ceylannur
Yeni Üyemiz
İnsan Yüzünün Söyledikleri
Varlıklar içinde seçilip en güzel bir şekilde yaratılan insanoğlunun, ruh yönüyle olduğu gibi vücut ve şekil yönüyle de mükemmel bir surette yaratıldığı görülmektedir. Kelimelerin, duygu ve düşüncelerimizi anlatmada kifayetsiz kaldığı anlarda yüzümüz, bütün maharetiyle ortaya atılarak bizi en güzel şekilde anlatır. O zaman ses ve kelime biter; göz ve mimikler konuşmaya başlar. Yüz rengiyle bile bir şeyler ifade eder.
Yüz, her insanda farklı olduğundan, insanın aynı zamanda kimliğidir de. İlim adamları bir tanıdık simanın nasıl hatırlanabildiğini araştırıp çözmeye çalışmışlardır. Şunu hiç düşündünüz mü? Birisiyle tanışıyor, konuşuyorsunuz, sonra onu bir daha hatırlayamıyorsunuz. Bunun ne kadar büyük bir felâket olduğunu, bir kaza sonucu bu kabiliyetini yitiren otuz beş yaşındaki Zürih’li bir kimyager, annesini tanımayıp, onu sadece yaşlı bir kadın olarak gördüğü zaman anlayabilmiştir.
Kimyager, kaybolan istidadını geri getirmek için davranış bilimiyle ilgili bir sürü kitap okur, fakat bu çalışmalar eski hafızasını iade edememiştir. Beynin sağ arka tarafındaki sinir hücrelerinin, tanıdık bir simayı tekrar hatırlamayı sağladığı bilinmekteydi. Nitekim tomografik filmlere göre kazada, hastanın beyninin bu bölgesindeki sinirlerin zarar gördüğü anlaşılmıştır.
Teksas Üniversitesi‘nde yapılan bir araştırmada, yeni doğmuş on iki saatlik bir bebeğe bilgisayar ekranında çeşitli kadın yüzleri gösterilir; bunların arasında saç ve göz rengi itibariyle anneye benzeyenler de vardır. Ancak annenin siması belirdiğinde bebeğin emme iştihası artar. Bebek ilk defa hangi yüzü gördüyse, bundan hoşlandığı da belirtilmektedir. Bu da ekseriyetle doğumdan hemen sonra kucağına verilen anne olmaktadır. Kişinin ilk tanıştığı insan, beyindeki sima tanıma programını harekete geçirmektedir. Böylece insanoğluna bahşedilen bu istidat, zamanla süratli bir şekilde gelişir. Ergenlik çağına gelen kişi, çevresindeki insanların bakışlarını tam mânâsıyla net olarak algılayamaz ve bu simalar hafızaya yerleşmeden kaybolup gider. Uzmanlar, gençlik çağındaki hormon değişikliklerinin tanıma istidadını geçici bir süre için zayıflattığı görüşündeler. Bu çağı atlattıktan sonra bu istidat, mükemmel bir şekilde inkişaf eder ve yerleşir.
Yüz, mimiklerin oluştuğu vazgeçilmez bir iletişim vasıtası, his dünyamızın en güzel ifadesidir. Gülücükler, gözlerin parlaması, öfkeyle kızarma, utanarak pembeleşme ve buna benzer mimikler kelimeler üstü bir dildir, bir anlatımdır.
Mimik araştırmacıları, test edecekleri kişilerin, ağzını buruşturması, gözlerini hareket ettirmesi ve alnını kırıştırmasını isteyerek, bu sessiz fakat güçlü iletişimi keşfetmeye çalışırlar.
19. Yüzyılda Fransız nörolog Guillaume Duchenne, test edeceği kişilerin yüzlerinin belli yerlerine elektrik akımı verir. Kişinin çehresinde meydana gelen değişiklikleri fotoğrafla kaydeder. Bu çalışmasında, 80 alt birime sahip fasialis kasını keşfeder. Yüzdeki bütün kaslara hükmeden fasial siniri de, insanda çok ince bir şekilde yüze yayılmıştır. Sinirlerle sıkı bir şekilde örülen kasların hareketi, maharetli bir iletişim vasıtası olarak tiyatroda en önemli öğe haline gelmiştir.
Mimik ifadeleri dünyanın her yerinde hemen hemen aynı anlama gelmektedir. Dillerini bilmediğimiz insanlarla yüzler ve bakışlar marifetiyle bir iletişim kurabiliriz. Ağız yukarı doğru çekikse bir sevinci, aşağı doğru sarkıksa üzüntüyü, burun bükmek beğenmemeyi anlatır. Sağır ve âmâ doğan çocuklar bile bu yüz mimiklerini gösterirler. Bu, ALLAH’ın en büyük sanatlarından biri olan yüzü ayrı bir lisan olarak yaratmasının bir hikmetidir.
Araştırmacılar deneye aldıkları insanların yüzlerine iğneler sokarak ve elektrotları kullanarak yaptıkları testlerle, kasların hareketlerinden 44 çeşit temel ifade şekli tesbit etmişlerdir. Mimiklerin vücutta çeşitli derin tesirler de meydana getirdiğini gördüler. Korkulu ve hiddetli bir yüz sahibinin nabız atışları hızlanırken, vücut ısısında farklılıklar görülüyordu. Korku titremeye; hiddet vücudun ısınmasına sebep oluyordu. Tiksinti duyan bir yüzün sahibinin kalp atışları yavaşlıyordu.
Yüzü etkileyen sinir, diğer bir organla da irtibatlıydı. “Facial-feedback” diye adlandırılan bu görüşe göre, yüzdeki kaslar beyne giden kan akışını etkileyerek bu durumlara sebep olmaktadır. Korku filmini yalnız ve başkalarıyla seyretme arasında da yüz ifadelerinde farklılıklar görülüyordu. Yalnız seyredenlerin oldukça sakin, diğerlerinin ise yüz ifadelerinden tedirginliklerini ve korkularını okumak mümkündü. Bundan da hislerin, toplulukta bulunanlar tarafından paylaşıldığı anlaşılıyordu.
Bir hatibin yüzünü incelersek, muhataplarını güldürmek isterken kendisinin tebessüm etmemesi düşünülemeyeceği gibi, üzüntülü bir konuyu dinleyicilere anlatmak isteyen bir hatibin de çok neşeli görülmesi abestir.
Eski çağlardan beri yüzden bazı işaret ve mesajlar çıkarmak insanın merakını çekmiştir. Bu çok sırlı yüz, ona kendini bir türlü tam olarak açmamış, hep gizliliğini ve esrarengizliğini devam ettirmiştir.
İlk çağlardan beri Mezopotamya’da ve Eski Çin’de insanlar, yüz hatları üzerine bilgi edinerek kendileri ve başkaları hakkında malumat sahibi olmaya çalışmışlardır. 18. yüzyılda yaşayan Hristiyan din adamı Zürih’li Johann Caspar Lavater, yüz hatlarının şekli ve oranlarını dikkate alarak insanın özünü keşfetmeye çalışmıştır. Lavater’e göre dudaklar şahsın karakteri hakkında ipucu verir. Sert dudaklar sert karakterli insanları, yumuşak ve ince dudaklar ise yumuşak insanların karakterini; alnın açık ve dışarıya doğru çıkık olması zekânın yüksekliğini gösterir. Güzelliğin ardında samimi, güvenilir bir karakter gizlidir. Lavater’in bu görüşleri, kişileri davranışlarına göre değil de dış görünüşleriyle değerlendirdiğinden son derece sakıncalı bulunmaktadır. Bilim çevreleri, ne karakterin ne de zekânın bir insanın yüzüne yazılı olduğu, sadece kimliğinin, hâlihazırdaki ruh dünyasını ve biraz da kendi hayatının çizgilerini yansıttığı görüşündedirler. Bilim adamlarının, simanın sadece fizikî verilerine dayandıklarından, böyle düşünmeleri makul gelebilir.
Bu mesele İslâm dünyasında ‘kıyafetnâme’ adıyla hayli şöhret bulmuştur. İnsan yüzünü, karakterin ve bir bakıma kaderin aynası olarak gören Müslüman kıyafetnâmecile, sadece gözde insan düşüncesini ele veren 300 ayrı ifadenin olduğunu keşfetmişlerdir. Bu mevzuda, kişinin bir özelliği ile neticeye varılamayıp, yüzün hatta bedenin bir bütün halinde ele alınıp değerlendirmeye gidilmesi gerektiği de ayrıca ikâz edilmiştir. Müslüman kıyafetnâme alimlerinden 1703-1780 yıllan arasında yaşamış büyük âlim Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri, Marifetname adlı eserinde bu konuya değinmiştir.
Sultan II. Abdülhamid Han devlete karşı isyanlara kansan kişilerin haklarında birtakım araştırmalar yaptırdıktan sonra, yüzlerinin aynası olan fotoğraflarına da bakarak duruşma öncesi bir ön karakter tahlili yaptığı, aynı şekilde 1901 senesinde, tahta çıkışının 25. yıldönümü vesilesiyle fotoğraflarındaki halet-i rûhiyelerini değerlendirerek tutukluların bazılarını affettiğini, askeri akademilere girecek adayların seçiminde aynı metodu kullandığı görülmüştür.
Bu çok mânâlı ve her bakımdan insanın karakterini açığa veren yüzün, Rahmân’ın bir ayinesi olarak bilinip tekrar ele alınarak incelenmesi bize çok şeyler kazandıracaktır.
İsmail DENİZ
Varlıklar içinde seçilip en güzel bir şekilde yaratılan insanoğlunun, ruh yönüyle olduğu gibi vücut ve şekil yönüyle de mükemmel bir surette yaratıldığı görülmektedir. Kelimelerin, duygu ve düşüncelerimizi anlatmada kifayetsiz kaldığı anlarda yüzümüz, bütün maharetiyle ortaya atılarak bizi en güzel şekilde anlatır. O zaman ses ve kelime biter; göz ve mimikler konuşmaya başlar. Yüz rengiyle bile bir şeyler ifade eder.
Yüz, her insanda farklı olduğundan, insanın aynı zamanda kimliğidir de. İlim adamları bir tanıdık simanın nasıl hatırlanabildiğini araştırıp çözmeye çalışmışlardır. Şunu hiç düşündünüz mü? Birisiyle tanışıyor, konuşuyorsunuz, sonra onu bir daha hatırlayamıyorsunuz. Bunun ne kadar büyük bir felâket olduğunu, bir kaza sonucu bu kabiliyetini yitiren otuz beş yaşındaki Zürih’li bir kimyager, annesini tanımayıp, onu sadece yaşlı bir kadın olarak gördüğü zaman anlayabilmiştir.
Kimyager, kaybolan istidadını geri getirmek için davranış bilimiyle ilgili bir sürü kitap okur, fakat bu çalışmalar eski hafızasını iade edememiştir. Beynin sağ arka tarafındaki sinir hücrelerinin, tanıdık bir simayı tekrar hatırlamayı sağladığı bilinmekteydi. Nitekim tomografik filmlere göre kazada, hastanın beyninin bu bölgesindeki sinirlerin zarar gördüğü anlaşılmıştır.
Teksas Üniversitesi‘nde yapılan bir araştırmada, yeni doğmuş on iki saatlik bir bebeğe bilgisayar ekranında çeşitli kadın yüzleri gösterilir; bunların arasında saç ve göz rengi itibariyle anneye benzeyenler de vardır. Ancak annenin siması belirdiğinde bebeğin emme iştihası artar. Bebek ilk defa hangi yüzü gördüyse, bundan hoşlandığı da belirtilmektedir. Bu da ekseriyetle doğumdan hemen sonra kucağına verilen anne olmaktadır. Kişinin ilk tanıştığı insan, beyindeki sima tanıma programını harekete geçirmektedir. Böylece insanoğluna bahşedilen bu istidat, zamanla süratli bir şekilde gelişir. Ergenlik çağına gelen kişi, çevresindeki insanların bakışlarını tam mânâsıyla net olarak algılayamaz ve bu simalar hafızaya yerleşmeden kaybolup gider. Uzmanlar, gençlik çağındaki hormon değişikliklerinin tanıma istidadını geçici bir süre için zayıflattığı görüşündeler. Bu çağı atlattıktan sonra bu istidat, mükemmel bir şekilde inkişaf eder ve yerleşir.
Yüz, mimiklerin oluştuğu vazgeçilmez bir iletişim vasıtası, his dünyamızın en güzel ifadesidir. Gülücükler, gözlerin parlaması, öfkeyle kızarma, utanarak pembeleşme ve buna benzer mimikler kelimeler üstü bir dildir, bir anlatımdır.
Mimik araştırmacıları, test edecekleri kişilerin, ağzını buruşturması, gözlerini hareket ettirmesi ve alnını kırıştırmasını isteyerek, bu sessiz fakat güçlü iletişimi keşfetmeye çalışırlar.
19. Yüzyılda Fransız nörolog Guillaume Duchenne, test edeceği kişilerin yüzlerinin belli yerlerine elektrik akımı verir. Kişinin çehresinde meydana gelen değişiklikleri fotoğrafla kaydeder. Bu çalışmasında, 80 alt birime sahip fasialis kasını keşfeder. Yüzdeki bütün kaslara hükmeden fasial siniri de, insanda çok ince bir şekilde yüze yayılmıştır. Sinirlerle sıkı bir şekilde örülen kasların hareketi, maharetli bir iletişim vasıtası olarak tiyatroda en önemli öğe haline gelmiştir.
Mimik ifadeleri dünyanın her yerinde hemen hemen aynı anlama gelmektedir. Dillerini bilmediğimiz insanlarla yüzler ve bakışlar marifetiyle bir iletişim kurabiliriz. Ağız yukarı doğru çekikse bir sevinci, aşağı doğru sarkıksa üzüntüyü, burun bükmek beğenmemeyi anlatır. Sağır ve âmâ doğan çocuklar bile bu yüz mimiklerini gösterirler. Bu, ALLAH’ın en büyük sanatlarından biri olan yüzü ayrı bir lisan olarak yaratmasının bir hikmetidir.
Araştırmacılar deneye aldıkları insanların yüzlerine iğneler sokarak ve elektrotları kullanarak yaptıkları testlerle, kasların hareketlerinden 44 çeşit temel ifade şekli tesbit etmişlerdir. Mimiklerin vücutta çeşitli derin tesirler de meydana getirdiğini gördüler. Korkulu ve hiddetli bir yüz sahibinin nabız atışları hızlanırken, vücut ısısında farklılıklar görülüyordu. Korku titremeye; hiddet vücudun ısınmasına sebep oluyordu. Tiksinti duyan bir yüzün sahibinin kalp atışları yavaşlıyordu.
Yüzü etkileyen sinir, diğer bir organla da irtibatlıydı. “Facial-feedback” diye adlandırılan bu görüşe göre, yüzdeki kaslar beyne giden kan akışını etkileyerek bu durumlara sebep olmaktadır. Korku filmini yalnız ve başkalarıyla seyretme arasında da yüz ifadelerinde farklılıklar görülüyordu. Yalnız seyredenlerin oldukça sakin, diğerlerinin ise yüz ifadelerinden tedirginliklerini ve korkularını okumak mümkündü. Bundan da hislerin, toplulukta bulunanlar tarafından paylaşıldığı anlaşılıyordu.
Bir hatibin yüzünü incelersek, muhataplarını güldürmek isterken kendisinin tebessüm etmemesi düşünülemeyeceği gibi, üzüntülü bir konuyu dinleyicilere anlatmak isteyen bir hatibin de çok neşeli görülmesi abestir.
Eski çağlardan beri yüzden bazı işaret ve mesajlar çıkarmak insanın merakını çekmiştir. Bu çok sırlı yüz, ona kendini bir türlü tam olarak açmamış, hep gizliliğini ve esrarengizliğini devam ettirmiştir.
İlk çağlardan beri Mezopotamya’da ve Eski Çin’de insanlar, yüz hatları üzerine bilgi edinerek kendileri ve başkaları hakkında malumat sahibi olmaya çalışmışlardır. 18. yüzyılda yaşayan Hristiyan din adamı Zürih’li Johann Caspar Lavater, yüz hatlarının şekli ve oranlarını dikkate alarak insanın özünü keşfetmeye çalışmıştır. Lavater’e göre dudaklar şahsın karakteri hakkında ipucu verir. Sert dudaklar sert karakterli insanları, yumuşak ve ince dudaklar ise yumuşak insanların karakterini; alnın açık ve dışarıya doğru çıkık olması zekânın yüksekliğini gösterir. Güzelliğin ardında samimi, güvenilir bir karakter gizlidir. Lavater’in bu görüşleri, kişileri davranışlarına göre değil de dış görünüşleriyle değerlendirdiğinden son derece sakıncalı bulunmaktadır. Bilim çevreleri, ne karakterin ne de zekânın bir insanın yüzüne yazılı olduğu, sadece kimliğinin, hâlihazırdaki ruh dünyasını ve biraz da kendi hayatının çizgilerini yansıttığı görüşündedirler. Bilim adamlarının, simanın sadece fizikî verilerine dayandıklarından, böyle düşünmeleri makul gelebilir.
Bu mesele İslâm dünyasında ‘kıyafetnâme’ adıyla hayli şöhret bulmuştur. İnsan yüzünü, karakterin ve bir bakıma kaderin aynası olarak gören Müslüman kıyafetnâmecile, sadece gözde insan düşüncesini ele veren 300 ayrı ifadenin olduğunu keşfetmişlerdir. Bu mevzuda, kişinin bir özelliği ile neticeye varılamayıp, yüzün hatta bedenin bir bütün halinde ele alınıp değerlendirmeye gidilmesi gerektiği de ayrıca ikâz edilmiştir. Müslüman kıyafetnâme alimlerinden 1703-1780 yıllan arasında yaşamış büyük âlim Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri, Marifetname adlı eserinde bu konuya değinmiştir.
Sultan II. Abdülhamid Han devlete karşı isyanlara kansan kişilerin haklarında birtakım araştırmalar yaptırdıktan sonra, yüzlerinin aynası olan fotoğraflarına da bakarak duruşma öncesi bir ön karakter tahlili yaptığı, aynı şekilde 1901 senesinde, tahta çıkışının 25. yıldönümü vesilesiyle fotoğraflarındaki halet-i rûhiyelerini değerlendirerek tutukluların bazılarını affettiğini, askeri akademilere girecek adayların seçiminde aynı metodu kullandığı görülmüştür.
Bu çok mânâlı ve her bakımdan insanın karakterini açığa veren yüzün, Rahmân’ın bir ayinesi olarak bilinip tekrar ele alınarak incelenmesi bize çok şeyler kazandıracaktır.
İsmail DENİZ