Şahı_zaman
Aktif Üyemiz
Aldadı aldadı dünya beni aldadı
Dibi zehir dolu yüzünde var bal tadı
Bu yolda hüzün de var. Bal da var. Bal gibi tatlı görünen bu dünya zehirliyor da haberimiz yok. İnsanın tanıdığı bir dostu olur. Yüze dost. Ama içinde düşmanlığı var. Seni öyle kolluyor ki, seni gâfil bulsa da düşmanlığı yapsa... Dost görünen kimseye gidersin, o da sana bal şerbeti diye içerisinde zehir doldurur getirir. Sen de, benim dostum bana şerbet verdi, ikram etti diye alır içersin. Zehirlenirsin.
Biz de bir aletiz konuşturuyorlar, konuşuyoruz. Cansızı da konuşturur. Kelâm-ı Kibarda şöyle:
Gâhi şecerden söyler ol gâhi hacerden söyler ol
Gâhi beşerden söyler ol bir mantık-ı bürhânıdır
Hacer: Taş. (İsa Kelimullah'ın taşı.)
Şecer: Ağaç. (Musa Kelimullah'ın yanındaki asası, ağaç.)
Bürhan: Kurtuluş.
Cenâb-ı Hakk taşı da konuşturur. Ağacı da konuşturur.
Bunlar hizmet görmüşler. İnsanların göremediği güçleri kuvvetleri, sanatları bunları yapıyorlar. Deryaya vuruyor. Derya yükseliyor yol açılıyor. Firavun tâ şarktan, garbe hükmediyordu. Musa'nın yaptığı işleri biliyordu. Ama inadı vardı. Haşa, Musa'yı sihirbaz zannediyordu. Firavun şarktan garbe bütün sihirbazları topladı.
Tefsirde şöyle geçiyor:
Bütün topladığı sihirbazlar gelmişler ki Musa Kelimullah'ın sihirini bastıralım. Hâşâ Estağfirullah. Bu sihirbazların 200 deve yükü sihir aletleri varmış. Artık kendileri kaç kişiydi belli değil. Yılanlar, canavarlar vardı. Musa Kelimullah asasını nasıl bırakıyorsa bunların hepsini yutuyor.
Firavun yine:
-" Ya Musa! Sana inanacağım" diyor.
Musa Kelimullah:
- "Tut şunu" diyor.
Asaya elini atıyor. Ama asa elinde. Bir de bakıyor ki 200 deve yükü sihirbazların âletleri yok olmuş. Bütün sihirbazlar Hz. Musa'ya inandılar. "Sen hak Peygambersin" dediler.
Firavun etrafı sargıya almıştı askerleri ile.
- "Vay ben sizi Musa'yı yenmeniz için getirtmiştim. Siz ne yaptınız?" diyor.
Öldürüyor. Öldürtüyor. Fakat hepsi şehit gidiyorlar. Çünkü Musa Kelimullah'ın peygamber olduğunu tasdik etmişlerdi.
Cevlan eder bu arada pertev-i nûr-u Hüdâ
Şeyhim Muhammed Sami de ol dilber-i ruhanidir
Hz. Musa'nın asasının aslı bir ağaç ama çok maharetler görüyor. Hz. İsa'nın bir taşı varmış, o da ona hizmet veriyormuş. Konuşuyormuş. Beşer nedir burada? Ümmî bir kimseye Cenâb-ı Hakk ilim verirse beşer de o..
Ağacı konuşturan Allah, taşı konuşturan Allah, ümmî bir kimseyi de konuşturur. Şimdi burada konuşmamız ilmimizden, bilgimizden değil. İtimat edin. Bu cemaatin muhabbeti ve ihlası konuşturuyor. Bizi değil Cenâb-ı Hakk taşı bile konuşturur. Ama görecek göz lâzım, işitecek kulak.
Cenâb-ı Hakk buyuruyor ki:
"Sizin cansız gördüğünüz cemâdatlar beni zikrederler."
Biz niye göremiyoruz?
Biz niye duyamıyoruz? Eğer bizim de görecek gözümüz, işitecek kulağımız olsa bütün eşyanın "Lâ ilahe illallah" dediğini müşâhede edeceğiz.
Bilinmez âlemin sırr-ı nihândır
Dört şâhın hükmüyle döner cihândır
Ârif olanlara özge seyrândır
Kâmile her eşya olmuş bir evrâd
Yani şimdi sen de kâmil insan olsan her eşya sana hizmet verir.
Hz. Musa'ya asası, Hz. İsa'ya taşı niçin hizmet verdiler? Kâmil insan oldukları için, nebî oldukları için. Nebîler için her eşya konuşur. Canlı, cansız her cisim konuşur. Kâmiller ile de konuşurmuş.
Burada dört şâhtan mana:
Zâhirde: Edille-i şeriyye. (Kitap, sünnet, icma, kıyas) Edille-i şeriyye ancak insanları hayvanî sıfattan kurtarır. Beşeri sıfata geçirir. Bunlar olmazsa insanlar hayvanî sıfatta kalırlar.
Tasavvufta ise: (Muhabbet, ihlas, edep, teslimiyet) Bunlar insanı beşerî sıfattan melekî sıfata geçirirler.
Buyuruluyor ki:
Çoğu bu halkın cinnîdür
Mü'min olana kinnîdür
Bazıları var sünnîdür
Cinni bırak cân ara bul
Bir kâmil insan ara bul
Burada bize ne kadar nasihat var. Bize ne kadar kurtuluş var bu kelâmda. Çünkü insanların şerlerini Cenâb-ı Hakk cinlerle beraber zikretmiş.
"Gul eûzü birabbinnasi" de Cenâb-ı Hakk cinlerle, şerli insanları beraber zikretmiş. Halbuki cinler insanlara çok zararlıdır. Çok da kinlidir. Bir müslümana musallat olurlarsa bırakmazlar bir daha.
Soru: Cinlerden müslüman yok mu Efendim?
- Var Efendim. Onlarda da yine kin var. "Müslüman yok mu" denilince şimdi zâhirde bir müslümandan sana zarar gelmiyor mu? Oysa ki müslüman hacı olmuş, ehl-i salat, namazını kılıyor, orucunu tutuyor, sana zarar gelmiyor mu? İcabında hoca da. Fakat onda da bir kin oluyor. Yani incitecek bir söz söylesen veya ona zarar verecek bir şey yapsan ne yapıyor?
- O da sana kin besliyor. İnsanın müslümanında bu varsa, cinnîlerin müslümanında da bu daha çoktur.
Cinnîlerde kemâl yok. Onlar da peygamber olmadığı gibi, onlarda veli de yok. Onların peygamberleri de insandan. Mürşitleri de insandan. Ama onlardan da tarîkatlı olanlar var. Eğer bir meşâyih "Mürşid-i Sakaleyn" olursa, yani cinlerin meşâyihi olursa zaten peygamberleri de mürşid-i sakaleyndir. Cinlerden de müritler vardır. Ama ne de olsa onlar insanlar kadar yetişemiyorlar. İnsanlarda da kemâl ehli çok az.
Bu halkın çoğu kâl ehli kimi olmuş vebâl ehli
Kati azdır kemâl ehli yalan davaya düştüm ben
Bu zaten görünen, bilinen bir şey herkes tarafından. Şimdi bu zamanın insanlarında ibadet yapan mı çok yapmayan mı çok? Günahtan kaçan mı çok? Kaçmayan mı çok?
Herkes bunu biliyor. Öyle ise namaz kılmayan oruç tutmayan çok ise, onlar hep kâl ehli. Zaten ilm-i ezelide insanın halkiyetinde de öyle. Cenâb-ı Hakk insanı halk etmiş. On bölüm yapmış. Yani onlara dünya hayatını göstermiş, bunların dokuz bölümü ehl-i dünyayı kabul etmişler. Bir bölümü kabullenmemiş. Tekrar onları Cenâb-ı Hakk on saf etmiş. Bunlardan dokuz bölümü âhireti istemiş. Bir bölümü de âhireti istememiş. Şimdi ne oluyor burada %90'ı küfre ayrılıyor. %10 müslüman, %10 ehli âhiret, %1 de âhireti istemiyor. Cenneti de istemiyor. Cenâb-ı Hakk bunlara tekrar Ferman-ı Celili ile soruyor:
-" Siz dünyayı almadınız. Ahireti de istemediniz. Ne istiyorsunuz ?"
Onlar diyorlar ki:
-"Yarabbi, biz, Senin rızanı isteriz!"
Bu ruhların doğuşu tâ oradan geliyor.
Onun için Yunus Emre ne diyor:
Sensin benim canım canı sensiz kararım yoktur
Cennette sen olmaz isen vallah nazarım yoktur
Salih Baba divanında da vardır aynı böyle:
Cemal'in şem'ine müştak olanlar
N'eder cennetteki ebrarı leyli
Cemâlin nuruna âşık olanlar cenneti ne yapacak? Cennetin varlığını ne yapacak? İstemez. İşte bunlar %1 içine giren kısımdır. Bunlar ehl-î huzur oldular. Huzur sahipleri bunlar. Kemâl ehli de bunlar oluyor. Yetişkin insan da bunlar oluyor. Veli sınıfına geçenler, veliler bunlar oluyor. Bunlar Cenâb-ı Hakk'ın rızasını kazanmak istiyorlar. Cenâb-ı Hakk da diyor ki:
"Siz Benim dünyada rızamı kazanmak istiyorsunuz ama sizin üzerinize belâmı, çilemi yağmurlar gibi yağdırırım."
Onlar soruyor:
- "Yarabbi! Bunlar nereden gelir?"
- "Bizden gelecek" diyor.
- "Sen'den gelecekse hoş." Belayı da kabulleşmişler.
"Eşeddü belâ" fermanı var. "Burada belânın en büyüğünü Peygamberlere verdik."
"Onlardan biraz hafifini velilere verdik." Bizim de burada bir payımız var. Onun için bunu idrak edenler ne demiş:
Gelse celâlinden cefâ
Yahut cemâlinden sefâ
Senden bana hoştur gelen
Ya hil'etü yahut kefen
Ya gonca gül yahut diken
Burada gonca gülden maksat, insanların varlığıdır. Mesut olmasıdır.
Dikenden maksat, İnsanların dünyada çilesi, hastalığı, fakirliği, zilleti. Bunların ikisi de hoştur.
Andan ne gelse yahşidir zira ol dostun bahşidir
Burada çok büyük mana vardır. Aslında biz "..vebil kaderi, hayrihi ve şerrihi.." fermanının bir türlü özüne inemiyoruz. İşte bu fermanın sözünde değil de özüne geçenler için böyledir. Hepsini oradan bildiği için, hastalık, sağlık bir oluyor. Varlık, yokluk bir oluyor. Sefâ, cefâ bir oluyor. Bunlar kim oluyor? Bunlar ehl-i huzurdurlar. Kâlû: belâ'da ruhlardan başlıyor bu. Cenâb-ı Hakk diyor ki:
"Siz dünyaya gideceksiniz. Benim rızamı dünyada kazanacaksınız. Benim rızamı kazanmanız için sizin üzerinize belamı çilemi yağmur gibi yağdıracağım."
Onun için Kelâm-ı kibârda da:
Bu dünya hep benim olsa gamım bitmez nedendir bu
Ezelden gam türâbı ile yoğrulmuş bir bedendir bu
Dünya, insanın gamını götürür mü? Götürmez. Çok zengin olsa. Dünyaya hâkim olmuş olsa. Kendisi hasta. Vücudu çok arızalı. Vücudunda ağrısı, ızdırabı var. Onun zenginliği hastalığını, gamını götürür mü? Öyle ise Allah'tan gelen iptilalar illetle gelir, zilletle gelir. İllette de bir sınır yoktur. Yani hastalıklar, kazalar belalar çoktur. Sayılmayacak kadar. Çünkü bildiklerimizden çok bilmediklerimiz var. Gördüklerimizden çok görmediklerimiz var. Allah'ın dertleri de böyle. Hastalıkları da böyle. İllet hastalık demek. Çeşitlidir. Cenâb-ı Hakk "Biz Ademi topraktan halk ettik" diyor. Bizim maddemiz topraktır. Bizim cesedimiz topraktan halk olmuş. Gerçi biz toprağı göremiyoruz ama, ceset neden oluştu? Toprak, su, hava, ateş. Dört anasırdan mürekkep. Mayamız dörttür bizim. Ne buyuruyor divanda:
Kâlemden şak olup seyrâne geldim
Bulut yağmur olup ekvâne geldim
Nebât hayvân olup insâne geldim
Bundan ne anlayacağız şimdi? İnsanların ruhu var ya, çok âlemler dolaşmış gelmiş. Bir de cesedimizin gelişi var. Ceset nereden oluyor? Bir damla su. Bu nereden meydana geliyor? İnsanların almış olduğu gıdadan.
Bunlar görülenler, bilinenler. İdrak edilen şeyler. Âlemler çoktur. Bazı âlemler var ki bilinmiyor. Görünmüyor. Onların esrârına, sırrına erilmiyor.
Ekvandan mânâ, dünyadır. Ben bulut oldum. Buluttan yağmur oldum. Dünyaya geldim. O yağmurdan dünyada ot bitti. O otu hayvan yedi. O hayvanı da insan yedi. İnsanda da (affedersiniz) men'i meydana geldi. Ondan da insan meydana geldi.
Ne buyuruyor divanda:
Kâlemden şak olup seyrâne geldim
Bulut yağmur olup ekvâne geldim
Nebat hayvan olup insane geldim
Bu ancak cesedin gelişidir. Aslında bir de ruhun gelişi vardır. Ruhun gelişi ise Allah'tan oluyor. Cenâb-ı Hakk Kur'ân-ı Kerîm'de buyuruyor:
Bir çocuk ana rahminde dört aylık oluncaya kadar onda can yok. Bir et parçası. Dört aylık olunca ona ruh üfleniyor. İşte Cenâb-ı Hakk:
"Biz Ademi topraktan halk ettik. Kendi ruhumuzdan ruh üfledik." buyuruyor.
Bu ruh bütün insanlara üfleniyor. Ruhtan bahis yoktur. Ruhun şekli nasıl bilinmez. Tadı nasıl? Ruhun bir varlığı var. Çünkü ruh çıkınca cesedin kıymeti kalmıyor. Cesetteki kıymet ruh taşıdığı içindir. Ve ne oluyor? Bu ceset toprak oluyor. Çürüyüp gidiyor. Ruh yok olmuyor ki.. Ruh yok olmaz. Tekrar dirilecek olan ruhtur. Ceset tekrar dirilmez. Ama Cenâb-ı Hakk o ruha yine bir cisim halk edecek. Fakat bu cisim ikidir. Birisi hayvanî sıfat. İkincisi beşerî sıfat. Hayvanî sıfatta kimler? Şeriatı olmayanlar. Tarîkatı olmayanlar. İnsan olarak görünürler ama sıfatları hayvanîdir. Perde var. Perdenin arkasında köpek var. Affedersiniz ama görmüyoruz. Perde mani oluyor. İşte hayvanî sıfattaki insanı da göremiyoruz, insan zannediyoruz. Zeliha ne yaptı? Zeliha kölesi ile söylendiği gün onu kınadılar. Zeliha'nın bir büyük evi varmış. Mısır'ın bütün ileri gelenlerinin hanımlarını davet ediyor. Hizmetçilerini de hizmete getiriyor. Bunlara birşeyler ikram edecek.
Kâlemden şakk olup seyrâne geldim
Cenâb-ı Hakk Peygamber Efendimizin nurunu halketmiş. En evvel O'nun nurunu halk etmiş. Onun nurundan kâlemi halk etmiş. Bu sefer Celâlinin tecellisinden kâlem iki parça olmuş. Onun için arş, kürs, levh, kâlem geliyor. Arş büyük. Kürs ondan büyük. Kâlem ondan da büyük. Dünyadan daha büyük yıldızlar var. Bunların hiçbirisi buradaki sayıda yok. Arş, kürs, levh, kâlem.
Kudsî hadis var.
"Ben arşa, kürse, levhe, kâleme sığmam. Mü'min kulumun kalbine sığarım." buyuruyor Cenâb-ı Hakk.
İşte Cenâb-ı Hakk celâl sıfatını kâleme gösterince kâlem parçalanmış.
Biri yazdı semavâtı bütün me'vâyı cennatı
Biri yazdı küsûfâtı oluben mazhar-ı ekvân
Yani bütün güzelleri, makbul olanları birisi yazmış. Biri de küsufat. Yani halkiyetin içerisinde küçük, daha kıymetsiz olanları yazmış. İnsanlarda dahil burada. Eğer insanlar ulvî makama ulaşırlarsa, o güzelleri yazan kâleme dahil oluyor. Süflî âleme düşerse bu sefer küsufatı yazana dahil oluyor.
Tin suresinde buyuruyor:
"Biz insanı çok güzel halk ettik. Güzellerin güzeli halk ettik. Çok güzel halk ettiğimiz insanı biz cehennemde esfel-i sâfiline düşürürüz."
Cehennemdeki esfel-i sâfilin ne?
Cehennemin en derin, en karanlık, en cefalı yeri.
Cennete de en yüksek makam: Alâ-yı illiyn. Birden başlıyor yüze kadar. Cehennemde de birden başlıyor, yüze kadar. En çukur yer esfel-i sâfilin. Şeytanlar, en çok isyan edenler orada.
Ne ikram ediyor Zeliha Mısırlı hanımlara? Bir tane tabak. Birer tane turunç veriyor veya elma veriyor. Artık rivayetler var burada. Nar veriyor.
Diyor ki:
- "Herkes almış olduğu narları kesmesin. Ben "kesin" deyince keseceksiniz bu narları."
Herkesin tabağı yanında, narlar ellerinde, bıçakları yanlarında. Tamam olduktan sonra onlara:
- "Kesin" diyor.
Onlar kesmeye başlayınca perdeyi kaldırıyor. Yusuf Aleyhisselam'ı perdenin arkasına koymuş. Evin içine siyah bir perdenin arkasına gizliyor. Nasıl ki kaldırıyor, bu ev bir ışıldıyor! Nerden geldi bu ışık? Bakıyorlar ki karşıda bir sûret var. Bir cisim var. Yusuf Aleyhisselam'ın güzelliği. Ev ışıdı. O güzellik bunların gönüllerini, kalp gönüllerini çekti. Daha kendilerine hakim olamıyorlar. Hepsi oraya bakıyorlar. Fakat oraya bakayım derken, narı keseyim derken herkes ellerini kesti. Kanları akıyor hiç haberleri yok. Ne kandan haberleri var. Ne de ellerini kestiklerinden haberleri var. Gözlerini oradan bir türlü ayıramadılar. Yusuf Aleyhisselam'dan. Neyse ki perdeyi indirdi. O zaman oradan gözlerini ayırabildiler. O zaman baktılar ki ellerini doğramışlar.
- "Sen haklısın."
Ellerinin acısını bile duymamışlar. Biz daha sana birşey söylemiyoruz. Dediler.
- "Haşa bu beşer değil, melektir." dediler.
Hayvanî sıfatta olan bir insana bu ceset perde olmuş örtüyor. Beşerî sıfatta olanı da bu ceset perde olmuş örtüyor. Melekî sıfatta olanı da ceset perde olmuş örtüyor. Sıfatları vardır insanların. Bunların önünde perde var görülmüyor. Bu perde cisim, ceset. Bu sıfatları perdeleyen bu cisim çürüyor. Ama o hayvanî sıfatta kalmışsa Cenâb-ı Hakk onu bir hayvanî sıfatta diriltecek. Ruh da o cisimle beraber cehennem azabı görecek. Beşerî sıfata geçmişse, beşer sûrette Cenâb-ı Hakk buna bir cisim halk edecek o cesetle o ruh kalkacak, gidip cennete sefâsını sürecek.
Bu dünya âleminde işte bunlar kazanılıyor insanlar tarafından. Allah'a isyan edenler hayvanî sıfatta kalıyorlar. Allah'a itaat edenler beşerî sıfata geçiyorlar. İtaat varlığını da geçenler melekî sıfata geçiyorlar.
Soru: Beşerî sıfattaki sûret dünyadaki sûrete benzeyecek mi?
-"Tabii benzeyecek ama yalnız. Mesela Hacı Efendi 80 yaşında ölüyor, bir başkası 20 yaşında ölüyor, genç. Öbür dünyada herkes 33 yaşında olacak. Ama beşerî sıfatta ise cennette herkes aynı yaşta aynı boyda olacak."
Soru: Yüz hatları nasıl olacak?
- Yüzleri de aynı olacak. Ama beşerî sıfata geçmişlerse böyle olacak. Melek sıfatına geçenler. Onlar başka. Melek sıfatına geçenlerin sıfatından bahis olmaz ki. Ondan bahis yok. Onun için buyuruyor ki kelâmda:
Bir Yusuf-i cemal server-i hûbân
Hz. Şeyhimden gösterir nişan
Kâbil mi vasfını söylesin lisân
Yandırır büsbütün dünyayı zülfün
Hûblar meydânında Yusuf-î sani
Haraca bağlamış hep Gürcistânı
Al yanak üstünde eyler seyrânı
Gözetir gonca-yı hamrayı zülfün
...
Yanağında feryad eyler andelib
Râkipler dermesin güllerimizi
Server-i hûban: Çok güzel, güzelliği her şeyi yok ediyor demek.
Salih Baba'nın divanında vardır ki:
Şeyhim güneştir ben onun zerresiyem
Bir de buyuruyor ki:
Bu girye-i nalanıma kıl merhamet ey şah
Pek güç bulunur sen gibi bir ârif-i billah
Övmüş de yaratmış seni Ol Hazret-i Allah
Görün nice mahbub-u Hüda var bu beşerde
Sevdim seni seyda-yı cihan hayır ve şerde
Allah'ın güzel insanları var. Nerede? Bu beşer insanların içerisinde övmüş de yaratmış diyor.
Girye-i nalan ne? Yani onun ruhu Evliyaullah'ın maneviyâtını görmüş. Onun güzelliğini görmüş.
Girye-i nalan: Ağlamak, giryan çok yanarak, çok feryat ederek ağlamak. Niye? Evliyaullahın maneviyatını hissetmiş. Maneviyatını görmüş. Ruhu yanaraktan onu arıyor, istiyor. Ağlaması, yanması ona. Âşıkların ciğeri yanarmış, pişermiş. Sen ben görebiliyor muyuz onu?
Ama yanarmış. Bunu gören var mı? Biz bilemiyoruz. Göremiyoruz. Gören bilen var mıdır ? Vardır. Senin ciğerin yanmasını biz bilemiyiz ama onu erbabı bilir. Evliyaullah bilir. Zaten O yakıyor. Yakan O. Niye yakıyor. Seni varlığından kurtarıyor. Seni cânâna ulaştırıyor. Senin varlığın bir benliktir. Ayrılıktır. Allah'tan ayrılığın senin varlığındır. Senin varlığın, Allah'tan ayrılık. Varlığından kurtulsan Allah'a ulaşırsın. Varlığından nasıl kurtulacaksın? Parça, parça etsen yok olmaz. Ateşe atsan yok olur.
İşte bu cisim nerede? Bizim varlığımızda. Evlat, makam, rütbe, ilim hepsi bizim varlığımız. Bilgimiz mârifetimiz.. Hepsi cisim. Cisimleri ateşe atıp yakarsak yok olur. Kalpteki cisimleri ne yakar. Allah ateşi yakar. Resulullah aşkı yakar. Meşâyih aşkı yakar. Onun için diyor:
Ciğer yandı kebap oldu yürek kanı şarap oldu
Gönül şehri harap oldu Seni arayı arayı
Bir başka Kelâm-ı kibâr:
Aşık olanın ciğeri yanar da pişer de
Sevdim seni seydâ-yı cihan hayır ve şerde
Görün nice mahbub-u Hüda var bu beşerde
Sevdim seni seydâ-yı cihan hayır ve şerde
Ama bunu kimse bilmez. Erbabı bilir. Nasıl ki Peygamber Efendimize şikayet ettiler.
Neyi şikayet ettiler?
Mekke'den Medine'ye hicret etmişler. Medine küçük bir yer. Mekke'ye karşı çok küçük. Orada kalabalık olunca kıtlık oldu. Yemek, yiyecek yetişmedi. Hz. Ebubekir Efendimizin kapısından geçenler et, kebap kokusu alıyor. Herkes ekmek bulamıyor. Aç. Onun kapısından geçen kebap kokusu alıyor. Resulullah Efendimiz'e şikayet ediyorlar.
- "Ya Resulullah senin sâdık arkadaşın her gün et pişiriyor. Biz ekmek bulamıyoruz. O et yiyor" diyorlar.
Resulullah inanmıyor.
- "Bunda bir yanlışlık var" diyor.
Israr ediyorlar:
- "Her gün kokusu geliyor. Dumanı görüyoruz." diyorlar.
- "Haydi gidelim beraber" diyor.
O şikayet edenleri alıp beraber geliyorlar. Kapıdan sesleniyorlar.
Sünnettir. Kapıdan seslenmeden Peygamber Efendimiz içeri girmezdi. Kimin kapısı olursa olsun kapısını çalmadan içeri girmezdi.
Bir de şu vardır: Kardeşin, teyzen, halan, kızkardeşin hariç nikâh düşen bir hanımın evine erkeği olmadan girilmez. Bu da yasak.
Neyse Ebu Bekir Efendimiz çok seviniyor. Resulullah'ı içeri alıyorlar. Hepsi birden oturuyorken Peygamber Efendimiz soruyor:
- "Hani ne ateş var? Ne et var? Ne de kebap?" diyor.
Ama koku geliyor.
- "Haydi Ebu Bekir'in vücudunu koklayın!" diyor.
Kokluyorlar ki koku oradan geliyor.
Diyor ki:
- "Ebu Bekir'in ciğerleri Allah aşkı, Resulullah aşkı ile yanıyor."
İşte bu da Peygamber Efendimize aşikâr olmuş. Diğerlerine aşikâr olmamış. Bir müridin de yandığını meşâyihi bilir, ama başkası bilemez.
Kıyamazsan başa cana ırak dur girme meydana
Niye yakıyor? Meşâyih neyi yakıyor? Muhalifleri yakıyor. Kalbinde mekan tutmuş olan cisimleri yakıyor; orada. Allah'tan başka birşey bırakmıyor. Sevginin muhabbetin sonu mahviyettir. İşte muhabbet kalbinde herşeyi yakar atarsa, kendi varlığını da yok ederse o zaman ne olur? Mahviyet olur. Yok olur. Kendi yok oldu, eşya yok oldu. Kim var? Allah.
"Ölmeden evvel ölün!"
Ölmeden evvel ölmek, varlığından kurtulmak. Varlığından kurtulursa kâmil oluyor. Kâmile her eşya evrat. Her cisim, canlı, cansız, taş, ağaç, kuş, bakar ki her cisim tevhit çekiyor. "Lâ ilahe illallah." Başka bir şey yok.
"Lâ"yı ıskat eyleyenler daim illa "Hu" çeker
Sen kendini yok ettinse, eşya da yok oldu. Sen yok olmakla bu mülkün sahibi de mi yok olacak? Evvel de O. Âhir de O. Bâtın da O. Zâhir olan şey nedir? Allah'ın varlığı. Ama niye göstermiyor? Senin varlığın perde olmuş. Onun için göstermiyor.Evet senin varlığın kalkarsa ortadan, o zaman ne olur? Vâcib-ül vücud olan Yüce Zatın varlığı çıkar meydana. Bunlar haktır. Hakikattır. Hakikate ulaşanlar içindir bu nimetler. Ulaşamayanlar için değil. Ama hakikate nasıl ulaşılır? Tarîkatla.
Şeriat, tarîkat, hakikat, mârifet.
Şeriat cesetle. Şeriat, cesedi hayvanî sıfattan beşerî sıfata geçirir.
Tarîkat beşerî sıfattan melekî sıfata geçirir. Beşerî sıfat yine noksan sıfattır.
Elhamdülillah!
İşte Cenâb-ı Hakk bu nimetleri bizler için halk etti.
Onun için buyuruyor ki:
"Biz insanı büyük halk ettik. Biz insanı kıymetli halk ettik."
Ama ne zaman kıymetli oluyor? Hakikate geçince. Hakikate geçmeden büyük de değil, güzel de değil. Kıymetli de değil. Hakikate geçince Allah'ın zatından sonraki büyük varlık o insandır.
Cenâb-ı Hakk:
"Hiç bir yere sığmam mü'min kulumun kalbine sığarım" diyor.
O insan hakikate ulaşıyorsa Allah'ın sıfatları ile sıfatlanıyor. Onun için Cenâb-ı Hakk buyuruyor.
"Biz velilerimizi yeşil kubbemizin altında gizledik, onları bizden başka kimse bilmez."
Bir de buyuruyor ki:
"Yeşil kubbemizin altında gizlediğimiz o veli kullarımızın gören gözü bizim gözümüz, işiten kulağı bizim kulağımız, konuşan dili bizim dilimiz."
Onun için Evliyaullah'ın bâtın eli vardır. Bâtın kulağı vardır. Bâtın gözü vardır. Bâtın dili vardır. Onların nefisleri konuşmaz. Ruhları konuşur. Ruhun da bir makamı vardır. Oraya gelince konuşur. Velilerin ruhu oraya ulaşır. Bunlara inanmak lâzımdır bunun için de bir meşâyihe bağlanmalı.
Onun için ne buyurulmuş ?
Özün bir pire teslim et müdavim ol kapısında
Meşâyihten murâd şâhım mürebbi kâmil olmaktır
Burada ne var? Hani "Ne olursan ol gel" demiş ya. İnsanı bir kere hayvanî sıfattan geçiriyor. Kurtarıyor. Bütün günahlarını hafiflettiriyor. Bak bizim tarîkatımızda boy abdesti var ya, çok kıymetli. Başka tarîkatlarda yok. Sadece bizde var. İnsan kaç yaşında olursa olsun. Ne kadar günahı olursa olsun. Bir boy abdesti almakla bütün günahlarından kurtuluyor. Ve hiç günah kalmıyor. Onun için kaza namazları da emretmiyor, büyüklerimiz. Çünkü kazası da kalmıyor. Geçmişte bütün isyan içinde olan hayvanî sıfattaki bir insan, el tutup da boy abdesti almakla hepsinden kurtuluyor. Onu hayvan sıfatından kurtarıyor.
Seni hayvan iken insan eder şeyh
Gönüller şehrine mihmân eder şeyh
İçirip bir kadeh aşkın meyinden
Gedâ iken seni sultan eder şeyh
Geda: Kul. Sana Allah'ı sevdirir. O sevgiyle seni Allah'a ulaştırır, "Kapısında kul var sultandan içerü" buyuruyorlar.
Ete kemiğe büründüm Yunus diye göründüm
Onun için Mevlana "O geliyor O" diyor. Şems'in kemâline demiş. Şems'in kemâlinde ise Allah'ın sıfatları tecelli etmiş.
İbrahim Aleyhisselam Cenâb-ı Hakk'tan iki şey istemiş. Peygamberimizden sonra Cenâb-ı Hakk'ın en çok sevdiği peygamber O'dur.
Birinci isteği şu oluyor.
- "Yarabbi sen bu insanları ölünce dirilteceksin. Acaba nasıl dirilteceksin çok merak ediyorum?" diyor. İnandığı halde.
Cenâb-ı Hakk ne emrediyor:
- "İbrahim! Dört tane büyük kuşun başlarını kes. Onların herbirini götür bir dağın başına koy. Vücutlarını da bir dibekte döv. Tüylerini, kemiklerini iyice döv." Yapıyor bunları, vücutları karıştı ve macun oldu. Başları dağların başında.
- "Ya İbrahim sen bunların isimleri ile seslen."
- "Tavuk, hindi, ördek, kaz.."
Macun olmuş etlerden her bir kuşun eti bir tarafa ayrılıyor. Kemikleri bütünleşiyor. Etleri kemiklere yapışıyor. Tüyleri, etleri bütünleşiyor. Başları gelip takılıyor.
Secdeye kapanıyor Hz. İbrahim.
İkinci isteği de şu.
- "Yarabbi sen yemekten, içmekten, gitmekten, gelmekten münezzehsin. Bu dünya hanemde seni bir göreyim. Ne olur buraya gel!"diyor.
Cenâb-ı Hakk:
- "Ya İbrahim filanca gün filanca saatte geleceğim" diyor. İbrahim Aleyhisselam ne yapıyor. Onda hizmet gören çok. O kadar temizlik o kadar hazırlık o kadar hizmet ki.. Neyse misafir geldi. O kadar ihtiyar ki beli bükülmüş, ağzından salyalar akıyor. Dura dura yürüyen bir ihtiyar geliyor. Gözünü çapak bürümüş. Üstü başı eski bir halde, böyle değişik bir halde geliyor.
- "Ya İbrahim sen benim karnımı doyur." diyor.
O da diyor ki:
- "Git baba sen buralarda durma. Al sana ekmek git de şuralarda ye," diyor. Ekmek verip gönderiyor. Aradan zaman geçiyor.
- "Yarabbi sen vaadinden dönmezsin, verdiğin sözden dönmezsin. Niye gelmedin?"
Cenâb-ı Allah:
- "Ya İbrahim ben geldim de sen benim yüzüme bile bakmadın, kuru ekmek verip savdın." diyor.
- "Aman Yarabbi estağfirullah bu nasıl olur. Bilemedim affet." diyor.
- "Bu nasıl olabilir?"
Allah-ü Teâla diyor ki:
- "Ya İbrahim sana çok kerih görünen bir ihtiyar vardı ya ben onun kalbindeydim. Eğer sen ona hizmet etseydin bana yedirmiş olurdun." diyor.
Evet ama demek ki o ihtiyar öyle görünüyor ama onda bir kemâl sıfat varmış. Cesedinin görüntüsü onu gizlemiş. Cisim bir perdedir. Hayvanî sıfatı da gizlemiş göstermiyor. Melekî sıfatı da gizlemiş göstermiyor. Beşerî sıfatta da olsa göstermiyor. Ama bizim inancımıza göre, Allah'a şükür Amentünün şartlarına inandık. Allah'a, meleklere, kitaplara inandık.
İnanıp hakikatını yaptıksa niye hayvanî sıfatta kalalım? Çünkü Peygamber bizlere geldi. Kur'an'a, peygambere uyduksa daha niye hayvanî sıfatta kalıyoruz? İnsanız. Kur'an'ı, peygamberi olmayanlar insan olmuyor. Hayvan sıfatında kalıyorlar.
Şeyh Efendimin zamanında bir tanesi dedi ki:
- "Hoca nasıl edelim, biz sokağa çıkmayalım mı? O kadar açık saçık hanım var ki, biz kurtaramıyoruz kendimizi onlardan." dedi.
Mübarek dedi ki:
- "Siz onlara hayvan sıfatı ile bakın. Eğer insan olsalar eksiklik duyarlar. Eksiklik göstermiyorlarsa demek ki onlar hayvan. Hayvandan nâmahrem olmaz insana."
Öyle cevap verdi.
Fakat daha takva ehli bir kimse için de ne vardır? Tesettürlü olanlar için de ne vardır? Bulara karşı da yaşlı ise anneniz, akran iseniz bacınız, yaşı küçük ise evladınız olarak bakın.
Her neye bakarsan Hak gözüyle bak
Böyle bakan gözlere olmaz yasak
Elhamdülillah, hepinizin şeriatı tarîkatı var. Hanımlarınız da tesettürlü. Tesettürlerine de rıza gösterin. Eğer bir hanım örtünmek isterse de kocası mani olursa günahı kocasınındır. Hanımın değildir. Tesettür de Allah'ın emridir. Hanımlar için açıklık büyük günahtır. Ama sözün geçmiyor. Yani örtün diyorsun örtünmüyor. Ona vurmak, sövmek, onu evden kaçırmak bir yuvayı dağıtmaktır. Belki 3-4 tane çocuk. Onlar ne olacak? Ne olacak vurup, çalınca, evden kaçırınca? Nasihat edeceksin. "Örtün" diyeceksin. Örtünmüyorsa günah onun boynuna. Ama bir de var ki hanım örtünmek istiyor. Beyi mani oluyor. Bu sefer de günahı beyinin boynuna. O hanımın günahını beyi çekecek.
Dibi zehir dolu yüzünde var bal tadı
Bu yolda hüzün de var. Bal da var. Bal gibi tatlı görünen bu dünya zehirliyor da haberimiz yok. İnsanın tanıdığı bir dostu olur. Yüze dost. Ama içinde düşmanlığı var. Seni öyle kolluyor ki, seni gâfil bulsa da düşmanlığı yapsa... Dost görünen kimseye gidersin, o da sana bal şerbeti diye içerisinde zehir doldurur getirir. Sen de, benim dostum bana şerbet verdi, ikram etti diye alır içersin. Zehirlenirsin.
Biz de bir aletiz konuşturuyorlar, konuşuyoruz. Cansızı da konuşturur. Kelâm-ı Kibarda şöyle:
Gâhi şecerden söyler ol gâhi hacerden söyler ol
Gâhi beşerden söyler ol bir mantık-ı bürhânıdır
Hacer: Taş. (İsa Kelimullah'ın taşı.)
Şecer: Ağaç. (Musa Kelimullah'ın yanındaki asası, ağaç.)
Bürhan: Kurtuluş.
Cenâb-ı Hakk taşı da konuşturur. Ağacı da konuşturur.
Bunlar hizmet görmüşler. İnsanların göremediği güçleri kuvvetleri, sanatları bunları yapıyorlar. Deryaya vuruyor. Derya yükseliyor yol açılıyor. Firavun tâ şarktan, garbe hükmediyordu. Musa'nın yaptığı işleri biliyordu. Ama inadı vardı. Haşa, Musa'yı sihirbaz zannediyordu. Firavun şarktan garbe bütün sihirbazları topladı.
Tefsirde şöyle geçiyor:
Bütün topladığı sihirbazlar gelmişler ki Musa Kelimullah'ın sihirini bastıralım. Hâşâ Estağfirullah. Bu sihirbazların 200 deve yükü sihir aletleri varmış. Artık kendileri kaç kişiydi belli değil. Yılanlar, canavarlar vardı. Musa Kelimullah asasını nasıl bırakıyorsa bunların hepsini yutuyor.
Firavun yine:
-" Ya Musa! Sana inanacağım" diyor.
Musa Kelimullah:
- "Tut şunu" diyor.
Asaya elini atıyor. Ama asa elinde. Bir de bakıyor ki 200 deve yükü sihirbazların âletleri yok olmuş. Bütün sihirbazlar Hz. Musa'ya inandılar. "Sen hak Peygambersin" dediler.
Firavun etrafı sargıya almıştı askerleri ile.
- "Vay ben sizi Musa'yı yenmeniz için getirtmiştim. Siz ne yaptınız?" diyor.
Öldürüyor. Öldürtüyor. Fakat hepsi şehit gidiyorlar. Çünkü Musa Kelimullah'ın peygamber olduğunu tasdik etmişlerdi.
Cevlan eder bu arada pertev-i nûr-u Hüdâ
Şeyhim Muhammed Sami de ol dilber-i ruhanidir
Hz. Musa'nın asasının aslı bir ağaç ama çok maharetler görüyor. Hz. İsa'nın bir taşı varmış, o da ona hizmet veriyormuş. Konuşuyormuş. Beşer nedir burada? Ümmî bir kimseye Cenâb-ı Hakk ilim verirse beşer de o..
Ağacı konuşturan Allah, taşı konuşturan Allah, ümmî bir kimseyi de konuşturur. Şimdi burada konuşmamız ilmimizden, bilgimizden değil. İtimat edin. Bu cemaatin muhabbeti ve ihlası konuşturuyor. Bizi değil Cenâb-ı Hakk taşı bile konuşturur. Ama görecek göz lâzım, işitecek kulak.
Cenâb-ı Hakk buyuruyor ki:
"Sizin cansız gördüğünüz cemâdatlar beni zikrederler."
Biz niye göremiyoruz?
Biz niye duyamıyoruz? Eğer bizim de görecek gözümüz, işitecek kulağımız olsa bütün eşyanın "Lâ ilahe illallah" dediğini müşâhede edeceğiz.
Bilinmez âlemin sırr-ı nihândır
Dört şâhın hükmüyle döner cihândır
Ârif olanlara özge seyrândır
Kâmile her eşya olmuş bir evrâd
Yani şimdi sen de kâmil insan olsan her eşya sana hizmet verir.
Hz. Musa'ya asası, Hz. İsa'ya taşı niçin hizmet verdiler? Kâmil insan oldukları için, nebî oldukları için. Nebîler için her eşya konuşur. Canlı, cansız her cisim konuşur. Kâmiller ile de konuşurmuş.
Burada dört şâhtan mana:
Zâhirde: Edille-i şeriyye. (Kitap, sünnet, icma, kıyas) Edille-i şeriyye ancak insanları hayvanî sıfattan kurtarır. Beşeri sıfata geçirir. Bunlar olmazsa insanlar hayvanî sıfatta kalırlar.
Tasavvufta ise: (Muhabbet, ihlas, edep, teslimiyet) Bunlar insanı beşerî sıfattan melekî sıfata geçirirler.
Buyuruluyor ki:
Çoğu bu halkın cinnîdür
Mü'min olana kinnîdür
Bazıları var sünnîdür
Cinni bırak cân ara bul
Bir kâmil insan ara bul
Burada bize ne kadar nasihat var. Bize ne kadar kurtuluş var bu kelâmda. Çünkü insanların şerlerini Cenâb-ı Hakk cinlerle beraber zikretmiş.
"Gul eûzü birabbinnasi" de Cenâb-ı Hakk cinlerle, şerli insanları beraber zikretmiş. Halbuki cinler insanlara çok zararlıdır. Çok da kinlidir. Bir müslümana musallat olurlarsa bırakmazlar bir daha.
Soru: Cinlerden müslüman yok mu Efendim?
- Var Efendim. Onlarda da yine kin var. "Müslüman yok mu" denilince şimdi zâhirde bir müslümandan sana zarar gelmiyor mu? Oysa ki müslüman hacı olmuş, ehl-i salat, namazını kılıyor, orucunu tutuyor, sana zarar gelmiyor mu? İcabında hoca da. Fakat onda da bir kin oluyor. Yani incitecek bir söz söylesen veya ona zarar verecek bir şey yapsan ne yapıyor?
- O da sana kin besliyor. İnsanın müslümanında bu varsa, cinnîlerin müslümanında da bu daha çoktur.
Cinnîlerde kemâl yok. Onlar da peygamber olmadığı gibi, onlarda veli de yok. Onların peygamberleri de insandan. Mürşitleri de insandan. Ama onlardan da tarîkatlı olanlar var. Eğer bir meşâyih "Mürşid-i Sakaleyn" olursa, yani cinlerin meşâyihi olursa zaten peygamberleri de mürşid-i sakaleyndir. Cinlerden de müritler vardır. Ama ne de olsa onlar insanlar kadar yetişemiyorlar. İnsanlarda da kemâl ehli çok az.
Bu halkın çoğu kâl ehli kimi olmuş vebâl ehli
Kati azdır kemâl ehli yalan davaya düştüm ben
Bu zaten görünen, bilinen bir şey herkes tarafından. Şimdi bu zamanın insanlarında ibadet yapan mı çok yapmayan mı çok? Günahtan kaçan mı çok? Kaçmayan mı çok?
Herkes bunu biliyor. Öyle ise namaz kılmayan oruç tutmayan çok ise, onlar hep kâl ehli. Zaten ilm-i ezelide insanın halkiyetinde de öyle. Cenâb-ı Hakk insanı halk etmiş. On bölüm yapmış. Yani onlara dünya hayatını göstermiş, bunların dokuz bölümü ehl-i dünyayı kabul etmişler. Bir bölümü kabullenmemiş. Tekrar onları Cenâb-ı Hakk on saf etmiş. Bunlardan dokuz bölümü âhireti istemiş. Bir bölümü de âhireti istememiş. Şimdi ne oluyor burada %90'ı küfre ayrılıyor. %10 müslüman, %10 ehli âhiret, %1 de âhireti istemiyor. Cenneti de istemiyor. Cenâb-ı Hakk bunlara tekrar Ferman-ı Celili ile soruyor:
-" Siz dünyayı almadınız. Ahireti de istemediniz. Ne istiyorsunuz ?"
Onlar diyorlar ki:
-"Yarabbi, biz, Senin rızanı isteriz!"
Bu ruhların doğuşu tâ oradan geliyor.
Onun için Yunus Emre ne diyor:
Sensin benim canım canı sensiz kararım yoktur
Cennette sen olmaz isen vallah nazarım yoktur
Salih Baba divanında da vardır aynı böyle:
Cemal'in şem'ine müştak olanlar
N'eder cennetteki ebrarı leyli
Cemâlin nuruna âşık olanlar cenneti ne yapacak? Cennetin varlığını ne yapacak? İstemez. İşte bunlar %1 içine giren kısımdır. Bunlar ehl-î huzur oldular. Huzur sahipleri bunlar. Kemâl ehli de bunlar oluyor. Yetişkin insan da bunlar oluyor. Veli sınıfına geçenler, veliler bunlar oluyor. Bunlar Cenâb-ı Hakk'ın rızasını kazanmak istiyorlar. Cenâb-ı Hakk da diyor ki:
"Siz Benim dünyada rızamı kazanmak istiyorsunuz ama sizin üzerinize belâmı, çilemi yağmurlar gibi yağdırırım."
Onlar soruyor:
- "Yarabbi! Bunlar nereden gelir?"
- "Bizden gelecek" diyor.
- "Sen'den gelecekse hoş." Belayı da kabulleşmişler.
"Eşeddü belâ" fermanı var. "Burada belânın en büyüğünü Peygamberlere verdik."
"Onlardan biraz hafifini velilere verdik." Bizim de burada bir payımız var. Onun için bunu idrak edenler ne demiş:
Gelse celâlinden cefâ
Yahut cemâlinden sefâ
Senden bana hoştur gelen
Ya hil'etü yahut kefen
Ya gonca gül yahut diken
Burada gonca gülden maksat, insanların varlığıdır. Mesut olmasıdır.
Dikenden maksat, İnsanların dünyada çilesi, hastalığı, fakirliği, zilleti. Bunların ikisi de hoştur.
Andan ne gelse yahşidir zira ol dostun bahşidir
Burada çok büyük mana vardır. Aslında biz "..vebil kaderi, hayrihi ve şerrihi.." fermanının bir türlü özüne inemiyoruz. İşte bu fermanın sözünde değil de özüne geçenler için böyledir. Hepsini oradan bildiği için, hastalık, sağlık bir oluyor. Varlık, yokluk bir oluyor. Sefâ, cefâ bir oluyor. Bunlar kim oluyor? Bunlar ehl-i huzurdurlar. Kâlû: belâ'da ruhlardan başlıyor bu. Cenâb-ı Hakk diyor ki:
"Siz dünyaya gideceksiniz. Benim rızamı dünyada kazanacaksınız. Benim rızamı kazanmanız için sizin üzerinize belamı çilemi yağmur gibi yağdıracağım."
Onun için Kelâm-ı kibârda da:
Bu dünya hep benim olsa gamım bitmez nedendir bu
Ezelden gam türâbı ile yoğrulmuş bir bedendir bu
Dünya, insanın gamını götürür mü? Götürmez. Çok zengin olsa. Dünyaya hâkim olmuş olsa. Kendisi hasta. Vücudu çok arızalı. Vücudunda ağrısı, ızdırabı var. Onun zenginliği hastalığını, gamını götürür mü? Öyle ise Allah'tan gelen iptilalar illetle gelir, zilletle gelir. İllette de bir sınır yoktur. Yani hastalıklar, kazalar belalar çoktur. Sayılmayacak kadar. Çünkü bildiklerimizden çok bilmediklerimiz var. Gördüklerimizden çok görmediklerimiz var. Allah'ın dertleri de böyle. Hastalıkları da böyle. İllet hastalık demek. Çeşitlidir. Cenâb-ı Hakk "Biz Ademi topraktan halk ettik" diyor. Bizim maddemiz topraktır. Bizim cesedimiz topraktan halk olmuş. Gerçi biz toprağı göremiyoruz ama, ceset neden oluştu? Toprak, su, hava, ateş. Dört anasırdan mürekkep. Mayamız dörttür bizim. Ne buyuruyor divanda:
Kâlemden şak olup seyrâne geldim
Bulut yağmur olup ekvâne geldim
Nebât hayvân olup insâne geldim
Bundan ne anlayacağız şimdi? İnsanların ruhu var ya, çok âlemler dolaşmış gelmiş. Bir de cesedimizin gelişi var. Ceset nereden oluyor? Bir damla su. Bu nereden meydana geliyor? İnsanların almış olduğu gıdadan.
Bunlar görülenler, bilinenler. İdrak edilen şeyler. Âlemler çoktur. Bazı âlemler var ki bilinmiyor. Görünmüyor. Onların esrârına, sırrına erilmiyor.
Ekvandan mânâ, dünyadır. Ben bulut oldum. Buluttan yağmur oldum. Dünyaya geldim. O yağmurdan dünyada ot bitti. O otu hayvan yedi. O hayvanı da insan yedi. İnsanda da (affedersiniz) men'i meydana geldi. Ondan da insan meydana geldi.
Ne buyuruyor divanda:
Kâlemden şak olup seyrâne geldim
Bulut yağmur olup ekvâne geldim
Nebat hayvan olup insane geldim
Bu ancak cesedin gelişidir. Aslında bir de ruhun gelişi vardır. Ruhun gelişi ise Allah'tan oluyor. Cenâb-ı Hakk Kur'ân-ı Kerîm'de buyuruyor:
Bir çocuk ana rahminde dört aylık oluncaya kadar onda can yok. Bir et parçası. Dört aylık olunca ona ruh üfleniyor. İşte Cenâb-ı Hakk:
"Biz Ademi topraktan halk ettik. Kendi ruhumuzdan ruh üfledik." buyuruyor.
Bu ruh bütün insanlara üfleniyor. Ruhtan bahis yoktur. Ruhun şekli nasıl bilinmez. Tadı nasıl? Ruhun bir varlığı var. Çünkü ruh çıkınca cesedin kıymeti kalmıyor. Cesetteki kıymet ruh taşıdığı içindir. Ve ne oluyor? Bu ceset toprak oluyor. Çürüyüp gidiyor. Ruh yok olmuyor ki.. Ruh yok olmaz. Tekrar dirilecek olan ruhtur. Ceset tekrar dirilmez. Ama Cenâb-ı Hakk o ruha yine bir cisim halk edecek. Fakat bu cisim ikidir. Birisi hayvanî sıfat. İkincisi beşerî sıfat. Hayvanî sıfatta kimler? Şeriatı olmayanlar. Tarîkatı olmayanlar. İnsan olarak görünürler ama sıfatları hayvanîdir. Perde var. Perdenin arkasında köpek var. Affedersiniz ama görmüyoruz. Perde mani oluyor. İşte hayvanî sıfattaki insanı da göremiyoruz, insan zannediyoruz. Zeliha ne yaptı? Zeliha kölesi ile söylendiği gün onu kınadılar. Zeliha'nın bir büyük evi varmış. Mısır'ın bütün ileri gelenlerinin hanımlarını davet ediyor. Hizmetçilerini de hizmete getiriyor. Bunlara birşeyler ikram edecek.
Kâlemden şakk olup seyrâne geldim
Cenâb-ı Hakk Peygamber Efendimizin nurunu halketmiş. En evvel O'nun nurunu halk etmiş. Onun nurundan kâlemi halk etmiş. Bu sefer Celâlinin tecellisinden kâlem iki parça olmuş. Onun için arş, kürs, levh, kâlem geliyor. Arş büyük. Kürs ondan büyük. Kâlem ondan da büyük. Dünyadan daha büyük yıldızlar var. Bunların hiçbirisi buradaki sayıda yok. Arş, kürs, levh, kâlem.
Kudsî hadis var.
"Ben arşa, kürse, levhe, kâleme sığmam. Mü'min kulumun kalbine sığarım." buyuruyor Cenâb-ı Hakk.
İşte Cenâb-ı Hakk celâl sıfatını kâleme gösterince kâlem parçalanmış.
Biri yazdı semavâtı bütün me'vâyı cennatı
Biri yazdı küsûfâtı oluben mazhar-ı ekvân
Yani bütün güzelleri, makbul olanları birisi yazmış. Biri de küsufat. Yani halkiyetin içerisinde küçük, daha kıymetsiz olanları yazmış. İnsanlarda dahil burada. Eğer insanlar ulvî makama ulaşırlarsa, o güzelleri yazan kâleme dahil oluyor. Süflî âleme düşerse bu sefer küsufatı yazana dahil oluyor.
Tin suresinde buyuruyor:
"Biz insanı çok güzel halk ettik. Güzellerin güzeli halk ettik. Çok güzel halk ettiğimiz insanı biz cehennemde esfel-i sâfiline düşürürüz."
Cehennemdeki esfel-i sâfilin ne?
Cehennemin en derin, en karanlık, en cefalı yeri.
Cennete de en yüksek makam: Alâ-yı illiyn. Birden başlıyor yüze kadar. Cehennemde de birden başlıyor, yüze kadar. En çukur yer esfel-i sâfilin. Şeytanlar, en çok isyan edenler orada.
Ne ikram ediyor Zeliha Mısırlı hanımlara? Bir tane tabak. Birer tane turunç veriyor veya elma veriyor. Artık rivayetler var burada. Nar veriyor.
Diyor ki:
- "Herkes almış olduğu narları kesmesin. Ben "kesin" deyince keseceksiniz bu narları."
Herkesin tabağı yanında, narlar ellerinde, bıçakları yanlarında. Tamam olduktan sonra onlara:
- "Kesin" diyor.
Onlar kesmeye başlayınca perdeyi kaldırıyor. Yusuf Aleyhisselam'ı perdenin arkasına koymuş. Evin içine siyah bir perdenin arkasına gizliyor. Nasıl ki kaldırıyor, bu ev bir ışıldıyor! Nerden geldi bu ışık? Bakıyorlar ki karşıda bir sûret var. Bir cisim var. Yusuf Aleyhisselam'ın güzelliği. Ev ışıdı. O güzellik bunların gönüllerini, kalp gönüllerini çekti. Daha kendilerine hakim olamıyorlar. Hepsi oraya bakıyorlar. Fakat oraya bakayım derken, narı keseyim derken herkes ellerini kesti. Kanları akıyor hiç haberleri yok. Ne kandan haberleri var. Ne de ellerini kestiklerinden haberleri var. Gözlerini oradan bir türlü ayıramadılar. Yusuf Aleyhisselam'dan. Neyse ki perdeyi indirdi. O zaman oradan gözlerini ayırabildiler. O zaman baktılar ki ellerini doğramışlar.
- "Sen haklısın."
Ellerinin acısını bile duymamışlar. Biz daha sana birşey söylemiyoruz. Dediler.
- "Haşa bu beşer değil, melektir." dediler.
Hayvanî sıfatta olan bir insana bu ceset perde olmuş örtüyor. Beşerî sıfatta olanı da bu ceset perde olmuş örtüyor. Melekî sıfatta olanı da ceset perde olmuş örtüyor. Sıfatları vardır insanların. Bunların önünde perde var görülmüyor. Bu perde cisim, ceset. Bu sıfatları perdeleyen bu cisim çürüyor. Ama o hayvanî sıfatta kalmışsa Cenâb-ı Hakk onu bir hayvanî sıfatta diriltecek. Ruh da o cisimle beraber cehennem azabı görecek. Beşerî sıfata geçmişse, beşer sûrette Cenâb-ı Hakk buna bir cisim halk edecek o cesetle o ruh kalkacak, gidip cennete sefâsını sürecek.
Bu dünya âleminde işte bunlar kazanılıyor insanlar tarafından. Allah'a isyan edenler hayvanî sıfatta kalıyorlar. Allah'a itaat edenler beşerî sıfata geçiyorlar. İtaat varlığını da geçenler melekî sıfata geçiyorlar.
Soru: Beşerî sıfattaki sûret dünyadaki sûrete benzeyecek mi?
-"Tabii benzeyecek ama yalnız. Mesela Hacı Efendi 80 yaşında ölüyor, bir başkası 20 yaşında ölüyor, genç. Öbür dünyada herkes 33 yaşında olacak. Ama beşerî sıfatta ise cennette herkes aynı yaşta aynı boyda olacak."
Soru: Yüz hatları nasıl olacak?
- Yüzleri de aynı olacak. Ama beşerî sıfata geçmişlerse böyle olacak. Melek sıfatına geçenler. Onlar başka. Melek sıfatına geçenlerin sıfatından bahis olmaz ki. Ondan bahis yok. Onun için buyuruyor ki kelâmda:
Bir Yusuf-i cemal server-i hûbân
Hz. Şeyhimden gösterir nişan
Kâbil mi vasfını söylesin lisân
Yandırır büsbütün dünyayı zülfün
Hûblar meydânında Yusuf-î sani
Haraca bağlamış hep Gürcistânı
Al yanak üstünde eyler seyrânı
Gözetir gonca-yı hamrayı zülfün
...
Yanağında feryad eyler andelib
Râkipler dermesin güllerimizi
Server-i hûban: Çok güzel, güzelliği her şeyi yok ediyor demek.
Salih Baba'nın divanında vardır ki:
Şeyhim güneştir ben onun zerresiyem
Bir de buyuruyor ki:
Bu girye-i nalanıma kıl merhamet ey şah
Pek güç bulunur sen gibi bir ârif-i billah
Övmüş de yaratmış seni Ol Hazret-i Allah
Görün nice mahbub-u Hüda var bu beşerde
Sevdim seni seyda-yı cihan hayır ve şerde
Allah'ın güzel insanları var. Nerede? Bu beşer insanların içerisinde övmüş de yaratmış diyor.
Girye-i nalan ne? Yani onun ruhu Evliyaullah'ın maneviyâtını görmüş. Onun güzelliğini görmüş.
Girye-i nalan: Ağlamak, giryan çok yanarak, çok feryat ederek ağlamak. Niye? Evliyaullahın maneviyatını hissetmiş. Maneviyatını görmüş. Ruhu yanaraktan onu arıyor, istiyor. Ağlaması, yanması ona. Âşıkların ciğeri yanarmış, pişermiş. Sen ben görebiliyor muyuz onu?
Ama yanarmış. Bunu gören var mı? Biz bilemiyoruz. Göremiyoruz. Gören bilen var mıdır ? Vardır. Senin ciğerin yanmasını biz bilemiyiz ama onu erbabı bilir. Evliyaullah bilir. Zaten O yakıyor. Yakan O. Niye yakıyor. Seni varlığından kurtarıyor. Seni cânâna ulaştırıyor. Senin varlığın bir benliktir. Ayrılıktır. Allah'tan ayrılığın senin varlığındır. Senin varlığın, Allah'tan ayrılık. Varlığından kurtulsan Allah'a ulaşırsın. Varlığından nasıl kurtulacaksın? Parça, parça etsen yok olmaz. Ateşe atsan yok olur.
İşte bu cisim nerede? Bizim varlığımızda. Evlat, makam, rütbe, ilim hepsi bizim varlığımız. Bilgimiz mârifetimiz.. Hepsi cisim. Cisimleri ateşe atıp yakarsak yok olur. Kalpteki cisimleri ne yakar. Allah ateşi yakar. Resulullah aşkı yakar. Meşâyih aşkı yakar. Onun için diyor:
Ciğer yandı kebap oldu yürek kanı şarap oldu
Gönül şehri harap oldu Seni arayı arayı
Bir başka Kelâm-ı kibâr:
Aşık olanın ciğeri yanar da pişer de
Sevdim seni seydâ-yı cihan hayır ve şerde
Görün nice mahbub-u Hüda var bu beşerde
Sevdim seni seydâ-yı cihan hayır ve şerde
Ama bunu kimse bilmez. Erbabı bilir. Nasıl ki Peygamber Efendimize şikayet ettiler.
Neyi şikayet ettiler?
Mekke'den Medine'ye hicret etmişler. Medine küçük bir yer. Mekke'ye karşı çok küçük. Orada kalabalık olunca kıtlık oldu. Yemek, yiyecek yetişmedi. Hz. Ebubekir Efendimizin kapısından geçenler et, kebap kokusu alıyor. Herkes ekmek bulamıyor. Aç. Onun kapısından geçen kebap kokusu alıyor. Resulullah Efendimiz'e şikayet ediyorlar.
- "Ya Resulullah senin sâdık arkadaşın her gün et pişiriyor. Biz ekmek bulamıyoruz. O et yiyor" diyorlar.
Resulullah inanmıyor.
- "Bunda bir yanlışlık var" diyor.
Israr ediyorlar:
- "Her gün kokusu geliyor. Dumanı görüyoruz." diyorlar.
- "Haydi gidelim beraber" diyor.
O şikayet edenleri alıp beraber geliyorlar. Kapıdan sesleniyorlar.
Sünnettir. Kapıdan seslenmeden Peygamber Efendimiz içeri girmezdi. Kimin kapısı olursa olsun kapısını çalmadan içeri girmezdi.
Bir de şu vardır: Kardeşin, teyzen, halan, kızkardeşin hariç nikâh düşen bir hanımın evine erkeği olmadan girilmez. Bu da yasak.
Neyse Ebu Bekir Efendimiz çok seviniyor. Resulullah'ı içeri alıyorlar. Hepsi birden oturuyorken Peygamber Efendimiz soruyor:
- "Hani ne ateş var? Ne et var? Ne de kebap?" diyor.
Ama koku geliyor.
- "Haydi Ebu Bekir'in vücudunu koklayın!" diyor.
Kokluyorlar ki koku oradan geliyor.
Diyor ki:
- "Ebu Bekir'in ciğerleri Allah aşkı, Resulullah aşkı ile yanıyor."
İşte bu da Peygamber Efendimize aşikâr olmuş. Diğerlerine aşikâr olmamış. Bir müridin de yandığını meşâyihi bilir, ama başkası bilemez.
Kıyamazsan başa cana ırak dur girme meydana
Niye yakıyor? Meşâyih neyi yakıyor? Muhalifleri yakıyor. Kalbinde mekan tutmuş olan cisimleri yakıyor; orada. Allah'tan başka birşey bırakmıyor. Sevginin muhabbetin sonu mahviyettir. İşte muhabbet kalbinde herşeyi yakar atarsa, kendi varlığını da yok ederse o zaman ne olur? Mahviyet olur. Yok olur. Kendi yok oldu, eşya yok oldu. Kim var? Allah.
"Ölmeden evvel ölün!"
Ölmeden evvel ölmek, varlığından kurtulmak. Varlığından kurtulursa kâmil oluyor. Kâmile her eşya evrat. Her cisim, canlı, cansız, taş, ağaç, kuş, bakar ki her cisim tevhit çekiyor. "Lâ ilahe illallah." Başka bir şey yok.
"Lâ"yı ıskat eyleyenler daim illa "Hu" çeker
Sen kendini yok ettinse, eşya da yok oldu. Sen yok olmakla bu mülkün sahibi de mi yok olacak? Evvel de O. Âhir de O. Bâtın da O. Zâhir olan şey nedir? Allah'ın varlığı. Ama niye göstermiyor? Senin varlığın perde olmuş. Onun için göstermiyor.Evet senin varlığın kalkarsa ortadan, o zaman ne olur? Vâcib-ül vücud olan Yüce Zatın varlığı çıkar meydana. Bunlar haktır. Hakikattır. Hakikate ulaşanlar içindir bu nimetler. Ulaşamayanlar için değil. Ama hakikate nasıl ulaşılır? Tarîkatla.
Şeriat, tarîkat, hakikat, mârifet.
Şeriat cesetle. Şeriat, cesedi hayvanî sıfattan beşerî sıfata geçirir.
Tarîkat beşerî sıfattan melekî sıfata geçirir. Beşerî sıfat yine noksan sıfattır.
Elhamdülillah!
İşte Cenâb-ı Hakk bu nimetleri bizler için halk etti.
Onun için buyuruyor ki:
"Biz insanı büyük halk ettik. Biz insanı kıymetli halk ettik."
Ama ne zaman kıymetli oluyor? Hakikate geçince. Hakikate geçmeden büyük de değil, güzel de değil. Kıymetli de değil. Hakikate geçince Allah'ın zatından sonraki büyük varlık o insandır.
Cenâb-ı Hakk:
"Hiç bir yere sığmam mü'min kulumun kalbine sığarım" diyor.
O insan hakikate ulaşıyorsa Allah'ın sıfatları ile sıfatlanıyor. Onun için Cenâb-ı Hakk buyuruyor.
"Biz velilerimizi yeşil kubbemizin altında gizledik, onları bizden başka kimse bilmez."
Bir de buyuruyor ki:
"Yeşil kubbemizin altında gizlediğimiz o veli kullarımızın gören gözü bizim gözümüz, işiten kulağı bizim kulağımız, konuşan dili bizim dilimiz."
Onun için Evliyaullah'ın bâtın eli vardır. Bâtın kulağı vardır. Bâtın gözü vardır. Bâtın dili vardır. Onların nefisleri konuşmaz. Ruhları konuşur. Ruhun da bir makamı vardır. Oraya gelince konuşur. Velilerin ruhu oraya ulaşır. Bunlara inanmak lâzımdır bunun için de bir meşâyihe bağlanmalı.
Onun için ne buyurulmuş ?
Özün bir pire teslim et müdavim ol kapısında
Meşâyihten murâd şâhım mürebbi kâmil olmaktır
Burada ne var? Hani "Ne olursan ol gel" demiş ya. İnsanı bir kere hayvanî sıfattan geçiriyor. Kurtarıyor. Bütün günahlarını hafiflettiriyor. Bak bizim tarîkatımızda boy abdesti var ya, çok kıymetli. Başka tarîkatlarda yok. Sadece bizde var. İnsan kaç yaşında olursa olsun. Ne kadar günahı olursa olsun. Bir boy abdesti almakla bütün günahlarından kurtuluyor. Ve hiç günah kalmıyor. Onun için kaza namazları da emretmiyor, büyüklerimiz. Çünkü kazası da kalmıyor. Geçmişte bütün isyan içinde olan hayvanî sıfattaki bir insan, el tutup da boy abdesti almakla hepsinden kurtuluyor. Onu hayvan sıfatından kurtarıyor.
Seni hayvan iken insan eder şeyh
Gönüller şehrine mihmân eder şeyh
İçirip bir kadeh aşkın meyinden
Gedâ iken seni sultan eder şeyh
Geda: Kul. Sana Allah'ı sevdirir. O sevgiyle seni Allah'a ulaştırır, "Kapısında kul var sultandan içerü" buyuruyorlar.
Ete kemiğe büründüm Yunus diye göründüm
Onun için Mevlana "O geliyor O" diyor. Şems'in kemâline demiş. Şems'in kemâlinde ise Allah'ın sıfatları tecelli etmiş.
İbrahim Aleyhisselam Cenâb-ı Hakk'tan iki şey istemiş. Peygamberimizden sonra Cenâb-ı Hakk'ın en çok sevdiği peygamber O'dur.
Birinci isteği şu oluyor.
- "Yarabbi sen bu insanları ölünce dirilteceksin. Acaba nasıl dirilteceksin çok merak ediyorum?" diyor. İnandığı halde.
Cenâb-ı Hakk ne emrediyor:
- "İbrahim! Dört tane büyük kuşun başlarını kes. Onların herbirini götür bir dağın başına koy. Vücutlarını da bir dibekte döv. Tüylerini, kemiklerini iyice döv." Yapıyor bunları, vücutları karıştı ve macun oldu. Başları dağların başında.
- "Ya İbrahim sen bunların isimleri ile seslen."
- "Tavuk, hindi, ördek, kaz.."
Macun olmuş etlerden her bir kuşun eti bir tarafa ayrılıyor. Kemikleri bütünleşiyor. Etleri kemiklere yapışıyor. Tüyleri, etleri bütünleşiyor. Başları gelip takılıyor.
Secdeye kapanıyor Hz. İbrahim.
İkinci isteği de şu.
- "Yarabbi sen yemekten, içmekten, gitmekten, gelmekten münezzehsin. Bu dünya hanemde seni bir göreyim. Ne olur buraya gel!"diyor.
Cenâb-ı Hakk:
- "Ya İbrahim filanca gün filanca saatte geleceğim" diyor. İbrahim Aleyhisselam ne yapıyor. Onda hizmet gören çok. O kadar temizlik o kadar hazırlık o kadar hizmet ki.. Neyse misafir geldi. O kadar ihtiyar ki beli bükülmüş, ağzından salyalar akıyor. Dura dura yürüyen bir ihtiyar geliyor. Gözünü çapak bürümüş. Üstü başı eski bir halde, böyle değişik bir halde geliyor.
- "Ya İbrahim sen benim karnımı doyur." diyor.
O da diyor ki:
- "Git baba sen buralarda durma. Al sana ekmek git de şuralarda ye," diyor. Ekmek verip gönderiyor. Aradan zaman geçiyor.
- "Yarabbi sen vaadinden dönmezsin, verdiğin sözden dönmezsin. Niye gelmedin?"
Cenâb-ı Allah:
- "Ya İbrahim ben geldim de sen benim yüzüme bile bakmadın, kuru ekmek verip savdın." diyor.
- "Aman Yarabbi estağfirullah bu nasıl olur. Bilemedim affet." diyor.
- "Bu nasıl olabilir?"
Allah-ü Teâla diyor ki:
- "Ya İbrahim sana çok kerih görünen bir ihtiyar vardı ya ben onun kalbindeydim. Eğer sen ona hizmet etseydin bana yedirmiş olurdun." diyor.
Evet ama demek ki o ihtiyar öyle görünüyor ama onda bir kemâl sıfat varmış. Cesedinin görüntüsü onu gizlemiş. Cisim bir perdedir. Hayvanî sıfatı da gizlemiş göstermiyor. Melekî sıfatı da gizlemiş göstermiyor. Beşerî sıfatta da olsa göstermiyor. Ama bizim inancımıza göre, Allah'a şükür Amentünün şartlarına inandık. Allah'a, meleklere, kitaplara inandık.
İnanıp hakikatını yaptıksa niye hayvanî sıfatta kalalım? Çünkü Peygamber bizlere geldi. Kur'an'a, peygambere uyduksa daha niye hayvanî sıfatta kalıyoruz? İnsanız. Kur'an'ı, peygamberi olmayanlar insan olmuyor. Hayvan sıfatında kalıyorlar.
Şeyh Efendimin zamanında bir tanesi dedi ki:
- "Hoca nasıl edelim, biz sokağa çıkmayalım mı? O kadar açık saçık hanım var ki, biz kurtaramıyoruz kendimizi onlardan." dedi.
Mübarek dedi ki:
- "Siz onlara hayvan sıfatı ile bakın. Eğer insan olsalar eksiklik duyarlar. Eksiklik göstermiyorlarsa demek ki onlar hayvan. Hayvandan nâmahrem olmaz insana."
Öyle cevap verdi.
Fakat daha takva ehli bir kimse için de ne vardır? Tesettürlü olanlar için de ne vardır? Bulara karşı da yaşlı ise anneniz, akran iseniz bacınız, yaşı küçük ise evladınız olarak bakın.
Her neye bakarsan Hak gözüyle bak
Böyle bakan gözlere olmaz yasak
Elhamdülillah, hepinizin şeriatı tarîkatı var. Hanımlarınız da tesettürlü. Tesettürlerine de rıza gösterin. Eğer bir hanım örtünmek isterse de kocası mani olursa günahı kocasınındır. Hanımın değildir. Tesettür de Allah'ın emridir. Hanımlar için açıklık büyük günahtır. Ama sözün geçmiyor. Yani örtün diyorsun örtünmüyor. Ona vurmak, sövmek, onu evden kaçırmak bir yuvayı dağıtmaktır. Belki 3-4 tane çocuk. Onlar ne olacak? Ne olacak vurup, çalınca, evden kaçırınca? Nasihat edeceksin. "Örtün" diyeceksin. Örtünmüyorsa günah onun boynuna. Ama bir de var ki hanım örtünmek istiyor. Beyi mani oluyor. Bu sefer de günahı beyinin boynuna. O hanımın günahını beyi çekecek.