Salih (a.s.) Kur'an-ı Kerîm'de adı geçen peygamberlerden biri. Semud kavmine gönderilmiştir. Allah Teâlâ onu, önceki peygamberlerin getirmiş olduğu tevhid dininden sapıp kendilerine ilâhlar edinen Semud kavmini uyarmak için peygamber olarak göndermiştir. Ancak Semud kavmi, öteki azgın kavimlerde olduğu gibi onu dinlememişler ve eziyet ederek, yanlarından kovmuşlardır. Semud kavminin ileri gelenleri onunla alay ederek küçümsemeye çalışmış ve kendilerini tehdit ettiği azabın gelmesini istemişlerdir. Bunun üzerine Allah Teâlâ, onları şiddetli bir şekilde cezalandırarak yok etmiştir. Salih (a.s)'ın ve Semud kavminin kıssası sonraki nesillere ibret olsun diye Kur'an-ı Kerim'de yer almıştır.
Hz. Hud (as)'ın vefatından sonra, Semud'un torunları Kuzey Arabistan bölgesine yerleştiler. Kendilerine köşkler, saraylar inşa ettiler. Taşları oydular, onlara yeni şekiller verdiler. Köşklerini ve saraylarını bu şekillerle süslediler.
Semud kavmi, tevhit inancını unutup Allah'a ortak koştular ve yapmış oldukları putlardan kendilerine tanrılar edindiler.
Bu kâvmin ahlak ve fazilet bakımından en üstünü olan Salih'e kırk yaşına geldiği zaman peygamberlik görevi verildi.
Hz. Salih (as), kavmine gerçeği bildirdi. Onları doğru olan yola çağırdı. Tebliğde bulundu;
"Şüphesiz ben, size gönderilmiş emin bir peygamberim. Allah'tan korkun ve bana itaat edin. Ben sizden tebliğim için bir ücret istemiyorum. Benim ücretim âlemlerin Rabbına aittir." dedi.
Salih aleyhisselam gerçekten saygı duyulacak bir insandı. Semud kavmi de Hz. Salih (as)'i sever, sayardı. Salih, davetini açıkladıktan sonra durum değişti. Kavmi, Salih'e karşı cephe almaya başladı. Babalarının yanlış inançlarını sürdürmeyi tercih ettiler. "Babalarımızın taptıklarına tapmaktan bizi yasaklıyor musun?" dediler.
Semud kavmi, kendi aralarından birisinin gerçeği haber vermesini kabullenemediler, "İçimizden bir insana mı uyalım?" dediler.
Kavmi, Hz. Salih (as)'i suçlamaya başladı. Terbiyesizlik ettiler. Hz. Salih için "O, şımarık bir yalancıdır." dediler.
"Onlar yarın kıyamette şımarık ve yalancının kim olduğunu bilecekler. Ama iş isten geçmiş olacak. Onların yalvarıp yakarmaları kendilerine bir yarar sağlamayacaktır."
Semud kavmi, Hz. Salih (as)'e engel olamayacaklarını anlayınca, onunla uğraşmaktan vazgeçtiler. Salih Peygambere inanan mü'minleri yollarından döndürmeye çalıştılar. Allah'ın elçisini yapayalnız bırakmak istediler. Mü'minlere; "Salih'in, Rabbı tarafından gönderilmiş bir peygamber olduğunu gerçekten biliyor musunuz?" dediler.
O, gerçek iman mutluluğuna eren insanlar da "Biz, onunla gönderilen her şeye iman ederiz" dediler.
Hiç bir şüpheye yer vermeyen bu kayıtsız şartsız iman karşısında, Semud kavmi'nin inkarcıları şaşkınlığa düştüler; "Sizin inandığınızı biz inkar ederiz." diyerek vicdanlarını bir kez daha sattılar.
Bu inkarcılar, Hz. Salih'i bozgunculukla suçlarken halkı da inkara zorladılar; "Yeryüzünü islah etmeyip bozgunculuk yapan beyinsizlerin emirlerine itaat etmeyin" dediler.
Hz. Salih (as) sabretti. Ümitsizliğe kapılmadı. Gerçeğe yüzçeviren kavmini putlardan uzaklaştırmaya çalıştı. Onlara öğütlerde bulundu.
Semud kavmi'nin sapıkları Hz. Salih (as)'e;"Eğer doğru söyleyenlerden isen bir mucize getir." dediler. Bu istekleri inanmaya yönelmelerinden değildi. Sapkınlıklarına yeni malzeme aramalarındandı.
İstedikleri mucize, dişi ve hamile bir deve idi. Allah, mucize olarak Semud kavmi'ne bu dişi deveyi verdi. Bu mucize karşısında bazıları iman ettiler, bazıları da inkarlarında direttiler. Allah elçisi hakkında "Amma da sihirbazmış." demek alçaklığında bulundular.
Semud kavmi, bu kez de deveden rahatsız olmaya başladılar. Devenin fazla su içmesinden yakındılar. Yüce Allah suyu, deve ile Semud kavmi arasında paylaştırdı; "Suyu içme hakkı bir gün onun, bir gün de sizindir." buyurdu.
Deveyi her gördüklerinde mü'minlerin inancı yenileniyordu. Azgınların da kini artıyordu. Hz. Salih (as) bu durumu biliyordu. Kavmini uyarıyordu;
"Sakın ona fenalık ile dokunmayın. Eğer dokunursanız sizi büyük bir günün azabı yakalar." diyordu.
Bu kavmin inkarcıları Salih'in sözlerini dinlemediler. Kendi aralarında Salih'i, mü'minleri ve dişi deveyi öldürmeyi kararlaştırdılar. Önce, mucize olarak gönderilen deveyi öldürdüler. Bu hareketleriyle Salih Peygamberi ve müminleri yıldırmak, korkutmak istediler. isyanlarını ve kinlerini kustular. "Ey Salih!" dediler. "Eğer sen gönderilmiş peygamber isen va'dettiğin azabı getir!"
Allah Elçisi yılmadı. Bu azgınlar topluluğuna; "Ey milletim! Ben size Rabbımın risaletini tebliğ ettim. İşe nasihat eyledim. Fakat siz, nasihat edenleri sevmezsiniz." dedi.
Hz. Salih (as), kavmine iyi muamelede bulundu. Yine kurtuluş yollarını gösterdi. Tövbe etmelerini öğütledi. "Ey kavmim" dedi. "Niçin tövbeden evvel çabucak kötülüğü istiyorsunuz? Allah'tan mağfiretinizi istemeli değil miydiniz? Belki merhamet olunurdunuz."
Semud Kavmi bu sözlere kulaklarını tıkadılar. "Biz, seninle ve seninle bulunanlar yüzünden uğursuzluğa uğradık." dediler. Bela ve musibetlere sebep olarak Salih'le mü'minleri gösterdiler.
"O şehirde dokuz kişi vardı ki bunlar yeryüzünde fesat çıkarıyor, iyilikte bulunmuyorlardı."
Deveyi öldürten bu adamlar, kötü arzularını devam ettirmek niyetindeydiler.
Bunların hepsi bir araya geldiler. "Gece baskını yapıp Salih'i ve ailesini öldürelim. Sonra velisine; biz o ailenin helakinde hazır değildik, gerçekten biz doğru söyleyenlerdeniz diyelim." dediler. Kendi aralarında bu karara vardılar.
Şanı Yüce Allah, bu olayı şöylece belirtiyor: "Onlar, bir hile düşündüler. Biz de onların haberleri olmadan hilelerini alt-üst ettik."
Salih Peygambere münkirlerin bu hilesi haber verildi. O da ailesini ve mü'minleri yanına alarak bu şehri terketti. Böylece hicret olayı da gerçekleşti.
Azgınlar, planlarını uygulamak için geceleyin Salih Peygamberin evini kuşattılar. Evin içinde kimseyi bulamayınca şaşırıp kaldılar.
"Allah'ın azabı onları yakalayıverdi. Bunun üzerine şiddetli bir sarsıntı tuttu. Yurtlarında yüz üstü düşüp öyle kaldılar."
Ne kadar inkarcı ve sapkın varsa hepsi de helak oldu. Şehir bir harabe haline dönüştü.
Müminler bir müddet sonra bu harabe haline dönüşen şehre geldiler. Azgınlığın ve inkarcılığın kötü sonucunu seyrettiler. Mü'min olduklarından dolayı Allah'a şükrettiler.
Salih Peygamber (as) mü'minlerle birlikte tekrar hicret ettikleri şehre döndüler. Allah Elçisi Salih (a.s), müminlere öğütlerde bulundu; onlara, Allah'a kul olmanın sevincini tattırdı.
Her peygamber gibi o da Rabbının rahmetine kavuştu. Ölümsüzlük diyarına ulaştı.
SEMUD KAVMİ NEDEN HELAK OLDU?
“–Ey Sâlih! Haydi kavmini tevhîde dâvet et!” buyurdu. Ardından:
“–Ey Sâlih! Sen, Nûh ve Hûd zamanında olmayan hâlleri müşâhede edeceksin!” dedi ve semâya yükseldi. Bunun üzerine Sâlih -aleyhisselâm-, önce kavmin reîsi olan Cenda’ya giderek ona tevhîdi teblîğ etti. Cenda, bu dâvete gâyet insaflı ve mâkûl bir şekilde mukâbele ederek:
“–Bunu, kavmime bildireyim.” dedi. Bundan sonra Cenda, kavmini topladı. Onlara Sâlih -aleyhisselâm-’ın peygamberliğini ve tevhîdi bildirdi.
Kavmi:
“–Ey Cenda, gelip kendisi söylesin!” dediler.
Bunun üzerine Sâlih -aleyhisselâm- gelip teblîğde bulundu. Allâh Teâlâ Hazret-i Sâlih’in kavmini irşâdını şöyle beyân buyurur:
“Semûd kavmine de kardeşleri Sâlih’i (gönderdik). Dedi ki: «Ey kavmim! Allâh’a kulluk edin. Sizin O’ndan başka ilâhınız yoktur. O sizi yerden (topraktan) yarattı ve sizi orada yaşattı. Öyleyse O’ndan mağfiret isteyin; sonra da O’na tevbe edin! Çünkü Rabbim (kullarına) çok yakındır, (duâlarını) kabûl edendir.»” (Hûd, 61) Şuarâ Sûresi’
nde de mevzuyla alâkalı şu âyetler bulunmaktadır:
“Semûd (kavmi) de peygamberleri yalancılıkla suçladı. Kardeşleri Sâlih, onlara şöyle demişti: «(Allâh’a karşı gelmekten) sakınmaz mısınız? Bilin ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Artık Allâh’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin! Bu (tebliğime) karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ecrimi verecek olan, ancak âlemlerin Rabbidir.” (eş-Şuarâ, 141-145)
HAZRET-İ SALİH’İN TEBLİĞE BAŞLANGICI
Hazret-i Sâlih -aleyhisselâm- böylece dâvetini açıktan yapmaya başladıktan sonra kavminin kendisine karşı tavırları bir anda değişti. Kavmi, Sâlih -aleyhisselâm-’a karşı cephe almaya başladı. Önceki peygamberlerde de olduğu gibi Hazret-i Sâlih’in davetini ve tevhîd akîdesini pek az kimse kabul etti. Diğerleri ise inkârlarına devâm ettiler:
“«Ey Sâlih! Sen bundan önce içimizde ümid beslenen birisiydin. (Şimdi) babalarımızın taptıklarına tapmaktan bizi engelliyor musun? Doğrusu, bizi kendisine (kulluğa) çağırdığın şeyden ciddî bir şüphe içindeyiz.» dediler.” (Hûd, 62) “(Sâlih)
dedi ki: «Ey kavmim! Eğer ben Rabbimden (verilen) apaçık bir delil üzerinde isem ve O bana kendinden bir rahmet (peygamberlik) vermişse, buna ne dersiniz? Bu durum karşısında O’na âsî olursam, beni Allâh’tan (O’nun azâbından) kim korur? O zaman siz de bana ziyan vermekten fazla bir şey yapamazsınız!»” (Hûd, 63)
“Sâlih dedi ki: «Ey kavmim! İyilik dururken, niçin kötülüğe koşuyorsunuz? Allâh’tan mağfiret dileseniz olmaz mı? Belki size merhamet edilir.»” (en-Neml, 46)
Sâlih -aleyhisselâm-’ın bu hikmet ve hakîkat dolu nasîhatlere rağmen kavmi O’nu, büyülenmiş bir yalancı olarak ithâm etme bedbahtlığına düştü:
“Dediler ki: «Sen, olsa olsa iyice büyülenmiş birisin!»” (eş-Şuarâ, 153)
Sonra aralarında şöyle söylendiler:
“«Aramızdan bir beşere mi uyacağız? O takdirde biz apaçık bir sapıklık ve çılgınlık etmiş oluruz!» dediler.” (el-Kamer, 24)
Sözlerine devamla: “Vahiy, aramızda ona mı verildi? Hayır O, yalancı ve şımarığın biridir (dediler).” (el-Kamer, 25)
Semûd kavminin bu cehâlet dolu ithâmına, Cenâb-ı Hak büyük bir tehdîdle şöyle cevâb vermiştir: “Yarın onlar, yalancı ve şımarığın kim olduğunu bileceklerdir.” (el-Kamer, 26)
“Pek yakında onlar, mutlaka pişman olacaklar!” (el-Mü’minûn, 40)
SALİH PEYGAMBERİN TEVHİD AZMİ
Sâlih Peygamber, sabretti, ümitsizliğe kapılmadı. Her şeye rağmen gerçeğe yüzçeviren kavmini putlardan uzaklaştırmaya çalıştı. Onlara öğütlerde bulunmaya ve teblîğe devâm ediyordu:
“(Ey kavmim!) Siz burada bahçelerin, pınarların içinde; ekinlerin salkımların, sarkmış hurmalıkların arasında güven içinde bırakılacağınızı mı (sanırsınız)? (Böyle sanıp) dağlardan ustaca evler yontuyorsunuz. Artık Allâh’tan korkun ve bana itaat edin! O haddi aşan (kâfirlerin) emrine uymayın. Onlar ki yeryüzünde fesat çıkarırlar ve (gerek kendilerini gerekse çevrelerinde bulunanları) ıslâha gayret göstermezler.” (eş-Şuarâ, 146-152)
Semûd kavmi, Hazret-i Sâlih’e engel olamayacaklarını anlayınca, onunla uğraşmaktan vazgeçtiler. Sâlih -aleyhisselâm-’a inanan mü’minleri yollarından döndürmeye çalıştılar. Allâh’ın elçisini yapayalnız bırakmak istediler.
Mü’minlere
: “…Sâlih’in, Rabbi tarafından gönderilmiş bir peygamber olduğunu gerçekten biliyor musunuz?..” (el-A’râf, 75)
dediler. O, gerçek îman mutluluğuna eren insanlar da: “…Biz, onunla gönderilen her şeye îmân ederiz.” (el-A’râf, 75)
dediler. Hiçbir şüpheye yer vermeyen bu kayıtsız şartsız îman karşısında Semûd Kavmi’nin inkârcıları şaşkınlığa düştüler:
“…Sizin inandığınızı biz inkâr ederiz.” (el-A’râf, 76)
diyerek dalâlet bataklığından çıkmamakta direndiler. Bu inkârcılar, Hazret-i Sâlih’i bozgunculukla suçlarken halkı da inkâra zorladılar. Bir türlü îmân etmeyen Semûd kavmi, bir de Sâlih -aleyhisselâm-’a bunun için akıllarınca bâzı sebepler ileri sürdüler:
“–Sen bizim mallarımıza sâhip olmak, onları gasp edip elimizden almak istiyorsun. Bize reîs olma arzusundasın!” dediler. Ardından ibtidâî bir mantık yürüterek: “–Bizim putlarımız var. Şimdi biz görünenleri bırakıp, görünmeyen Allâh’a mı tapalım?!” dediler.
Sonra şöyle devâm ettiler:
“–Görmediğin Allâh, seni ne şekilde vazîfeli yapar?!” “–Eğer doğru söylüyorsan, bize hiç kimsenin yapamadığı bir iş yap!” “Sen de ancak bizim gibi bir insansın. Eğer doğru söyleyenlerden isen, haydi bize bir mûcize getir!” (eş-Şuarâ, 154)
“–Doğru söylüyorsan seni imtihân edeceğiz!” dedi. “el-Kâtibe” diye bilinen bir kaya vardı. Cenda bu kayayı kasdederek şöyle dedi:
“–Seninle oraya gideceğiz. Senin ilâhın, o kayadan kırmızı tüylü, doğurmak üzere olan dişi bir deve çıkarsın! Yavrusunun rengi de annesinin renginde olsun!” Kavmi de istihzâ ederek:
“–Sütü, yazın serin, kışın sıcak olsun! Bu sütten içen her hasta şifâ bulsun, fakir bir kimse ise fakirlikten kurtulsun!” dediler. O devirde bu kavim için en kıymetli şey, kızıl renkli deveydi. Bu sebeple Sâlih -aleyhisselâm-’ın kayadan kızıl tüylü bir deve çıkarmasını istemişlerdi. Bütün Semûd kavmi toplandı. Sâlih -aleyhisselâm-, namaza durdu; Cenâb-ı Hakk’a ilticâ etti. Kaya büyümeye başladı. Sancılı sesler çıkardı. Ve içinden kızıl renkli bir deve; “Allâh’tan başka ilâh yoktur, Sâlih -aleyhisselâm- Allâh’ın peygamberidir!” diyerek çıktı.
“BUNDAN SONRA REİSİMİZ SENSİN”
Cenda, Sâlih -aleyhisselâm-’ı alnından öptü. Yüz kişiyle birlikte tevhîd akî-desine girdi. Kavmine de şöyle seslendi:
“–Ey kavmim! Bu körlük kâfî! Ben kendisinden başka hiçbir mâbûd olma-yan, eşi ve benzeri bulunmayan Allâh’a ve O’nun peygamberi Hazret-i Sâlih’e îmân ettim!”
Puthânenin reisi ise: “–Sihir olan bir şeye ne çabuk meylediyorsunuz! Ben size daha büyüğünü göstereceğim!” dedi. Böylece, -Cenda’nın kardeşi de dâhil- yeni îmân edecek olanların kalblerindeki meyli değiştirdi. Cenda’nın tâcını, kardeşinin başına koyarak:
“–Bundan sonra reisimiz sensin!” dedi. Cenda ise, evine gitti ve oradaki bütün putları kırdı. Kendisine âit malları da, tevhîd akîdesini kabûl eden mü’minlere taksîm etti. Sert ve keçeleşmiş bir libas giydi. O da tevhîdi tebliğe başladı. Sâlih -aleyhisselâm-’ın baş yardımcılarından oldu. Îmânsız putperestler, Cenda’ya:
“–Yazık sana! Sen de Sâlih’in sihrine kandın!” diyorlardı. Cenda ise, onların dediklerine aldırmıyor ve Sâlih -aleyhisselâm-’ın yanından ayrılmıyordu. Allâh Teâlâ Hazret-i Sâlih’e buyurdu:
“Gerçekten onları imtihan etmek için dişi deveyi gönderen Biz’iz. Sen onları gözetle ve sabret!” (el-Kamer, 27)
MÛCİZE BİR DEVE
Sâlih -aleyhisselâm-, ilâhî vahiyle devesi için bir ölçü koydu:
“Ey kavmim! İşte size mûcize olarak Allâh’ın devesi! Onu bırakın. Allâh’ın arzında yesin (içsin). Ona herhangi bir kötülükte bulunmayın; sonra sizi yakın bir azâb yakalar.” (Hûd, 64) “Sâlih dedi ki: «İşte (istediğiniz mûcize) bu dişi devedir; su içme hakkı (bir gün) onundur; belli bir gün de sizindir. Ona kötülükle ilişmeyin, yoksa sizi muazzam bir günün azâbı yakalayıverir.»” (eş-Şuarâ, 155-156)
Deve, yavrusu ile beraber otlar ve Allâh’ı tesbîh ederdi. Diğer hayvanlar onun heybetinden korkup kaçardı. Deve hâl diliyle:
“–Kim süt isterse, gelsin alsın!” derdi. Semûdlular da gelir, kaplarını doldurup giderlerdi. Deve, su içtikçe tesbîhe devâm ederdi. Sütünü içen mü’minler, şifâ bulurlardı.
SALİH BİZE SİHİR YAPIYOR
Son olarak kendilerine nihâî azap gelinceye kadar üç gün daha beklemeleri bildirildi: “Sâlih dedi ki: «Yurdunuzda üç gün daha yaşayın, (sonra helâk olacaksınız)»
Bu söz, yalan çıkması mümkün olmayan bir tehdîddir.” (Hûd, 65)
Rivâyete göre bu üç gün, Çarşamba, Perşembe ve Cuma idi. İlk gün, yüzleri sararacak; ikinci gün kızaracak; üçüncü gün kararacak; dördüncü gün ise helâk olacaklardı. O gecenin sabâhında acâip hâller oldu. Devenin bastığı yerlerden kan fışkırdı. Yapraklar kızardı. Kuyu suyu, kan kırmızı oldu. Bedbahtların yüzleri sapsarı kesildi. Deveyi öldüren dokuz kişi:
“Sâlih bize sihir yapıyor! O’nu ve âilesini öldürelim!” dediler.
Onların bu hîlesi âyet-i kerîmede şöyle haber verilmektedir:
“Allâh’a yemin ederek birbirleriyle şöyle anlaştılar: «Gece O’na ve âilesine baskın yapalım (hepsini öldürelim); sonra da velîsine (ona arka çıkacak olan kimselere): Biz (Sâlih) âilesinin yok edilişi sırasında orada değildik, inanın ki doğru söylüyoruz, diyelim.»” (en-Neml, 49)
SALİH PEYGAMBERİN EVİNİ KUŞATTILAR
Sâlih peygambere münkirlerin bu hîlesi haber verildi. O da âilesini ve mü’minleri yanına alarak bu şehri terketti. Böylece hicret hâdisesi de gerçekleşti. Bu dokuz kişilik azgınlar çetesi, planlarını uygulamak için geceleyin Sâlih -aleyhisselâm-’ın evini kuşattılar. Evin içinde kimseyi bulamayınca şaşırıp kaldılar. Bunun üzerine Cebrâîl -aleyhisselâm- da, Allâh’ın emri ile onları taşlayarak öldürdü.
Cenâb-ı Hak buyurur:
“Onlar böyle bir tuzak kurdular. Biz de, kendileri farkında olmadan, onların plânlarını altüst ettik!” (en-Neml, 50)
“Allâh’ın azabı onları yakalayıverdi. Bunun üzerine şiddetli bir sarsıntı tuttu. Yurtlarında yüz üstü düşüp öylece kaldılar.” (el-A’râf, 78)
Ne kadar inkârcı ve sapkın varsa hepsi de helâk oldu. Şehir bir harâbe hâline döndü. Sâlih -aleyhisselâm- ve kendisine îmân edenler (tahmînen dört bin kişi) o beldeyi terk ettiler. Âyet-i kerîmelerde buyrulur:
“Emrimiz gelince, Sâlih’i ve O’nunla beraber îmân edenleri, katımızdan bir rahmet olarak hem (o günün azâbından) hem de o günün zilletinden kurtardık. Şüphesiz Rabbin kuvvetlidir, (her şeye) gâlip gelendir.” (Hûd, 66)
“Îmân edip Allâh’a karşı gelmekten sakınanları, (azâb-ı ilâhîden) kurtardık.” (en-Neml, 53)
Mü’minler beldeyi terkettikten sonra ikinci gün, münkirlerin yüzleri kıpkırmızı oldu. Üçüncü gün ise, simsiyah kesildi. Azâb ne taraftan gelecek diye korku ve dehşet içinde etrâfa bakıyorlardı. Hak Teâlâ, Cebrâîl -aleyhisselâm-’a, onların övünerek yaptıkları ve pek güvendikleri muhkem binâlarının altını üstüne getirmesini emretti. Zâlim kavmin yurtları bir anda yerle bir oldu. Âyet-i kerîmede buyrulur:
“İşte haksızlıkları yüzünden çökmüş evleri! Anlayan bir kavim için elbette bunda bir ibret vardır.” (en-Neml, 52)
KORKUDAN ÖDLERİ PATLADI
Semûd kavmine, öyle bir sayha geldi ki Fahreddîn Râzî’nin kaydettiğine göre, bu sayhanın şiddetinden hepsinin ödleri patladı ve helâk oldular. Onların bu durumları muhtelif âyetlerde şöyle anlatılmaktadır:
“Nitekim, vukûu kaçınılmaz olan korkunç bir ses onları yakalayıverdi. Kendilerini hemen sel süprüntüsüne çevirdik. Artık o zâlimler topluluğu helâk olsun!” (el-Mü’minûn, 41) “Zulmedenleri, o korkunç ses yakaladı ve yurtlarında diz üstü çökekaldılar.” (Hûd, 67)
Semûd kavmi mallarına, zenginliklerine ve sağlam olarak inşâ ettikleri meskenlerine aldanarak kurtulacaklarını sanmışlardı. Fakat kahr-ı ilâhî tecellî edince bunlardan hiçbir fayda göremediler:
“Onları, sabaha çıkarlarken o korkunç ses yakaladı. (Ve) kazanmakta oldukları şeyler, onlardan hiçbir zararı savamadı.” (el-Hicr, 83-84)
BİZLER İÇİN İBRET NUMÛNESİ
Semûd kavmi, kendilerinden önce helâk edilen kavimlerden gerekli ibreti alamadıkları için kendilerinden sonrakilere ibret numûnesi oldular:
“Bunun üzerine azâb onları yakaladı. Doğrusu bunda, büyük bir ders vardır; ama çokları îmân etmezler. Şüphesiz Rabbin, işte O, mutlak gâlib ve engin merhamet sâhibidir.” (eş-Şuarâ, 158-159)
Tefsîrlerde bildirildiğine göre bir kısım kavimler sayha ile helâk edilmişlerdir. Sâlih -aleyhisselâm-’ın kavmi Semûd, bunlardan biridir. Nitekim alttan gelen bir sayha ile kahr-ı ilâhîye dûçâr olmuşlardır. Diğeri Şuayb -aleyhisselâm-’ın kavmidir. Bunlar da, üstten gelen bir sayha ile mahvedilmişlerdir. Bir diğeri ise Yâsîn Sûresi’nde bildirildiği üzere peygamberlerine îmân etmeyen Ashâb-ı Karye’dir. Kur’ân-ı Kerîm’de kıyâmetin kopuşunun da “Sayhaten vâhideten: Tek bir sayha” ile vukû bulacağı bildirilmektedir. Dolayısıyla zikri geçen kavimlerin helâki bir nevî kıyâmetten bir sahneyi hatırlatmaktadır.
SALİH PEYGAMBERİN TAVSİYELERİ
Sâlih -aleyhisselâm- kavminin helâkinden sonra kendisine inananlara şu tavsiyede bulundu:
“Ey kavmim! Şüphe yok ki burası, halkına Allâh’ın gazap etmiş olduğu bir yerdir. Buradan hemen göç ediniz ve Allâh’ın Haremi’ne gidip emânına kavuşunuz.”
Bunun üzerine azâb-ı ilâhîden kurtulan mü’minler ihrâma girdiler, kızıl tüylü develeri yedeklerine alarak yola düştüler. Telbiye getire getire Mekke’ye kavuştular. Mü’minler bir müddet sonra, o harâbe hâline dönüşmüş olan şehre geldiler. Azgınlığın ve inkârcılığın kötü âkıbetini seyrettiler. Mü’min olduklarından dolayı Allâh’a şükrettiler. Hazret-i Sâlih -aleyhisselâm-, mü’minlerle birlikte tekrar hicret ettikleri şehre döndüler. Hayatlarının sonuna kadar da orada kaldılar.
Hz. Hud (as)'ın vefatından sonra, Semud'un torunları Kuzey Arabistan bölgesine yerleştiler. Kendilerine köşkler, saraylar inşa ettiler. Taşları oydular, onlara yeni şekiller verdiler. Köşklerini ve saraylarını bu şekillerle süslediler.
Semud kavmi, tevhit inancını unutup Allah'a ortak koştular ve yapmış oldukları putlardan kendilerine tanrılar edindiler.
Bu kâvmin ahlak ve fazilet bakımından en üstünü olan Salih'e kırk yaşına geldiği zaman peygamberlik görevi verildi.
Hz. Salih (as), kavmine gerçeği bildirdi. Onları doğru olan yola çağırdı. Tebliğde bulundu;
"Şüphesiz ben, size gönderilmiş emin bir peygamberim. Allah'tan korkun ve bana itaat edin. Ben sizden tebliğim için bir ücret istemiyorum. Benim ücretim âlemlerin Rabbına aittir." dedi.
Salih aleyhisselam gerçekten saygı duyulacak bir insandı. Semud kavmi de Hz. Salih (as)'i sever, sayardı. Salih, davetini açıkladıktan sonra durum değişti. Kavmi, Salih'e karşı cephe almaya başladı. Babalarının yanlış inançlarını sürdürmeyi tercih ettiler. "Babalarımızın taptıklarına tapmaktan bizi yasaklıyor musun?" dediler.
Semud kavmi, kendi aralarından birisinin gerçeği haber vermesini kabullenemediler, "İçimizden bir insana mı uyalım?" dediler.
Kavmi, Hz. Salih (as)'i suçlamaya başladı. Terbiyesizlik ettiler. Hz. Salih için "O, şımarık bir yalancıdır." dediler.
"Onlar yarın kıyamette şımarık ve yalancının kim olduğunu bilecekler. Ama iş isten geçmiş olacak. Onların yalvarıp yakarmaları kendilerine bir yarar sağlamayacaktır."
Semud kavmi, Hz. Salih (as)'e engel olamayacaklarını anlayınca, onunla uğraşmaktan vazgeçtiler. Salih Peygambere inanan mü'minleri yollarından döndürmeye çalıştılar. Allah'ın elçisini yapayalnız bırakmak istediler. Mü'minlere; "Salih'in, Rabbı tarafından gönderilmiş bir peygamber olduğunu gerçekten biliyor musunuz?" dediler.
O, gerçek iman mutluluğuna eren insanlar da "Biz, onunla gönderilen her şeye iman ederiz" dediler.
Hiç bir şüpheye yer vermeyen bu kayıtsız şartsız iman karşısında, Semud kavmi'nin inkarcıları şaşkınlığa düştüler; "Sizin inandığınızı biz inkar ederiz." diyerek vicdanlarını bir kez daha sattılar.
Bu inkarcılar, Hz. Salih'i bozgunculukla suçlarken halkı da inkara zorladılar; "Yeryüzünü islah etmeyip bozgunculuk yapan beyinsizlerin emirlerine itaat etmeyin" dediler.
Hz. Salih (as) sabretti. Ümitsizliğe kapılmadı. Gerçeğe yüzçeviren kavmini putlardan uzaklaştırmaya çalıştı. Onlara öğütlerde bulundu.
Semud kavmi'nin sapıkları Hz. Salih (as)'e;"Eğer doğru söyleyenlerden isen bir mucize getir." dediler. Bu istekleri inanmaya yönelmelerinden değildi. Sapkınlıklarına yeni malzeme aramalarındandı.
İstedikleri mucize, dişi ve hamile bir deve idi. Allah, mucize olarak Semud kavmi'ne bu dişi deveyi verdi. Bu mucize karşısında bazıları iman ettiler, bazıları da inkarlarında direttiler. Allah elçisi hakkında "Amma da sihirbazmış." demek alçaklığında bulundular.
Semud kavmi, bu kez de deveden rahatsız olmaya başladılar. Devenin fazla su içmesinden yakındılar. Yüce Allah suyu, deve ile Semud kavmi arasında paylaştırdı; "Suyu içme hakkı bir gün onun, bir gün de sizindir." buyurdu.
Deveyi her gördüklerinde mü'minlerin inancı yenileniyordu. Azgınların da kini artıyordu. Hz. Salih (as) bu durumu biliyordu. Kavmini uyarıyordu;
"Sakın ona fenalık ile dokunmayın. Eğer dokunursanız sizi büyük bir günün azabı yakalar." diyordu.
Bu kavmin inkarcıları Salih'in sözlerini dinlemediler. Kendi aralarında Salih'i, mü'minleri ve dişi deveyi öldürmeyi kararlaştırdılar. Önce, mucize olarak gönderilen deveyi öldürdüler. Bu hareketleriyle Salih Peygamberi ve müminleri yıldırmak, korkutmak istediler. isyanlarını ve kinlerini kustular. "Ey Salih!" dediler. "Eğer sen gönderilmiş peygamber isen va'dettiğin azabı getir!"
Allah Elçisi yılmadı. Bu azgınlar topluluğuna; "Ey milletim! Ben size Rabbımın risaletini tebliğ ettim. İşe nasihat eyledim. Fakat siz, nasihat edenleri sevmezsiniz." dedi.
Hz. Salih (as), kavmine iyi muamelede bulundu. Yine kurtuluş yollarını gösterdi. Tövbe etmelerini öğütledi. "Ey kavmim" dedi. "Niçin tövbeden evvel çabucak kötülüğü istiyorsunuz? Allah'tan mağfiretinizi istemeli değil miydiniz? Belki merhamet olunurdunuz."
Semud Kavmi bu sözlere kulaklarını tıkadılar. "Biz, seninle ve seninle bulunanlar yüzünden uğursuzluğa uğradık." dediler. Bela ve musibetlere sebep olarak Salih'le mü'minleri gösterdiler.
"O şehirde dokuz kişi vardı ki bunlar yeryüzünde fesat çıkarıyor, iyilikte bulunmuyorlardı."
Deveyi öldürten bu adamlar, kötü arzularını devam ettirmek niyetindeydiler.
Bunların hepsi bir araya geldiler. "Gece baskını yapıp Salih'i ve ailesini öldürelim. Sonra velisine; biz o ailenin helakinde hazır değildik, gerçekten biz doğru söyleyenlerdeniz diyelim." dediler. Kendi aralarında bu karara vardılar.
Şanı Yüce Allah, bu olayı şöylece belirtiyor: "Onlar, bir hile düşündüler. Biz de onların haberleri olmadan hilelerini alt-üst ettik."
Salih Peygambere münkirlerin bu hilesi haber verildi. O da ailesini ve mü'minleri yanına alarak bu şehri terketti. Böylece hicret olayı da gerçekleşti.
Azgınlar, planlarını uygulamak için geceleyin Salih Peygamberin evini kuşattılar. Evin içinde kimseyi bulamayınca şaşırıp kaldılar.
"Allah'ın azabı onları yakalayıverdi. Bunun üzerine şiddetli bir sarsıntı tuttu. Yurtlarında yüz üstü düşüp öyle kaldılar."
Ne kadar inkarcı ve sapkın varsa hepsi de helak oldu. Şehir bir harabe haline dönüştü.
Müminler bir müddet sonra bu harabe haline dönüşen şehre geldiler. Azgınlığın ve inkarcılığın kötü sonucunu seyrettiler. Mü'min olduklarından dolayı Allah'a şükrettiler.
Salih Peygamber (as) mü'minlerle birlikte tekrar hicret ettikleri şehre döndüler. Allah Elçisi Salih (a.s), müminlere öğütlerde bulundu; onlara, Allah'a kul olmanın sevincini tattırdı.
Her peygamber gibi o da Rabbının rahmetine kavuştu. Ölümsüzlük diyarına ulaştı.
SEMUD KAVMİ NEDEN HELAK OLDU?
BİLGİ
Semûd kavmi, helâk edilişleri dillere destân olan bir kavimdir. Kur’ân-ı Kerîm’in çeşitli sûrelerinde, îmân etmedikleri ve sayısız azgınlıklarla haddi aştıkları için helâk edilen bu kavimden ibretle bahsedilmektedir.
Semûd kavmi, Nûh -aleyhisselâm-’ın oğlu Sâm’ın neslinden gelen Semûd’un kavmidir. Hazret-i Hûd’un vefâtından sonra, Semûd’un torunları Kuzey Arabistan bölgesine, Şâm ile Hicâz arasında bulunan Hicr mevkîine yerleşmişlerdi. Daha sonra buradan ayrılıp Âd kavminin bölgesine yerleştiler. Semûd’un nesli çoğalıp bir kavim hâline geldi. Kendilerine “Âd-ı Sânî” (İkinci Âd) ismi verildi.
SAĞLAM KAYALARLA KÖŞKLER YAPTILAR
Semûd kavmi de, vaktiyle Âd kavminin sâhip olduğu nîmetlere sâhip oldular. Ancak onlar da, Âd kavmi gibi gaflet ve dalâlete düştüler. Âd kavminin helâkini, azgınlıkları dolayısıyla gelen azâb-ı ilâhîden başka bir sebebe bağlayarak gaflet mahmurluğu içinde:
“Âd kavmi, sağlam binâlar yapmadıkları için helâk oldular. Zîrâ onlar, evleri kumlar üzerine yapmışlardı. Biz ise sağlam kayalar üzerine yaptık. Gelen fırtınalardan herhangi bir zarar görmeyiz…” dediler.
Kendilerine köşkler, saraylar inşâ ettiler. Taşları oydular, onlara yeni şekiller verdiler. Köşklerini ve saraylarını muhtelif şekillerle tezyîn ettiler. Tevhîd inancını unutup Allâh’a ortak koştular ve yapmış oldukları putlardan kendilerine tanrılar edindiler.
HİÇBİR KAVİMDE OLMAYAN PUT YAPTILAR
Kavmin reisi “Cenda” idi. Âd kavminin dûçâr olduğu âkıbetten ibret almayan Semûd kavmi, aralarında istişâre edip Cenda’dan kendileri için hiçbir kavimde olmayan bir put yapmasını ricâ ettiler. Cenda memnun oldu. Dağa çıkıp büyük bir kayayı yonttular. Bu kayaya göz, sığır göğsü ve at ayağı gibi şekiller verip onu altın, gümüş ve çeşitli mücevherlerle donattılar. Sonra da karşısına geçerek secde ettiler.
Bu putun ardından Semûdlular, kendilerine bir puthane yaptılar. Vedd, Cedd, Hed, Şems, Menaf, Menat, Lât adında putlar edindiler ve bunlara tapmağa başladılar.
Bu sırada Sâlih -aleyhisselâm-, kavmin içindeydi. Ticâretle meşgul olur, el emeği ile geçinirdi. Sâlih -aleyhisselâm- gerçekten tâzim ve hürmete lâyık bir insandı. Kavmi, kendisini dürüstlüğü, iyiliği ve kâbiliyeti sebebiyle çok severdi. Gelecekte kendisinden çok şey bekliyorlardı. Hattâ O’nu kendilerine hükümdar yapmak niyetindeydiler. Fakat Allâh Teâlâ Sâlih -aleyhisselâm-’a peygamberlik verdi.
Hz.SALİH (as) 'in TEVHİD MÜCADELESİ
Sâlih -aleyhisselâm- kırk yaşına ulaştığında Cebrâîl -aleyhisselâm-, kendisine peygamberliği getirdi. Sâlih -aleyhisselâm- önce çekindi. Ancak Hazret-i Cebrâîl: Hz.SALİH (as) 'in TEVHİD MÜCADELESİ
“–Ey Sâlih! Haydi kavmini tevhîde dâvet et!” buyurdu. Ardından:
“–Ey Sâlih! Sen, Nûh ve Hûd zamanında olmayan hâlleri müşâhede edeceksin!” dedi ve semâya yükseldi. Bunun üzerine Sâlih -aleyhisselâm-, önce kavmin reîsi olan Cenda’ya giderek ona tevhîdi teblîğ etti. Cenda, bu dâvete gâyet insaflı ve mâkûl bir şekilde mukâbele ederek:
“–Bunu, kavmime bildireyim.” dedi. Bundan sonra Cenda, kavmini topladı. Onlara Sâlih -aleyhisselâm-’ın peygamberliğini ve tevhîdi bildirdi.
Kavmi:
“–Ey Cenda, gelip kendisi söylesin!” dediler.
Bunun üzerine Sâlih -aleyhisselâm- gelip teblîğde bulundu. Allâh Teâlâ Hazret-i Sâlih’in kavmini irşâdını şöyle beyân buyurur:
“Semûd kavmine de kardeşleri Sâlih’i (gönderdik). Dedi ki: «Ey kavmim! Allâh’a kulluk edin. Sizin O’ndan başka ilâhınız yoktur. O sizi yerden (topraktan) yarattı ve sizi orada yaşattı. Öyleyse O’ndan mağfiret isteyin; sonra da O’na tevbe edin! Çünkü Rabbim (kullarına) çok yakındır, (duâlarını) kabûl edendir.»” (Hûd, 61) Şuarâ Sûresi’
nde de mevzuyla alâkalı şu âyetler bulunmaktadır:
“Semûd (kavmi) de peygamberleri yalancılıkla suçladı. Kardeşleri Sâlih, onlara şöyle demişti: «(Allâh’a karşı gelmekten) sakınmaz mısınız? Bilin ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Artık Allâh’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin! Bu (tebliğime) karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ecrimi verecek olan, ancak âlemlerin Rabbidir.” (eş-Şuarâ, 141-145)
HAZRET-İ SALİH’İN TEBLİĞE BAŞLANGICI
Hazret-i Sâlih -aleyhisselâm- böylece dâvetini açıktan yapmaya başladıktan sonra kavminin kendisine karşı tavırları bir anda değişti. Kavmi, Sâlih -aleyhisselâm-’a karşı cephe almaya başladı. Önceki peygamberlerde de olduğu gibi Hazret-i Sâlih’in davetini ve tevhîd akîdesini pek az kimse kabul etti. Diğerleri ise inkârlarına devâm ettiler:
“«Ey Sâlih! Sen bundan önce içimizde ümid beslenen birisiydin. (Şimdi) babalarımızın taptıklarına tapmaktan bizi engelliyor musun? Doğrusu, bizi kendisine (kulluğa) çağırdığın şeyden ciddî bir şüphe içindeyiz.» dediler.” (Hûd, 62) “(Sâlih)
dedi ki: «Ey kavmim! Eğer ben Rabbimden (verilen) apaçık bir delil üzerinde isem ve O bana kendinden bir rahmet (peygamberlik) vermişse, buna ne dersiniz? Bu durum karşısında O’na âsî olursam, beni Allâh’tan (O’nun azâbından) kim korur? O zaman siz de bana ziyan vermekten fazla bir şey yapamazsınız!»” (Hûd, 63)
“Sâlih dedi ki: «Ey kavmim! İyilik dururken, niçin kötülüğe koşuyorsunuz? Allâh’tan mağfiret dileseniz olmaz mı? Belki size merhamet edilir.»” (en-Neml, 46)
Sâlih -aleyhisselâm-’ın bu hikmet ve hakîkat dolu nasîhatlere rağmen kavmi O’nu, büyülenmiş bir yalancı olarak ithâm etme bedbahtlığına düştü:
“Dediler ki: «Sen, olsa olsa iyice büyülenmiş birisin!»” (eş-Şuarâ, 153)
Sonra aralarında şöyle söylendiler:
“«Aramızdan bir beşere mi uyacağız? O takdirde biz apaçık bir sapıklık ve çılgınlık etmiş oluruz!» dediler.” (el-Kamer, 24)
Sözlerine devamla: “Vahiy, aramızda ona mı verildi? Hayır O, yalancı ve şımarığın biridir (dediler).” (el-Kamer, 25)
Semûd kavminin bu cehâlet dolu ithâmına, Cenâb-ı Hak büyük bir tehdîdle şöyle cevâb vermiştir: “Yarın onlar, yalancı ve şımarığın kim olduğunu bileceklerdir.” (el-Kamer, 26)
“Pek yakında onlar, mutlaka pişman olacaklar!” (el-Mü’minûn, 40)
SALİH PEYGAMBERİN TEVHİD AZMİ
Sâlih Peygamber, sabretti, ümitsizliğe kapılmadı. Her şeye rağmen gerçeğe yüzçeviren kavmini putlardan uzaklaştırmaya çalıştı. Onlara öğütlerde bulunmaya ve teblîğe devâm ediyordu:
“(Ey kavmim!) Siz burada bahçelerin, pınarların içinde; ekinlerin salkımların, sarkmış hurmalıkların arasında güven içinde bırakılacağınızı mı (sanırsınız)? (Böyle sanıp) dağlardan ustaca evler yontuyorsunuz. Artık Allâh’tan korkun ve bana itaat edin! O haddi aşan (kâfirlerin) emrine uymayın. Onlar ki yeryüzünde fesat çıkarırlar ve (gerek kendilerini gerekse çevrelerinde bulunanları) ıslâha gayret göstermezler.” (eş-Şuarâ, 146-152)
Semûd kavmi, Hazret-i Sâlih’e engel olamayacaklarını anlayınca, onunla uğraşmaktan vazgeçtiler. Sâlih -aleyhisselâm-’a inanan mü’minleri yollarından döndürmeye çalıştılar. Allâh’ın elçisini yapayalnız bırakmak istediler.
Mü’minlere
: “…Sâlih’in, Rabbi tarafından gönderilmiş bir peygamber olduğunu gerçekten biliyor musunuz?..” (el-A’râf, 75)
dediler. O, gerçek îman mutluluğuna eren insanlar da: “…Biz, onunla gönderilen her şeye îmân ederiz.” (el-A’râf, 75)
dediler. Hiçbir şüpheye yer vermeyen bu kayıtsız şartsız îman karşısında Semûd Kavmi’nin inkârcıları şaşkınlığa düştüler:
“…Sizin inandığınızı biz inkâr ederiz.” (el-A’râf, 76)
diyerek dalâlet bataklığından çıkmamakta direndiler. Bu inkârcılar, Hazret-i Sâlih’i bozgunculukla suçlarken halkı da inkâra zorladılar. Bir türlü îmân etmeyen Semûd kavmi, bir de Sâlih -aleyhisselâm-’a bunun için akıllarınca bâzı sebepler ileri sürdüler:
“–Sen bizim mallarımıza sâhip olmak, onları gasp edip elimizden almak istiyorsun. Bize reîs olma arzusundasın!” dediler. Ardından ibtidâî bir mantık yürüterek: “–Bizim putlarımız var. Şimdi biz görünenleri bırakıp, görünmeyen Allâh’a mı tapalım?!” dediler.
Sonra şöyle devâm ettiler:
“–Görmediğin Allâh, seni ne şekilde vazîfeli yapar?!” “–Eğer doğru söylüyorsan, bize hiç kimsenin yapamadığı bir iş yap!” “Sen de ancak bizim gibi bir insansın. Eğer doğru söyleyenlerden isen, haydi bize bir mûcize getir!” (eş-Şuarâ, 154)
MUCİZE BİR DEVE
Sâlih -aleyhisselâm-, kavmin reîsi olan Cenda’nın yanına gitti. Cenda:
BİLGİ
Sâlih -aleyhisselâm-, kavminin cehâlet ve gafletine çok üzülmüştü. Bir müddet onları terk ederek aralarından ayrıldı. Dönüşünde Cenâb-ı Hak, kavmine, Hazret-i Sâlih’in peygamberlik heybetini gösterdi. Kavmi, O’nun bu heybetinden ürktü.
“–Doğru söylüyorsan seni imtihân edeceğiz!” dedi. “el-Kâtibe” diye bilinen bir kaya vardı. Cenda bu kayayı kasdederek şöyle dedi:
“–Seninle oraya gideceğiz. Senin ilâhın, o kayadan kırmızı tüylü, doğurmak üzere olan dişi bir deve çıkarsın! Yavrusunun rengi de annesinin renginde olsun!” Kavmi de istihzâ ederek:
“–Sütü, yazın serin, kışın sıcak olsun! Bu sütten içen her hasta şifâ bulsun, fakir bir kimse ise fakirlikten kurtulsun!” dediler. O devirde bu kavim için en kıymetli şey, kızıl renkli deveydi. Bu sebeple Sâlih -aleyhisselâm-’ın kayadan kızıl tüylü bir deve çıkarmasını istemişlerdi. Bütün Semûd kavmi toplandı. Sâlih -aleyhisselâm-, namaza durdu; Cenâb-ı Hakk’a ilticâ etti. Kaya büyümeye başladı. Sancılı sesler çıkardı. Ve içinden kızıl renkli bir deve; “Allâh’tan başka ilâh yoktur, Sâlih -aleyhisselâm- Allâh’ın peygamberidir!” diyerek çıktı.
“BUNDAN SONRA REİSİMİZ SENSİN”
Cenda, Sâlih -aleyhisselâm-’ı alnından öptü. Yüz kişiyle birlikte tevhîd akî-desine girdi. Kavmine de şöyle seslendi:
“–Ey kavmim! Bu körlük kâfî! Ben kendisinden başka hiçbir mâbûd olma-yan, eşi ve benzeri bulunmayan Allâh’a ve O’nun peygamberi Hazret-i Sâlih’e îmân ettim!”
Puthânenin reisi ise: “–Sihir olan bir şeye ne çabuk meylediyorsunuz! Ben size daha büyüğünü göstereceğim!” dedi. Böylece, -Cenda’nın kardeşi de dâhil- yeni îmân edecek olanların kalblerindeki meyli değiştirdi. Cenda’nın tâcını, kardeşinin başına koyarak:
“–Bundan sonra reisimiz sensin!” dedi. Cenda ise, evine gitti ve oradaki bütün putları kırdı. Kendisine âit malları da, tevhîd akîdesini kabûl eden mü’minlere taksîm etti. Sert ve keçeleşmiş bir libas giydi. O da tevhîdi tebliğe başladı. Sâlih -aleyhisselâm-’ın baş yardımcılarından oldu. Îmânsız putperestler, Cenda’ya:
“–Yazık sana! Sen de Sâlih’in sihrine kandın!” diyorlardı. Cenda ise, onların dediklerine aldırmıyor ve Sâlih -aleyhisselâm-’ın yanından ayrılmıyordu. Allâh Teâlâ Hazret-i Sâlih’e buyurdu:
“Gerçekten onları imtihan etmek için dişi deveyi gönderen Biz’iz. Sen onları gözetle ve sabret!” (el-Kamer, 27)
MÛCİZE BİR DEVE
Sâlih -aleyhisselâm-, ilâhî vahiyle devesi için bir ölçü koydu:
“Ey kavmim! İşte size mûcize olarak Allâh’ın devesi! Onu bırakın. Allâh’ın arzında yesin (içsin). Ona herhangi bir kötülükte bulunmayın; sonra sizi yakın bir azâb yakalar.” (Hûd, 64) “Sâlih dedi ki: «İşte (istediğiniz mûcize) bu dişi devedir; su içme hakkı (bir gün) onundur; belli bir gün de sizindir. Ona kötülükle ilişmeyin, yoksa sizi muazzam bir günün azâbı yakalayıverir.»” (eş-Şuarâ, 155-156)
Deve, yavrusu ile beraber otlar ve Allâh’ı tesbîh ederdi. Diğer hayvanlar onun heybetinden korkup kaçardı. Deve hâl diliyle:
“–Kim süt isterse, gelsin alsın!” derdi. Semûdlular da gelir, kaplarını doldurup giderlerdi. Deve, su içtikçe tesbîhe devâm ederdi. Sütünü içen mü’minler, şifâ bulurlardı.
SALİH BİZE SİHİR YAPIYOR
NOT
Hazret-i Sâlih -aleyhisselâm-’ın kavmini ıslâh etmek ve onları içinde bulundukları hazin durumdan kurtarmak için gösterdiği gayretler bir netice vermemiş, âsî gürûh peygamberlerine karşı inat ve inkârlarında ısrâr etmişlerdi. Bunun tabiî bir neticesi olarak da ilâhî azâba müstahak olmuşlardı.
Son olarak kendilerine nihâî azap gelinceye kadar üç gün daha beklemeleri bildirildi: “Sâlih dedi ki: «Yurdunuzda üç gün daha yaşayın, (sonra helâk olacaksınız)»
Bu söz, yalan çıkması mümkün olmayan bir tehdîddir.” (Hûd, 65)
Rivâyete göre bu üç gün, Çarşamba, Perşembe ve Cuma idi. İlk gün, yüzleri sararacak; ikinci gün kızaracak; üçüncü gün kararacak; dördüncü gün ise helâk olacaklardı. O gecenin sabâhında acâip hâller oldu. Devenin bastığı yerlerden kan fışkırdı. Yapraklar kızardı. Kuyu suyu, kan kırmızı oldu. Bedbahtların yüzleri sapsarı kesildi. Deveyi öldüren dokuz kişi:
“Sâlih bize sihir yapıyor! O’nu ve âilesini öldürelim!” dediler.
Onların bu hîlesi âyet-i kerîmede şöyle haber verilmektedir:
“Allâh’a yemin ederek birbirleriyle şöyle anlaştılar: «Gece O’na ve âilesine baskın yapalım (hepsini öldürelim); sonra da velîsine (ona arka çıkacak olan kimselere): Biz (Sâlih) âilesinin yok edilişi sırasında orada değildik, inanın ki doğru söylüyoruz, diyelim.»” (en-Neml, 49)
SALİH PEYGAMBERİN EVİNİ KUŞATTILAR
Sâlih peygambere münkirlerin bu hîlesi haber verildi. O da âilesini ve mü’minleri yanına alarak bu şehri terketti. Böylece hicret hâdisesi de gerçekleşti. Bu dokuz kişilik azgınlar çetesi, planlarını uygulamak için geceleyin Sâlih -aleyhisselâm-’ın evini kuşattılar. Evin içinde kimseyi bulamayınca şaşırıp kaldılar. Bunun üzerine Cebrâîl -aleyhisselâm- da, Allâh’ın emri ile onları taşlayarak öldürdü.
Cenâb-ı Hak buyurur:
“Onlar böyle bir tuzak kurdular. Biz de, kendileri farkında olmadan, onların plânlarını altüst ettik!” (en-Neml, 50)
“Allâh’ın azabı onları yakalayıverdi. Bunun üzerine şiddetli bir sarsıntı tuttu. Yurtlarında yüz üstü düşüp öylece kaldılar.” (el-A’râf, 78)
Ne kadar inkârcı ve sapkın varsa hepsi de helâk oldu. Şehir bir harâbe hâline döndü. Sâlih -aleyhisselâm- ve kendisine îmân edenler (tahmînen dört bin kişi) o beldeyi terk ettiler. Âyet-i kerîmelerde buyrulur:
“Emrimiz gelince, Sâlih’i ve O’nunla beraber îmân edenleri, katımızdan bir rahmet olarak hem (o günün azâbından) hem de o günün zilletinden kurtardık. Şüphesiz Rabbin kuvvetlidir, (her şeye) gâlip gelendir.” (Hûd, 66)
“Îmân edip Allâh’a karşı gelmekten sakınanları, (azâb-ı ilâhîden) kurtardık.” (en-Neml, 53)
Mü’minler beldeyi terkettikten sonra ikinci gün, münkirlerin yüzleri kıpkırmızı oldu. Üçüncü gün ise, simsiyah kesildi. Azâb ne taraftan gelecek diye korku ve dehşet içinde etrâfa bakıyorlardı. Hak Teâlâ, Cebrâîl -aleyhisselâm-’a, onların övünerek yaptıkları ve pek güvendikleri muhkem binâlarının altını üstüne getirmesini emretti. Zâlim kavmin yurtları bir anda yerle bir oldu. Âyet-i kerîmede buyrulur:
“İşte haksızlıkları yüzünden çökmüş evleri! Anlayan bir kavim için elbette bunda bir ibret vardır.” (en-Neml, 52)
KORKUDAN ÖDLERİ PATLADI
Semûd kavmine, öyle bir sayha geldi ki Fahreddîn Râzî’nin kaydettiğine göre, bu sayhanın şiddetinden hepsinin ödleri patladı ve helâk oldular. Onların bu durumları muhtelif âyetlerde şöyle anlatılmaktadır:
“Nitekim, vukûu kaçınılmaz olan korkunç bir ses onları yakalayıverdi. Kendilerini hemen sel süprüntüsüne çevirdik. Artık o zâlimler topluluğu helâk olsun!” (el-Mü’minûn, 41) “Zulmedenleri, o korkunç ses yakaladı ve yurtlarında diz üstü çökekaldılar.” (Hûd, 67)
Semûd kavmi mallarına, zenginliklerine ve sağlam olarak inşâ ettikleri meskenlerine aldanarak kurtulacaklarını sanmışlardı. Fakat kahr-ı ilâhî tecellî edince bunlardan hiçbir fayda göremediler:
“Onları, sabaha çıkarlarken o korkunç ses yakaladı. (Ve) kazanmakta oldukları şeyler, onlardan hiçbir zararı savamadı.” (el-Hicr, 83-84)
BİZLER İÇİN İBRET NUMÛNESİ
Semûd kavmi, kendilerinden önce helâk edilen kavimlerden gerekli ibreti alamadıkları için kendilerinden sonrakilere ibret numûnesi oldular:
“Bunun üzerine azâb onları yakaladı. Doğrusu bunda, büyük bir ders vardır; ama çokları îmân etmezler. Şüphesiz Rabbin, işte O, mutlak gâlib ve engin merhamet sâhibidir.” (eş-Şuarâ, 158-159)
Tefsîrlerde bildirildiğine göre bir kısım kavimler sayha ile helâk edilmişlerdir. Sâlih -aleyhisselâm-’ın kavmi Semûd, bunlardan biridir. Nitekim alttan gelen bir sayha ile kahr-ı ilâhîye dûçâr olmuşlardır. Diğeri Şuayb -aleyhisselâm-’ın kavmidir. Bunlar da, üstten gelen bir sayha ile mahvedilmişlerdir. Bir diğeri ise Yâsîn Sûresi’nde bildirildiği üzere peygamberlerine îmân etmeyen Ashâb-ı Karye’dir. Kur’ân-ı Kerîm’de kıyâmetin kopuşunun da “Sayhaten vâhideten: Tek bir sayha” ile vukû bulacağı bildirilmektedir. Dolayısıyla zikri geçen kavimlerin helâki bir nevî kıyâmetten bir sahneyi hatırlatmaktadır.
SALİH PEYGAMBERİN TAVSİYELERİ
Sâlih -aleyhisselâm- kavminin helâkinden sonra kendisine inananlara şu tavsiyede bulundu:
“Ey kavmim! Şüphe yok ki burası, halkına Allâh’ın gazap etmiş olduğu bir yerdir. Buradan hemen göç ediniz ve Allâh’ın Haremi’ne gidip emânına kavuşunuz.”
Bunun üzerine azâb-ı ilâhîden kurtulan mü’minler ihrâma girdiler, kızıl tüylü develeri yedeklerine alarak yola düştüler. Telbiye getire getire Mekke’ye kavuştular. Mü’minler bir müddet sonra, o harâbe hâline dönüşmüş olan şehre geldiler. Azgınlığın ve inkârcılığın kötü âkıbetini seyrettiler. Mü’min olduklarından dolayı Allâh’a şükrettiler. Hazret-i Sâlih -aleyhisselâm-, mü’minlerle birlikte tekrar hicret ettikleri şehre döndüler. Hayatlarının sonuna kadar da orada kaldılar.