Koparma Tellerimi Bir Bir Ayırıp Senden…
Güz bahçeme yirmi üç yaprak düştü bu gece, üç daha düştü.
Uç noktalara selâm durdu sabahlar.
Ayrılığın derdini bir tek geceler anlar…
Fezâmı donatan aşk hanı yıldızlar.
Yine göremedim koğuş yüzümü, asılmış şiirlerde aslımı sezemedim.
Kan-terindeyim leylim, hicrâna meczup vehbîm.
Karartan kırılmalarda ne çok gezindim böyle?
Ayağımda diken diken gülüşler.
Kasalarda hep çürük meyveler…
Gül dökülmüş, hazanmış.
Şâir ölmüş, yalanmış. Geçip gidermiş günler; arkasından koşulması, koyulması, oyulması boşunaymış.
İç içe geçirilmiş, geçitliği silinmiş.
Neymiş hazan yüzlüm; dokunulmazlık, okunulmazlık, bir namazlık…
Mermerimde soğuk anılar kalmış.
Âna varmak için küller meşveret kurmuş mangalıma.
Âteş, kıvılcımlarını istemiş göklerden.
Hücre hücre bölünmeymiş, gözyaşlarımın ağırlığı.
Cisme sığmayan, sığamayan câna cânan saklanmış, hiç çıkmamalıymış, yanmamalıymış, yanı olmamalıymış…
Bilemedim ki ben; mum denilen kalbim, sahrânın yitik Leylâ’sıymış.
Bir çıkışlık gidişe, izin verilmiş ya…
Niye gittin ki gönlüm, kime gittin?
Eller -ayaklar- kollar senin değilken, sen sensizliğinde nereye gittin?
Süzme baharlara aldanıp, yaslı yosunlara kanmak için mi?
Bakışları ardında neler gizlidir insanın, kaç yol vardır, hangisine seni vurmuştur bilinmez!
Boş ümitlerin dolu aldatışına öylece kanmak için mi?
Müfredâtında sel sessizliği, kuyulara kovalar salmak için mi?
Âh ki, kum tânecikleri saymaya yetişemeyebilir özlemimi.
Çıldırtan saatlere verebilir miyim izlerini?
Pişmanlığın perişanlığında duâ makâmına salabilir miyim gizlerimi?
Gözlerken gelmeni, güz yapraklarıyla ölmek istiyorum.
Ölememenin bedeliyle her gece ağıtların bestesini çiziyorum iç defterime notalarca.
Kararımca kalamıyorum; aşksızlığın sökük mendil açan sofralarında.
Kara kalıyorum nehârın çehresine, bakamadan.
Akamadan sana, komadan çıkamıyorum.
Çıkışlarımı Sen tutmuşsun, yutmuşum nefesimi.
Nefs illetinde mimlenmişim, savmıma sûzan susuşlar eklemişim.
Koridor uzamış hastahâne odalarında. Seruma yapılan iğneyi bile seçememişim.
Şifâsına kör kalan bir bakışla, bulanık haritalardan yolumu lekelemişim.
Sormasınlar neler gelmiş başıma.
Sırlanmasınlar herşeylerini her yere vermişken ya da verememişken yansınlar da aşkınla, sırr-ı esrârında üfürülsün umutlar…
Seyr-ü seferimde hep o kıyılarıma çarpan dalgalar…
Çırpınan, çoğaltan, çağlatan…
Köşedeki şadırvan; hâlimi çerağında beyân eder misin Yâr’e?
Künyem yâre, can yâre…
Şehrimde dergiler dizaynı; yanyanayım isminle.
Od düşen geceleri, otur da düşün gönlüm!
Beşikleri sallamakla bitmiyor bu ses.
Ninnileri terennüm etmekle dinmiyor bîkes.
Kalemkeş rûhuma hatt-ı hümâyunu nakşet!
Bahşet artık keremini, susturamıyorum küçük kızın feryâd-ı hazînini. Uyumuyor, uyutamıyorum; dervişler niye sallanır hazan dalları gibi, anladıysan anla ki, gelip gidiyorum.
Eli boş döndürme beni…
Bir ömrü bakılmamış tarla eyledi günahlarım.
Yabânî otların arasında biçimsiz ve kuvvetsiz kaldı nebâtım.
Şems, aralayıp bâbını giremedi.
Yedi renk, yedi tepeyle yol bulup gezemedi.
Gurbette boynu bükükler gibiyim, herkes – herşey yabancı.
Çapalarda, oraklarda ızdırâp imgesi, ıztırar ihâlesi.
Diller var dilim değil!
Kalpler var, kan sızsa da grubum değil…
Âcilden giriş yapsam, kaydımda dillerimi bilir miyim?
Kalbimdeki kalbolunan gurûba, batışımı verebilir miyim?
Hazan Yüzlüm!
Çürümüşlüğüme kasalar parçalayıp, çöplüğüne atma!
Geri dönüşüm’den olsun, olsun dönebilir miyim aşkına?…
Bul, bil, bırakma…
Haykırıp da Keşiş Dağına, mağara ağlarına takılmak istiyorum.
Bir sinek kanadını bile yoktan var kılamaz dünyâ, beni var kılamaz yokken…
Yıkıkken kaldıramaz tutup omuzlarımdan.
Kaymışken kayalıklardan, uçurumlardan düşmüşken kurtaramaz!..
Keşiş Dağına haykırıp remizli yağışımı, Hira’ya yolluyorum selâmımı.
Bir hasreti, bir bekleyişi, bir gecikmişi ve küçülmüşlüğü, dahası ardı arkası sönmeyen yanışları, uçuşan kül yığınlarını…
Hepsini ama hepsini o dağ -ki dağlanmışlığıyla hâllenir yüreğimi.
Tınısında, terasında, tıkanışında…
O şehlâ duruşunda okur kılar okuma bilmeyen dillerimi.
Hem ben neyi okuyacağım ki? Sorularıma aşkı cevap kılar…
Âh bu samanlıklar seyrân eyler yüreğimi.
Bir seyyah olurum diyar diyar gezen; daha kendimden çıkamadım, şehir şehir Sen…
Rehberim hep Sen olsan diyorum, rüzgârım…
Tepelerden yorulmaksızın essem.
Yılgınlık vermese sahte yüz sanrıları.
Her aynada, her inananda, her yüzümde Seni görsem…
Yüzsem, batma endişesi olmaksızın…
Ve batsam Sana, bâtınında bühtan firakları yaksam.
Alnımda Aksâ’dan ısmarlı verâ nişanı; yükselsem, yükümü aşkın kaldırsa…
Kandırsa aşkın bu fakîri; ekmeğim, aşım, aşmışlığım olsan bütün herşeyi…
Beceremiyorum beceriksizliğimi bile söylemeyi.
İlâç kokuları sinmiş derûn duvarlarıma.
Bir beceri verip sol yanıma, dilim ol Sevgili…
Yıllarım, ömrüm geçerken; her bindiğinde yaş üzerime, saklım ol!
Tâzele bayatlamış sevdâ sepetimi, Sen dol!…
Cevherini emânet bilip, cihâna cûd vefâm ol!…
Kâfî gel, ihtiyâç listeme…
Sen yetersin Sevgili, dilersen yetiştirirsin keremkâr nimetini.
Bahtım ol da, Cemâline aç cennetimi.
Cennetim ol…
Cinnetim… Çimlenişim…
Sana ek beni, tohum tohum toprağında tozun olmak istiyorum.
Murâd ettiğine saç, mecnun çöllere beni…
‘Kurutulup Senin kilerine asılmak’ istiyorum ben de Allâh’ım…
Aşkında rızıklanan kullardan eyle.
Koparma tellerimi bir bir ayırıp Senden, daha sendelemeden…
Güz bahçeme yirmi üç yaprak düştü bugece, üç daha düştü.
Hepi topu bu dünyâda yaşadığım sâdece düş’tü.
Ve düşüşlerim Sevgili’ye düştü…
O’ndan özge düşülecek aşk mı var?
Kasım, Son-bahar!
Sonsuzlukta kal…
Fâtımâ Zehrâ Merinos
Güz bahçeme yirmi üç yaprak düştü bu gece, üç daha düştü.
Uç noktalara selâm durdu sabahlar.
Ayrılığın derdini bir tek geceler anlar…
Fezâmı donatan aşk hanı yıldızlar.
Yine göremedim koğuş yüzümü, asılmış şiirlerde aslımı sezemedim.
Kan-terindeyim leylim, hicrâna meczup vehbîm.
Karartan kırılmalarda ne çok gezindim böyle?
Ayağımda diken diken gülüşler.
Kasalarda hep çürük meyveler…
Gül dökülmüş, hazanmış.
Şâir ölmüş, yalanmış. Geçip gidermiş günler; arkasından koşulması, koyulması, oyulması boşunaymış.
İç içe geçirilmiş, geçitliği silinmiş.
Neymiş hazan yüzlüm; dokunulmazlık, okunulmazlık, bir namazlık…
Mermerimde soğuk anılar kalmış.
Âna varmak için küller meşveret kurmuş mangalıma.
Âteş, kıvılcımlarını istemiş göklerden.
Hücre hücre bölünmeymiş, gözyaşlarımın ağırlığı.
Cisme sığmayan, sığamayan câna cânan saklanmış, hiç çıkmamalıymış, yanmamalıymış, yanı olmamalıymış…
Bilemedim ki ben; mum denilen kalbim, sahrânın yitik Leylâ’sıymış.
Bir çıkışlık gidişe, izin verilmiş ya…
Niye gittin ki gönlüm, kime gittin?
Eller -ayaklar- kollar senin değilken, sen sensizliğinde nereye gittin?
Süzme baharlara aldanıp, yaslı yosunlara kanmak için mi?
Bakışları ardında neler gizlidir insanın, kaç yol vardır, hangisine seni vurmuştur bilinmez!
Boş ümitlerin dolu aldatışına öylece kanmak için mi?
Müfredâtında sel sessizliği, kuyulara kovalar salmak için mi?
Âh ki, kum tânecikleri saymaya yetişemeyebilir özlemimi.
Çıldırtan saatlere verebilir miyim izlerini?
Pişmanlığın perişanlığında duâ makâmına salabilir miyim gizlerimi?
Gözlerken gelmeni, güz yapraklarıyla ölmek istiyorum.
Ölememenin bedeliyle her gece ağıtların bestesini çiziyorum iç defterime notalarca.
Kararımca kalamıyorum; aşksızlığın sökük mendil açan sofralarında.
Kara kalıyorum nehârın çehresine, bakamadan.
Akamadan sana, komadan çıkamıyorum.
Çıkışlarımı Sen tutmuşsun, yutmuşum nefesimi.
Nefs illetinde mimlenmişim, savmıma sûzan susuşlar eklemişim.
Koridor uzamış hastahâne odalarında. Seruma yapılan iğneyi bile seçememişim.
Şifâsına kör kalan bir bakışla, bulanık haritalardan yolumu lekelemişim.
Sormasınlar neler gelmiş başıma.
Sırlanmasınlar herşeylerini her yere vermişken ya da verememişken yansınlar da aşkınla, sırr-ı esrârında üfürülsün umutlar…
Seyr-ü seferimde hep o kıyılarıma çarpan dalgalar…
Çırpınan, çoğaltan, çağlatan…
Köşedeki şadırvan; hâlimi çerağında beyân eder misin Yâr’e?
Künyem yâre, can yâre…
Şehrimde dergiler dizaynı; yanyanayım isminle.
Od düşen geceleri, otur da düşün gönlüm!
Beşikleri sallamakla bitmiyor bu ses.
Ninnileri terennüm etmekle dinmiyor bîkes.
Kalemkeş rûhuma hatt-ı hümâyunu nakşet!
Bahşet artık keremini, susturamıyorum küçük kızın feryâd-ı hazînini. Uyumuyor, uyutamıyorum; dervişler niye sallanır hazan dalları gibi, anladıysan anla ki, gelip gidiyorum.
Eli boş döndürme beni…
Bir ömrü bakılmamış tarla eyledi günahlarım.
Yabânî otların arasında biçimsiz ve kuvvetsiz kaldı nebâtım.
Şems, aralayıp bâbını giremedi.
Yedi renk, yedi tepeyle yol bulup gezemedi.
Gurbette boynu bükükler gibiyim, herkes – herşey yabancı.
Çapalarda, oraklarda ızdırâp imgesi, ıztırar ihâlesi.
Diller var dilim değil!
Kalpler var, kan sızsa da grubum değil…
Âcilden giriş yapsam, kaydımda dillerimi bilir miyim?
Kalbimdeki kalbolunan gurûba, batışımı verebilir miyim?
Hazan Yüzlüm!
Çürümüşlüğüme kasalar parçalayıp, çöplüğüne atma!
Geri dönüşüm’den olsun, olsun dönebilir miyim aşkına?…
Bul, bil, bırakma…
Haykırıp da Keşiş Dağına, mağara ağlarına takılmak istiyorum.
Bir sinek kanadını bile yoktan var kılamaz dünyâ, beni var kılamaz yokken…
Yıkıkken kaldıramaz tutup omuzlarımdan.
Kaymışken kayalıklardan, uçurumlardan düşmüşken kurtaramaz!..
Keşiş Dağına haykırıp remizli yağışımı, Hira’ya yolluyorum selâmımı.
Bir hasreti, bir bekleyişi, bir gecikmişi ve küçülmüşlüğü, dahası ardı arkası sönmeyen yanışları, uçuşan kül yığınlarını…
Hepsini ama hepsini o dağ -ki dağlanmışlığıyla hâllenir yüreğimi.
Tınısında, terasında, tıkanışında…
O şehlâ duruşunda okur kılar okuma bilmeyen dillerimi.
Hem ben neyi okuyacağım ki? Sorularıma aşkı cevap kılar…
Âh bu samanlıklar seyrân eyler yüreğimi.
Bir seyyah olurum diyar diyar gezen; daha kendimden çıkamadım, şehir şehir Sen…
Rehberim hep Sen olsan diyorum, rüzgârım…
Tepelerden yorulmaksızın essem.
Yılgınlık vermese sahte yüz sanrıları.
Her aynada, her inananda, her yüzümde Seni görsem…
Yüzsem, batma endişesi olmaksızın…
Ve batsam Sana, bâtınında bühtan firakları yaksam.
Alnımda Aksâ’dan ısmarlı verâ nişanı; yükselsem, yükümü aşkın kaldırsa…
Kandırsa aşkın bu fakîri; ekmeğim, aşım, aşmışlığım olsan bütün herşeyi…
Beceremiyorum beceriksizliğimi bile söylemeyi.
İlâç kokuları sinmiş derûn duvarlarıma.
Bir beceri verip sol yanıma, dilim ol Sevgili…
Yıllarım, ömrüm geçerken; her bindiğinde yaş üzerime, saklım ol!
Tâzele bayatlamış sevdâ sepetimi, Sen dol!…
Cevherini emânet bilip, cihâna cûd vefâm ol!…
Kâfî gel, ihtiyâç listeme…
Sen yetersin Sevgili, dilersen yetiştirirsin keremkâr nimetini.
Bahtım ol da, Cemâline aç cennetimi.
Cennetim ol…
Cinnetim… Çimlenişim…
Sana ek beni, tohum tohum toprağında tozun olmak istiyorum.
Murâd ettiğine saç, mecnun çöllere beni…
‘Kurutulup Senin kilerine asılmak’ istiyorum ben de Allâh’ım…
Aşkında rızıklanan kullardan eyle.
Koparma tellerimi bir bir ayırıp Senden, daha sendelemeden…
Güz bahçeme yirmi üç yaprak düştü bugece, üç daha düştü.
Hepi topu bu dünyâda yaşadığım sâdece düş’tü.
Ve düşüşlerim Sevgili’ye düştü…
O’ndan özge düşülecek aşk mı var?
Kasım, Son-bahar!
Sonsuzlukta kal…
Fâtımâ Zehrâ Merinos