ceylannur
Yeni Üyemiz
Megalomani ve Çaresi
İçinde yaşadığımız dünyada, hâdiseleri içinden çıkılmaz hâle getiren en önemli psikolojik bozukluklardan biri de megalomanidir. Kendini olduğundan daha büyük görme eğilimi diyebileceğimiz megalomani, aslında narsistik kişilik adı verilen karakterin bir parçasıdır.
Bu tür kişilerde kendilerini aşırı beğenme, üstünlük ve büyüklük hissine kapılma, başkalarının duygu ve düşüncelerini anlayamama, kendisine karşı yapılan eleştirilere katlanamayıp aşırı hassasiyet gösterme gibi özellikler vardır. Herkesten daha güzel ve başarılı olduklarını, büyük işler başarmaları gerektiğini düşünürler. Bunun yanı sıra kibir içindedirler; meselâ kurallar diğer insanlar içindir ve kendilerine uygulanmamalıdır. Ayrıca bu büyüklük hezeyanları ve kibirli düşünceleri diğer insanlar tarafından da desteklenmelidir, diğer bir tabirle pohpohlanmalıdırlar, aksi takdirde büyük hayal kırıklıkları yaşarlar. Karşısındakinden devamlı kendisini sevmesini, yüceltmesini beklerler. Bencil bir şekilde âdeta dünyadaki her şeyin kendileri için var edildiğini düşünürler.
Narsistik özellikler acaba hayatın her döneminde bir bozukluk olarak mı ele alınmalıdır? Narsistik yapı, bebeklik döneminde normal bir özellik olarak görülür. Bu dönemde bebeğin isteklerinin hemen ve hiçbir engele takılmaksızın karşılanması için böyle olması zaruridir. Bebek, karnı acıktığı veya altı ıslandığı zaman durmadan ağlar ve annesini kendisine bakmaya mecbur eder.
Erişkin dönemdeki narsistik kişilik ve buna bağlı gelişen megalomani ise, genellikle değersizlik hissinin meydana gelmesine ve buna ilâveten iç dinamiklerin hatalı işlemesine bağlı ortaya çıkar. Değersizlik duygusunun aşırı değerlilik ile yer değiştirmesi hâdisede büyük rol oynar. Bunların bir kısmı küçüklükten itibaren çevresi tarafından horlanan ve örselenen kişilerdir. Neticede, ezilen kişiliklerinin yaşadıklarını tam tersine çevirmesi, kendilerini aşırı derecede değerli görmek istemeleri neticesini doğuracaktır. (Ben değersiz değilim, aksine herkesten daha değerliyim!)Bu noktada şunu belirtmemiz yerinde olur; hatalı işleyen iç mekanizmaları karşısında kişiye, ene (veya ego) gibi cihazların doğru kullanılma metotları öğretilmezse, narsistik kişilik gibi bozuklukların meydana gelmesi kaçınılmazdır. Egoyu doğru kullanma ise, kişinin kendi ile alâkalı sağlıklı değerlendirmeler yapmasıdır. Kendi aciz ve kusurlu yönlerinden yola çıkarak, aciz olmayanı, kusursuzu bulmaya, kendinde gördüğü güzel yönlerden yola çıkarak da bu güzellikleri yaratan Güzeller Güzeli'ne ulaşmaya çalışmaktır.
İsterseniz gelin bu durumu bir de İslâmî kaynaklardaki bakış açısı ile ele alalım. İnsanın kendi özünü, diğer yandan nefis yanını ifade eden 'ene' tabiri dinî kaynaklarda sıkça kullanılır. Eğer uygun şekilde kullanılırsa 'ene', Yaradan'ı tanımada bize yol gösteren bir anahtar olur. Kişinin bunu yapabilmesi için önce kendi gerçek yapısını, sınırlılığını ve acizliğini kavraması gerekir. Kusurlarını görebilmeli ve her ân yok olabilecek, ölümlü bir varlık olduğunu idrak etmelidir. Daha sonra ise sınırsız olanı, kudreti sonsuz olanı aramaya başlamalıdır. İşte bu takdirde ene, Yaradan'ı anlamaya ve bulmaya kapı açan bir hüviyete dönüşür. Bir damla iken umman olur, bir hiç iken her şey olur, fânî iken hakiki hayata erer. Aksi takdirde ene, kendisini tanımayan kimseler için "enaniyet" denen gurura kapılma, kibirlenme ve başkalarına tepeden bakma aracı hâline gelir ve kişiyi yutabilecek bir girdap hâline dönüşür.
Narsistik kişilik ve onun bir parçası olan büyüklük kompleksi, acaba ne gibi problemlere yol açar? Her şeyden önce narsistik yapı, kişinin iç ve dış uyumunu bozar. Hâdiselerin ters gitmesi veya kendi istediği gibi olmaması durumunda, bu kişiler hayal kırıklıkları yaşar ve acı çekerler. Meselâ, yaşlanma ile meydana gelen fizikî değişiklikler, bedenî ve zihnî yönde oluşan yetersizlikler, bu kişilerde ağır depresyonların gelişmesine sebep olabilir. Eleştirilmeye karşı aşırı tahammülsüzlükleri sebebiyle, basit ikazlardan bile öfkelenebilirler. Bunlar istenmeyen ve yalnız bırakılan insan tipi olmaya aday kimselerdir.
Büyüklük duygusu ayrıca dış uyumu da bozarak, birçok sosyal probleme yol açmaktadır. Bu duyguyu yaşayanlar âdeta her şeyi bildikleri, her şeyi halledebilecekleri, herkesten üstün oldukları gibi yanlış bir yaklaşımla sosyal münasebetlerinde zedelenmelere yol açmakta ve bazen tehlikeli olabilecek davranışlar dahi gösterebilmektedirler. İnsanlık tarihi bunlara şahit olmuştur. Hitler, üstün ırk felsefesini ortaya atarak, binlerce insanın ölmesine sebebiyet vermiştir. Ondaki üstünlük duygusu başkalarını katletmeye dönüşmüştür. Aslında tarihin her döneminde narsistik üstünlük hisleri ile insanlığı kana bulayan hasta şahsiyetler görülebilir. Nemrutlardan Firavunlara, Moğollardan Nazilere kadar tarih, bunun örnekleriyle doludur. Tarihimizde bunun tam zıddı örnekler de mevcuttur. Yavuz Sultan Selim zaferlerle dolu seferinden dönerken halkın tezahüratı ile gurur, kibir ve üstünlük hissine kapılmak tehlikesi karşısında, sarayına gece karanlığında bir kayık ile sessizce dönmüştür.
Narsistik kişilere karşı davranışlarımızı ayarlarken çok dikkatli olmalıyız. Onları övmemeye ve onlara karşı tevazu göstermemeye dikkat etmeliyiz. Aksi takdirde uygunsuz düşünce ve davranışlarını pekiştirmiş oluruz ve onlara tesir edemeyiz. Açıkça ve kararlılıkla davranışlarını onaylamadığımızı ve onlara hayran olmadığımızı hissettirmeliyiz. Ancak bunu yaparken de onları eleştirmemeye özen göstermeliyiz, aksi takdirde bizden uzaklaşırlar.
Peki narsistlerde aşırı derecede olan kendini değerli hissetme duygusu her insanda yok mudur veya insanlarda böyle bir duygu olmaması mı gerekir? Elbette her insanda değer görme ve kendini değerli hissetme duygusu mevcuttur. Ancak bu duygu doğru şekilde tatmin edilmeli ve doğru yerde kullanılmalıdır. İnanç sistemimizde insanın gerçek değerinin ne olduğu ve kimin insana gerçek değerini verebileceği vurgulanır. "...Şunu unutmayın ki ALLAH'ın (celle celâlühü) nazarında en değerli, en üstün olanınız, içinizden takvada (ALLAH'ı (celle celâlühü) sayıp haramlardan sakınmada) en ileri olandır..." Ayrıca, kişi insanlar katında değil de, ALLAH (celle celâlühü) katında değerli olmaya çalışmalıdır. Pek çok peygamberin (aleyhisselâm) hayatında bunun örnekleri görülebilir. Peygamberler, insanlar tarafından eziyet, hakaret, işkence gördükleri ve hattâ iftiralara uğradıkları hâlde ALLAH'ın (celle celâlühü) rızası için çalışmışlar ve insanların en değerlileri olmuşlardır. ALLAH'ın (celle celâlühü) değer verdiklerini insanlar değersiz hâle getirememişlerdir.
Her insanda yaptığı işleri, sahip olduğu şeyleri beğenme duygusu vardır. Bu, bir ölçüde insanın verimli ve üretken olmasını sağlar. Ancak insan biraz düşündüğü zaman, elinde bulunan hemen hiçbir şeyin hakiki mülkü olmadığını idrak eder. İlk başta vücudu üzerinde fazla bir tasarrufu yoktur. Ne boyunu, ne rengini, ne gözünü ne de genetik yapısını kendisi tayin eder. Benzer şekilde, akıl ve kabiliyet gibi potansiyel özelliklerini belirleme de onun elinde değildir. Bunlar kullanımına verilmiş ve belli bir süre sonra geri alınacaktır. İnsan, sahip olduğu bütün güzel şeylerin kendisinden kaynaklanmadığının, Yaratan tarafından kendisine hibe edildiğinin ve kendisinin bunları sadece geçici bir süre kullanmakta olduğunun şuurunda olmaz ise, bunlara sahiplenmek ve bizzat kendisinden bilmek hatasına düşecektir. Bu da kişide büyüklük kompleksi için bir zemin oluşturabilir. Hâlbuki bu nimetleri verenin nazara alınıp, O'na şükredilmesi gerektiği inancımızda sıklıkla vurgulanır.
Herkesin içinde zaman zaman büyüklenme hisleri belirebilir. Yaratan, insanı içinde belirebilecek olan büyüklük meyline karşı da "Hem kibirli kibirli yürüme! Zîrâ ne kadar kibirlenirsen kibirlen, ne yeri yarabilirsin, ne de dağların boyuna erişebilirsin. Böylesi davranışların hepsi kötü olup, Rabbinin nazarında hoş görülmeyen şeylerdir."âyeti ile uyarmakta ve gerçekçi düşünmeye davet etmektedir. İnsanın kâinatta maddî olarak fazla bir değeri yoktur. Kendisine ilim olarak verilen denizde bir damla bile değildir. Biraz daha düşünürse, ne kuşlar gibi uçabildiğini, ne de çita kadar hızlı koşabildiğini fark edecektir. Dahası, hadsiz ihtiyaçlar içinde, son derece aciz ve her ân korunup kollanmaya muhtaç bir varlıktır insanoğlu. Buna rağmen bütün kâinat kendisine hizmet ettirilmekte, barındırılıp beslenmekte ve çaresiz durumlarında dualarına cevap verilmekte, ummadığı yerden yardım gönderilmektedir. Durum böyle iken insana düşen, kullanımına verilen nimetlerin sahibini tanımak, bunlardan doğru şekilde istifade etmek ve her şeyin hesabını vereceği şuuruyla yaşamaktır. "Sonra o gün bütün nimetlerden hesaba çekileceksiniz..."
Peygamber Efendimiz'in (sallallahü aleyhi ve sellem) hayatında da büyüklenme ve kibirlenmeden kaçınmanın pek çok örnekleri vardır. Bir seferinde kendisini ziyarete gelen ve heybetinden dolayı karşısında tir tir titreyen birisine karşı ALLAH Resulü (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle demiştir: "Kendine gel! Ben bir hükümdar değilim. Ben ancak, Kureyş kabilesinden kurumuş et yiyen bir kadının oğluyum"Bir başka sefer, kendisinin çalışmasını istemeyen Sahabelere (ra) karşı da: "Sizin, benim işimi de görmeye yeteceğinizi biliyorum. Fakat ben, size karşı imtiyazlı bir vaziyette bulunmaktan hoşlanmam. Çünkü ALLAH (celle celâlühü) kulunu, ashabı arasında imtiyazlı durumda görmekten hoşlanmaz." buyurmuştur.Görüldüğü gibi bizzat Efendimiz'in hayatından örneklerle büyüklenmeye, kibirlenmeye ve kişinin kendisini üstün tutmasına set çekilmekte, böyle bir düşünce tarzının yanlışlığı vurgulanmaktadır. Zaten o, Rabb'inden "Kul Peygamber" olmayı istemişti.
Meselenin çocuk yetiştirmeyle alâkalı yönüne dikkat edecek olursak, karakter ve kişilik gelişimi safhasında ahlâkî değerlerimizin müspet tesirlerini görebiliriz.İslâmî eğitimde çocuk, aileye verilmiş bir emanettir ve en güzel şekilde yetiştirilmelidir. Ayrıca, insanlar her türlü aşırılıktan ve haddi aşmaktan men edilir, küçük düşürücü tutumlar ve alay yasaklanır. Bir taraftan da aşırı methetme ve abartma da hoş karşılanmaz; çocuk, her dediği yerine getirilip şımartılmaz, Yaratan'ın bizden istedikleri öğretilerek çocuğun arzu ve istekleri zapturapt altına alınır ve dengeli bir tutum tavsiye edilir. Ayrıca çocuklara ulaşamayacağı ve kullukla bağdaşmayacak aşırı hedefler gösterilerek, onların gurur ve üstünlük hisleri kabartılmaz. Böylece, küçüklükten itibaren sağlıklı karakter ve kişilik gelişimi için uygun bir ortam temin edilir. Oruç ibadetinin, nefsanî arzuların gemlenmesi ve enenin isteklerinin baskı altına alınmasındaki rolü, dengeli bir şahsiyetin gelişmesindeki önemi dikkate alınmalıdır. Oruç ile kibir ve büyüklük hisleri baskı altına alınabilir.
Netice olarak; çocukluktan itibaren kişinin gerekli ihtimam gösterilerek yetiştirilmesi, değer görme hissinin uygun şekilde ele alınması, bu konuda doğru düşünce tarzının gösterilmesi, nimetlerden dolayı şımarma eğiliminin, nimetleri vereni tefekkür ederek tedavi edilmesi, büyüklenmeye karşı Peygamber Efendimiz'in (sallallahü aleyhi ve sellem) hayatından örnekler gösterilerek tavır alınması, oruç ibadetinin tavsiye edilmesi, narsistik yapının, megalomaninin önlenmesi ve böyle eğilimleri olanların terbiye edilmesi, inanç sistemimizin üzerinde durduğu hususlardır.
Dr. Alâeddin Hekim
İçinde yaşadığımız dünyada, hâdiseleri içinden çıkılmaz hâle getiren en önemli psikolojik bozukluklardan biri de megalomanidir. Kendini olduğundan daha büyük görme eğilimi diyebileceğimiz megalomani, aslında narsistik kişilik adı verilen karakterin bir parçasıdır.
Bu tür kişilerde kendilerini aşırı beğenme, üstünlük ve büyüklük hissine kapılma, başkalarının duygu ve düşüncelerini anlayamama, kendisine karşı yapılan eleştirilere katlanamayıp aşırı hassasiyet gösterme gibi özellikler vardır. Herkesten daha güzel ve başarılı olduklarını, büyük işler başarmaları gerektiğini düşünürler. Bunun yanı sıra kibir içindedirler; meselâ kurallar diğer insanlar içindir ve kendilerine uygulanmamalıdır. Ayrıca bu büyüklük hezeyanları ve kibirli düşünceleri diğer insanlar tarafından da desteklenmelidir, diğer bir tabirle pohpohlanmalıdırlar, aksi takdirde büyük hayal kırıklıkları yaşarlar. Karşısındakinden devamlı kendisini sevmesini, yüceltmesini beklerler. Bencil bir şekilde âdeta dünyadaki her şeyin kendileri için var edildiğini düşünürler.
Narsistik özellikler acaba hayatın her döneminde bir bozukluk olarak mı ele alınmalıdır? Narsistik yapı, bebeklik döneminde normal bir özellik olarak görülür. Bu dönemde bebeğin isteklerinin hemen ve hiçbir engele takılmaksızın karşılanması için böyle olması zaruridir. Bebek, karnı acıktığı veya altı ıslandığı zaman durmadan ağlar ve annesini kendisine bakmaya mecbur eder.
Erişkin dönemdeki narsistik kişilik ve buna bağlı gelişen megalomani ise, genellikle değersizlik hissinin meydana gelmesine ve buna ilâveten iç dinamiklerin hatalı işlemesine bağlı ortaya çıkar. Değersizlik duygusunun aşırı değerlilik ile yer değiştirmesi hâdisede büyük rol oynar. Bunların bir kısmı küçüklükten itibaren çevresi tarafından horlanan ve örselenen kişilerdir. Neticede, ezilen kişiliklerinin yaşadıklarını tam tersine çevirmesi, kendilerini aşırı derecede değerli görmek istemeleri neticesini doğuracaktır. (Ben değersiz değilim, aksine herkesten daha değerliyim!)Bu noktada şunu belirtmemiz yerinde olur; hatalı işleyen iç mekanizmaları karşısında kişiye, ene (veya ego) gibi cihazların doğru kullanılma metotları öğretilmezse, narsistik kişilik gibi bozuklukların meydana gelmesi kaçınılmazdır. Egoyu doğru kullanma ise, kişinin kendi ile alâkalı sağlıklı değerlendirmeler yapmasıdır. Kendi aciz ve kusurlu yönlerinden yola çıkarak, aciz olmayanı, kusursuzu bulmaya, kendinde gördüğü güzel yönlerden yola çıkarak da bu güzellikleri yaratan Güzeller Güzeli'ne ulaşmaya çalışmaktır.
İsterseniz gelin bu durumu bir de İslâmî kaynaklardaki bakış açısı ile ele alalım. İnsanın kendi özünü, diğer yandan nefis yanını ifade eden 'ene' tabiri dinî kaynaklarda sıkça kullanılır. Eğer uygun şekilde kullanılırsa 'ene', Yaradan'ı tanımada bize yol gösteren bir anahtar olur. Kişinin bunu yapabilmesi için önce kendi gerçek yapısını, sınırlılığını ve acizliğini kavraması gerekir. Kusurlarını görebilmeli ve her ân yok olabilecek, ölümlü bir varlık olduğunu idrak etmelidir. Daha sonra ise sınırsız olanı, kudreti sonsuz olanı aramaya başlamalıdır. İşte bu takdirde ene, Yaradan'ı anlamaya ve bulmaya kapı açan bir hüviyete dönüşür. Bir damla iken umman olur, bir hiç iken her şey olur, fânî iken hakiki hayata erer. Aksi takdirde ene, kendisini tanımayan kimseler için "enaniyet" denen gurura kapılma, kibirlenme ve başkalarına tepeden bakma aracı hâline gelir ve kişiyi yutabilecek bir girdap hâline dönüşür.
Narsistik kişilik ve onun bir parçası olan büyüklük kompleksi, acaba ne gibi problemlere yol açar? Her şeyden önce narsistik yapı, kişinin iç ve dış uyumunu bozar. Hâdiselerin ters gitmesi veya kendi istediği gibi olmaması durumunda, bu kişiler hayal kırıklıkları yaşar ve acı çekerler. Meselâ, yaşlanma ile meydana gelen fizikî değişiklikler, bedenî ve zihnî yönde oluşan yetersizlikler, bu kişilerde ağır depresyonların gelişmesine sebep olabilir. Eleştirilmeye karşı aşırı tahammülsüzlükleri sebebiyle, basit ikazlardan bile öfkelenebilirler. Bunlar istenmeyen ve yalnız bırakılan insan tipi olmaya aday kimselerdir.
Büyüklük duygusu ayrıca dış uyumu da bozarak, birçok sosyal probleme yol açmaktadır. Bu duyguyu yaşayanlar âdeta her şeyi bildikleri, her şeyi halledebilecekleri, herkesten üstün oldukları gibi yanlış bir yaklaşımla sosyal münasebetlerinde zedelenmelere yol açmakta ve bazen tehlikeli olabilecek davranışlar dahi gösterebilmektedirler. İnsanlık tarihi bunlara şahit olmuştur. Hitler, üstün ırk felsefesini ortaya atarak, binlerce insanın ölmesine sebebiyet vermiştir. Ondaki üstünlük duygusu başkalarını katletmeye dönüşmüştür. Aslında tarihin her döneminde narsistik üstünlük hisleri ile insanlığı kana bulayan hasta şahsiyetler görülebilir. Nemrutlardan Firavunlara, Moğollardan Nazilere kadar tarih, bunun örnekleriyle doludur. Tarihimizde bunun tam zıddı örnekler de mevcuttur. Yavuz Sultan Selim zaferlerle dolu seferinden dönerken halkın tezahüratı ile gurur, kibir ve üstünlük hissine kapılmak tehlikesi karşısında, sarayına gece karanlığında bir kayık ile sessizce dönmüştür.
Narsistik kişilere karşı davranışlarımızı ayarlarken çok dikkatli olmalıyız. Onları övmemeye ve onlara karşı tevazu göstermemeye dikkat etmeliyiz. Aksi takdirde uygunsuz düşünce ve davranışlarını pekiştirmiş oluruz ve onlara tesir edemeyiz. Açıkça ve kararlılıkla davranışlarını onaylamadığımızı ve onlara hayran olmadığımızı hissettirmeliyiz. Ancak bunu yaparken de onları eleştirmemeye özen göstermeliyiz, aksi takdirde bizden uzaklaşırlar.
Peki narsistlerde aşırı derecede olan kendini değerli hissetme duygusu her insanda yok mudur veya insanlarda böyle bir duygu olmaması mı gerekir? Elbette her insanda değer görme ve kendini değerli hissetme duygusu mevcuttur. Ancak bu duygu doğru şekilde tatmin edilmeli ve doğru yerde kullanılmalıdır. İnanç sistemimizde insanın gerçek değerinin ne olduğu ve kimin insana gerçek değerini verebileceği vurgulanır. "...Şunu unutmayın ki ALLAH'ın (celle celâlühü) nazarında en değerli, en üstün olanınız, içinizden takvada (ALLAH'ı (celle celâlühü) sayıp haramlardan sakınmada) en ileri olandır..." Ayrıca, kişi insanlar katında değil de, ALLAH (celle celâlühü) katında değerli olmaya çalışmalıdır. Pek çok peygamberin (aleyhisselâm) hayatında bunun örnekleri görülebilir. Peygamberler, insanlar tarafından eziyet, hakaret, işkence gördükleri ve hattâ iftiralara uğradıkları hâlde ALLAH'ın (celle celâlühü) rızası için çalışmışlar ve insanların en değerlileri olmuşlardır. ALLAH'ın (celle celâlühü) değer verdiklerini insanlar değersiz hâle getirememişlerdir.
Her insanda yaptığı işleri, sahip olduğu şeyleri beğenme duygusu vardır. Bu, bir ölçüde insanın verimli ve üretken olmasını sağlar. Ancak insan biraz düşündüğü zaman, elinde bulunan hemen hiçbir şeyin hakiki mülkü olmadığını idrak eder. İlk başta vücudu üzerinde fazla bir tasarrufu yoktur. Ne boyunu, ne rengini, ne gözünü ne de genetik yapısını kendisi tayin eder. Benzer şekilde, akıl ve kabiliyet gibi potansiyel özelliklerini belirleme de onun elinde değildir. Bunlar kullanımına verilmiş ve belli bir süre sonra geri alınacaktır. İnsan, sahip olduğu bütün güzel şeylerin kendisinden kaynaklanmadığının, Yaratan tarafından kendisine hibe edildiğinin ve kendisinin bunları sadece geçici bir süre kullanmakta olduğunun şuurunda olmaz ise, bunlara sahiplenmek ve bizzat kendisinden bilmek hatasına düşecektir. Bu da kişide büyüklük kompleksi için bir zemin oluşturabilir. Hâlbuki bu nimetleri verenin nazara alınıp, O'na şükredilmesi gerektiği inancımızda sıklıkla vurgulanır.
Herkesin içinde zaman zaman büyüklenme hisleri belirebilir. Yaratan, insanı içinde belirebilecek olan büyüklük meyline karşı da "Hem kibirli kibirli yürüme! Zîrâ ne kadar kibirlenirsen kibirlen, ne yeri yarabilirsin, ne de dağların boyuna erişebilirsin. Böylesi davranışların hepsi kötü olup, Rabbinin nazarında hoş görülmeyen şeylerdir."âyeti ile uyarmakta ve gerçekçi düşünmeye davet etmektedir. İnsanın kâinatta maddî olarak fazla bir değeri yoktur. Kendisine ilim olarak verilen denizde bir damla bile değildir. Biraz daha düşünürse, ne kuşlar gibi uçabildiğini, ne de çita kadar hızlı koşabildiğini fark edecektir. Dahası, hadsiz ihtiyaçlar içinde, son derece aciz ve her ân korunup kollanmaya muhtaç bir varlıktır insanoğlu. Buna rağmen bütün kâinat kendisine hizmet ettirilmekte, barındırılıp beslenmekte ve çaresiz durumlarında dualarına cevap verilmekte, ummadığı yerden yardım gönderilmektedir. Durum böyle iken insana düşen, kullanımına verilen nimetlerin sahibini tanımak, bunlardan doğru şekilde istifade etmek ve her şeyin hesabını vereceği şuuruyla yaşamaktır. "Sonra o gün bütün nimetlerden hesaba çekileceksiniz..."
Peygamber Efendimiz'in (sallallahü aleyhi ve sellem) hayatında da büyüklenme ve kibirlenmeden kaçınmanın pek çok örnekleri vardır. Bir seferinde kendisini ziyarete gelen ve heybetinden dolayı karşısında tir tir titreyen birisine karşı ALLAH Resulü (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle demiştir: "Kendine gel! Ben bir hükümdar değilim. Ben ancak, Kureyş kabilesinden kurumuş et yiyen bir kadının oğluyum"Bir başka sefer, kendisinin çalışmasını istemeyen Sahabelere (ra) karşı da: "Sizin, benim işimi de görmeye yeteceğinizi biliyorum. Fakat ben, size karşı imtiyazlı bir vaziyette bulunmaktan hoşlanmam. Çünkü ALLAH (celle celâlühü) kulunu, ashabı arasında imtiyazlı durumda görmekten hoşlanmaz." buyurmuştur.Görüldüğü gibi bizzat Efendimiz'in hayatından örneklerle büyüklenmeye, kibirlenmeye ve kişinin kendisini üstün tutmasına set çekilmekte, böyle bir düşünce tarzının yanlışlığı vurgulanmaktadır. Zaten o, Rabb'inden "Kul Peygamber" olmayı istemişti.
Meselenin çocuk yetiştirmeyle alâkalı yönüne dikkat edecek olursak, karakter ve kişilik gelişimi safhasında ahlâkî değerlerimizin müspet tesirlerini görebiliriz.İslâmî eğitimde çocuk, aileye verilmiş bir emanettir ve en güzel şekilde yetiştirilmelidir. Ayrıca, insanlar her türlü aşırılıktan ve haddi aşmaktan men edilir, küçük düşürücü tutumlar ve alay yasaklanır. Bir taraftan da aşırı methetme ve abartma da hoş karşılanmaz; çocuk, her dediği yerine getirilip şımartılmaz, Yaratan'ın bizden istedikleri öğretilerek çocuğun arzu ve istekleri zapturapt altına alınır ve dengeli bir tutum tavsiye edilir. Ayrıca çocuklara ulaşamayacağı ve kullukla bağdaşmayacak aşırı hedefler gösterilerek, onların gurur ve üstünlük hisleri kabartılmaz. Böylece, küçüklükten itibaren sağlıklı karakter ve kişilik gelişimi için uygun bir ortam temin edilir. Oruç ibadetinin, nefsanî arzuların gemlenmesi ve enenin isteklerinin baskı altına alınmasındaki rolü, dengeli bir şahsiyetin gelişmesindeki önemi dikkate alınmalıdır. Oruç ile kibir ve büyüklük hisleri baskı altına alınabilir.
Netice olarak; çocukluktan itibaren kişinin gerekli ihtimam gösterilerek yetiştirilmesi, değer görme hissinin uygun şekilde ele alınması, bu konuda doğru düşünce tarzının gösterilmesi, nimetlerden dolayı şımarma eğiliminin, nimetleri vereni tefekkür ederek tedavi edilmesi, büyüklenmeye karşı Peygamber Efendimiz'in (sallallahü aleyhi ve sellem) hayatından örnekler gösterilerek tavır alınması, oruç ibadetinin tavsiye edilmesi, narsistik yapının, megalomaninin önlenmesi ve böyle eğilimleri olanların terbiye edilmesi, inanç sistemimizin üzerinde durduğu hususlardır.
Dr. Alâeddin Hekim