İşte Tüm Mesele: “Okumak veya Okumamak”

harekat

Özel Üye
©Murat's44


TARİHE KAYIT DÜŞMEK VEYA TARİHİN ÇÖPLÜĞÜNE ATILMAK
Şahin Alpay’ın üniversiteler Araştırmasına göre “Ders kitabı dışında kitap okuyor musunuz?” sorusuna olumsuz yanıt verenler % 12 boş zamanlarında kitap okumadıklarını söyleyenler ise ne yazık ki % 35 i bulmaktadır.
Demirtaş Ceyhun “Ah Biz Şu Kara Bıyıklı Türkler” yazısında bu konuyla ilgili olarak;

  • %77.6 sı hiç spor yapmamış,
    [*]% 82 si sinema tiyatro ve konsere gitmek gibi bir alışkanlığı olmayan,
    [*]% 93.8 i kesinlikle dergi ve kitap okumayan,
    [*]Futbol maçları üzerinde konuşmayı kültür sayan,
    [*]Traş olmayı sevmeyen,
    [*]Sık sık “param olsa çalışmam” diyen,
    [*]Özgürlüğe meraklı ama eşitlikten de pek hoşlanmayan,
    [*]Sorumluluklarını genelde unutan ama verilen buyrukları derhal yerine getiren,
    [*]Kendi eşine karşı hoşgörüsüz,
    [*]Kadın erkek televizyona düşkün, ama % 60 ının kırk yıldır içinde bulunduğumuz NATO’dan bile haberi olmayan,
    [*]% 65.5 i BM’in adını bile duymamış ve yediden yetmişe sabah akşam fosur fosur sigara içen,
    [*]Son yıllarda da otomobile aşırı düşkün,

bir toplum olduğumuzdan bahsetmektedir.
okumak.gif

Bu ifadeler 1992 yılına ait ama adeta günümüzü rahatça tarif etmektedir. Bazen bana hangi takımı tutuyorsun diyorlar; fakat benim böyle bir alışkanlığım olmadığı için “hiç birini tutmuyorum ki rahat oynasınlar” ifadesini kullanıyorum. Küçükken oynayacak top bulamamanın; dolayısıyla oynayacakta yeteneğim olmadığından olacak ki hiç takım tutmadım, takımlarla ilgili eleştiriler ve tartışmalara katılmadım ve en önemlisi de hafıza dağarcığımı bu konuya tahsis etmeyerek başka alanlarda kullanma fırsatım oldu. Belki bu yönüm bazılarınca eleştirilebilir ve belki zevksiz bir yaşam gibi algılanabilir. Ama şu bilinmelidir ki, benim en zevk aldığım kitap okumak ve öğrendiklerimi kıskançlık duymadan mutlaka başkalarıyla paylaşma duygusudur. Takım tutanları, takım tuttukları için eleştirmiyorum; ama takıma ayırdıkları zaman ve hafıza dağarcığı kadar şayet kitaba, bilgiye ve paylaşıma da ayırırsalar.
“Kitaplar, ömür boyu yanı başımda elimin altındadır. Yalnızlığımda ve yaşlılığımda avuturlar beni. Sıkıntılı bir avareliğin baskısından kurtarır, hoşlanmadığım kişilerin havasından dilediğim zaman ayırırlar beni. Fazla ağır basmadıkları, gücümü aşmadıkları zaman acılarımı törpülerler. Rahatımı kaçıran bir saplantıyı başımdan atmak için kitaplara başvurmaktan iyisi yoktur; hemen beni kendilerine çeker, içimdekinden uzaklaştırırlar. İnsan hayatı denen bu yolculukta benim bulduğum en iyi nevale kitaplardır ve onlardan yoksun anlayışta ki insanlara çok acırım.” (Montaigne)
Peki, tarihe kayıt düşen isimli kahramanlar nasıl kahraman oldular ve onlar kitaplarla ne kadar haşir neşirdi diye baktığımızda:
Sosyolog Prof. Dr. Gündüz Tüfekçi’nin tesbitine göre Atatürk 1800 kitap okumuştur. Ömrünün yarısı savaşlarda geçmiş bir kişinin bu kadar kitap okuması olağanüstüdür. Okuduğu kitaplardan tam 200.000 satırın altını da çizmiştir. İşte büyüğümüzü büyük yapan temel nedenlerden biri. O zamanlarda ki çıkan kitap sayısı ve Atatürk’ün aşırı meşguliyetine rağmen bu kadar okuyabilmesi bizleri düşünmeye sevk etmesi gerekmez mi? Hala kim diyebilir ki “Ben unumu eledim, eleğimi astım” diye.
İbni Sina 18 yaşındayken devrinin tüm ilimlerini tahsil etmişti. Öyle ki, genç yaşında Buhara saray kütüphanesi müdürü olmuştu. 100 den fazla dev esere imzasını atmıştır. Doğu ve Batı da 600 yıl boyunca tıp ilmine ışık tutmuştur.
İbnül Cevzi isimli bir alimin okuduğu kitap sayısının 20.000 i geçtiği, neredeyse eser vermediği hiçbir ilim dalı bırakmadığı bazısı 20 cildi bulan 340 tan fazla eser yazdığı; günde 4 defter doldurarak bir yılda yazdıklarının 50-60 cilt bulduğu; yazarlık sırasında kullandığı kalemlerin yontulmasından ortaya çıkan talaşları biriktirerek vefat ettiğinde suyunun ısıtılmasını tavsiye ettiği ve tavsiyesinin yapıldığı tesbit edilmiştir.
Yine ismini çoğumuzun duyduğu Fahreddini Razi’nin yemek yerken bile bir şeyler okumak istediği çare bulamadığı için de üzüldüğü yazdığı kitapları üst üste konulduğunda boyumuzu bile aşacağı yalnızca Tefsir-i Kebir’inin 20.000 sayfa olduğu düşünüldüğünde günde 15-20 sayfa eser yazdığı anlaşılmaktadır.
Yavuz Sultan Selim’in günde 8 saat okuduğu seferlere giderken bile en az 3 katır yükü kitap taşıttırarak okumakta olduğu, günde bir defa yediği bilinmektedir.
Yine İbrahim Hakkı Bursavi (1652-1715) mum ışığında 161 eser yazmış ve Avrupalılar onun için “Bu eserler bir değil beş ömre sığmaz” diyorlardı.
Ahmet Mithat Efendi (1844-1912) ekmek parasını kitaba verir ve çok okurdu; 226 adet kitap yazmıştı.
Lenin, Karl Marks’ın kitabını 1000 defa okuduğu bilinmektedir.
Hume, İngiltere tarihini yazarken günde 13 saat yazı yazardı.
“Kesin İnançlılar” kitabının yazırı Eric Hoffer okuma alışkanlığı sayesinde hamallıktan üniversite hocalığına terfi etmiştir.
Amerikan Yüksek Mahkemesi emekli üyesi Oliver Wendel Holmes 94 yaşında ölmüştü. 90 yaşında iken kendisini ziyarete giden Başkan Roosvelt Eflatunu okurken görünce “Hakim bey, Eflatunu neden okuyorsunuz? “ diye sorduğunda “Kafamı geliştirmek için okuyorum başkanım.” demiştir.
Evet, işte tüm bu bilgiler ve daha nice zikretmediğimiz bilgiler ışığında hala okumamakta ve tarihe isimli veya isimsiz kayıt düşmeyeceksek; kafamızı geliştirmekten kaçınacaksak bu gidişle tarihin çöplüğüne atılmamız söz konusu ise ne yapmalıyız işte bunu hayati olarak incelememiz gerekiyor.
Nurullah Ataç bir yazısında “İlim bize dışı öğretir, onun öğrettikleri bizim dışımızda kalır. Sanat, edebiyat ise öğretmez sezdirir, kavratır, ahlakın istediği de asıl bu sezme, kavrama gücüdür. Edebiyattan geçmemiş insanın hayali işlemez ki kendisinden başkasının acılarına, dertlerine ortak olabilsin, onlarla hemhal olabilsin. Çocuklara, gençlere şiirler, hikayeler, romanlar okutun; onları tiyatrolara sinemalara gönderin. O hikayelerin, romanların, oyunların insanlarıyla tanışsınlar; onların hayatlarını, hayallerinde yaşasınlar.Öğretmenler öğrensinler onların içlerini; böylece gerçekte ki insanları da daha iyi anlarlar. Çocuğumuz büyüyünce ne olacaksa olsun; küçükken siz ona edebiyatı sevdirmeye bakın. İlim bilgi sonradan gelecektir. Önce insanlığı kurma hayalini işletmek gerekir” demektedir.
Prof. Dr. A. Bican Ercilasun “Dünyanın her yanında öğrenciye tatillerde kitap okuması için destek verildiğini” söylüyor ve devam ediyor “Geçen yıl Kosova’daki eğitim yetkilileriyle karşılaştığımda bana, yarıyıl tatillerinde öğrencilerini en az 15 kitap okumaya şartlandırdıklarını söylediler. Biz de ise sadece ödev veriliyor.”
Talat Halman “Uygar toplumlarda, bireyin kendi uğraş alanında ilerlemesi, önemli görevlere yükselmesi, gelişmiş bir okuma yetisi aracılığıyla kazandığı bilgi birikiminin sonucudur. Herhangi bir bilgi alanında okumayı bir alışkanlık, kendi gündelik yaşantısının bir parçası yapmış kimse, basılı sözcüklerin taşıdığı bilgiyi hiçbir zaman olduğu gibi benimseyemez. Okuduğuna kimi yönden katılır, kimi yönden katılmaz; kitaplarda, dergilerde karşılaştığı her yeni görüşle bir kez hesaplaşır, böylece kendi özgün, bağımsız düşüncesini oluşturur. Kulaktan dolma bilgiyle yetinmez. Bu tür bilgilerinde geçerliliğini/geçersizliliğini yazılı kaynakların tanıklığına başvurarak denetler.” demektedir.
“Kitap okuma alışkanlığımız yok, gençler kitap okumuyor, kitap okumayı sevmiyoruz.” Kitap konusu gündeme geldiğinde ilk kullandığımız cümleler bunlar. Ancak “Neden okumuyoruz, neden okuma alışkanlığımız yok?” sorularının üzerinde yeterince durmuyoruz. Kampanyalar düzenleyip insanlara “Kitap oku” demenin, ucuz kitap satmanın, kütüphaneleri kitapla doldurmanın bu alışkanlığı kazandırmada pekte etkili olduğunu söyleyemeyiz. Öyle olsaydı maliyetinin altında fiyatlarla satılan bakanlık yayınları yok satar, kütüphaneler okurla dolar taşardı diyor Yayıncılar Birliği Başkanı Aygören Dirim. Evet, hakikaten dediği gibi olsaydı kültür bakanlığı yayını olan ve % 50 indirimle 1.450.000 TL olan harika bir kitap olan “Türkiye’de Neden Okumuyoruz” isimli Ferhat Özen’in kitabı yok satardı. Okuma sevgisi ve alışkanlığı okulda kazanılır. Ancak hiç kitap okumayan öğretmenin öğrencisi, yine hiç kitap okumayan ailenin çocuğu bu alışkanlığı nasıl kazanacak derseniz Türkiye’nin bu konuda acınacak tablosu yanıtı vermektedir. O halde iş başa düşüyor ya okuyacağız, yada okuyacağız istenmeyen bir şıkta tarihin çöplüğüne atılmak.
Yapılan bir araştırmada; kitap okumayan, eğitim düzeyi düşük insanlar beyinlerinin ancak % 0.5 ini kullanabiliyor. Kitap okuyanlar ise % 2 sini kullanabiliyor. Beyninin % 3 ünü kullanabilenlere de dahi diyoruz. IQ su yüksek, akademik zekaya sahip kişiler eğer ders dışı kitaplar, romanlar, öyküler, şiirler okumuyorlarsa, duygusal zekaları gelişmemektedir.
Psikiyatrist Nusret Kaya’nın ifadesine göre: “Gelişmiş alt beyinlere sahip olmayan ve çocuk alt beyinli kalan toplumumuzun beyinsel gelişim yaşının 12 olduğudur. 12 yaşında bir çocuğu veya toplumu yönetmek daha kolay olduğu için, iktidar sahipleri toplumun yaşını büyütmek istememektedir. Gelişmiş alt beyinlere sahip olmasa da okuyarak üst beynini geliştirmiş kişilere, bu günkü TV programlarının basit, sığ ve çekilmez gelmesi bundandır.”
Her gün 15 dakika okumanın, gün aşırı 30 dakika okumaktan daha iyi olduğu ve bunu kural haline getirilmesi gerektiği; bunun düzenli uygulama ve alışkanlık oluşturmak için ön şart olduğu belirtilmektedir.
Dünyada bu kadar gelişime rağmen Türk gençliği hala neden tutucu, dünyanın gittiği noktayı ıskalama, toptancı bakış, ideolojik saplantılar gibi dar kalıplardan kurtulamıyor sorusuna bakınız Taha Akyol nasıl cevaplandırıyor. ‘Bunun çok derin sebepleri var. Biz okuma yazmaya geç intikal etmiş bir milletiz. Okuma yazmayı sindirmedende seyirci olmuşuz. Yazılı kültürümüz, olması gerekenin gerisinde. Tek parti döneminde yaşadığımız kültür devrimi, çağdaşlaşma açısından yeni ufuklar açma yanında kültürel derinlik bilincinin kaybolmasına da sebep olmuştur. Biz bu sebeple lemleri derinliğine düşünme yeteneği elde edemedik. Diğer zaaf eğitim sisteminin çok ezberci olmasıdır. Medrese dönemindeki ezbercilik, Osmanla modernleşmesi ve Cumhuriyeti de etkiledi. Düşünce biçim değişmedi; ama yönü değişti. Sorgulama, analiz etme, katkıda bulunma gibi noktalarda zihni melekelerimiz yeterince gelişmedi. Okumaktan sıkılan bir insan kitlesi var. Okuması gerektiğini biliyorlar ama sıkılıyorlar. Bir İsrailli bir Türkten 6 kat, bir Yunanlı bir Türkten 4 kat fazla okuyor. Buradan da açık toplum ve bireysel özgürlükler ortaya çıkmıyor. Yaratıcı düşünce gelişmiyor.” İşte size bu konuda derin ve isabetli sosyolojik bir tahlil.
Kitap okumanın bu denli milletimizde az oluşu nedeniyledir ki Milli Güç ve Milletleşme Gerçeği isimli makalemizde de ifade ettiğimiz gibi bireysel gelişim tamamlanamadığı; dolayısıyla toplamsal gelişme sağlanamadığı ve bu nedenle toplumsal karışıklıkların oluşmasına, kitle kültürünün hakim olmasına ve milletleşmenin tamamlanamadığına dair dikkatleri çekmiştik.
Kitle kültürü; gençlik kültürü, yoksulluk kültürü ve zenginlik kültürü gibi problem alanları oluşturmaktadır. Kitle kültürü bir karşıt kültür alanıdır. Bu yüzden, öteki karşıt kültür alanları gibi hakim kültürü (milli kültürü) tehdit etmektedir. Zevklerde bayağılaşma; demokrasi, gazete ve kitle dergileriyle halkın zihni yaşantısında kitap okuma alışkanlığının atılması; basın-kitle eğitimi ve kitle propagandası yoluyla fertlerin giderek daha az düşünmesi vebasının (TV, radyo ve telekominikasyonun) sunduğunu giderek daha çabuk kabul etmesi; stadyumlarda ayağın zaferinin aklın zaferinin yerine geçmesi, kitle-toplumun özelliklerini oluşturur. Günümüzde kültürün bir tüketim maddesi haline geldiğini, çağın insanlarının kullandıkları hayat tarzlarının, ideolojilerin, değerlerin ve karizmaların da boş kavramalardan ibaret olduğunu görülmektedir. Bloom ”Ne suçluluk duygusu, ne haya. Cinsellik konusunda çocuklara daha erginleşmeden her şey ayrıntılı olarak öğretiliyor. Üniversite öğrencileri kızlı erkekli birer şirket oluşturmuşlar. Evlenmiyorlar, ama evliymiş gibi yaşıyorlar.” demektedir.Yaratıcı olan halk kültürü, kitle kültürü tarafından öldürülmüştür.
Bu nedenledir ki, BBG (Biri Bizi Gözetliyor) TV programı diye bir program yapılıyor; kitle kültürüne alıştırılan ve hatta emekli öğretmen olduğunu ifade eden kişileri dahi bu programı izlemeye sevk eden bir görüntüyle karşılaşabiliyoruz.
ÖSS 2001 de yayınlanan araştırma sonuçlarına göre 104.000 e yakın aday matematikten eksiye düşmüş, 2000 yılı ÖSS sınavında 9322 aday sıfırın altında puan alırken, 1581 lise birincisi üniversiteyi kazanamıyor. Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesine devam eden 458 öğrenci üzerinde yapılan kopya çekme araştırmasına göre % 46.5 inin birkaç kez, % 33.8 inin ara sıra, % 5.5 inin sık sık kopya çektiklerini ifade etmişlerdir. Bunun nedenleri olarak öğretmenin sınavlarda kitaptaki bilgiyi noktası virgülüne kadar aynen istemesi, yüksek not alma isteği, hatırlamak için olduğu anlaşılmıştır. İşte ezberci, mantığa vurmadan şabloncu, okumaktansa dinlemeyi ve izlemeyi tercih edici yönlerimizin bizi millet olarak nerelere götürdüğünü rakamlar yardımıyla varın siz düşünün!
“Okumak neye yarayacak, acaba kullanacağımız kadar okumak yeterlimi, bu dünyayı benim kurtarmam mümkün mü” gibi sorular benim dahi aklıma gelmezi değil. Fakat sonsuz ilim karşısında biz, öğrendiklerimizin yeterliliğini tartamıyoruz, çünkü hızla bilgi çoğalması ve değişimi karşısında çağın gerisinde kalmamız söz konusu; bunun yanı sıra bu hayatta bir kez yaşayacak olan bizler Cüceloğlu’nun ifadesiyle sorumluluk bilinci ile her olay ve durumdan sorumluluk duyarak yaşamamızın gerekliliği bizleri okumaya itmektedir. Kütahya Merkeze bağlı Bölcek beldesinde çiftçilik yapan 46 yaşındaki Mehmet Dilek’in felsefe ve sosyoloji alanında okuduğu 1000 den fazla kitapla, çevresinde filozof olarak tanınıyor. Filozof çiftçi kendisine “Bu kitapları sat, yerine iki inek satın al. Kitap karın doyurmuyor, ama inek karın doyurur.” diyenlere ne de güzel cevap veriyor. “Hayatları iki inek ve bir parça toprak parçası üzerine kurulu onların. Ama benim için bu yeterli değil. 110 kiloluk bir yeğenim var. Ona sadece traktör, inek, yemekten bahset yeter. Bazen Nurettin Topçu’yu anlatayım diyorum ama uyuyup kalıyor. İnek alıp satsın yeter. Düşüncesi bu. Kimine inek, kimine felsefe. “ (Zaman, 2002)
Eğitim.gif


Çalışabilmek için bilmek lazım; bilmek için öğrenmek lazım; öğrenmek için okumak lazım; okumak için azim, irade, sorumluluk duymak lazım. Yemek yerken bile bir irade, bilgi ve enerji gerektiriyor. Elbette ki, okumak içinde bu ve bunlardan ötesi gerekecektir. Armut piş ağzıma düş diye beklenilirse; hep dinlemek veya izlemekle yetinilirse insanlar koyunlaştırılmış olur. Margo Kaufman “Bir gün babama, diğer insanlar gibi yapamadığım için üzüldüğümü söyledim.” der ve babasının “Margo, koyun olma, insanlar koyunları sevmezler. İnsanlar koyunları yerler.” Şeklinde nasihatte bulunduğunu söyler. Yine Önder Aytaç’ın anlatımıyla “Okuyun ki, koyunlaşmayasınız. Koyunlaşırsanız adamı meletirler. Onlar yalnız melerler ve yenilmekten de kurtulamazlar. Yapma bebek kendisini tekmelemem, yerlere atmam halinde hala gülümser ve ses çıkarmaz. Çünkü canlı değil ve aklı yok. Siz de yapma bebek olmak istemiyor ve meletilmek istemiyorsanız bol bol okuyun. “ diyerek yerinde tesbiti ile yol göstermektedir.
Bu gün Türk milleti olarak tarihte olmamız gereken yerde değil de hem içerden hem de dışardan darbeler alıyor ve karıştırılabiliyorsak bunun en temel nedeni milletçe aydın kimliğine sahip olacak konuma ulaşamadığımızdandır. Bu çerçevede Ahmet Altan’ın ifadesi bizleri düşünmeye sevk etmektedir. “Siz 60 milyon haşlanmış kurbağa gördünüz mü? Ben gördüm. Bakarsanız siz de görürsünüz. İçine her gün biraz saha sıcak su eklenen bir kapta ölüyorsunuz. Hiçbir şey ilginizi çekmiyor. Kendi hayatınızla, kendi geleceğinizle bile ilgilenmiyorsunuz. Sizi yavaş yavaş öldürüyorlar. Düşünceler ulaşmıyor size. Duygularınız gevşedi. Sizi bir hamur gibi yoğuruyorlar, hangi şekli almanızı istiyorlarsa o şekli alıyorsunuz, baskılara karşı hiçbir direnciniz yok, ağır ağır haşlanan kurbağalar gibi umursamasızca kendi yok oluşunuza doğru kayıyorsunuz. Bu uyuşmayı kırabilirse etiniz ve azgınlığınızla siz kıracaksınız’ haklı değerlendirmesinde bulunarak, önemli mesajlar verir.
Sonuç olarak ya okuyarak aydınlanacak; tüm haksızlıklara, yolsuzluklara içte ve dışarıda dur diyeceğiz, ya da halimizden şikayet etmeye hakkımız olmadan mağdur ve mazlum yaşamaya devam edeceğiz. Tabi ki buna da yaşam denilebilirse! Tarihe kayıt düşmek isimli veya isimsiz kahraman olmak elimizde ya aydın sıfatıyla tarihte yer alırız yada tarihin çöplüğüne atılırız. Ümidimiz hep güzelliklerden yana.
***
KİTABIN HÜZÜNLÜ ÇAĞRISI
İnsanımız buhranlar içinde zihni karmaşıklığın arttığı, adına depresyon dedikleri hastalıkların çoğaldığı bir çağda yaşıyor. İnsanlarımız artık fikirleri değil, hatta olayları bile değil şahısları tartışmaya, konuşmaya başlamışlardır. Bu da insanımızın fikri zenginliğinin ne seviyede olduğunu gösterir.
Eğer millet olarak geçmişteki şerefli yerimizin yeniden kazanılması ihtişam dönemimizin bir kere daha yaşanması ve milletler arası işlerde, denge unsuru olmamız arzu ediliyorsa, evvela zamana hâkim olmanın yolları araştırılmalıdır. Bu önemli sermayenin en küçük parçası dahi heder edilmemeli ve onu en iyi şekilde değerlendirmenin usul ve metodu nesillere ezberlettirilmelidir.”
Ömrün kısalığından dem vurmamalıyız. Önemli olan hayatın uzunluğu kısalığı değil, önemli olanı mevcut zamanın değerlendirilip başaklar haline getirilmesidir. Ara vermeden her gün 1-2 saat olsun vazifesini muntazam yerine getiren nice kimseler vardır ki, zamanla ortaya koyabildikleri eserlerin çokluğu karşısında kendileri bile hayretle kalırlar. Boş kafalar ve boş beyinlerden boş kelimeler çıkar. Bu boş zihinleri doldurmalıyız. Daha sonra taşırmalıyız. Etrafımıza güzellikleri anlatmalıyız. Bunun için çok kitap okumalıyız. Bizler kitaba değer veren bir milletin torunlarıyız. Günümüzde bu mirasa yeterince sahip çıkılmamaktadır. Oysaki tarihimiz kitap okuma işini bir sanat haline getirenlerle doludur. Onlar bu işi bir meslek olarak değil gaye olarak hayatlarına şiar edinmişlerdir. Onlar mezara kadar okumayı bırakmamışlardır. Arkalarından birçok eser ve memnun olmuş gönüller bırakmışlardır. Sinelerimizde ki sevgileri ve büyüklükleri her zaman var olmuştur ve olmaya da devam edecektir. Bu değerli şahsiyetlerin kitapla olan maceralarına kısa kısa değinerek acaba bizler zamanımızı nasıl değerlendiriyoruz sorusunu vicdanlarımıza sormalıyız.
GEÇMİŞTE KALAN KİTAP SEVDALILARI
  • Fatih Sultan Mehmet‘in çocukluktan başlayan bir okuma tutkusu vardı. Arapça ve Farsçanın yanı sıra Latince, Yunanca, Slavca ve İbraniceyi öğrenen Fatih Sultan Mehmet, bazen sabaha kadar okur, okuduklarım not alır ve onlardan yararlanarak planlar yapardı. Fetih yolundaki en büyük payda bu okuma sevdasıdır.
    [*]Yavuz Sultan Selim, 8 yıllık kısacık saltanatına kıtalar fethini sığdıran koca sultan, develere yüklettiği kütüphanesini bir an olsun yanından ayırtmamakta ve şehzadelik döneminde 3 saate indirdiği uykusuyla günde 8 saatini kitap okumaya ayırmaktaydı.
    [*]Mustafa Kemal‘in uşağı olan Cemal Oranda bir hatırasını şöyle anlatıyor: “Bir gün yine Atatürk tarihle ilgili kitap okuyordu. Öylesine dalmıştı ki çevresini görecek hali yoktu. Ülkeyle bir sürü sorunlar dururken devlet başkanının kendini tarihe vermesi Vasıf Çınar’ın biraz canını sıkmış olacaktı ki Atatürk’e şöyle dediğini duydum:
    Paşam Tarihle uğraşıp kafanı yorma. 19 Mayıs’ta kitap okuyarak mı Samsun’a çıktın?
    Atatürk Vasıf Çınar’a şöyle cevap verdi:
    Ben çocukken fakirdim. İki kuruş elime geçince bunun l kuruşunu kitaba verirdim. Eğer böyle olmasaydı, bu yaptıklarımın hiç birini yapamazdım.”

    [*]Taha Akyol okumanın önemine şu sözlerle dikkat çeker; “Sadece meslek gereği okumak zorunda değilim ben, aynı zamanda okuma denilen eyleme de vurgunum. Başkalarının zihin dünyasında dolaşma daha büyük hayatların içine girebilme imkânı sağladığı için de okuyorum. Başka türlü asla öğrenemeyeceğim birçok şeyi bilmemi sağlıyor. Okumalarım, daha sağlıklı düşünmemi ve doğru karar almamı da sağlıyor. Keyifli bir günde 3 tane hacimli kitabı okuyup, notlarımı da bilgisayarıma işleyebiliyorum.”
    [*]Herkes Barış Manço‘ yu yılda 5OO.OOO km yol kat eden bir seyyah olarak bilir. Ama seyahatlerine verdiği önemi kitaplara da verirdi. Öyle ki kütüphanesi sayısız kitaplarla doluydu.
    [*]Türkiye’nin yakın tarihine damgasını vuran merhum Turgut Özal ve ülkemizin en hızlı okurlarından biri olan merhum Adnan Kahveci‘ nin bulunduklar konuma yükselmelerinde kitap okumaya verdikleri önem herkesçe bilinmektedir.
    [*]Cemil Meriç gece gündüz okurdu. Bu yüzden gözlerinin gücünü her gün biraz daha yitirdi. Ne var ki, o buna hiç aldırmaz, odasında masanın üzerine sandalyeyi koyar, kendi de san sandalyeye çıkar kitabını, ampule 30 cm uzaklıkta tutardı. Bunu, elektrik ampulünü aşağıyı değin itecek kordona verecek parası olmadığı için yapardı. Parasızlığının sebebi ise de, parasının tamamım kitaba yatırmış olmasıydı. Kendisine bir şey sorduğumuzda, filanca yazarın, filanca kitabının, filanca sayfasında olduğunu söylerdi.
    [*]Azerbaycanlı şair Bahtiyar Vahapzade’yle yapılan röportajdan bir pasaj aktaralım: “Vahapzade diyor ki; Azerbaycan da benim ve birçok yazarın kitapları 50 bin, 80 bin, 100 bin basılır. Mesela benim buraya gelmeden önce “Gelin Açık Danışak” adlı kitabım basıldı. Tirajı 40 bin, 3 günde bitti. İlave olarak 100 bin bastılar.”
    [*]Hilmi Ziya Ülken Bu ordinaryüs profesörümüz, okumaya başlayacağı zaman ayaklarını su dolu bir kovaya uyumamak için sokar, sabahlara kadar okurdu.
    [*]Ömer Nasuhi Bilmen, bu meşhur İslam âlimi diyor ki: “Küçük yaşlarımda elime geçen eserleri bir gecede okuyup bitirirdim. Gözlerim kan çanağına döner sıhhatim bozulurdu. Annem gecenin geç saatlerinde gelir, ıslanmış lambanın camlarını siler bazen de “Artık yeter, yat” diye üfleyip giderdi.”
    [*]İmam-ı Vaki, bu hak dostu karnı acıkınca sadece yemek yer, ekmek yemezdi. Sebebi sorulunca: “Ekmeği çiğnemeyle geçen zaman içinde günde 50 tane ayet veya hadis öğrenirim” derdi.
    [*]İbnül Nefis, Fıkıh ve tıp âlimi İbnül Nefis okuyup öğrendiklerini yazmaya başladığı zaman tükenen kalemlerini açmak için vakit kaybetmemek maksadıyla yanma birçok kalem koyar, tükeneni bırakarak hemen yenisini alırdı.
    [*]Kâtip Çelebi, diyor ki: “Mumlar tükenir güneş doğar, ben hala okurdum. Gözüme uyku girmezdi.
    [*]Endülüs hükümdarı el-Hakem, kitap satın almak üzere uzak memleketlere tüccarlar göndermekte ve henüz tanımadıkları kitapları satın alıp Endülüs’e getirmeleri için bu tüccarlara bol miktarda para tahsis etmektedir. EI-Hakem, Ebül Ferec el-ısfahanının “Kitabül- Ağani” isimli bir kitap yazdığını öğrendiği zaman, derhal eserin müellifine saf altından 1000 dinar yollayarak piyasaya çıkmadan elde eder.
    [*]İslam dünyasının ilk kitapçı dükkânları Abbasi devletlinin kuruluş devresinde ortaya çıkmıştır. El Yakubi, Bağdat mahallelerinden bahsederken sadece bir mahallesinde 100 den fazla kitapçı dükkânı olduğunu belirtir.
    [*]Henüz karanlığı üzerinden atamamış Avrupa’nın en bilgili hükümdarı sayılan Fransa kralı V. Charles ‘in kütüphanesinde 900 kitap bulunup, kilise kütüphanelerinde bulunan çok az sayıdaki zincirlerle bağlanmış kitapların demir parmaklıklar arasından okutulduğu bir devirde, kapı komşusu Müslüman Endülüs hükümdarı halife II. El Hakem‘in kütüphanesinde 600.000 yazma kitap bulunurdu.
    [*]Harun Reşit Ankara’yı zapt ettiği zaman ve Halife Me’mun da Bizans imparatoru III. Michael’e karşı zafer kazandığında savaş tazminatı olarak, para veya altın yerine eski el yazmaları talep etmiştir.
    [*]İbnül Cezvi hayatını araştırdığımız zaman;
    - Tedris i Telif ve fetva hazırlamakla geçirdiği ömrünün tek anını bile boşa geçirmediğini,
    - Eser vermedik hiçbir ilim dolu bırakmadığını,
    - Bazısı 20 cildi bulan 340′tan fazla eser verdiğini,
    - Günde 4 defter doldurduğunu,
    - Bir yılda yazdıklarının 50-60 cilt tuttuğunu görürüz.

    [*]Çok okuma meraklılarından CAHIZ‘ın kitaba verecek parası olmadığı için, kitapçı dükkânlarını geceleri kiralayıp, sabaha kadar incelemelerde bulunduğu meşhurdur.
    [*]İbrahim Hakkı Marifet Name sahibi şair, âlim ve mutasavvıf zamanın çoğunu kütüphanede geçirirdi. Bazen kendisini kitapların cazibesine öyle bir kaptırırdı ki, adeta yemeyi içmeyi unuturdu.
    [*]Divan-ı Lügatit Türk’ü asırlar sonra yüz yüzüne çıkaran Ali Emiri Efendi (1857-1924) kendi ifadesiyle: “Lamba kenarında kitap mütalaa ederken sabah olmak defaatle vaki oldu. Kimse yanımda yatmazdı. Okuduğum kitapları şaft-ı aleni ile (yüksek sesle) tekrar edermişim.
    [*]İbni Teymiye ilminin çoğunu, uykudan ayırdığı zamanlardan kazanmıştır. Kitap okumaya başlayacağı vakit beline kadar varan saçlarını bir çiviye asar, böylece kitap okurdu. Uykusu geldiğinde çiviye asılı saçları uyumasına mani olurdu.
    [*]Seyyid Kutup günde ortalama 10 saat okurdu. Kendi ifadesiyle “Bu satırların sahibi ömrünün 40 senesini okumakla geçiren bir insandır” derdi.
    [*]Dr. Burney müzik dersi vermek için bir öğrencinin evinden ötekinin evine gittiği zamanlarda Fransızca ve İtalyanca’yı at üzerinde öğrenmiştir.
    [*]Stephenson, geceleri makinist olarak çalıştığı zamanlar, kendi kendine matematik ve geometri öğreniyor gündüzleri de yemek paydosunda kömür veya tebeşir parçasıyla vagonlar üzerine işlemler yapıyordu.
    [*]Watt, matematik aletleri yapmakla meşgul olduğu sırada bir taraftan kimya okuyor, bir taraftan da İsviçreli bir boyacıdan Almanca dersleri alıyordu.
    [*]Ahmet Mithat Efendi “Ayaklı Kütüphane” diye anılırdı. Bereketli ömrüne 226 kitap yazmayı sığdırmıştır.
    [*]Muallim Naci‘nin Medrese hatıralarında anlattığı boğazı geçerken kayığı alabora olan Osmanlı Şair’inin denize batarken bile, yanındaki şiir defterini sopasının ucunda suyun üstünde çalıştığının hikâyesi ne kadar dramatik ve göz kamaştırıcıdır.
    [*]45 yaşında vefat etmesine rağmen normal bir ömre zor sığacak çok eser veren NEVEVİ zamanı disiplin altına almasıyla konuya ışık tutar. Zira eser yazmaya, öğrenmeye, öğretmeye ve ibadete çok zaman ayırdığı için sadece seher vaktinde bir kere yiyip içmeyi kendisine prensip edinmiştir.
    [*]Fahreddin Er Razi sofraya oturduğunda bir yandan yemeğini yer, diğer taraftan kitap okurdu. Evinden mescide giderken binek sırtında 300 öğrencisine ders verdiği anlatılır.
    [*]Eş-Şeyh Fahreddin “Allah’a kasem olsun, yemek saatinde ilimle meşgul olmayı kaçırdığım için çok üzülürüm, zira vakit ve zaman çok kıymetlidir” diyerek yemekte kaybettiği zamana üzülmüştür.
    [*]İbni Akil hiç boş vakit geçirmediğini yorulduğunda derhal tefekküre geçip, zihniyle birtakım meseleler halline çalıştığına ifade edilir. Bu gayret ve hırsın neticesi olarak İbni Akil 20 ayrı bilim dalında çok eğerli eserler vermiştir.
    [*]Endülüslü İbnü Rüşd sürekli kitap okurdu. Kitap okumadan geçen sadece 2 gecesi vardır, bir evlendiği diğeri de babasının vefat ettiği gece.
    [*]Her türlü başarısızlık karşısında inanılmaz olumlu tutumu ile bilinen Abraham LİNCOLN çocukluğunda bir çiftçinin yanında yardımcı olarak çalışıyordu. Çift sürdüğü hayvanları dinlendirdiğinde kitap okuyarak bazı okulları dışarıdan bitirmişti. Sonra ki dönemlerde bir bakkalda çıraklık yapmaya başladığında müşteri olmadığı zamanlarda kitap okuyup ders çalışarak liseyi bitirmiş, daha sonra da hukuk fakültesinden mezun olup baro sınavlarına girerek avukat olmuş ve ABD’nin 16. başkanlığına kadar yükselmiştir.
    [*]Fransa başkanlarından Daguessau yemek vaktini beklediği sıralarda boş durmak yerine sürekli yazmış ve kocaman bir kitap meydana getirmiştir.
    [*]İbni Sina 10 yaşına bastığında birçok bilim dalında pek çok şey öğrenmişti. Bir kitabında şöyle der: “Geceleri hep okumak ve yazmakla meşgul oldum. Uyku bastıracak olursa bir bardak bir şey içip açılıyor, yeniden çalışmaya koyuluyordum.”
    [*]Ünlü yazar Maksim Gorki bir fırında çırak olarak çalıştığı yıllarda TOLSTOY’un bir eserini okurken adeta kendinden geçmişti. Bir ara havaya kaldırdığı kitaba uzun uzun baktı ve şunları söyledi; “Kâğıdın içinde sihirli bir şey mi var acaba?
    [*]Cemil Meriç kucağında yaşadığı cemiyetin üvey evladı olarak görür kendini hep. Sonra okulda hep yalnız, hep yabancıdır, sürünün dışında sevimsiz ve aptal bir dünyanın ortasındadır. Kitaplara sığınır, kendisine bir başka dünya oluşturmak, bir kale kurmak ister. Ve şöyle der. “Düşman bir çevrede ister istemez kitaplara kaçıyorum. Yani düşünceye ve edebiyata hür tercih sonunda yönelmiyorum. Yaşamak için kendime bir dünya inşa etmek zorundayım. Kitaplar bir limandı benim için, kitaplarda yaşadım ve kitaptaki insanları sokaktakilerden daha çok sevdim. Kitap benim has bahçemdi. Hayat yolculuğumun sınır taşlan kitaplardı. Kitaba demir atan yazar bu limandan ayrılmaz. Kitap sevgisi kendisinde ikinci bir fıtrat halini alır. Evet, bu limandan (Kitaptan) ayrılmak yok, ölmek var, dönmek yok.”

©Murat's44


 
Üst Alt