S
Sultan_Farukî
Guest
Mertebetü't-Takvâ
Takvâ ‘’vikaye’’ kelimesinden gelir. Gayet iyi korunup sakınmak ve sipere girip nefsi, kötülüklerden kurtarmaktır. “Kişi, mahsurlu olan şeylerden korkarak mahsursuz olanı terk etmedikçe takvâya ulaşamaz.” (Kütüb-i Sitte c. 17, s. 458) hadîs-i şerifinin gereğince; harama düşmek korkusuyla helâl bile olsa şüpheli durumlardan kaçınmak gerekir.
Yani haramdan ifrat derecede korunmak, şüpheli şeylerden de azamî derecede sakınmak takvâdandır. Bu bakımdan takvânın mertebeleri söz konusudur. Bu mertebeler Risâle-i Nûr’da şu şekilde açıklanmıştır: “Şirkten takvâ, kebâirden takvâ, masivadan (Allah (cc) den gayrısı) kalbini hıfzetmekle takvâ, ikab (ceza) dan içtinap etmekle takvâ, gazaptan tahaffuz etmekle (korunmak) takvâ’’. (İşaratü’l-İ’câz, s.148)
BİRİNCİ MERTEBE
Şirkten takvâ ki son derece önemlidir; çünkü tevhid esasının zedelendiği ve insanların yakîn’inin (sağlam ve kat'i olarak Allah’ı bilmek) azaldığı günümüzde şirkû'l ağraz (kasten yapılan fiil, inadî şirk), şirk'ül esbâb (Allah’tan başka sebeplere tesir kuvveti vermek) şirk-i hafî (Allah’tan ümîdini kesmek, Allah’ın rızâsını değil de başkalarının rızâsını esas maksat yapmak) ve şirk-i alûd (Cenâb-ı Hakk'tan gaflet edip başkasından medet beklemek) gibi şirkin çeşitleri korkunç mesafeler kaydetmiştir. Şirkin her çeşidinden Allahü Teâlâ’ya sığınmak ve sırat-ı müstakîm dışındaki bütün yolları terk etmek şarttır. Tanımlara baktığımızda şirkin çeşitleriyle içli dışlı olduğumuz günümüzde, şirkten korunmanın kolay olmayacağı anlaşılıyor.
Hz. Ebû Bekir (ra)'dan rivayet edilen şu hadîs-i şerife dikkat edelim. Resûl-ü Ekrem (sav) buyurmuşlardır ki: "Şirk sizin aranızda karıncanın kımıldamasından daha gizlidir."
Ben "Ey Allah'ın Resûlü! Şirk ancak Allah azze ve celle'den başkasına ibadet etmek değil midir? Yahut Allah'la birlikte başkasına tapmak değil midir?" dedim.
Resûlullah (sav): "Allah hayrını versin ey Sıddık!. Şirk sizin aranızda karıncanın kımıldamasından daha gizlidir. Sana onun büyüğünü, küçüğünü giderecek bir şey haber vereyim mi?" dedi.
Ben de: "Hay hay yâ Resûlallah" diye cevap verince,
"Her gün üç defa, `Ey Allah'ım!.. Bile bile şirk koşmaktan sana sığınırım. Bilmediklerimden de senden af dilerim!" dersin. Şirk: Bana filân ve Allah verdi demendir. Denktaşlık ise: `Eğer filân olmasaydı, beni filanca öldürecekti.' demektir!.. "(İmam-ı Mervezî, Müsned-i Ebû Bekir Sıddık, sh. 89- 91, Hadis No:17.) buyurdular. Hadîsin beyanından anlaşıldığı üzere günümüz toplumunda şirkten takvâ son derece önemli olmuştur.
İKİNCİ MERTEBE
Günahlardan, kebâirden takvâdır. Takvâ kelimesinden çoğunlukla bu mânâ kastedilmiştir. Bedîüzzaman Hazretleri, “Bu tahribat ve sefahat ve cazibedar hevesat zamanında bu takvâ olan def'-i mefâsid ve terk-i kebâir uss-ül esas olup büyük bir rüçhaniyet kesbetmiş. Bu zamanda tahribat ve menfî cereyan dehşetlendiği için, takvâ bu tahribata karşı en büyük esastır… Hem takvâ içinde bir nevi amel-i sâlih var. Çünkü bir haramın terki vâciptir. Bir vâcibi işlemek, çok sünnetlere mukâbil sevabı var. Takvâ, böyle zamanlarda, binler günahın tehacümünde bir tek içtinap, az bir amelle, yüzer günah terkinde, yüzer vacip işlenmiş oluyor. Bu ehemmiyetli nokta niyetiyle, takvâ namıyla ve günahtan kaçınmak kastıyla, menfî ibadetten gelen ehemmiyetli a'mal-i sâlihadır.” diyerek bu zamanda şerleri uzaklaştırmanın, günahları terk etmenin en büyük esas olduğu, tahribata karşı ancak takvâ sahiplerinin dayanabileceği, takvâda da sâlih amelin olduğu üzerinde durup günahın terkindeki vâcip sevabını ve bir vâcibin çok sünnetlere mukâbil sevabı olduğunu ifade etmekte ve günahtan kaçınıp, sakınmanın üzerinde durarak bize günahı terk etmenin kıymetini ve kazancını anlatmaktadır. (Kastamonu Lahikası)
ÜÇÜNCÜ MERTEBE
Masivâdan kalbini hıfzetmekle takvâ; kişinin kendisini Rabbinden uzaklaştıracak şeylerden kaçınması ve yönünü Allah’a çevirmesidir. İnsan böylelikle yaratıcısı ile olan rabıtasını artırıp tefekkürünü zenginleştir. Ve marifetini ziyadeleştirerek yönünü fanî olan şeylerden bakî olan Allah’a doğru çevirir. Bu haslet hadislerde çok defa övülmüştür.
DÖRDÜNCÜ MERTEBE
İkaptan içtinap etmekle takvâdır. Buradaki ‘ikâp’ ceza mânâsında olup Allah’ın âhirette ceza vermesinden korkmayı ve ona göre yaşamayı ifade eder. Kur’ân-ı Kerîm’de bu cezanın şiddetinden bahsedilmiş ve sakınılması gerektiği işlenmiştir. Zaten insanın ibadet etmesinde ya cehennemden kurtulmak, ya cenneti elde etmek veya sadece Allah (cc)’ın rızâsına erişmek vardır ki üçü de câiz görülmüştür.
BEŞİNCİ MERTEBE
Gazaptan tahaffuz etmekle takvâ: Gazap kelimesi kamusta bela, musîbet, âfet mânâlarında kullanılmıştır. Yani dünyada verilen ceza denilebilir. Bu bakımdan kavimlerin başına gelen felaketler gazab-ı ilahî olarak isimlendirilmiş, bu hâdiselere anasırın hiddete gelmesi denilmiştir. Meselâ Fatiha-i Şerife’de “…gazap edilmiş olanların ve dalâlete düşenlerin yoluna değil!’’ derken gazap edilenlerin Yahudiler olduğu rivayet edilmiştir. Bu noktadan da baktığımızda dünyada helâke uğrayan kavimler arasında en çok Yahudileri görmekteyiz. İşte Müslümanların her vakit gazab-ı İlahîden Allah’a sığınmaları ve her rekâtta Fatiha-i Şerife ile bunu tekrar etmelerine, gazaptan tahaffuz etmekle takvâ denilir. Bu da son derece önemli ki günde en az kırk defa tekrar etmemiz emredilmiştir.
Kur’ân-ı Kerîm takvâ üzerinde önemle durmakta, bizi takvâya teşvik edip cezayı hatırlatmaktadır. Meselâ; Bakara sûresi 197. âyetinde, en hayırlı azığın takvâ olduğu bildirilmektedir. Ve yine Mâide sûresi 2. âyetinde iyilik ve takvâ üzere yardımlaşmayı, ama günah ve düşmanlık üzere yardımlaşmamayı emretmekle takvânın kıymetini anlatmaktadır.
Allah (cc) kendisinden hakkıyla korkmayı ve bu korku ile insanların rahmete kavuşmasını murat etmiştir. Allah (cc) insanları havf (korku) ve recâ (ümit) arasında tutarak rahmetine celbetmektedir. Buradaki korku Allah’ın (cc) zâtından korkmak değil, onun vereceği cezadan korkmaktır. Zîrâ zâtı, korkulmaya değil sevilmeye lâyıktır. Âlimler Allah’tan korkmayı; şu şekilde açıklamıştır; itaat etmek, isyan etmemek veya her vakit Allah’ı zikretmek diye tanımlamışlardır.Buraya kadar saydığımız takvâya nâil olanların hadis ile de zikredilmiş özellikleri vardır. Bunlar:
• Verilen hükme rızâ göstermek
• Nimetlere şükretmek
• Belaya sabretmek
• Dilinden doğru çıkar
• Vaadine ve ahdine vefâ gösterir
• Kur’ân’ın ahkâmını kendine yol yapar. (Kütüb- i sitte c.16.s343)
Allah (cc) hepimizi müttakîlerden eylesin. Şirkten koruyup günahlardan muhafaza etsin. Kendinden gayrısının kalbimize girmesine izin vermesin. Cezasından emin olup gazabından korunan kullarından eylesin. Âmin!