MUTLULUK ZOR DEĞİL AMA İSTEMEK LAZIM!
Mutluluktan herkes söz eder,ama onun ne olduğunu kimse bilmez.Madame Roland:
“Mutlu olmak elbette zor değil, ama önce karar verip istemek lazım.” Genelde bizi mutsuz eden konulari şöyle bir Özetleyelim:
1. Pahalılık, enflâsyon, kötü ekonomi ve buna bağlı olarak ge*lişen sıkıntılar, (ödenmeyen çekler, tahsil edilemeyen senetler ve geçim sıkıntısı.)
2. Ailevî problemler, (şiddet, kavga, çocukların okulu, vs.)
3. Toplumsal dertler (başörtüsü yasağı vs.)
Mutlu olmanın çok kesin hatlı belirli bir yöntemi, mutlulu*ğun belirli bir standardı yok.
Kendi kendime şu soruyu hep sordum: “İnsan nasıl mutlu olabilir?” Ve “İnsan hangi seviyede mutlu olabilir?”
Sonuçta anladım ki, mutluluk standart dışı bir şey. ..Kimine göre zaten böyle bir şey yok. Mutluluk, sıkılan insanın uydurdu*ğu bir kavram. Biz insanlar da “yok”u arayan zavallılarız. “Yok”u ararken hayatı unutup kendimizi helak ediyoruz.
Bence bu yanlış bir açıklama. Hayatta mutluluk var. Ahirette mutluluk yurdu cennet varsa, dünya ahiretin küçücük bir modeli olduğuna göre, dünyada mutluluk var.
İnsan mutlu olabilir. Ya da insan kendini mutlu hissedebilir “Nasıl?” sorusuna standart bir cevap bulmaya çalışmak şart de*ğil. Belki bu sualin insan adedince farklı cevapları var.
Bence, her insan mutluluğu düşleme yerine, elinde bulunan değerleri dolu dolu yaşamalı.
Ailevî problemlerin çözümü belli: Sevgi ve aşk… Bunu şimdi*ye kadar çok tartıştığımız için buraya almıyorum.
Mutsuzluğumuzun diğer kaynakları ise salt bugüne ait so*runlar değil, bazıları on yaşında, bazıları yüz yaşında. Belki bo*yut değiştirerek bazıları yüzlerce yıl daha sürecek. Peki biz yüzyıllar boyu mutsuz mu olacağız? Bugünkü mutsuzluk kaynaklarımızın çoğu geçmişte de vardı. Abartmıştık, büyütmüştük ve altında ezilmiş, mutsuz olmuştuk. Ne kazandık? Yıllar boyu dertlendik, mutsuz olduk diye sorunlar bitti mi?
Bitmedi. Aleyhimize oldu. Fazlaca bunaldığımız için, hiçbir çözüm üretemedik, o zaman da sorunların altında daha çok ezil*dik.
İnsanın olduğu yerde dert bitmez. Mutlu olmak için dertle*rimizin bitmesini, her işin yolunda gitmesini beklersek, sonsuza dek bekleriz. Bekleriz ama dertlerin bittiği günü görmeden ölü*rüz. Çünkü ulaşmaya çalıştığımız gelişmiş toplumların da dertle*ri bitmedi. Geçim dertleri yok, ekonomik problemlerinin çoğunu çözmüşler, fakat bunalımdan ve ona bağlı olarak intiharlardan kurtulamamışlar.
Öyleyse mutluluk aradığımız yerde değil. Yani dışımızda değil, içimizdedir.
Ben hayatımın belli bir döneminde gerçek bir dertle yüzleşirken, geçmişte yaşadığım dertleri, sıkıntıları çok abarttığımı bazılarının dert filan olmadığını, bazılarının ise, tam tersine, mutluluk kaynağı bile olabileceğini fark ettim. Ve mutlu olarak yaşayabileceğim zamanlan mutsuz geçirdiğim için pişmanlık duy*dum.
Hayat yolu iniş çıkışlarla doludur…
Acı ile tatlı, doğru ile yanlış, mutlulukla mutsuzluk, fakirlikle zenginlik iç içe gider.
Öylesine hızlı bir akış var ki, bazen aynı gün, birbirine taban tabana zıt olgu ve duyguları dakika farkıyla yaşarız.
Mademki hayat geçici, her şey geçicidir; geçici şeyler için kendimizi aşırı derecede sıkmanın, üzülmenin, stresten strese sokmanın anlamı var mı?
Osmanlı ceddimizin çerçeveletip duvarına astıktan başka fel*sefe olarak yüreğine de astığı bir levha vardı: “Bu da geçer Ya Hû!”
Ne zaman altından kalkamadığı işlerde boğulmaya ve çaresiz kalmaya başlasa o levhaya bakar, bu levhanın sırrında rahatlar*dı. Çünkü o levhadaki tek cümleden ibaret bir şey değil, bir Al*lah’a teslimiyet vesikasıydı: Kulluk beratı!
Tevekkül etmeyi unuttuk, problem çözmeyi beceremiyoruz, o zaman gelsin dertlenme, gelsin stres, gelsin çile yumağına do*kumalar! Artık kendimizi ne kadar perişan edebilir, hırpalayabilirsek…
Bir kez “Bu da geçer Ya Hû!” diyebilsek…
Problem mi? Geçer Ya Hû!
Sıkıntı mı? Geçer Ya Hû!
Ödeme darlığı mı? Geçer Ya Hû!
Başarısızlık mı? Geçer Ya Hû!
Hepsi geçer. Yeter ki, insan olarak dinamik duralım, sorunlara teslim olmayalım.
İŞİ EĞLENCEYE DÖNÜŞTÜRÜN
Geçenlerde kahvaltı ederken, eşim günlük işlerini saymaya başladı.
* Bulaşıklar yıkanacak,
• Ev baştan sona süpürülecek,
• Ütü yapılacak,
• Yemek pişirilecek,
• Markete çıkılacak.
Gerçekten de ev hanımlığı zor zenaat: Boşuna mı bu işten an*layanlar, ev hanımlarını “ağır işçi” sınıfından sayıyor?
Bütün bunları bir günde yapmak yerine bazılarını erteleme*sini söyledim eşime. Meselâ yemek pişirmeyebilirdi. (Akşama kahvaltı etsek kıyamet mi kopacak?) Yemek pişirmeyeceğine gö*re markete gitmesine gerek yoktu. Bulaşıkları yıkamak zorunda olabilirdi, ama belki evi köşe bucak temizlemeyi yarına bırakabi*lirdi. Ütüyü de ikiye bölebilirdi pekâlâ. (Şahsen ütü yapmayı se*verim, gömleğin kırışıkları düzelirken, hayatımın kırışıkları da düzelirmiş gibi gelir.)
İç dünyanız hangi ev işine müsaitse o gün onu yapın bence. Böylece iş eğlenceye dönüşecek, sıkıcı olmaktan çıkacaktır. Stres yerine belki mutluluk bile verecektir.
PES ETMEK YOK!
Bugünkü Türkiye’nin ve Türkiye’de yaşayan insanların kimi sosyal, kimi siyasal, kimi hukuksal, kimi ekonomik çeşitli sıkıntı*ları var. Zaman zaman kendimizi büyük bir baskı altında hisse*diyoruz. Bazen de pes etmemize ramak kalıyor.
Sakın sakın! Asla vazgeçmeyin! Yarınlar istediğiniz gibi ola*cak, yarınlarda insan hakları eksenli gelişmiş bir Türkiye doğacakmış gibi yaşayın.
Eğitiminize devam edin, sınavlarınıza hazırlanın, mesleğinizin doruğuna çıkmaya çalışın.
Herkes sizi vazgeçirmeye çalışsa bile hedefinize ulaşmaktan vazgeçmeyin!
Unutmayın ki, Hz. İbrahim- önünde Nemrut ateşi yanar- bile inandığından, düşündüğünden, hiçbir hedefinden vazgeçmedi. Sonuçta Nemrut ateşi gülistana döndü. Çünkü rahmet ye*tişmişti.
Rahmetin ne zaman yetişeceği belli olmaz. Bize rahmeti yön*lendirmek düşmez elbet, bize sabredip uğraşarak hak etmeye ça*lışmak düşer.
Hayatı biz plânlamıyoruz. Hayatı plânladıklarını zannedenler de plânlamıyor aslında. Bu “Sefine-i Rabbaninin—Rabbin gemi*sinin” ezel ve ebede hükmeden bir kaptanı var.
Bu yüzden kahırlanmaya, aşırı üzülmeye, üzülüp dünyayı kendine zindan etmeye gerek yok.
Biz kuluz!
Hayatı değiştirmek elimizde değil. Ama hayatı de*ğiştirebilecek Kudrete ram olmak, Ona kul olmak elimizde. Dua ve niyaz ne güne duruyor?
ÇOCUKLAŞMAKTAN ASLA KORKMAYIN
Herkesin içinde bir çocuk var: Biraz haşarı, biraz uçarı, biraz sorumsuz, biraz hırçın, biraz şımarık ve alabildiğine sevimli bir çocuk. Mutluluğu yakalamak istiyorsanız, içinizdeki çocuğu sa*kın öldürmeyin.
Çocuklaşmaktan asla korkmayın. . Hadi bakalım, şimdi çocuklasın!
Sebepsiz gülün, yerlerde yuvarlanın, su birikintisine basın, yüksek sesle konuşun. Fırsat buldukça çocuk olun ve çocuk ol*duğunuzu da hatırlayın: Çocuklar mutlu olmak için sebep ara*maz, zira onlar hep mutludur. Yeri geldiğinde de ağlayın: Çocuklar Çok rahat ağlar..
Rahmetli annem “erkekler ağlamaz” derdi, beni öyle yetiştir*di Toprağa verirken, hıçkırıklarımı bastıramayınca ağzımı kulağına dayadım ve dedim ki: “Anacığım, ‘erkekler ağlamaz” diye öğrettiydin ya, doğru değilmiş, işte oğlun ağlıyor.” O gün ağlamayı öğrendim. Mutlu olmanın bir yolunun da, gerektiğinde ağlayabilmek olduğunu anladım. Ve o günden beri ağlayamayan erkeklere hep acıdım. Hiçbir şey için geç değildir; taleplerinizi ertelemeyin.
YAVUZ BAHADIROĞLU
Mutluluktan herkes söz eder,ama onun ne olduğunu kimse bilmez.Madame Roland:
“Mutlu olmak elbette zor değil, ama önce karar verip istemek lazım.” Genelde bizi mutsuz eden konulari şöyle bir Özetleyelim:
1. Pahalılık, enflâsyon, kötü ekonomi ve buna bağlı olarak ge*lişen sıkıntılar, (ödenmeyen çekler, tahsil edilemeyen senetler ve geçim sıkıntısı.)
2. Ailevî problemler, (şiddet, kavga, çocukların okulu, vs.)
3. Toplumsal dertler (başörtüsü yasağı vs.)
Mutlu olmanın çok kesin hatlı belirli bir yöntemi, mutlulu*ğun belirli bir standardı yok.
Kendi kendime şu soruyu hep sordum: “İnsan nasıl mutlu olabilir?” Ve “İnsan hangi seviyede mutlu olabilir?”
Sonuçta anladım ki, mutluluk standart dışı bir şey. ..Kimine göre zaten böyle bir şey yok. Mutluluk, sıkılan insanın uydurdu*ğu bir kavram. Biz insanlar da “yok”u arayan zavallılarız. “Yok”u ararken hayatı unutup kendimizi helak ediyoruz.
Bence bu yanlış bir açıklama. Hayatta mutluluk var. Ahirette mutluluk yurdu cennet varsa, dünya ahiretin küçücük bir modeli olduğuna göre, dünyada mutluluk var.
İnsan mutlu olabilir. Ya da insan kendini mutlu hissedebilir “Nasıl?” sorusuna standart bir cevap bulmaya çalışmak şart de*ğil. Belki bu sualin insan adedince farklı cevapları var.
Bence, her insan mutluluğu düşleme yerine, elinde bulunan değerleri dolu dolu yaşamalı.
Ailevî problemlerin çözümü belli: Sevgi ve aşk… Bunu şimdi*ye kadar çok tartıştığımız için buraya almıyorum.
Mutsuzluğumuzun diğer kaynakları ise salt bugüne ait so*runlar değil, bazıları on yaşında, bazıları yüz yaşında. Belki bo*yut değiştirerek bazıları yüzlerce yıl daha sürecek. Peki biz yüzyıllar boyu mutsuz mu olacağız? Bugünkü mutsuzluk kaynaklarımızın çoğu geçmişte de vardı. Abartmıştık, büyütmüştük ve altında ezilmiş, mutsuz olmuştuk. Ne kazandık? Yıllar boyu dertlendik, mutsuz olduk diye sorunlar bitti mi?
Bitmedi. Aleyhimize oldu. Fazlaca bunaldığımız için, hiçbir çözüm üretemedik, o zaman da sorunların altında daha çok ezil*dik.
İnsanın olduğu yerde dert bitmez. Mutlu olmak için dertle*rimizin bitmesini, her işin yolunda gitmesini beklersek, sonsuza dek bekleriz. Bekleriz ama dertlerin bittiği günü görmeden ölü*rüz. Çünkü ulaşmaya çalıştığımız gelişmiş toplumların da dertle*ri bitmedi. Geçim dertleri yok, ekonomik problemlerinin çoğunu çözmüşler, fakat bunalımdan ve ona bağlı olarak intiharlardan kurtulamamışlar.
Öyleyse mutluluk aradığımız yerde değil. Yani dışımızda değil, içimizdedir.
Ben hayatımın belli bir döneminde gerçek bir dertle yüzleşirken, geçmişte yaşadığım dertleri, sıkıntıları çok abarttığımı bazılarının dert filan olmadığını, bazılarının ise, tam tersine, mutluluk kaynağı bile olabileceğini fark ettim. Ve mutlu olarak yaşayabileceğim zamanlan mutsuz geçirdiğim için pişmanlık duy*dum.
Hayat yolu iniş çıkışlarla doludur…
Acı ile tatlı, doğru ile yanlış, mutlulukla mutsuzluk, fakirlikle zenginlik iç içe gider.
Öylesine hızlı bir akış var ki, bazen aynı gün, birbirine taban tabana zıt olgu ve duyguları dakika farkıyla yaşarız.
Mademki hayat geçici, her şey geçicidir; geçici şeyler için kendimizi aşırı derecede sıkmanın, üzülmenin, stresten strese sokmanın anlamı var mı?
Osmanlı ceddimizin çerçeveletip duvarına astıktan başka fel*sefe olarak yüreğine de astığı bir levha vardı: “Bu da geçer Ya Hû!”
Ne zaman altından kalkamadığı işlerde boğulmaya ve çaresiz kalmaya başlasa o levhaya bakar, bu levhanın sırrında rahatlar*dı. Çünkü o levhadaki tek cümleden ibaret bir şey değil, bir Al*lah’a teslimiyet vesikasıydı: Kulluk beratı!
Tevekkül etmeyi unuttuk, problem çözmeyi beceremiyoruz, o zaman gelsin dertlenme, gelsin stres, gelsin çile yumağına do*kumalar! Artık kendimizi ne kadar perişan edebilir, hırpalayabilirsek…
Bir kez “Bu da geçer Ya Hû!” diyebilsek…
Problem mi? Geçer Ya Hû!
Sıkıntı mı? Geçer Ya Hû!
Ödeme darlığı mı? Geçer Ya Hû!
Başarısızlık mı? Geçer Ya Hû!
Hepsi geçer. Yeter ki, insan olarak dinamik duralım, sorunlara teslim olmayalım.
İŞİ EĞLENCEYE DÖNÜŞTÜRÜN
Geçenlerde kahvaltı ederken, eşim günlük işlerini saymaya başladı.
* Bulaşıklar yıkanacak,
• Ev baştan sona süpürülecek,
• Ütü yapılacak,
• Yemek pişirilecek,
• Markete çıkılacak.
Gerçekten de ev hanımlığı zor zenaat: Boşuna mı bu işten an*layanlar, ev hanımlarını “ağır işçi” sınıfından sayıyor?
Bütün bunları bir günde yapmak yerine bazılarını erteleme*sini söyledim eşime. Meselâ yemek pişirmeyebilirdi. (Akşama kahvaltı etsek kıyamet mi kopacak?) Yemek pişirmeyeceğine gö*re markete gitmesine gerek yoktu. Bulaşıkları yıkamak zorunda olabilirdi, ama belki evi köşe bucak temizlemeyi yarına bırakabi*lirdi. Ütüyü de ikiye bölebilirdi pekâlâ. (Şahsen ütü yapmayı se*verim, gömleğin kırışıkları düzelirken, hayatımın kırışıkları da düzelirmiş gibi gelir.)
İç dünyanız hangi ev işine müsaitse o gün onu yapın bence. Böylece iş eğlenceye dönüşecek, sıkıcı olmaktan çıkacaktır. Stres yerine belki mutluluk bile verecektir.
PES ETMEK YOK!
Bugünkü Türkiye’nin ve Türkiye’de yaşayan insanların kimi sosyal, kimi siyasal, kimi hukuksal, kimi ekonomik çeşitli sıkıntı*ları var. Zaman zaman kendimizi büyük bir baskı altında hisse*diyoruz. Bazen de pes etmemize ramak kalıyor.
Sakın sakın! Asla vazgeçmeyin! Yarınlar istediğiniz gibi ola*cak, yarınlarda insan hakları eksenli gelişmiş bir Türkiye doğacakmış gibi yaşayın.
Eğitiminize devam edin, sınavlarınıza hazırlanın, mesleğinizin doruğuna çıkmaya çalışın.
Herkes sizi vazgeçirmeye çalışsa bile hedefinize ulaşmaktan vazgeçmeyin!
Unutmayın ki, Hz. İbrahim- önünde Nemrut ateşi yanar- bile inandığından, düşündüğünden, hiçbir hedefinden vazgeçmedi. Sonuçta Nemrut ateşi gülistana döndü. Çünkü rahmet ye*tişmişti.
Rahmetin ne zaman yetişeceği belli olmaz. Bize rahmeti yön*lendirmek düşmez elbet, bize sabredip uğraşarak hak etmeye ça*lışmak düşer.
Hayatı biz plânlamıyoruz. Hayatı plânladıklarını zannedenler de plânlamıyor aslında. Bu “Sefine-i Rabbaninin—Rabbin gemi*sinin” ezel ve ebede hükmeden bir kaptanı var.
Bu yüzden kahırlanmaya, aşırı üzülmeye, üzülüp dünyayı kendine zindan etmeye gerek yok.
Biz kuluz!
Hayatı değiştirmek elimizde değil. Ama hayatı de*ğiştirebilecek Kudrete ram olmak, Ona kul olmak elimizde. Dua ve niyaz ne güne duruyor?
ÇOCUKLAŞMAKTAN ASLA KORKMAYIN
Herkesin içinde bir çocuk var: Biraz haşarı, biraz uçarı, biraz sorumsuz, biraz hırçın, biraz şımarık ve alabildiğine sevimli bir çocuk. Mutluluğu yakalamak istiyorsanız, içinizdeki çocuğu sa*kın öldürmeyin.
Çocuklaşmaktan asla korkmayın. . Hadi bakalım, şimdi çocuklasın!
Sebepsiz gülün, yerlerde yuvarlanın, su birikintisine basın, yüksek sesle konuşun. Fırsat buldukça çocuk olun ve çocuk ol*duğunuzu da hatırlayın: Çocuklar mutlu olmak için sebep ara*maz, zira onlar hep mutludur. Yeri geldiğinde de ağlayın: Çocuklar Çok rahat ağlar..
Rahmetli annem “erkekler ağlamaz” derdi, beni öyle yetiştir*di Toprağa verirken, hıçkırıklarımı bastıramayınca ağzımı kulağına dayadım ve dedim ki: “Anacığım, ‘erkekler ağlamaz” diye öğrettiydin ya, doğru değilmiş, işte oğlun ağlıyor.” O gün ağlamayı öğrendim. Mutlu olmanın bir yolunun da, gerektiğinde ağlayabilmek olduğunu anladım. Ve o günden beri ağlayamayan erkeklere hep acıdım. Hiçbir şey için geç değildir; taleplerinizi ertelemeyin.
YAVUZ BAHADIROĞLU