Müşrik arapların dini, örf ve âdetleri

faruk islam

Özel Üye
MÜŞRİK ARAPLARIN DİNİ, ÖRF VE ÂDETLERİ
Müşrik Arap Toplumuna Genel Bir Bakış
Hz. Muhammed (a.s.)'in peygamberliğinden önceki dönemde bütün dünya cehâlet ve sapıklığın karanlığında bocalarken, Arabistan'ın durumu daha da feci ve ümitsizdi. Burada karanlık biraz daha fâzla, cehâlet ve dalâlet biraz daha köklüydü. O çağın ölçülerine göre medeni ve ileri sayılan ülkelerin yanında Arabistan en geri kalmış ve en az gelişmiş ülke durumundaydı. Coğrafi ve siyasi durum, Arap yarımadasının, dünyanın diğer ülkelerinden uzak kalmasına, dolayısıyla daha da geri kalmasına yol açmıştı. Arabistan'ın komşusu olan İran, Roma ve Mısır'da ilim ve fennin, medeniyet ve kültürün bazı belirgin özellikleri vardı. Ama Arabistan'da bunlar da yoktu. Büyük Sahra ve geçilmez çöller ticari kafileler veya askeri güçler için önemli birer engel teşkil ediyordu. Arap tüccarları, develerin sırtında aylar süren yolculuklarından sonra dış ülkelere gider ve onlarla ticari alış veriş yaparlardı. Bu tüccarlar sadece mal alıp satarlardı; bilgi, kültür ve medeniyet ile hiçbir ilgileri yoktu. Bütün ülkede okuma yazma bilen ve kültürlü olan kişilerin sayısı birkaç düzineyi geçmezdi. O devirde Arabistan'da ne bir okul vardı, ne kütüphane. Halk da eğitim ve öğrenimle pek ilgilenmezdi. Arap'lar şüphesiz, üstün ve güçlü bir dile sahiptiler. Bu dilde her türlü ciddi konular işlenebilirdi. Ne var ki, bize gelen edebiyat örneklerinden haklarında sağlıklı bir karar vermemize imkân yoktur. Zira, ilk bakışta zevklerinin pek iyi olmadığı, bilgilerinin de sınırlı olduğunu sezebiliriz. Bu edebiyat parçaları, medeniyet ve kültürlerinin çok düşük seviyede olduğunu, düşünce ve hayal güçlerinin pek yüksek olmadığını, örf ve âdetlerinin pek ilkel olduğunu, ahlâk kurallarının hayli bozulduğunu, kısacası, Arap'ların büyük bir cehâlet içinde olduklarını ortaya koyuyorlar.
Arabistan'da bir hükümet düzeni, hatta bir siyaset düzeni yoktu. Dev¬let kavramı da kabile gelenekleri arasında kaybolup gitmişti. Her kabile muhtardı. Bütün ülkede bir anayasa ve belli başlı kanunlar bulunmadığı için bir hukuk devleti tasavvuru da hemen hemen hiç yoktu. Her yerde or¬man kanunu uygulanıyordu demek daha doğru olur. Yasa ve kurallar güç¬lü ve kaba kuvvetten yanaydılar. Kim daha güçlüyse başkasının haklarına tecavüz eder, mal-ü mülküne konardı. Bir Arap bedevisi için kabilesinden olmayan bir kişiyi öldürmekten ve malını gasp etmekten daha doğal bir şey yoktu.
Ahlâk ve kültür ile ilgili düşünce ve kavramları garip ve son derece ilkeldi. Temiz ile kirli, helal ile haram, câiz ile câiz olmayan arasındaki farkı hiç bilmezlerdi. Pislik içinde yaşarlardı. Hareketleri vahşiydi. Zina, kumar, içki içmek, soygun, cinayet ve kan gütmek Arapların günlük ya¬şantısının ayrılmaz parçaları haline gelmişti. Çıplaklık ayıp değildi. Ulu orta çıplak dolaşmak bir âdetti. Kadınları bile çıplak vaziyette Kâbe'yi tavaf ederlerdi. Kızlarını, başkalarına vermemek gibi cahilane bir düşünce ile, doğar doğmaz canlı canlı gömerlerdi. Araplarda, babalarının ölümün¬den sonra üvey anneleriyle evlenmek de bir anane idi. Yemek yemek, konuşmak ve giyinmek ile ilgili en basit kuralları bilmezlerdi.
Dini inançlarına gelince, Arapların durumu, o çağın diğer milletlerinin içinde bulunduğu cehâlet ve sapıklığın derin karanlığından pek farklı değildi. Putperestlik, ruhlara tapma ve yıldızlara tapma, kısacası, tek
animislam3en4nu1.gif
'a inanmanın dışında ne kadar çok inanç ve ibadet şekli varsa hepsi o çağın insanlarında ve Araplarda vardı. Önceki peygamberlerin talimatları hakkında doğru dürüst hiçbir bilgileri yoktu. Araplar yalnızca Hz. İbrahim ile Hz. İsmail’in, kendi ataları olduğunu bilirlerdi. Fakat bu baba-oğul peygamberlerin dininin ne olduğunu, kime ibadet ettiklerini bilmezlerdi. Âd ve Semud'un hikâyeleri de yaygındı. Fakat bunlarla ilgili olarak Arap tarihçilerinin kaleme aldıkları hikâyelerde Hz. Sâlih ve Hz. Hûd'un talimatına hiç rastlayamazsınız. Araplar, Yahudi ve Hıristiyan hemşehrileri vasıtasıyla İsrail oğullarının peygamberleri hakkında da az çok bilgiye sahiptiler. Fakat bu bilgiler çok sathî idi.
Hz. İbrahim ve Hz. İsmail'e Tabi Olma Konusunda Yanlış İnanç
Cahiliyye devri Arapları, kendilerini Hz. İbrahim ile Hz. İsmail’in evlâtları sayıyor ve bu iki peygambere tam olarak bağlı olduklarım sanıyorlardı. Dini inanç ve düşüncelerinin bozulmasına rağmen dinlerinin, en üstün ve
animislam3en4nu1.gif
katında makbul din olduğunu düşünürlerdi. Halbuki, Hz. İbrahim ve Hz. İsmail'in getirdiği din tanınmayacak hale gelmişti. Aradan geçen yüzyıllarda Arapların din adamları, kâhinleri, kabile reisleri ve diğer ilgilileri, akide ve inançlarda değişiklik yapmış, beğenmedikleri şeyleri dinden çıkarmış, menfaatlerine uygun olan şeyleri buna eklemişlerdi. Araplarda o zamana kadar kitap yazma ve tarihi bilgiler toplama geleneği olmadığı için, asıl dinin ne olduğunu ve buna sonradan nelerin ilave edil-diğini tesbit etmek zordu. Bu sebeple, Arapların dininin tümü şüpheli hale gelmişti. Asıl dinî inanç ve kurallar ile bid'at, evham, dinde olmayan me¬rasim ve hurafeler arasında ayırım yapmak zorlaşmıştı.


modify_inline.gif
 
Üst Alt