ceylannur
Yeni Üyemiz
Mehmet Âkif, halka camiden sesleniyordu
Mehmet Âkif'ten bahsedeceksek hemen her zaman isminin başına şair sıfatını ekleriz.
Oysa Âkif kudretli bir şair olduğu kadar, ilmi ve natıkası kuvvetli bir hatipti de. Balkan Harbi'nin ızdıraplı yıllarında Bayezid, Fatih ve Süleymaniye camilerinin kürsülerinden halka seslenen Âkif'in İstiklal Savaşı yıllarında Balıkesir'e ve Kastamonu'da irad ettiği hutbeler, çeşitli camilerde verdiği vaazlar, basılarak cephelerde elden ele dolaşmıştı. Diyanet Dergisi'nin "Kürsüdeki Şair Mehmet Âkif" adıyla verdiği ekte yer alan vaaz metni, iman ve vatan sevgisi dolu bir yürekten kelimelerin nasıl döküldüğünü gösteriyor. Ekte Fulya İbanoğlu, kürsünün gücünü; D. Mehmet Doğan camideki şairi; Mustafa Özçelik, Âkif'in kürsü dilini; Selma Günaydın, vaiz Âkif'in ilham kaynaklarını; Kâmil Büyüker, Âkif'in vaaz haritasını anlatıyor. Süleymaniye vaazını ise Ertuğrul Düzdağ düzenlemiş.
14 Şubat 1913 Cuma günü verdiği vaazına Kur'an'ın bir çok yerindeki ilahi nusrete dair müjdelerle başlayan Mehmet Âkif, "Pekâlâ! Madem öyledir, madem ayet-i kerime hak yolunda çalışanların ALLAHü Zülcelal tarafından hiçbir zaman mahrum bırakılmayacağını bildiriyor; o halde nedir Müslümanların bu hali?" diye soruyor. "Akif'e göre Müslümanlık yalnız kelime-i şehadet söylemekten, beş vakit namaz kılmaktan, yalnız ibadât-ı bedeniyeden ibaret değildir. ALLAH yolunda mücahede etmek gerekir ki tevfike mazhar olunsun." "Ben bu sözü aklımdan cebimden söylemiyorum." diyor Âkif; "Bakınız, Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselâm Efendimiz ne buyuruyor: "Bir adam ki Müslümanların derdiyle dertlenmez; Müslümanların felaketinden müteessir olmaz; onların imdadına koşmaz; o adam hiçbir vakit Müslüman olamaz."
Dünyanın çeşitli bölgelerindeki Müslümanların birbirlerinden Avrupalılar aracılığıyla haberdar olabildiğine dikkat çekiyor İstiklâl Marşımız'ın şairi. Bu durumun tabii bir sonucu olarak da "Ye'se düşmeye kimin hakkı var? Kim ne yapmış ki mükâfatını bekliyor? Hangimiz ne yaptı?" diye soruyor.
Ardından din ve dünya dengesini anlatıyor Âkif cemaate. Dinin yalnız ahiret için olmadığının, din ile dünyanın ayrılmayacağının üzerine vurgu yapıyor. "Öyle olsaydı, ALLAH Müslümanları hiç dünyaya göndermez; 'Elestü birabbiküm' imtihanını atlatanları doğrudan doğruya cennete geçirirdi." diyor. Dünyası gidenin dininin de gideceğini söylerken ağlamaya başlıyor: "İşte Rumeli'nin hali! Düşman galip geldi, camileri kilise yaptı, ahır yaptı. Mescit bul da namaz kıl; minare bul da ezan oku!" Gözyaşları içinde verdiği uzun vaazın sonunu ise ümid vererek tamamlıyor: "Artık nifakları gömelim. Eski yaraları bir daha deşmeyelim. Örttüğümüz mezarları tekrar eşmeyelim. İstikbalden kat'-ı ümit etmeyelim. Meyus olmayalım. Zira ye's haramdır; zira ye's en büyük ölümdür."
Mehmet Âkif'ten bahsedeceksek hemen her zaman isminin başına şair sıfatını ekleriz.
Oysa Âkif kudretli bir şair olduğu kadar, ilmi ve natıkası kuvvetli bir hatipti de. Balkan Harbi'nin ızdıraplı yıllarında Bayezid, Fatih ve Süleymaniye camilerinin kürsülerinden halka seslenen Âkif'in İstiklal Savaşı yıllarında Balıkesir'e ve Kastamonu'da irad ettiği hutbeler, çeşitli camilerde verdiği vaazlar, basılarak cephelerde elden ele dolaşmıştı. Diyanet Dergisi'nin "Kürsüdeki Şair Mehmet Âkif" adıyla verdiği ekte yer alan vaaz metni, iman ve vatan sevgisi dolu bir yürekten kelimelerin nasıl döküldüğünü gösteriyor. Ekte Fulya İbanoğlu, kürsünün gücünü; D. Mehmet Doğan camideki şairi; Mustafa Özçelik, Âkif'in kürsü dilini; Selma Günaydın, vaiz Âkif'in ilham kaynaklarını; Kâmil Büyüker, Âkif'in vaaz haritasını anlatıyor. Süleymaniye vaazını ise Ertuğrul Düzdağ düzenlemiş.
14 Şubat 1913 Cuma günü verdiği vaazına Kur'an'ın bir çok yerindeki ilahi nusrete dair müjdelerle başlayan Mehmet Âkif, "Pekâlâ! Madem öyledir, madem ayet-i kerime hak yolunda çalışanların ALLAHü Zülcelal tarafından hiçbir zaman mahrum bırakılmayacağını bildiriyor; o halde nedir Müslümanların bu hali?" diye soruyor. "Akif'e göre Müslümanlık yalnız kelime-i şehadet söylemekten, beş vakit namaz kılmaktan, yalnız ibadât-ı bedeniyeden ibaret değildir. ALLAH yolunda mücahede etmek gerekir ki tevfike mazhar olunsun." "Ben bu sözü aklımdan cebimden söylemiyorum." diyor Âkif; "Bakınız, Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselâm Efendimiz ne buyuruyor: "Bir adam ki Müslümanların derdiyle dertlenmez; Müslümanların felaketinden müteessir olmaz; onların imdadına koşmaz; o adam hiçbir vakit Müslüman olamaz."
Dünyanın çeşitli bölgelerindeki Müslümanların birbirlerinden Avrupalılar aracılığıyla haberdar olabildiğine dikkat çekiyor İstiklâl Marşımız'ın şairi. Bu durumun tabii bir sonucu olarak da "Ye'se düşmeye kimin hakkı var? Kim ne yapmış ki mükâfatını bekliyor? Hangimiz ne yaptı?" diye soruyor.
Ardından din ve dünya dengesini anlatıyor Âkif cemaate. Dinin yalnız ahiret için olmadığının, din ile dünyanın ayrılmayacağının üzerine vurgu yapıyor. "Öyle olsaydı, ALLAH Müslümanları hiç dünyaya göndermez; 'Elestü birabbiküm' imtihanını atlatanları doğrudan doğruya cennete geçirirdi." diyor. Dünyası gidenin dininin de gideceğini söylerken ağlamaya başlıyor: "İşte Rumeli'nin hali! Düşman galip geldi, camileri kilise yaptı, ahır yaptı. Mescit bul da namaz kıl; minare bul da ezan oku!" Gözyaşları içinde verdiği uzun vaazın sonunu ise ümid vererek tamamlıyor: "Artık nifakları gömelim. Eski yaraları bir daha deşmeyelim. Örttüğümüz mezarları tekrar eşmeyelim. İstikbalden kat'-ı ümit etmeyelim. Meyus olmayalım. Zira ye's haramdır; zira ye's en büyük ölümdür."