(cc)'dir Zira imam Eş'ariye göre: "Bir eser üzerinde iki tam müessir kuvvet ictima edemez" bu kural gereğince, kulun iradı fiilleri üzerinde tek mücasir kuvvet Hâk Teâlâ'dır O halde kulun kudretinin yaratmada, ikinci bir kuvvet olarak bir tesiri yoktur Ancak Hâk Teâlâ, ilahî kanunu icabı olarak, o fiili, kulun azım ve tasmimi (ısrarlı isteği) bulunduğu anda yaratır Bu azım ve kesin istek, kulun iradesini o şeye yöneltmeşiyle o işi kesb etmesi feklinde ortaya çıkar O halde kul yaratıcı hâlık değil, o işi kazanan kâsibdir Yaratmada bir payı yoktur Tek Hâlık, tek yaratıcı iail Allah (cc)dir Insanın kazandığı fiile tesir eden kudret ona Allah (cc) tarafından verilmektedir Kulun kudretinde olan şey Allah'ın da kudreti altındadır Bu açıdan bakılınca mülkiyette olduğu gibi bir ortaklık durumu yoktur (el-Eş'ari, Kitabu'l-Luma', s72) Kulun kesb ettiği bu gibi fiillerle olan alakası, o fiilin mahalli ve sahibi olmaktan ibarettir Çünkü her fiil, o fiilin mahalline isnad edilir Mesela güzellik onu yaratana değil, onunla vasıf lanan şahsa isnad edilir O halde, Allah Hâlık, kul kâsibdir, yani yaratma Allah'a mahsustur, kesb ise kula aiddir Eş'arilerin "Halk ve kesbt' teorısının özeti budur Işte Eş'arîler "teklif ve sorumluluk" esası ile "Allah'ın yegane yaratıcı" olduğu esasını böylece bağdaştırarak Cebriyye, Kaderiyye ve Mu'tezilenin düştüğü hataya düşmemişlerdir Ancak kulun kudreti olup ta, fiillerin üzerinde belirli bir tesiri olmaması ve kesb teorisi üzerinde çok tartışıları anlaşılması güç bir konudur Öyle ki, "Akla min kesbi'l-Eş'ari" Eş'ari'nin kesbi kadar dakik ve muğlak tabiri arapçada darbı mesel olarak görmüştür Bazı âlimlerce, cebir fikrine yakın görünen Eş'ariye Mezhebi, "Cebr-i Mutavassıt" diye de anılır Nitekim bazı Eş'arîlerin "insan muhtar (Irade sahibi suretinde) muzdar (mücber, mecbur) dur" sözü, insandaki irade serbestisi sadece surette kalmaktadır Gerçekte ise hakim ve müessir olan, sadece Allah'ın küllî ve mutlak iradesidir
Maturîdilere Göre insan Iradesi, Kesb ve Halk
Islâm düşünce tarihi ve Kelâm ilmiyle meşgul olanlarca bilindiği gibi insanın irade ve kudreti, ihtiyarı fiilleri üzerindeki tesirleri, yaratma ve kesb teorisi, kulun yaptığı iyi veya kötü işlerinden sorumlu olduğu, başka bir deyimle "teklif ve sorumluluk" ile "Allah'ın tek yaratıcı" olduğu gibi konularda, ayrıca kaza-kadere iman, hayrın ve şerrin Allahu Teâlâ'nın Ilmi, iradesi ve kudreti ile yaratıldığı hususunda, Maturîdiler, Eş'arîlerle genellikle aynı görüşleri paylaşmaktadırlar
Maturidilere göre "Kesb" azm-i musammem "yani" kesin ve değişmez bir karar ve irade yönelmesi"dir imam Mâturidî "Halk" ve "kesbi" kelimelerini beraber mütalâa ederek, hu terime şöyle açıklık getirir: "Allah (cc) fiilleri oldukları gibi (hakikatleri ile) yaratmakta, onları ‚yokluk'tan ‚varlık' sahasına çıkarmaktadır Insanlar da o fiilleri kendi iradeleri ile Kesbettikleri (işleyerek elde ettikleri) ölçüde o fiillere sahip olurlar (Kitabu't Tevhid, Nşr Fethullah Huleyf, Beyrut 1970, s 226), Mâtûridî "Kesb" hakkında genel bir değerlendirme yaptıktan sonra fiil ile kesbin âidiyeti hususunda şöyle diyor: "fiil aslında "kesb" yönünden insana, "Halk" yönünden de Allah'a aittir': Kulun ihtiyarı fiiline "halk" değil "kesb') Allahu Teâlâ'nın fiiline ise "kesb" değil "halk" denilmekte, "fiil" kelimesi, bu iki terim için de kullanılmaktadır Halbuki Eş'arîlere göre fiil, yalnız "halk ve icat" manasına kullanılmakta kesb ise mecâzî olarak fiil denilmektedir Böylece Imam Mâturîdî'nin tek bir olaydaki fiile farklı açılardan baktığı anlaşılmakta ve bir fiilde var olduğunu kabul ettiği yönden manası daha iyi anlaşılmaktadır Bu esasa göre fiil; icat (yaratma) yönü ile Allah'a mutlak kudret sahibine ait bir eser Kesb yönüyle de kula aid bir (cüz'î) kudret eseri olmaktadır Yani fiil, yaratma yönünden Allah'ın külli kudreti altındadır Allah Teâlâ'nın yarattığı bu fiile insan kesb yönüyle esir ederek onu elde etmekte ve mahalli olmaktadır Halk ile Kesb arasındaki farka gelince; aletsiz meydana gelen şey halk, aletle meydana gelen şey Kesbdir Bazıları da şöyle dediler: "Kudret sahibinin (Kâdir-i Mutlak) tek başına meydana getirmesi mümkün olan şey halk (yaratma) mümkün olmayan şey de kesbdir Böylece Kesb kula, halk da Allah (cc)'a aid olmuş olur Fiil Allah'a izafe edildiği zaman "halk" insana nispet edildiği zaman "kesb" adını alır Bu anlayışa göre insanın sorumluluğu daha çok anlaşılmakta olduğu ortaya çıkmaktadır Sorumluluk konusunda Imam Maturidi şöyle bir delil zikreder:
Madem ki, Hak Teâlâ dünyada itaat edenlere sevap, âsî olanlara da ikab (ceza) vadetmiştir O halde bu itaat ve isyan fiilleri ancak kulun iradesiyle seçtiği kendi fiili olduğu takdirde, va'dedilen karşılıkları alabilir Sevap ve ikab, Hak Teâlâ'nın bildiği gerçekler olduğuna göre kulun bu fiillerinin de gerçek olması gerekir Diğer bir husus da şudur: Herkes kendi nefsinden ve tecrübelerinden bilir ki; yaptığı işlerde ihtiyar sahibidir, fâilıdır, kâsibtir Bunun aksini iddia edenler kendilerinin herhangi bir fiili bulunmadığı söyleyen Cebriyye'dir Onların bu sözlerinin kendileriyle tartışmalarının bir hükmü ve manası yoktur Çünkü mezheplerine göre bu sözleri de-birer fiil olarak-onların değil demektir Bu açıklama ile Maturidiyye'nin insandan her türlü fiili iradeyi ve seçme gücünü kaldıran ve onu bir alet gibi telakki eden Cebriyye ile insanın fiillerinden Allah'ın kudret ve iradesinin ve ezelî takdirının (yani kaderin) rolünü ve etkisini inkâr eden Kaderiyye ve Mu'tezile arasında ortak bir yol takip etmeye çalışmaktadır
 
Üst Alt