S
Sultan_Farukî
Guest
Kahırdır Onların Sonları...
Rabbi Zü'l-Celâlimiz Şûrâ Sûresi 8. ayette şöyle buyuruyor;
"Dileseydi Allah, elbette hepsini bir ümmet de yapardı.” Fakat dilediğini rahmetine koyuyor da! Zalimlere gelince ne bir dost var onlara, ne de bir yardımcı. Yaradan Rabbim, kainatı yaratmadan önce alemlere rahmet olan Efendimiz (S.A.V.)’i yaratmış, onun nûrunu yaratmış. Tek olan, bir olan, birliği öğreten Rabbim önce sormuş bizlere "Kâlû belâ" demiş cümle âlem, ardından bizleri dünyaya göndermiş.
Bir de baktık ki orada verdiğimiz sözü unutmuşuz, açılmış, saçılmış, söylediklerimizi düşünmeden söylemiş, hayâtın gâyesini, iki emâneti düşürmüşüz elimizden. Rabbimin merhametine el açtık biz de, unutturma bize unuttuklarımızı Alîm isminle öğret Rabbim. Aynı sûrenin on ikinci ayetinde ise şöyle buyurur; "Göklerin, yerin kilitleri O'nun. Rızkı dilediğine açar ve kısar. Çünkü O her şeyi bilir." Göklerin ve yerin kilitleri, tüm dünyaya hakim olan yalnız O'dur. O her şeyi kuşatmıştır, her şeyin tek sahibi Melik’tir, yerlerde ve göklerdeki her şeyi işiten Semi'dir, kainatın tek sahibi Mâliku'l-Mülk’tür, Mâlikü'l-Mülk'tür. Rezzak'tır, rızkını dilediğine açandır, her şeyi bilendir, Alîm'dir. Ayette nice anlamlar var da biz anlayamıyoruz, aklımız, bilgimiz yetmiyor O'nu anlamaya, idrak etmeye. Daha kelime-i Şehâdet’in manasını bilemiyoruz, her gün okuduğumuz sübhâneke duâsının mânâsını dâhi öğrenemedik.
Utanıyoruz, korkuyoruz her an biri gelipte bir şey soracak diye. Bilmediklerimizden utanıyoruz da bir kez olsun açıp bakmıyoruz kâinâtın rehberine.
Duymuyor kulaklarımız Senden gelen daveti, bakmıyor gözlerimiz yarattıklarındaki sırlara. Ey Rabbim! Ayetteki gibi bizleri hayırlı ümmet eyle Kafirlere mühlet veririm diyorsun, onları kahredecek olan yalnız sensin bizim gücümüz yetmez. Hem Kahhar'sın, hem Rahim'sin! Ey Rabbim! Kahhar isminle kahret onları, Rahmet isminle merhamet et müminlere! Zalimlere dostta yoktur, yardımcı da. Allah'ın yarattığı cana haksız yere zulmeden kafirler yok mu, onlara ne güzel hitap ediyor Rabbim, onların ne yardımcısı ne de dostu vardır. Sonsuz adalet sahibi yalnız sensin Allah'ım adaletine inandık, itaat ettik, biliyoruz ki o kafirler bizlere yaptıklarının on katını âhirette görecekler, gösterecek sonsuz adâlet sâhibi olan.
Hadid suresi birinci ayette Cenab-ı Rahman der ki: "Tesbih etmekte Allah'ı, göklerde ki ve yerdeki. O öyle Aziz, öyle Hakim'dir." İsrâ sûresi kırk dördüncü ayette ise şöyle der Rabbim: "Onu, yedi gök ile yer bütün bunlardaki akıl sahipleri tesbih eder ve hatta hiçbir şey yoktur ki, Onu hamd ile tesbih etmesin ve fakat siz onların tesbihini iyi anlayamazsınız. O cidden Halîm, Gafûr bulunuyor." Cümle alem-i ezkâr bu kadar açık bir şekilde açıklanmışken, neden unuturuz verdiğimiz sözü de aklımızı farklı şeyler işgal eder? Rabbimin verdiği nimetlere şükür etmek varken nazargahı olan kalbimiz de kimlere yer veririz? Yukarıdaki iki ayette rabbim tüm alemin onu zikrettiğini söylemiş, ardından esmalarını zikretmiş üstün kuvvetli olan anlamında Aziz demiş, her şeyin hakkını bilen anlamında Hakim demiş, çok yumuşak olan, mühlet tanıyan anlamında Halîm demiş, Gafur demiş ardından çok bağışlayıcı anlamında. Biz Onu anlamasak, anlayamasak, zikir edemesek de mühlet vermiş bizlere, bağışlayacağını müjdelemiş. Kimden imdat bekleriz Sen olmasan, hangi kapıya giderdik müjden olmasa, Es-Sabır ismin olmasa.
Baktığımız yerlerde, dinlediğimiz alemde, yürüdüğümüz yollarda Seni görmesek, duymasak neye yarar yaşamak ki alem Seni zikrederken bizim sağır, kör olmamız! İşittik, itaat ettik deriz asırlardır, ama ne işitir ne itaat ederiz, bu günahlarımızı bağışlar mısın Rabbim? Hadid suresi birinci ayette alemin ezkârını söyledikten sonra sekizinci ayette şöyle der Rabbimiz, "Hem neye iman etmeyesiniz Allah'a ki! Peygamber, sizi Rabbinize iman edesiniz diye davet edip duruyor! Halbuki kesin söz aldı; Gerçek mümin olacaksınız" Allah'a iman etmeyenlere, Resulün davetine îcâp etmeyenlere, ruhlar aleminde verdikleri sözden dönenlere seslenir. Mümin olacaksınız demez de gerçek mümin olacaksınız der. Kimdir gerçek mümin hiç düşündük mü? Gerçek mümin olabildik mi hiç? Ebu Bekir gibi cömert, sıdık, Ali gibi cesur, Osman gibi hayâli, Ömer gibi bilgili, adaletli, Musâb gibi sâdık, ilmiyle âmil, Zeyd gibi canını verecek kadar Resulullah'ı seven, Bilal gibi hizmetkâr olmaktır gerçek mümin. Hakka kul, Resule ümmet, Resulün vârislerine sevdâlı olmaktır gerçek mümin. Hizmet edecek kim var dendiğinde tereddüt etmeden ben demektir gerçek mümin, verdiği sözü her adımda hatırlayan ve hatırlatandır gerçek mümin ve gerçek mümin dilinden, kalbinden zikrini düşürmeyendir. Zikre dalmış cümle âlem inler, inletir. Âşığın gönlü yanar dâim, Zikir ile meşguldür kalbim, Girmesin kalbe gizli zâlim, Söyler gönlüm Hû Mevlam Hû. Âşık mâşuğunu arar, Her işinde kılar karar, Dosttan gayrisi kalbe zarar, Söyler hâlim Hû Mevlâm Hû. Aşıkları böyle inleten nedir? Kalpleri coşturan, yüreklere deva veren zikir değil de nedir? Kimisi Hayy, kimisi Hû'da bulur Seni. Bir meşale etrafında pervâne, bir gül etrâfında bülbül olur âşıklar, dönerler, yanarlar, inlerler. Toprak âb-ı hayatla coşarken, Kuşlar zikrinle hem-hâl olurken, Melekler secdelerde yatarken, Bizlere de esmâlarını gösterir misin? Vaveylâ mıdır kuşların yüreğindeki? Durmadan öterler, hele gecenin karanlığında sessizliği delen ve karanlığa haykıran küçücük bedenleri ile o sesi çıkaran cır cır böceklerindeki haykırış nedir? Suları dinledik mi hiç? Resulden selam getiren suları, rüzgârı, saba yellerini hiç dinledik mi? Kulaklarımız ne duyar, kimi dinler. Dâvûdî bir ses gelir odalardan Kur'an sedâları inletir gökkubbeyi, yüreklerinden gelen aşkla Allah’u Ekber der âşıklar. Sevdâmız, cânımız, cânânımız sanadır. İmân etmeyenler niye îmân etmez ki? Üç günlük ömürde kime inanır? Kimden medet umar? Kime derdini döker ki? Aslında onların derdi yok ki dertlerini döksünler, derdi olan âşıklardır dermân ise derttir onlara göre. Dökelim derdimizi mübarek seherlerde bizi duyan Tek'e, Vahdet'e.
Zikrimizi işiten, derdimizin dermânına yönelelim, bükelim boyunları ve açalım elleri Rahmet deryâsına doğru. İsteyelim kimseye diyemediklerimizi sonsuz merhametin kaynağından, aksın bedenimizin âb-ı hayatı ellerimizin üzerine, gelsin feyizler Râd sûresi ile seyre dalmışken kainatı şu âyet bize neler anlatır bir bilsek; on ikinci ayette Rabbim şöyle buyurur: "O, O'dur ki; size korku ve ümit içerisinde şimşek gösterir. Ve ağırlıklı bulutları peydâ eder." Bu ayetten sonra on üçüncü ayette şöyle der: "Gök gürültüsü hamd ile tesbih eder. Melekler de korkusundan! Ve yıldırımlar gönderirde onlarla dilediğini çarpar. Onlarsa Allah hakkında mücadele ediyorlardır. Halbuki O'nun kudreti ve az âbı çok şiddetlidir." Şimşek gösterir diyor bu şimşek nedir ki? Yağmurdan önce gelen yağmurun habercisi bir şimşek midir? Yoksa kıyameti müjdeleyen dehşet günü getiren bir şimşek midir? Yoksa savaşın başlangıcı olan bomba sesleri midir? Bulutlar nedir peki? Yağmuru karnına hapseden anne mi? Kıyamette dağları alıp götürecek olan bulut mu? Yoksa savaşlarda tozu dumana katan askerler mi? O gürültüler, şimşekler, aşkından kendini yollara veren rüzgâr Rabbini tesbih eder, hamd eder.
Allah için mücadele etmek, Allah için kendini savaşın ortasına esir etmek, Allah için yurdundan göç etmek, terk etmek her şeyi, canını, cân ânını! Gökler ve yerlerdekiler yalnızca kendilerini Yaratana, rızıklar verene hamd eder, tesbih eder, secde eder. Yalnızca O'nu zikreder. Ey göklerde ve yerde olanlar! Karıncalar, balıklar, çimenler, taşlar, bulutlar, melekler, salih kullar zikrederler âlemi hep bir ağızdan Hû derler. Ararlar Yaradan’ın tecellilerini, fena fillah, beka billah olurlar. Seyr-i anillah, seyr-i billaha ererler. Nur-ı Muhammed-î ile kaplar tüm kainatı, gül-i Muhammed î kokar cümle âlem. Karanlıklar aydınlığa döner, dikenler gül bitirir.
Hayatımıza iki emanet verilmiştir iki emanet ile yaşarsanız asla sapıtmazsınız mujdesi gelmiş Allah'ın kitabı ve Resulün sünneti. İşte iki emânet, iki nur, iki hayat kaynağı! Kudreti ve azabı çok şiddetli olan Rabbim? Ey yüceler yücesi, kimini rahmetinle kimini dehşetli gaz âbınla sınarsın. Sen öyle büyüksün ki rahmetim gaz âbımı geçmiştir dersin. Es-sabür isminin tecellisi öyle geniş ki, bunu benim anlamam çok zor. Sevinçle Medine'den selam sedâlarını getirir bir şimşek, salavatlar gelir, tekbirler duyulur. Allah’u Ekber der tüm âşıklar, mâşuklar, dem ânını arayanlar. Aynı surenin yirmi sekizinci ayetinde der ki: "Onlar ki, iman etmişlerdir ve kalpleri Allah'ın zikri ile yatışırlar. Evet Allah'ın zikriyle kalpler yatışır" "Kalpler ancak Allah'ı zikretmekle mutmain olur" ayeti, bu ayeti nede güzel açıklar.
Kalplerin mutmain olması için salih olarak iman etmek ve sürekli olarak Allah'ı zikretmek gerekiyor, işte hayatımızı kolaylaştıracak olan, bizi mutluluğa erdirecek olan kaynak verilmişken neden batıl yollara saparız da sıkıntıya meylederiz ki. Allah'ı her yerde görmek varken, cennette cemalini seyretmek varken nelerle meşgul oluruz ki. Yüce Rabbim yirmi sekizinci ayetten sonra ise şu müjde ile bizi cennetine davet eder: "Onlar ki iman etmişlerdir ve salih ameller işlemektedirler. Ne hoş! Tuba onların, geleceğin güzelliği onların" şükürler olsun, bizleri Firdevs Irmağı başında bekleyen Resul ile dinini tamamladı ve bizi doğumumuzdan bugüne kadar kendine kul, resulüne ümmet, sadık kullarına talebe edene, bizleri onlarla birlikte hemhal edene şükürler olsun, sınavımız da bizlere yardım edene, darda bırakmayana şükürler olsun. Geleceğin güzelliklerini verecek olana şükürler olsun ne kadar şükretsek ne kadar secdelere kapansak az gelir ki biz O'nu her anımızda hatırlamazken bizlere kendini unutturmayan El-Vedüd ismi tecellisi ile sevdiklerini bize de sevdirene şükürler olsun. Cenneti yaratana, cehennemi yakana, bu dünyada yapılanların karşılığını verecek olana şükürler olsun. Bizlere unutturma unutmamamız gerekenleri. Ey yüceler yücesi!
Rabbi Zü'l-Celâlimiz Şûrâ Sûresi 8. ayette şöyle buyuruyor;
"Dileseydi Allah, elbette hepsini bir ümmet de yapardı.” Fakat dilediğini rahmetine koyuyor da! Zalimlere gelince ne bir dost var onlara, ne de bir yardımcı. Yaradan Rabbim, kainatı yaratmadan önce alemlere rahmet olan Efendimiz (S.A.V.)’i yaratmış, onun nûrunu yaratmış. Tek olan, bir olan, birliği öğreten Rabbim önce sormuş bizlere "Kâlû belâ" demiş cümle âlem, ardından bizleri dünyaya göndermiş.
Bir de baktık ki orada verdiğimiz sözü unutmuşuz, açılmış, saçılmış, söylediklerimizi düşünmeden söylemiş, hayâtın gâyesini, iki emâneti düşürmüşüz elimizden. Rabbimin merhametine el açtık biz de, unutturma bize unuttuklarımızı Alîm isminle öğret Rabbim. Aynı sûrenin on ikinci ayetinde ise şöyle buyurur; "Göklerin, yerin kilitleri O'nun. Rızkı dilediğine açar ve kısar. Çünkü O her şeyi bilir." Göklerin ve yerin kilitleri, tüm dünyaya hakim olan yalnız O'dur. O her şeyi kuşatmıştır, her şeyin tek sahibi Melik’tir, yerlerde ve göklerdeki her şeyi işiten Semi'dir, kainatın tek sahibi Mâliku'l-Mülk’tür, Mâlikü'l-Mülk'tür. Rezzak'tır, rızkını dilediğine açandır, her şeyi bilendir, Alîm'dir. Ayette nice anlamlar var da biz anlayamıyoruz, aklımız, bilgimiz yetmiyor O'nu anlamaya, idrak etmeye. Daha kelime-i Şehâdet’in manasını bilemiyoruz, her gün okuduğumuz sübhâneke duâsının mânâsını dâhi öğrenemedik.
Utanıyoruz, korkuyoruz her an biri gelipte bir şey soracak diye. Bilmediklerimizden utanıyoruz da bir kez olsun açıp bakmıyoruz kâinâtın rehberine.
Duymuyor kulaklarımız Senden gelen daveti, bakmıyor gözlerimiz yarattıklarındaki sırlara. Ey Rabbim! Ayetteki gibi bizleri hayırlı ümmet eyle Kafirlere mühlet veririm diyorsun, onları kahredecek olan yalnız sensin bizim gücümüz yetmez. Hem Kahhar'sın, hem Rahim'sin! Ey Rabbim! Kahhar isminle kahret onları, Rahmet isminle merhamet et müminlere! Zalimlere dostta yoktur, yardımcı da. Allah'ın yarattığı cana haksız yere zulmeden kafirler yok mu, onlara ne güzel hitap ediyor Rabbim, onların ne yardımcısı ne de dostu vardır. Sonsuz adalet sahibi yalnız sensin Allah'ım adaletine inandık, itaat ettik, biliyoruz ki o kafirler bizlere yaptıklarının on katını âhirette görecekler, gösterecek sonsuz adâlet sâhibi olan.
Hadid suresi birinci ayette Cenab-ı Rahman der ki: "Tesbih etmekte Allah'ı, göklerde ki ve yerdeki. O öyle Aziz, öyle Hakim'dir." İsrâ sûresi kırk dördüncü ayette ise şöyle der Rabbim: "Onu, yedi gök ile yer bütün bunlardaki akıl sahipleri tesbih eder ve hatta hiçbir şey yoktur ki, Onu hamd ile tesbih etmesin ve fakat siz onların tesbihini iyi anlayamazsınız. O cidden Halîm, Gafûr bulunuyor." Cümle alem-i ezkâr bu kadar açık bir şekilde açıklanmışken, neden unuturuz verdiğimiz sözü de aklımızı farklı şeyler işgal eder? Rabbimin verdiği nimetlere şükür etmek varken nazargahı olan kalbimiz de kimlere yer veririz? Yukarıdaki iki ayette rabbim tüm alemin onu zikrettiğini söylemiş, ardından esmalarını zikretmiş üstün kuvvetli olan anlamında Aziz demiş, her şeyin hakkını bilen anlamında Hakim demiş, çok yumuşak olan, mühlet tanıyan anlamında Halîm demiş, Gafur demiş ardından çok bağışlayıcı anlamında. Biz Onu anlamasak, anlayamasak, zikir edemesek de mühlet vermiş bizlere, bağışlayacağını müjdelemiş. Kimden imdat bekleriz Sen olmasan, hangi kapıya giderdik müjden olmasa, Es-Sabır ismin olmasa.
Baktığımız yerlerde, dinlediğimiz alemde, yürüdüğümüz yollarda Seni görmesek, duymasak neye yarar yaşamak ki alem Seni zikrederken bizim sağır, kör olmamız! İşittik, itaat ettik deriz asırlardır, ama ne işitir ne itaat ederiz, bu günahlarımızı bağışlar mısın Rabbim? Hadid suresi birinci ayette alemin ezkârını söyledikten sonra sekizinci ayette şöyle der Rabbimiz, "Hem neye iman etmeyesiniz Allah'a ki! Peygamber, sizi Rabbinize iman edesiniz diye davet edip duruyor! Halbuki kesin söz aldı; Gerçek mümin olacaksınız" Allah'a iman etmeyenlere, Resulün davetine îcâp etmeyenlere, ruhlar aleminde verdikleri sözden dönenlere seslenir. Mümin olacaksınız demez de gerçek mümin olacaksınız der. Kimdir gerçek mümin hiç düşündük mü? Gerçek mümin olabildik mi hiç? Ebu Bekir gibi cömert, sıdık, Ali gibi cesur, Osman gibi hayâli, Ömer gibi bilgili, adaletli, Musâb gibi sâdık, ilmiyle âmil, Zeyd gibi canını verecek kadar Resulullah'ı seven, Bilal gibi hizmetkâr olmaktır gerçek mümin. Hakka kul, Resule ümmet, Resulün vârislerine sevdâlı olmaktır gerçek mümin. Hizmet edecek kim var dendiğinde tereddüt etmeden ben demektir gerçek mümin, verdiği sözü her adımda hatırlayan ve hatırlatandır gerçek mümin ve gerçek mümin dilinden, kalbinden zikrini düşürmeyendir. Zikre dalmış cümle âlem inler, inletir. Âşığın gönlü yanar dâim, Zikir ile meşguldür kalbim, Girmesin kalbe gizli zâlim, Söyler gönlüm Hû Mevlam Hû. Âşık mâşuğunu arar, Her işinde kılar karar, Dosttan gayrisi kalbe zarar, Söyler hâlim Hû Mevlâm Hû. Aşıkları böyle inleten nedir? Kalpleri coşturan, yüreklere deva veren zikir değil de nedir? Kimisi Hayy, kimisi Hû'da bulur Seni. Bir meşale etrafında pervâne, bir gül etrâfında bülbül olur âşıklar, dönerler, yanarlar, inlerler. Toprak âb-ı hayatla coşarken, Kuşlar zikrinle hem-hâl olurken, Melekler secdelerde yatarken, Bizlere de esmâlarını gösterir misin? Vaveylâ mıdır kuşların yüreğindeki? Durmadan öterler, hele gecenin karanlığında sessizliği delen ve karanlığa haykıran küçücük bedenleri ile o sesi çıkaran cır cır böceklerindeki haykırış nedir? Suları dinledik mi hiç? Resulden selam getiren suları, rüzgârı, saba yellerini hiç dinledik mi? Kulaklarımız ne duyar, kimi dinler. Dâvûdî bir ses gelir odalardan Kur'an sedâları inletir gökkubbeyi, yüreklerinden gelen aşkla Allah’u Ekber der âşıklar. Sevdâmız, cânımız, cânânımız sanadır. İmân etmeyenler niye îmân etmez ki? Üç günlük ömürde kime inanır? Kimden medet umar? Kime derdini döker ki? Aslında onların derdi yok ki dertlerini döksünler, derdi olan âşıklardır dermân ise derttir onlara göre. Dökelim derdimizi mübarek seherlerde bizi duyan Tek'e, Vahdet'e.
Zikrimizi işiten, derdimizin dermânına yönelelim, bükelim boyunları ve açalım elleri Rahmet deryâsına doğru. İsteyelim kimseye diyemediklerimizi sonsuz merhametin kaynağından, aksın bedenimizin âb-ı hayatı ellerimizin üzerine, gelsin feyizler Râd sûresi ile seyre dalmışken kainatı şu âyet bize neler anlatır bir bilsek; on ikinci ayette Rabbim şöyle buyurur: "O, O'dur ki; size korku ve ümit içerisinde şimşek gösterir. Ve ağırlıklı bulutları peydâ eder." Bu ayetten sonra on üçüncü ayette şöyle der: "Gök gürültüsü hamd ile tesbih eder. Melekler de korkusundan! Ve yıldırımlar gönderirde onlarla dilediğini çarpar. Onlarsa Allah hakkında mücadele ediyorlardır. Halbuki O'nun kudreti ve az âbı çok şiddetlidir." Şimşek gösterir diyor bu şimşek nedir ki? Yağmurdan önce gelen yağmurun habercisi bir şimşek midir? Yoksa kıyameti müjdeleyen dehşet günü getiren bir şimşek midir? Yoksa savaşın başlangıcı olan bomba sesleri midir? Bulutlar nedir peki? Yağmuru karnına hapseden anne mi? Kıyamette dağları alıp götürecek olan bulut mu? Yoksa savaşlarda tozu dumana katan askerler mi? O gürültüler, şimşekler, aşkından kendini yollara veren rüzgâr Rabbini tesbih eder, hamd eder.
Allah için mücadele etmek, Allah için kendini savaşın ortasına esir etmek, Allah için yurdundan göç etmek, terk etmek her şeyi, canını, cân ânını! Gökler ve yerlerdekiler yalnızca kendilerini Yaratana, rızıklar verene hamd eder, tesbih eder, secde eder. Yalnızca O'nu zikreder. Ey göklerde ve yerde olanlar! Karıncalar, balıklar, çimenler, taşlar, bulutlar, melekler, salih kullar zikrederler âlemi hep bir ağızdan Hû derler. Ararlar Yaradan’ın tecellilerini, fena fillah, beka billah olurlar. Seyr-i anillah, seyr-i billaha ererler. Nur-ı Muhammed-î ile kaplar tüm kainatı, gül-i Muhammed î kokar cümle âlem. Karanlıklar aydınlığa döner, dikenler gül bitirir.
Hayatımıza iki emanet verilmiştir iki emanet ile yaşarsanız asla sapıtmazsınız mujdesi gelmiş Allah'ın kitabı ve Resulün sünneti. İşte iki emânet, iki nur, iki hayat kaynağı! Kudreti ve azabı çok şiddetli olan Rabbim? Ey yüceler yücesi, kimini rahmetinle kimini dehşetli gaz âbınla sınarsın. Sen öyle büyüksün ki rahmetim gaz âbımı geçmiştir dersin. Es-sabür isminin tecellisi öyle geniş ki, bunu benim anlamam çok zor. Sevinçle Medine'den selam sedâlarını getirir bir şimşek, salavatlar gelir, tekbirler duyulur. Allah’u Ekber der tüm âşıklar, mâşuklar, dem ânını arayanlar. Aynı surenin yirmi sekizinci ayetinde der ki: "Onlar ki, iman etmişlerdir ve kalpleri Allah'ın zikri ile yatışırlar. Evet Allah'ın zikriyle kalpler yatışır" "Kalpler ancak Allah'ı zikretmekle mutmain olur" ayeti, bu ayeti nede güzel açıklar.
Kalplerin mutmain olması için salih olarak iman etmek ve sürekli olarak Allah'ı zikretmek gerekiyor, işte hayatımızı kolaylaştıracak olan, bizi mutluluğa erdirecek olan kaynak verilmişken neden batıl yollara saparız da sıkıntıya meylederiz ki. Allah'ı her yerde görmek varken, cennette cemalini seyretmek varken nelerle meşgul oluruz ki. Yüce Rabbim yirmi sekizinci ayetten sonra ise şu müjde ile bizi cennetine davet eder: "Onlar ki iman etmişlerdir ve salih ameller işlemektedirler. Ne hoş! Tuba onların, geleceğin güzelliği onların" şükürler olsun, bizleri Firdevs Irmağı başında bekleyen Resul ile dinini tamamladı ve bizi doğumumuzdan bugüne kadar kendine kul, resulüne ümmet, sadık kullarına talebe edene, bizleri onlarla birlikte hemhal edene şükürler olsun, sınavımız da bizlere yardım edene, darda bırakmayana şükürler olsun. Geleceğin güzelliklerini verecek olana şükürler olsun ne kadar şükretsek ne kadar secdelere kapansak az gelir ki biz O'nu her anımızda hatırlamazken bizlere kendini unutturmayan El-Vedüd ismi tecellisi ile sevdiklerini bize de sevdirene şükürler olsun. Cenneti yaratana, cehennemi yakana, bu dünyada yapılanların karşılığını verecek olana şükürler olsun. Bizlere unutturma unutmamamız gerekenleri. Ey yüceler yücesi!