Allah Tebâreke ve Teâlâ, Hucurât Sûresi’nde imanın zikrinden sonra üç felaket sebebine dikkatleri çekiyor; “…inkârdan, fâsıklıktan ve isyandan sizi iğrendirdi.” (Hucurât, 49/7) diyerek, kalbin küfür, fısk ve isyanı kerih bulmasını, onlardan iğrenmesini ilahî bir nimet olarak zikrediyor.
Malum olduğu üzere; küfür, imanın zıddıdır; Allah’a inanmamak, hakkı kabul etmemek ve inkâr ile Allah’ın nimetlerini örtmek demektir. Haddizatında, bir kalbe imanın sevdirilmesi ve onunla gönlün mamur edilmesi küfürden iğrenmeyi gerektirir. İmanın tadını alan bir insan küfürden mutlaka tiksinir. Nitekim İnsanlığın İftihar Tablosu (aleyhissalâtü vesselâm) şöyle buyurmuştur: “Şu üç haslet kimde bulunursa, o imanın tadını duyar: Allah’ı ve O’nun Resûlü’nü her şeyden ve herkesten daha fazla sevmek; sevdiğini yalnız Allah rızası için sevmek ve Allah onu küfürden kurtardıktan sonra yeniden küfre düşmeyi ateşe atılmaktan daha kerih görmek.”
Fısk ve isyan da küfre ve ebedî hüsrana açılan o kapılardandır ve imanın neşvesini kalbinde duyan bir insanın bu iki tehlikeli sahadan fersah fersah kaçması gerekmektedir.
Fısk; Allah’ın emrini terk etmek, hak yoldan çıkmak ve büyük günahları işlemek veya küçük günahlarda devam etmek suretiyle Allah’a itaat dairesinden uzaklaşmak manalarına gelir.
Sürekli Teveccüh
İşte, ömrünün hemen her anını tazarru ve niyaz ile değerlendiren Seyyidü’l-mürselîn Efendimiz, mezkûr ayet-i kerimeden iktibas ettiği ifadeleri de dualaştırmış ve “Allahümme habbib ileyne’l-imâne ve zeyyinhu fî kulûbina ve kerrih ileyne’l-küfra ve’l-füsûka ve’l-ısyân vec’alnâ mine’r-râşidîn” (Allah’ım! İmanı bize sevdir ve kalplerimizi onunla zînetlendir. Küfür, fısk ve isyanı ise bize kerih göster ve bizi rüşde erenlerden eyle) yakarışıyla Allahu Azimüşşân’a teveccühte bulunmuştur.
Hem ayât-ü beyyinâtta zikredilen kelimeler hem Enbiya-i İzam efendilerimizin tavırları hem de Resûl-i Ekrem Efendimiz’in ifadeleri bize hâl-i hazırdaki durumumuza güvenmememizi, “Bir kere bulduk, kurtulduk” şeklindeki mülahazalara asla düşmememizi ve her zaman tazarru ve niyazla Cenâb-ı Hakk’a yönelip O’nun hıfz u inayetine sığınmamızı tembih etmektedir. Demek ki, insan-ı kâmil ufkuna yürüme ve en azından mü’minlik vasfını yitirmeme ancak böyle sürekli bir teveccühle mümkün olmaktadır.
Evet, gerçekten inanmış ve rüşde ermiş bir mü’min, her türlü günahı çok kerih gören ve günaha, hataya, hiçbir ma’siyete asla bulaşmamaya çalışan insandır. O, işleyeceği her günahla, kendisine bahşedilen iman kristalinin kirleneceğine, hatta çatlayacağına inanır. Bir yerde, herhangi bir şekilde sürçüp günah işlediği ve isyan atmosferine kaydığı zaman ise, hiç vakit kaybetmeden kalkıp tevbe ve istiğfarla yeniden arınır. Bu arınma ameliyesini de kesinlikle tehir etmez; çünkü her an sırtındaki o Kafdağı’ndan daha ağır yükle, Rabb’inin huzuruna gitmeyeceğine dair elinde bir senet yoktur. Günaha bir dakika bile ömür bağışlamanın kendi aleyhine olduğunu çok iyi bilir. Onun itikadına göre, hiçbir günaha bir an dahi olsa yaşama hakkı verilmemelidir. Zira o, tevbe ile çabucak silinmezse, kalbi ısıran zehirli bir yılan halini alıp orada yuvalanabilir ve üreyip çoğalabilir. Tevbesi geciktirilen her günah yeni bir günaha davetiye sayılır. Öyleyse, hakiki bir mü’min, herhangi bir günah işlese, mesela, gözüne bir haram girse, haram bir lokma yese, bir yalan söylese... Hemen o vebalden kurtulmanın bir yolunu aramalı, daha bir-iki dakika geçmeden alnını secdeye koymalı, tevbe ve istiğfarla yunup yıkanmalı ve yeniden her an Cenâb-ı Hakk’ın huzuruna çıkmaya hazır hale gelmelidir.
Sevdir Bize Hep Sevdiklerini...
Hâsılı, Resûl-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz’in, her sabah tekrar ettiği bu duayı biz de sabah-akşam kendimize vird edinmeli ve hep onun hatıra getirdiği mülahazalarla Rabb’imize yönelmeliyiz; Rahman ü Rahim’e şu duygularla seslenmeliyiz:
Allah’ım imanı bize sevdir; canımızdan, kanımızdan, hayatımızdan daha çok sevelim onu. Rabb’im iman esaslarıyla kalplerimizi donat; Zât’ının sevgisini sal gönüllerimize, Habîb-i Edîb’inin muhabbetini doldur sinelerimize ve sevdiklerini sevdir bize. “Şaşırtma bizi, doğruyu söylet; neşeni duyur, hakikati öğret. Sen duyurmazsan biz duyamayız, Sen söyletmezsen biz söyleyemeyiz; Sen sevdirmezsen biz sevemeyiz. Sevdir bize hep sevdiklerini, yerdir bize hep yerdiklerini, yâr et bize erdirdiklerini.” (M. Hamdi Yazır) Aşk u muhabbetle vicdanlarımızı öyle aydınlat ki, imanı içimizde çok renkli, çok göz alıcı ve pek müzeyyen bir şekilde görelim;
Rabb’im! Küfre ve bizi küfre sürükleyecek bütün günahlara karşı içimizde tiksinti uyar. Hassaten, iman, İslam, din ve diyanet dairesinden başımızı dışarıya çıkarıp fâsıklar arasında yer alma ve emirlerine başkaldırıp âsilerle aynı çukura yuvarlanma gibi kötü akıbetlerden bizi muhafaza buyur... Âmin.
1-) Bir kalbe imanın sevdirilmesi, o kalbin küfürden iğrenmesini gerektirir. İmanın tadını alan bir insan küfürden mutlaka tiksinir.
2-) İnsan-ı kâmil ufkuna yürüme ve en azından mü’minlik vasfını yitirmeme ancak Allah’a sürekli bir teveccühle mümkün olmaktadır.
3-) Gerçekten inanmış ve rüşde ermiş bir mü’min, her türlü günahı çok kerih gören ve günaha asla bulaşmamaya çalışan insandır.
http://www.zaman.com.tr/newsDetail_getNewsById.action?newsId=2045076
Moderatör tarafında düzenlendi: