faruk islam
Özel Üye
"Kevser" Müjdesi
Peygamberliğin, vaaz ve tebliğin ilk günlerinde, Hazreti Muhammed (a.s.) büyük bir muhalefetle karşılaşırken, her taraftan güçlüklerle yüz yüze gelirken, bütün bir millet engel çıkarırken ve bir avuç müslüman için hiçbir yerde sığınma ve kurtuluş imkânı görülmezken, Cenabı Allah, Hz. Peygamber (a.s.) ve yanındakileri teselli etmek ve cesaretlerini arttırmak amacıyla çeşitli ayetler indirmiştir. Bunlar arasında daha önce gördüğümüz gibi, Duha suresi de yer alıyor. Bu surede şöyle buyurulmuştur:
"Senin sonun elbette ilkinden hayırlıdır. Gerçekten, Rabbin sana verecek de râzı olacaksın" (âyet; 4-5). İnşirah sûresinde şöyle denilmiştir: "Ve senin şanını da yükselttik" (âyet; 4). Yani, Hazreti Muhammed Mustafa (a.s.)'yı kötülemek ve yolunda engeller çıkarmak için müşrikler ne yaparsa yap¬sınlar, bunun sonu selâmettir. Şan ve şerefi yükseltilecektir. Bundan sonra şu ifadelere rastlanıyor: "Muhakkak her güçlükle beraber kolaylık vardır. Evet her güçlükle beraber kolaylık vardır" (âyet; 5-6). Yani, Hazreti Peygamber (a.s.)'e deniliyor ki, "Sen cesaretini kaybetme, bugünkü güçlükleri yeneceksin ve geleceğin aydınlık olacaktır."
İşte bu şartlar altında, Cenab-ı Allah (cc.) Kevser sûresini de indirmek suretiyle Rasûlullah (a.s.)'ı teselli etmeye çalıştı. Bu sûrede, muhaliflerinin mahvolacağını ve aydınlık günlerin yakın olduğunu müjdeledi. Kureyş'li kâfirler, Hz. Muhammed (a.s.)'in yeni dini yaymaya başlamakla ailesinden, yakınlarından ve milletinden kopup yapayalnız kaldığını söy¬lüyorlardı. Hz. İkrime (r.a.) tarafından rivayet edilen bir haberde deniliyor ki, Hz. Muhammed (a.s.), peygamberlik makamına yükseltildikten sonra Kureyş'i İslâmiyet'e davet etmeye başlayınca, Kureyş'liler şöyle demeye başlamışlardı: "Muhammed (a.s.) milletinden, bir ağacın yerden koptuğu gibi kopmuştur." (İbn-i Cerîr). Yani Hz. Muhammed (a.s.) sökülen bir ağaç gibi, kısa bir süre sonra kuruyup yok olacaktır. Muhammed bin İshâk diyor ki, Mekke'li kabile reisi As bin Vâil Sehmi'nin yanında Rasûlullah (a.s.)'tan bahsedilirken şöyle derdi: "Aman siz de; boş verin bu adamı, o kökü olmayan bir adamdır. Erkek evlâdı yoktur. Ölürse adını ancak kimse bile kalmaz." Şemir bin Atiyye (r.a.) diyor ki, başka bir Mekke'li reis, Ukbe bin Ebî Muayt da Rasûlullah (a.s.) hakkında benzeri sözler söylerdi. (İbn-i Cerîr). İbn Abbas'ın (r.a.) rivâyetine göre, bir defasında Medine'nin Yahudi kabile reisi, Ka'b bin Eşraf Mekke'ye geldiğinde Mekkeli kabile reisleri kendisine şöyle dediler: "Allah aşkına şu adama bakın, milletinden kopmuş, ama kendisini bizden üstün görüyor. Oysa Kâbe'nin bekçisi, yöneticisi ve Hacc'ın düzenleyicisi biziz." (Bezzâr). Bu olayla ilgili İkrime'nin rivâyetinde, Kureyş'lilerin Hz. Muhammed (a.s.) için şu kelimeleri kullandığı kaydedilmiştir: "Zayıf, çaresiz, yalnız ve milletinden kopmuş, evlatsız adam." (İbn-i Cerir). İbni Sa'd ile İbni Asâkir'in rivayetlerine göre Hazreti Abdullah bin Abbas şunları anlatmıştır: "Rasûlullah (a.s.)'ın en büyük oğlu Kâsım (r.a.)'dı. O'nun küçüğü Hz. Zeyneb (r.a.) idi. O'nun küçüğü, Abdullah (r.a.) idi. Daha sonra sıra ile üç kız vardı: Ümm-ü Külsüm, Fatma ve Rukiyye (r.a.) Bunlardan ilk önce Hz. Kâsım vefat etti, daha sonra Hz. Abdullah." Herhalde, bunun için As bin Vâil, "erkek evlâdı yoktur" deyimini kullanmıştı. Bazı diğer hadislerde As'ın şöyle dediği nakledilir: "Muhammed (a.s.) köksüzdür. Hiçbir erkek evlâdı yoktur, ki O'nun yerini alabilsin. Öldükten sonra adı dünyadan silinecektir, ve siz de ben de, ondan kurtulacağız." Abd bin Humeyd'in İbn Abbas'a dayana¬rak naklettiği haberden de, Hazreti Peygamber (a.s.)'in ikinci erkek evlâdı, Hz. Abdullah vefat edince Ebû Cehil'in de benzeri sözler söylediği anlaşılıyor. Şamir bin Atiyye'nin bir rivâyeti İbn Ebî Hâlim tarafından nakledilmiştir. Bunda da, Rasûlullah (a.s.)’ın acılı anında Ukbe bin Muayt'ın sevinmek suretiyle aynı alçaklığı sergilediği kaydedilmiştir. Atanın ifadesine göre, Hazreti Peygamber ikinci oğlunu kaybedince, amcası Ebû Leheb (ki evi Rasûlullah (a.s.)'ın evinin tam karşısında idi) koşarak müşriklere gitti ve onlara şu müjdeyi verdi, "Bu gece Muhammed evlatsız kaldı ve kökü kazındı."
İşte bu cesaret kırıcı şartlarda Kevser sûresi Rasûlullah (a.s.)'a nâzil oldu. Kureyş'liler, şirklerini alenen reddettiği ve tek Allah'a itaat ve ibadeti kabul ettiği için Hz. Muhammed (a.s.)'a karşıydılar. Bu sebeple, Hz. Muhammed (a.s.)'in, peygamberlikten önce sahip bulunduğu mevkî, makam ve haysiyetine sünger çekilmişti. Ve güya Hz. Peygamber, milletin-den çıkarılmıştı, bağı koparılmıştı. Bir avuç taraftarı da çaresiz ve yalnız idi. Herkesin eleştirisi ve baskısına hedef oluyorlardı. Bu acılar dinmeden, Hazreti Peygamber (a.s.)'in büyük oğlu da vefat etti. Böyle kederli günler¬de dost, ahbab komşu ve yakınlarından yakın ilgi ve sevgi beklerken, muhalifleri seviniyor ve mutluluktan uçuyordu. O'na taziyede bulunacak, O'nu teselli edecek ve derdini paylaşacak kimseler yoktu. Bunun üzerine Cenab-ı Allah, Kur'ân-ı Kerîm'in en kısa sûrelerinden biriyle, Hz. Muhammed (a.s.)'e müjdelerin en büyüğünü verdi. Bu müjde şimdiye kadar hiçbir insana nasip olmamıştı. Ayrıca, Hz. Peygamber (a.s.) ile alay eden ve O'nun neslinin tükendiğini söyleyenlerin kendi nesillerinin kesileceği, köklerinin kazınacağı belirtildi: "(Ey Muhammed,) Biz sana kevseri verdik. O halde Rabbine ibâdet et, dua et. Kurban kes. Sana ta'n edenin kendisi ebterdir (nesli kesiktir.)"
Yukarıdaki sûrede geçen Arapça "ebter" kelimesi, "kesmek" anlamına gelen "betera" kökünden gelmektedir. Fakat burada bir deyim olarak ve çok geniş anlamda kullanılmıştır. Hadiste, başka bir rek'atı olmayan namaz için "buteyra", yani "tek rek'at" tabiri kullanılır. Başka bir hadiste şöyle denilmiştir: "Ehemmiyeti olan herhangi bir iş Allah'ın hamdı olmaksızın başlatılırsa ebterdir." Yani böyle bir iş temelsizdir, dayanaksızdır, istikrarlı olamaz ve sonu iyi değildir. Murada ermeyen kişi için "ebter" denilir. Kaynakları ve imkânları olmayan, kısacası, nüfuzlu olmayan bir kimse de ebterdir. Hakkında hiçbir hayır düşünülmeyen, kendisinden hiç-bir hayır beklenmeyen, başarı şansı sıfır olan kişi ebterdir. Kendi aile, sülâle ve yakınlarından kopmuş olan insan ebterdir. Erkek evlâdı olmayan, ya da doğup ölmüş olan şahıs ta "ebter" sayılır. Zira, ondan sonra onun soyunu sürdürecek kimse kalmıyor. Nesli tükeniyor ve kendisi öldükten sonra soyu tarihe karışıyor. Kureyş'li kâfirler hemen hemen bulun bu anlamlarda Muhammed Rasulullah (a.s.)'ı "ebter" olarak çağırıyorlardı. Bunun için Allah dedi ki, 'Ey Peygamber, sen "ebter" değilsin, ebter olan Kureyş'lilerin ta kendileridir.' Dikkat edilirse bu sadece bir karşı suçlama değildi, aksine bir hakikatin dile getirilmesiydi ve önemli bir ilâhî müjde idi. Zira, bu müjde yapıldığı zaman herkes sırf Hz. Muhammed (a.s.)'in "ebter" olduğunu sanıyordu. Vaziyet ve şartlar bunu gösteriyordu. Aksi bir şey iddia edilemezdi. Mekke ve Arabistan'ın en varlıklı, güçlü ve nüfuzlu kabile reislerinin bir gün "ebter" olacağını, yani kanalları kopmuş kuşlara döneceğini tasavvur etmek bile mümkün değildi, fakat aradan sadece birkaç sene geçtikten sonra durum tamamıyla değişiverdi. Öyle zaman oldu ki, Ahzâb gazvesi sırasında (hicretten sonra beşinci yıl) çok sayıda Kureyş'li kabile reisi, Arap eşraf ve Yahudi kabileleri büyük bir ordu ile Medine'ye yürümüşlerdi ve Hazreti Peygamber ile vefakâr arkadaşları siper kazarak kendilerini savunmaya çalışmışlardı. Ve öyle zaman da geldi ki, sadece üç sene sonra, (h.s. 8) İslâm Ordusu muzaffer bir şekilde Mekke'ye girerken Kureyşlileri savunacak ve onların yardımına koşacak kinişe yoktu. Çaresizlik içinde silâhlarını bırakmak ve teslim olmak zorunda kalmışlardı. Bundan bir yıl sonra bütün Arap yarımadası Rasûlullah (a.s.)'ın buyruğu altında idi. Ülkenin her köşesinden kabileler gelip kendisine biat ediyor ve bağlılıklarını bildiriyorlardı ve düşmanları yapayalnız kalmıştı. Adları, sanları dünyadan öylesine silindi ki, evlâtları dünyada kaldıysa da bugün onların Ebû Cehil, Ebû.Leheb, As bin Vâil veya Ukbe bin Ebî Muayt gibi İslam düşmanlarının çocukları olduğunu kimse bilmedi. Hatta kendi evlâtları bile bugün atalarının İslâm düşmanları olduğundan iftihar edemez. Bunun tam aksine bugün yüz milyonlarca müslüman, dünyanın her tarafında Hazreti Peygamber (a.s.)'e selâm göndermekte, adını sevgi ve saygıyla anmaktadır. Hz. Peygamber (a.s.)'in soyu yani ehli-beyt uzun müddet herkesin alakasını çekmiş, herkesin sempatisi ve desteğini kazanmıştır. Milyonlarca insan sadece Rasûlullah (a.s.)'a değil, ailesine, ve soyuna mensup olmaktan gurur duymuş, herkesin takdirini ve övgüsünü kazanmıştır. Hz. Muhammed (a.s.)'in yakınları şöyle dursun, sahabeleriyle bile yakın ilişkide olmak müslümanlar için büyük bir şereftir. O'nun için bugün yüzlerce, binlerce ve yüz binlerce Seyyid, Alevî, Abbasî, Haşimî, Sıddikî, Farukî, Osmanî, Zübeyri ve Ensârî vardır, ama Ebû Cehlî veya Ebû Lehebî hiç yoktur. Tarih, Rasulullah (a.s.)'ın değil, muhalif ve düşmanlarının "ebter" (nesli kesik) olduğunu ispatlamıştır.
Kevser Müjdesinin Âhiret İle İlgili Anlamı
Kevser çeşmesiyle ilgili Hz. Peygamber (a.s.)'in dedikleri şunlardır:
1) Bu çeşme Mahşer'de Hz. Peygamber (a.s.)'e ihsan olunacak, hem de herkes "El-Ataş" "El-'Ataş" (su, su) diye bağırırken, işte tam bu sırada Hz. Muhammed (a.s.)'in ümmeti çeşme başında toplanıp suyu kana kana içecek. Hz. Peygamber oraya herkesten önce varıp lam ortasında bulunacaktır. Peygamber efendimiz (a.s.)'in sözleri şöyledir: "O, kıyamet günü ümmetimin başında toplanacağı bir havuzdur." (Müslim: Kitab-üs-Salât, Ebû Davûd: Kitab-üs-Sünne). "Ben hepinizden önce oraya varmış olaca¬ğım." (Buhari; Kitab-ür-Rikâk ve Kitab-ül-Fiten, Müslim; Kitab-ül-Fezâil ve Kitâb ül-Tehâret, İbn-i Ma'ce; Kitab-ül Menasik ve Kitab-üz-Zühd, Müsned-i Ahmed: Rivâyet edenler: Abdullah bin Mes'ud, Abdullah bin Abbas, Ebû Hureyre). "Ben sizden evvel varacağım ve sizin için şahitlik yapacağım ve Allah'a yemin ederim ki, bu çeşmeyi şu ânda görüyorum." (Buhârî: Kitab-ül-Cenâiz, Kitab-ül-Megâzî ve Kitab-ür-Rikâk).
Rasûlullah (a.s.) bir defasında ensara hitap ederken şöyle buyurdular: "Benden sonra siz menfaatçılık ve akrabacılıkla karşı karşıya geleceksiniz. Ama siz sabır edeceksiniz, ta ki benimle havuzda buluşmanıza kadar." (Buhârî; Kitâb-u Menâkıb-ül-Ensâr ve Kitâbül-Meğâzî, Müslim; Kitab-ül Emâre, Tirmizî; Kitab-ül-Fiten). "Ben kıyamet günü havuzun başında, olacağım." (Müslim, Kitab-ül Fezâil). Hazreti Ebû Berze El-Eslemî'ye sordular, "acaba siz çeşme hakkında Rasûlullah'tan herhangi bir şey duydunuz mu? Dedi ki, bir değil, iki değil, üç değil, dört değil, beş değil, birçok defa duydum. Bunu kabul etmeyen inşallah bu çeşmenin suyunu içemeyecektir." (Ebû Davud: Kitab-üs-Sünne).
Ubeydullah bin Ziyâd, Kevser çeşmesiyle ilgili rivâyetlerin yanlış olduğunu zannederdi. Hatta, Ebû Berze El-Eslemî ile Berâ' bin Âzib ve Âiz bin Amr'ın bütün rivâyetlerini yalanlamaya kalkıştı. Nihayet, Ebû Sebre, Hz. Abdullah bin Amr bin As'tan duyarak kaydettiği bir yazıyı getirdi. Yazıda Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğu kayıtlıydı:
"Haberiniz olsun, benim ve sizin buluşma yeriniz benim havuzumdur." (Müsned-i Ahmet, Abdullah bin Amr bin As tarafından nakledilmiştir).
2) Söz konusu havuz veya çeşmenin büyüklüğü hakkında bazı farklı ifadeler vardır. Ancak üzerinde genellikle anlaşılan ölçüsü, Eyle (İsrail'in bugünkü Eylat limanı)'den Yemen'in San'a kentine kadar veya Eyle'den Aden'e ya da Amman'dan Aden'e kadar uzun ve Eyle ile Hucfe (Cidde ile Rabiğ arasında bir yer)'ye kadar geniş, şeklindedir. (Buhârî; Kitabur-Rikâk, Ebû Davûd Et-Tayâlisî, hadis no: 995, Müsned-i Ahmed. Rivayet edenler: Ebû Bekir Sıddîk ve Abdullah bin Ömer, Müslim; Kitab-ut-Tehâret, Kitab-ul-Fezâil, Tirmizî; Sıfat-ul-Kıyâmet bölümü ve İbn Mâce; Kitab-üz-Zühd).
Bu demek oluyor ki, kıyamet günü belki de bugünkü Kızıldeniz, Kevser çeşmesine veya havuzuna dönüştürülecek. Ama tabii, Cenab-ı Allah bunu dâha iyi bilmektedir.
3) Bu havuzdan bahsederken bir defasında Rasûlullah (a.s.) dediler ki, "buna Cennet'in nehri Kevser suyu katılacaktır.
" Bir başka hadis şöyledir: "Bu havuza cennetten su getiren iki çeşme akacaktır." (Müslim; Kitab-ul-Fezâil). Bir başka hadis de şöyledir: "Cennet'in nehri Kevser'den bir çeşme bu havuza açılacaktır." (Müsned-i Ahmed: Rivayet eden: Abdullah bin Mes'ud).
4) Bu havuzun suyundan bahsederken Hz. Peygamber (a.s.) demişlerdir ki, "bu su süt (bazı rivayetlerde gümüş ve kar) ten daha beyaz,-buzdan daha soğuk ve baldan daha tatlı olacaktır. Dibindeki toprak mis gibi kokacaktır. Havuzun başında, gökteki yıldızlar kadar sürahi ve kaplar bulunacaktır. Bu suyu bir kez içen bir daha susamayacaktır. Bunu içmeyen ise hiçbir zaman susamışlığını gideremeyecektir." Havuz ve suyuyla ilgili bu ifadeler çok az farklarla bir çok hadiste yer almışlardır: (Buhârî; Kitab-ur Rikak, Müslim; Kitab-ut-Tehâret ve Kitab-ul-Fezâil, Müsned-i Ahmed. Rivayet edenler: İbn-i Mes'ûd, İbn-i Ömer, Abdullah bin Amr bin As, Tirmizî: Sıfatül Kıyamet bölümü, İbn Mâce; Kitab-uz-Zühd, Ebû Davûd et-Tayalisi: hadis no: 995, 2135).
5) Kevser çeşmesi veya havuzu ile ilgili olarak Hazreti Peygamber kendi devrinin insanlarını defalarca ikaz etmiş ve kendisinden sonra yolunu değiştiren veya yolundan sapanların bu havuzun suyunu içemeyeceklerini beyan etmiştir. Rasûlullah'ın ifadesine göre, bu gibi İnsanlar havuzun başından uzaklaştırılacaklardır ve oraya bir daha yaklaştırılmayacaklardır. Rasûlullah (a.s.) diyecek ki, bunlar benim adamlarımdır. O zaman bu adamların, kendisinden sonra neler yaptıklarını bilmediği hatırlatılacaktır. Bunun üzerine Hz. Peygamber (a.s.) de bunları defedecektir ve kendisinden uzak durmalarını isteyecektir. Bu rivâyet de çeşitli hadislerde yer almıştır. (Buhârî; Kitâb-ur-Rikâk, Kitab-ul-Fiten, Müslim; Kitab-ut-Tehâret Kitâb-ul-Fezâil, Müsned-i Ahmed. Rivayet edenler: İbn Mes'ûd ve Ebû Hureyre; İbn Mâce, Kitab-ul Menasik), İbn Mâce'nin bu hususla naklettiği hadis acıklı kelimelerle doludur. Bu hadiste Hz. Peygamber (a.s.)'in şöyle dediği belirtilmiştir: "Haberiniz olsun, ben sizden önce havuzun başına varmış olacağım. Sizi görerek, diğer ümmetlerin yanında benim ümmetimin sayısının çok olduğundan iftihar edeceğim. O zaman yüzüme leke sürmeyin. Dikkatli olun. Bazılarınızı kurtaracağım, bazıları ise benden uzaklaştırılacaktır. Ben diyeceğim ki; Ya Rabbi, bunlar sahabelerimdir. O diyecektir ki, sen, senden sonra bu adamların ne garip şeyler yaptıklarını bilmiyorsun." İbn-i Ma'ce'ye göre Rasûlullah (a.s.) bu sözleri, Arafat'taki hutbesinde söylemiştir.
6) Bu havuzla ilgili olarak Hazreti Peygamber sadece kendi devrinin insanlarını değil, kıyamete kadar gelecek nesilleri de uyarmıştır ve demiştir ki,
"Benden sonra tarzımı değiştirecek ve yolumdan ayrılacak olan müslümanlar bu havuza yaklaştırılmayacaklardır. Ben diyeceğim ki, Rabbim, bunlar benim adamlarımdır, benim ümmetimdendirler. Cevap verilecek ki, 'Siz bilmiyorsunuz, bunlar sizden sonra ne gibi değişiklikler yaptılar ve hep ters yola gittiler.' Ondan sonra ben de onları defedeceğim ve havuza gelmelerine mani olacağım." Bu ifade de çeşitli hadislerde yer almıştır. (Buhari; Kitab-ul-Musâkât, Kitab-ur-Rikâk, Kitab-ul-Fiten, Müslim; Kitab-ut-Tehâret, Kitab-us-Salât, Kitab-ul-Fezâil, İbn-i Ma'ce; Kitâb-uz-Zühd, Müsned-i Ahmed, Rivayet eden: İbn-i Abbas).
Kevser çeşmesiyle ilgili hadisler 50'den fazla sahabe tarafından nakledilmiştir. Gerçi bu hadislerde "Kevser" adı geçmemiştir, ama daha sonraki muhaddis ve müfessirler bundan Kevser havuzu veya çeşmesinin kastedil¬diğini belirtmişlerdir. İmam Buhârî Kitab-ur-Rikâk'in son bölümünün başlığına zaten "Kevser" kelimesini eklemiştir. Ayrıca, Hz. Enes'in bir rivâyetinde bizzat Hz. Peygamber (a.s.)'in "Kevser'i şöyle tarif ettiği nakledilmiştir: "Bu, benim ümmetimin varacağı bir havuzdur."
Cennet'teki Kevser nehrinin Rasûlullah (a.s.)'a ihsan edilmesine ilişkin de çeşitli hadislere rastlanmaktadır. Hazreti Enes'in birçok rivayetlerinde -ki bazıları serahat ile Rasûlullah (a.s.)'ın sözlerini içermektedir-şöyle denilmiştir: Mirac sırasında Hz. Peygamber (a.s.) Cenneti gezdi. Ve Cennet'te bir nehir gördü. Bu nehrin kenarında inci ve elmaslar ile burçlar yapılmıştı. Nehrin dibindeki toprak "misk-i ezfer"den yapılmıştı. Rasûlullah (a.s.) kendisine Cennet'i gezdirmekte olan Hz. Cebrail veya başka bir meleğe sordu: "Bu nedir?", Melek cevap verdi: "Bu, Cenab-ı Allah'ın size armağan ettiği Kevser nehri'dir" (Müsned-i Ahmed, Buhârî, Müslim, Ebû Davûd, Tirmizî, Ebû Davûd Tayalisî, İbn Cerîr).
Hz. Enes'in rivâyet ettiği bir başka hadis şöyledir: Rasûlullah (a.s.)'a soruldu (ya da falanca adam sordu), "Kevser nedir?" Rasûlullah (a.s.) buyurdular: "Allah'ın bana ihsan ettiği bir nehirdir. Bunun toprağı misk gibidir. Suyu, sütten daha beyaz, baldan daha tatlıdır." (Müsned-i Ahmed, Tirmizî, İbn Cerîr). Müsned-i Ahmed'in bir rivâyeti şöyledir: Rasûl-ü Ekrem (a.s.) Kevser nehrinin özelliklerinden bahsederken şöyle buyurdular: "Dibinde çakıl veya taş yerine İnciler vardır." İbn Ömer (r.a.)'in rivâyetine göre Hazreti Peygamber (a.s.) buyurdular ki; "Kevser, Cennet'te bir nehirdir. Bu nehrin yakaları altındandır. Bu nehir inci ve elmaslar üzerinde akmaktadır (yani, çakıl yerine inci ve elmaslar vardır). Toprağı miskten daha iyi kokuludur. Suyu, sütten (veya kardan) daha beyazdır, buzdan daha soğuktur ve baldan daha tatlıdır." (Müs¬ned-i Ahmed, Tirmizî, İbn Mâ'ce, İbn Ebi Hâtim, Dârimî, Ebû Davûd Tayalisi, İbn-ül Münzir, İbn Merdûye ve İbn Ebî Şeybe). Usame bin Zeyd'in bir rivâyetine göre, Rasûlullah (a.s.) bir defasında Hz. Hamza (r.a.)'ya gitti. Hz. Hamza evde yoktu. Hz. Hamza'nın zevcesi Hz. Peygamber (a.s.)'i ağırladı ve sohbet sırasında dedi ki 'kocam Allah'ın sizi cennette Kevser diye bir nehir armağan ettiğini söyledi, bu ne demektir?" Rasûlullah (a.s.) buyurdular: 'Evet, doğrudur. O nehrin dibi yakut, mercan, elmas ve İncilerden yapılmıştır.' (İbn-i Cerîr, İbni Merdûye. Gerçi bu ha¬disin dayanağı zayıftır. Fakat aynı mevzû çok sayıda hadislerde işlendiği için doğru olma ihtimali vardır). Bu sayısız hadislerin dışında sahabeler ile daha sonraki dönemde tâbîlerin birçok söz ve ifadeleri hadis kitaplarında yer almışlardır. Bunların hepsinde vasıfları yukarıda belirtilen Cennet'teki Kevser nehrinden bahsedilmiştir. Mesela Hz. Abdullah bin Ömer, Hz. Abdullah bin Abbas, Hz. Enes bin Mâlik, Hz. Aişe, Mücahid ve Ebul Aliye'nin bir çok ifadeleri, Müsned-i Ahmed, Buhârî, Tirmizî, Nesâî, İbni Merdûye, İbni Cerir ve İbn Ebi Şeybe v.s. gibi hadis kitapla¬rında yer almışlardır.ALINTIDIR
Peygamberliğin, vaaz ve tebliğin ilk günlerinde, Hazreti Muhammed (a.s.) büyük bir muhalefetle karşılaşırken, her taraftan güçlüklerle yüz yüze gelirken, bütün bir millet engel çıkarırken ve bir avuç müslüman için hiçbir yerde sığınma ve kurtuluş imkânı görülmezken, Cenabı Allah, Hz. Peygamber (a.s.) ve yanındakileri teselli etmek ve cesaretlerini arttırmak amacıyla çeşitli ayetler indirmiştir. Bunlar arasında daha önce gördüğümüz gibi, Duha suresi de yer alıyor. Bu surede şöyle buyurulmuştur:
"Senin sonun elbette ilkinden hayırlıdır. Gerçekten, Rabbin sana verecek de râzı olacaksın" (âyet; 4-5). İnşirah sûresinde şöyle denilmiştir: "Ve senin şanını da yükselttik" (âyet; 4). Yani, Hazreti Muhammed Mustafa (a.s.)'yı kötülemek ve yolunda engeller çıkarmak için müşrikler ne yaparsa yap¬sınlar, bunun sonu selâmettir. Şan ve şerefi yükseltilecektir. Bundan sonra şu ifadelere rastlanıyor: "Muhakkak her güçlükle beraber kolaylık vardır. Evet her güçlükle beraber kolaylık vardır" (âyet; 5-6). Yani, Hazreti Peygamber (a.s.)'e deniliyor ki, "Sen cesaretini kaybetme, bugünkü güçlükleri yeneceksin ve geleceğin aydınlık olacaktır."
İşte bu şartlar altında, Cenab-ı Allah (cc.) Kevser sûresini de indirmek suretiyle Rasûlullah (a.s.)'ı teselli etmeye çalıştı. Bu sûrede, muhaliflerinin mahvolacağını ve aydınlık günlerin yakın olduğunu müjdeledi. Kureyş'li kâfirler, Hz. Muhammed (a.s.)'in yeni dini yaymaya başlamakla ailesinden, yakınlarından ve milletinden kopup yapayalnız kaldığını söy¬lüyorlardı. Hz. İkrime (r.a.) tarafından rivayet edilen bir haberde deniliyor ki, Hz. Muhammed (a.s.), peygamberlik makamına yükseltildikten sonra Kureyş'i İslâmiyet'e davet etmeye başlayınca, Kureyş'liler şöyle demeye başlamışlardı: "Muhammed (a.s.) milletinden, bir ağacın yerden koptuğu gibi kopmuştur." (İbn-i Cerîr). Yani Hz. Muhammed (a.s.) sökülen bir ağaç gibi, kısa bir süre sonra kuruyup yok olacaktır. Muhammed bin İshâk diyor ki, Mekke'li kabile reisi As bin Vâil Sehmi'nin yanında Rasûlullah (a.s.)'tan bahsedilirken şöyle derdi: "Aman siz de; boş verin bu adamı, o kökü olmayan bir adamdır. Erkek evlâdı yoktur. Ölürse adını ancak kimse bile kalmaz." Şemir bin Atiyye (r.a.) diyor ki, başka bir Mekke'li reis, Ukbe bin Ebî Muayt da Rasûlullah (a.s.) hakkında benzeri sözler söylerdi. (İbn-i Cerîr). İbn Abbas'ın (r.a.) rivâyetine göre, bir defasında Medine'nin Yahudi kabile reisi, Ka'b bin Eşraf Mekke'ye geldiğinde Mekkeli kabile reisleri kendisine şöyle dediler: "Allah aşkına şu adama bakın, milletinden kopmuş, ama kendisini bizden üstün görüyor. Oysa Kâbe'nin bekçisi, yöneticisi ve Hacc'ın düzenleyicisi biziz." (Bezzâr). Bu olayla ilgili İkrime'nin rivâyetinde, Kureyş'lilerin Hz. Muhammed (a.s.) için şu kelimeleri kullandığı kaydedilmiştir: "Zayıf, çaresiz, yalnız ve milletinden kopmuş, evlatsız adam." (İbn-i Cerir). İbni Sa'd ile İbni Asâkir'in rivayetlerine göre Hazreti Abdullah bin Abbas şunları anlatmıştır: "Rasûlullah (a.s.)'ın en büyük oğlu Kâsım (r.a.)'dı. O'nun küçüğü Hz. Zeyneb (r.a.) idi. O'nun küçüğü, Abdullah (r.a.) idi. Daha sonra sıra ile üç kız vardı: Ümm-ü Külsüm, Fatma ve Rukiyye (r.a.) Bunlardan ilk önce Hz. Kâsım vefat etti, daha sonra Hz. Abdullah." Herhalde, bunun için As bin Vâil, "erkek evlâdı yoktur" deyimini kullanmıştı. Bazı diğer hadislerde As'ın şöyle dediği nakledilir: "Muhammed (a.s.) köksüzdür. Hiçbir erkek evlâdı yoktur, ki O'nun yerini alabilsin. Öldükten sonra adı dünyadan silinecektir, ve siz de ben de, ondan kurtulacağız." Abd bin Humeyd'in İbn Abbas'a dayana¬rak naklettiği haberden de, Hazreti Peygamber (a.s.)'in ikinci erkek evlâdı, Hz. Abdullah vefat edince Ebû Cehil'in de benzeri sözler söylediği anlaşılıyor. Şamir bin Atiyye'nin bir rivâyeti İbn Ebî Hâlim tarafından nakledilmiştir. Bunda da, Rasûlullah (a.s.)’ın acılı anında Ukbe bin Muayt'ın sevinmek suretiyle aynı alçaklığı sergilediği kaydedilmiştir. Atanın ifadesine göre, Hazreti Peygamber ikinci oğlunu kaybedince, amcası Ebû Leheb (ki evi Rasûlullah (a.s.)'ın evinin tam karşısında idi) koşarak müşriklere gitti ve onlara şu müjdeyi verdi, "Bu gece Muhammed evlatsız kaldı ve kökü kazındı."
İşte bu cesaret kırıcı şartlarda Kevser sûresi Rasûlullah (a.s.)'a nâzil oldu. Kureyş'liler, şirklerini alenen reddettiği ve tek Allah'a itaat ve ibadeti kabul ettiği için Hz. Muhammed (a.s.)'a karşıydılar. Bu sebeple, Hz. Muhammed (a.s.)'in, peygamberlikten önce sahip bulunduğu mevkî, makam ve haysiyetine sünger çekilmişti. Ve güya Hz. Peygamber, milletin-den çıkarılmıştı, bağı koparılmıştı. Bir avuç taraftarı da çaresiz ve yalnız idi. Herkesin eleştirisi ve baskısına hedef oluyorlardı. Bu acılar dinmeden, Hazreti Peygamber (a.s.)'in büyük oğlu da vefat etti. Böyle kederli günler¬de dost, ahbab komşu ve yakınlarından yakın ilgi ve sevgi beklerken, muhalifleri seviniyor ve mutluluktan uçuyordu. O'na taziyede bulunacak, O'nu teselli edecek ve derdini paylaşacak kimseler yoktu. Bunun üzerine Cenab-ı Allah, Kur'ân-ı Kerîm'in en kısa sûrelerinden biriyle, Hz. Muhammed (a.s.)'e müjdelerin en büyüğünü verdi. Bu müjde şimdiye kadar hiçbir insana nasip olmamıştı. Ayrıca, Hz. Peygamber (a.s.) ile alay eden ve O'nun neslinin tükendiğini söyleyenlerin kendi nesillerinin kesileceği, köklerinin kazınacağı belirtildi: "(Ey Muhammed,) Biz sana kevseri verdik. O halde Rabbine ibâdet et, dua et. Kurban kes. Sana ta'n edenin kendisi ebterdir (nesli kesiktir.)"
Yukarıdaki sûrede geçen Arapça "ebter" kelimesi, "kesmek" anlamına gelen "betera" kökünden gelmektedir. Fakat burada bir deyim olarak ve çok geniş anlamda kullanılmıştır. Hadiste, başka bir rek'atı olmayan namaz için "buteyra", yani "tek rek'at" tabiri kullanılır. Başka bir hadiste şöyle denilmiştir: "Ehemmiyeti olan herhangi bir iş Allah'ın hamdı olmaksızın başlatılırsa ebterdir." Yani böyle bir iş temelsizdir, dayanaksızdır, istikrarlı olamaz ve sonu iyi değildir. Murada ermeyen kişi için "ebter" denilir. Kaynakları ve imkânları olmayan, kısacası, nüfuzlu olmayan bir kimse de ebterdir. Hakkında hiçbir hayır düşünülmeyen, kendisinden hiç-bir hayır beklenmeyen, başarı şansı sıfır olan kişi ebterdir. Kendi aile, sülâle ve yakınlarından kopmuş olan insan ebterdir. Erkek evlâdı olmayan, ya da doğup ölmüş olan şahıs ta "ebter" sayılır. Zira, ondan sonra onun soyunu sürdürecek kimse kalmıyor. Nesli tükeniyor ve kendisi öldükten sonra soyu tarihe karışıyor. Kureyş'li kâfirler hemen hemen bulun bu anlamlarda Muhammed Rasulullah (a.s.)'ı "ebter" olarak çağırıyorlardı. Bunun için Allah dedi ki, 'Ey Peygamber, sen "ebter" değilsin, ebter olan Kureyş'lilerin ta kendileridir.' Dikkat edilirse bu sadece bir karşı suçlama değildi, aksine bir hakikatin dile getirilmesiydi ve önemli bir ilâhî müjde idi. Zira, bu müjde yapıldığı zaman herkes sırf Hz. Muhammed (a.s.)'in "ebter" olduğunu sanıyordu. Vaziyet ve şartlar bunu gösteriyordu. Aksi bir şey iddia edilemezdi. Mekke ve Arabistan'ın en varlıklı, güçlü ve nüfuzlu kabile reislerinin bir gün "ebter" olacağını, yani kanalları kopmuş kuşlara döneceğini tasavvur etmek bile mümkün değildi, fakat aradan sadece birkaç sene geçtikten sonra durum tamamıyla değişiverdi. Öyle zaman oldu ki, Ahzâb gazvesi sırasında (hicretten sonra beşinci yıl) çok sayıda Kureyş'li kabile reisi, Arap eşraf ve Yahudi kabileleri büyük bir ordu ile Medine'ye yürümüşlerdi ve Hazreti Peygamber ile vefakâr arkadaşları siper kazarak kendilerini savunmaya çalışmışlardı. Ve öyle zaman da geldi ki, sadece üç sene sonra, (h.s. 8) İslâm Ordusu muzaffer bir şekilde Mekke'ye girerken Kureyşlileri savunacak ve onların yardımına koşacak kinişe yoktu. Çaresizlik içinde silâhlarını bırakmak ve teslim olmak zorunda kalmışlardı. Bundan bir yıl sonra bütün Arap yarımadası Rasûlullah (a.s.)'ın buyruğu altında idi. Ülkenin her köşesinden kabileler gelip kendisine biat ediyor ve bağlılıklarını bildiriyorlardı ve düşmanları yapayalnız kalmıştı. Adları, sanları dünyadan öylesine silindi ki, evlâtları dünyada kaldıysa da bugün onların Ebû Cehil, Ebû.Leheb, As bin Vâil veya Ukbe bin Ebî Muayt gibi İslam düşmanlarının çocukları olduğunu kimse bilmedi. Hatta kendi evlâtları bile bugün atalarının İslâm düşmanları olduğundan iftihar edemez. Bunun tam aksine bugün yüz milyonlarca müslüman, dünyanın her tarafında Hazreti Peygamber (a.s.)'e selâm göndermekte, adını sevgi ve saygıyla anmaktadır. Hz. Peygamber (a.s.)'in soyu yani ehli-beyt uzun müddet herkesin alakasını çekmiş, herkesin sempatisi ve desteğini kazanmıştır. Milyonlarca insan sadece Rasûlullah (a.s.)'a değil, ailesine, ve soyuna mensup olmaktan gurur duymuş, herkesin takdirini ve övgüsünü kazanmıştır. Hz. Muhammed (a.s.)'in yakınları şöyle dursun, sahabeleriyle bile yakın ilişkide olmak müslümanlar için büyük bir şereftir. O'nun için bugün yüzlerce, binlerce ve yüz binlerce Seyyid, Alevî, Abbasî, Haşimî, Sıddikî, Farukî, Osmanî, Zübeyri ve Ensârî vardır, ama Ebû Cehlî veya Ebû Lehebî hiç yoktur. Tarih, Rasulullah (a.s.)'ın değil, muhalif ve düşmanlarının "ebter" (nesli kesik) olduğunu ispatlamıştır.
Kevser Müjdesinin Âhiret İle İlgili Anlamı
Kevser çeşmesiyle ilgili Hz. Peygamber (a.s.)'in dedikleri şunlardır:
1) Bu çeşme Mahşer'de Hz. Peygamber (a.s.)'e ihsan olunacak, hem de herkes "El-Ataş" "El-'Ataş" (su, su) diye bağırırken, işte tam bu sırada Hz. Muhammed (a.s.)'in ümmeti çeşme başında toplanıp suyu kana kana içecek. Hz. Peygamber oraya herkesten önce varıp lam ortasında bulunacaktır. Peygamber efendimiz (a.s.)'in sözleri şöyledir: "O, kıyamet günü ümmetimin başında toplanacağı bir havuzdur." (Müslim: Kitab-üs-Salât, Ebû Davûd: Kitab-üs-Sünne). "Ben hepinizden önce oraya varmış olaca¬ğım." (Buhari; Kitab-ür-Rikâk ve Kitab-ül-Fiten, Müslim; Kitab-ül-Fezâil ve Kitâb ül-Tehâret, İbn-i Ma'ce; Kitab-ül Menasik ve Kitab-üz-Zühd, Müsned-i Ahmed: Rivâyet edenler: Abdullah bin Mes'ud, Abdullah bin Abbas, Ebû Hureyre). "Ben sizden evvel varacağım ve sizin için şahitlik yapacağım ve Allah'a yemin ederim ki, bu çeşmeyi şu ânda görüyorum." (Buhârî: Kitab-ül-Cenâiz, Kitab-ül-Megâzî ve Kitab-ür-Rikâk).
Rasûlullah (a.s.) bir defasında ensara hitap ederken şöyle buyurdular: "Benden sonra siz menfaatçılık ve akrabacılıkla karşı karşıya geleceksiniz. Ama siz sabır edeceksiniz, ta ki benimle havuzda buluşmanıza kadar." (Buhârî; Kitâb-u Menâkıb-ül-Ensâr ve Kitâbül-Meğâzî, Müslim; Kitab-ül Emâre, Tirmizî; Kitab-ül-Fiten). "Ben kıyamet günü havuzun başında, olacağım." (Müslim, Kitab-ül Fezâil). Hazreti Ebû Berze El-Eslemî'ye sordular, "acaba siz çeşme hakkında Rasûlullah'tan herhangi bir şey duydunuz mu? Dedi ki, bir değil, iki değil, üç değil, dört değil, beş değil, birçok defa duydum. Bunu kabul etmeyen inşallah bu çeşmenin suyunu içemeyecektir." (Ebû Davud: Kitab-üs-Sünne).
Ubeydullah bin Ziyâd, Kevser çeşmesiyle ilgili rivâyetlerin yanlış olduğunu zannederdi. Hatta, Ebû Berze El-Eslemî ile Berâ' bin Âzib ve Âiz bin Amr'ın bütün rivâyetlerini yalanlamaya kalkıştı. Nihayet, Ebû Sebre, Hz. Abdullah bin Amr bin As'tan duyarak kaydettiği bir yazıyı getirdi. Yazıda Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğu kayıtlıydı:
"Haberiniz olsun, benim ve sizin buluşma yeriniz benim havuzumdur." (Müsned-i Ahmet, Abdullah bin Amr bin As tarafından nakledilmiştir).
2) Söz konusu havuz veya çeşmenin büyüklüğü hakkında bazı farklı ifadeler vardır. Ancak üzerinde genellikle anlaşılan ölçüsü, Eyle (İsrail'in bugünkü Eylat limanı)'den Yemen'in San'a kentine kadar veya Eyle'den Aden'e ya da Amman'dan Aden'e kadar uzun ve Eyle ile Hucfe (Cidde ile Rabiğ arasında bir yer)'ye kadar geniş, şeklindedir. (Buhârî; Kitabur-Rikâk, Ebû Davûd Et-Tayâlisî, hadis no: 995, Müsned-i Ahmed. Rivayet edenler: Ebû Bekir Sıddîk ve Abdullah bin Ömer, Müslim; Kitab-ut-Tehâret, Kitab-ul-Fezâil, Tirmizî; Sıfat-ul-Kıyâmet bölümü ve İbn Mâce; Kitab-üz-Zühd).
Bu demek oluyor ki, kıyamet günü belki de bugünkü Kızıldeniz, Kevser çeşmesine veya havuzuna dönüştürülecek. Ama tabii, Cenab-ı Allah bunu dâha iyi bilmektedir.
3) Bu havuzdan bahsederken bir defasında Rasûlullah (a.s.) dediler ki, "buna Cennet'in nehri Kevser suyu katılacaktır.
" Bir başka hadis şöyledir: "Bu havuza cennetten su getiren iki çeşme akacaktır." (Müslim; Kitab-ul-Fezâil). Bir başka hadis de şöyledir: "Cennet'in nehri Kevser'den bir çeşme bu havuza açılacaktır." (Müsned-i Ahmed: Rivayet eden: Abdullah bin Mes'ud).
4) Bu havuzun suyundan bahsederken Hz. Peygamber (a.s.) demişlerdir ki, "bu su süt (bazı rivayetlerde gümüş ve kar) ten daha beyaz,-buzdan daha soğuk ve baldan daha tatlı olacaktır. Dibindeki toprak mis gibi kokacaktır. Havuzun başında, gökteki yıldızlar kadar sürahi ve kaplar bulunacaktır. Bu suyu bir kez içen bir daha susamayacaktır. Bunu içmeyen ise hiçbir zaman susamışlığını gideremeyecektir." Havuz ve suyuyla ilgili bu ifadeler çok az farklarla bir çok hadiste yer almışlardır: (Buhârî; Kitab-ur Rikak, Müslim; Kitab-ut-Tehâret ve Kitab-ul-Fezâil, Müsned-i Ahmed. Rivayet edenler: İbn-i Mes'ûd, İbn-i Ömer, Abdullah bin Amr bin As, Tirmizî: Sıfatül Kıyamet bölümü, İbn Mâce; Kitab-uz-Zühd, Ebû Davûd et-Tayalisi: hadis no: 995, 2135).
5) Kevser çeşmesi veya havuzu ile ilgili olarak Hazreti Peygamber kendi devrinin insanlarını defalarca ikaz etmiş ve kendisinden sonra yolunu değiştiren veya yolundan sapanların bu havuzun suyunu içemeyeceklerini beyan etmiştir. Rasûlullah'ın ifadesine göre, bu gibi İnsanlar havuzun başından uzaklaştırılacaklardır ve oraya bir daha yaklaştırılmayacaklardır. Rasûlullah (a.s.) diyecek ki, bunlar benim adamlarımdır. O zaman bu adamların, kendisinden sonra neler yaptıklarını bilmediği hatırlatılacaktır. Bunun üzerine Hz. Peygamber (a.s.) de bunları defedecektir ve kendisinden uzak durmalarını isteyecektir. Bu rivâyet de çeşitli hadislerde yer almıştır. (Buhârî; Kitâb-ur-Rikâk, Kitab-ul-Fiten, Müslim; Kitab-ut-Tehâret Kitâb-ul-Fezâil, Müsned-i Ahmed. Rivayet edenler: İbn Mes'ûd ve Ebû Hureyre; İbn Mâce, Kitab-ul Menasik), İbn Mâce'nin bu hususla naklettiği hadis acıklı kelimelerle doludur. Bu hadiste Hz. Peygamber (a.s.)'in şöyle dediği belirtilmiştir: "Haberiniz olsun, ben sizden önce havuzun başına varmış olacağım. Sizi görerek, diğer ümmetlerin yanında benim ümmetimin sayısının çok olduğundan iftihar edeceğim. O zaman yüzüme leke sürmeyin. Dikkatli olun. Bazılarınızı kurtaracağım, bazıları ise benden uzaklaştırılacaktır. Ben diyeceğim ki; Ya Rabbi, bunlar sahabelerimdir. O diyecektir ki, sen, senden sonra bu adamların ne garip şeyler yaptıklarını bilmiyorsun." İbn-i Ma'ce'ye göre Rasûlullah (a.s.) bu sözleri, Arafat'taki hutbesinde söylemiştir.
6) Bu havuzla ilgili olarak Hazreti Peygamber sadece kendi devrinin insanlarını değil, kıyamete kadar gelecek nesilleri de uyarmıştır ve demiştir ki,
"Benden sonra tarzımı değiştirecek ve yolumdan ayrılacak olan müslümanlar bu havuza yaklaştırılmayacaklardır. Ben diyeceğim ki, Rabbim, bunlar benim adamlarımdır, benim ümmetimdendirler. Cevap verilecek ki, 'Siz bilmiyorsunuz, bunlar sizden sonra ne gibi değişiklikler yaptılar ve hep ters yola gittiler.' Ondan sonra ben de onları defedeceğim ve havuza gelmelerine mani olacağım." Bu ifade de çeşitli hadislerde yer almıştır. (Buhari; Kitab-ul-Musâkât, Kitab-ur-Rikâk, Kitab-ul-Fiten, Müslim; Kitab-ut-Tehâret, Kitab-us-Salât, Kitab-ul-Fezâil, İbn-i Ma'ce; Kitâb-uz-Zühd, Müsned-i Ahmed, Rivayet eden: İbn-i Abbas).
Kevser çeşmesiyle ilgili hadisler 50'den fazla sahabe tarafından nakledilmiştir. Gerçi bu hadislerde "Kevser" adı geçmemiştir, ama daha sonraki muhaddis ve müfessirler bundan Kevser havuzu veya çeşmesinin kastedil¬diğini belirtmişlerdir. İmam Buhârî Kitab-ur-Rikâk'in son bölümünün başlığına zaten "Kevser" kelimesini eklemiştir. Ayrıca, Hz. Enes'in bir rivâyetinde bizzat Hz. Peygamber (a.s.)'in "Kevser'i şöyle tarif ettiği nakledilmiştir: "Bu, benim ümmetimin varacağı bir havuzdur."
Cennet'teki Kevser nehrinin Rasûlullah (a.s.)'a ihsan edilmesine ilişkin de çeşitli hadislere rastlanmaktadır. Hazreti Enes'in birçok rivayetlerinde -ki bazıları serahat ile Rasûlullah (a.s.)'ın sözlerini içermektedir-şöyle denilmiştir: Mirac sırasında Hz. Peygamber (a.s.) Cenneti gezdi. Ve Cennet'te bir nehir gördü. Bu nehrin kenarında inci ve elmaslar ile burçlar yapılmıştı. Nehrin dibindeki toprak "misk-i ezfer"den yapılmıştı. Rasûlullah (a.s.) kendisine Cennet'i gezdirmekte olan Hz. Cebrail veya başka bir meleğe sordu: "Bu nedir?", Melek cevap verdi: "Bu, Cenab-ı Allah'ın size armağan ettiği Kevser nehri'dir" (Müsned-i Ahmed, Buhârî, Müslim, Ebû Davûd, Tirmizî, Ebû Davûd Tayalisî, İbn Cerîr).
Hz. Enes'in rivâyet ettiği bir başka hadis şöyledir: Rasûlullah (a.s.)'a soruldu (ya da falanca adam sordu), "Kevser nedir?" Rasûlullah (a.s.) buyurdular: "Allah'ın bana ihsan ettiği bir nehirdir. Bunun toprağı misk gibidir. Suyu, sütten daha beyaz, baldan daha tatlıdır." (Müsned-i Ahmed, Tirmizî, İbn Cerîr). Müsned-i Ahmed'in bir rivâyeti şöyledir: Rasûl-ü Ekrem (a.s.) Kevser nehrinin özelliklerinden bahsederken şöyle buyurdular: "Dibinde çakıl veya taş yerine İnciler vardır." İbn Ömer (r.a.)'in rivâyetine göre Hazreti Peygamber (a.s.) buyurdular ki; "Kevser, Cennet'te bir nehirdir. Bu nehrin yakaları altındandır. Bu nehir inci ve elmaslar üzerinde akmaktadır (yani, çakıl yerine inci ve elmaslar vardır). Toprağı miskten daha iyi kokuludur. Suyu, sütten (veya kardan) daha beyazdır, buzdan daha soğuktur ve baldan daha tatlıdır." (Müs¬ned-i Ahmed, Tirmizî, İbn Mâ'ce, İbn Ebi Hâtim, Dârimî, Ebû Davûd Tayalisi, İbn-ül Münzir, İbn Merdûye ve İbn Ebî Şeybe). Usame bin Zeyd'in bir rivâyetine göre, Rasûlullah (a.s.) bir defasında Hz. Hamza (r.a.)'ya gitti. Hz. Hamza evde yoktu. Hz. Hamza'nın zevcesi Hz. Peygamber (a.s.)'i ağırladı ve sohbet sırasında dedi ki 'kocam Allah'ın sizi cennette Kevser diye bir nehir armağan ettiğini söyledi, bu ne demektir?" Rasûlullah (a.s.) buyurdular: 'Evet, doğrudur. O nehrin dibi yakut, mercan, elmas ve İncilerden yapılmıştır.' (İbn-i Cerîr, İbni Merdûye. Gerçi bu ha¬disin dayanağı zayıftır. Fakat aynı mevzû çok sayıda hadislerde işlendiği için doğru olma ihtimali vardır). Bu sayısız hadislerin dışında sahabeler ile daha sonraki dönemde tâbîlerin birçok söz ve ifadeleri hadis kitaplarında yer almışlardır. Bunların hepsinde vasıfları yukarıda belirtilen Cennet'teki Kevser nehrinden bahsedilmiştir. Mesela Hz. Abdullah bin Ömer, Hz. Abdullah bin Abbas, Hz. Enes bin Mâlik, Hz. Aişe, Mücahid ve Ebul Aliye'nin bir çok ifadeleri, Müsned-i Ahmed, Buhârî, Tirmizî, Nesâî, İbni Merdûye, İbni Cerir ve İbn Ebi Şeybe v.s. gibi hadis kitapla¬rında yer almışlardır.ALINTIDIR
Moderatör tarafında düzenlendi: