Hz. Peygamber (a.s.) de bir insandi

faruk islam

Özel Üye
HZ. PEYGAMBER (A.S.) DE BİR İNSANDI
Mekke kâfirleri, Hazreti Muhammed (a.s.)'in, bir insan olduğu için peygamber olamayacağını ileri sürüyorlardı:
"Ve kâfirler: 'Bu nasıl peygamber? Yemek yiyor ve çarşıda geziyor" (Furkan; 7)
Zalimler aralarında gizli meşveret edip: 'Bu da sizin gibi bir insan değil midir. Artık göz göre göre sihre inanıyor musunuz?' derler" (Enbiya; 3)
Cahil Düşünce Tarzı:
Kur'ân-ı Kerim, Mekke kâfirlerinin bu cahil fikrini reddederek diyor ki, bu yeni bir düşünce değildi. Bu cehâlet eskiden de süregelmişti. Eski çağlarda da bütün cahil İnsanlar, bir insanın peygamber olamayacağını, bir peygamberin de insan olamayacağını düşünürlerdi. Ümmetinin ileri gelenleri O'nun peygamberliğini inkâr ederken Hz. Nuh (a.'s.)'a aynı şekil­de konuşmuşlardı:
"Kavminden küfreden bir cemaat 'bu, ancak sizin gibi bir insandır. Sizin üzerinize üstünlük kurmak isliyor. Eğer Allah dileseydi melekler indirirdi. Biz evvelki atalarımız zamanından böyle bir şey işitmedik" (Mü'minun; 24)
Ad kavmi de aynı şeyi Hz. Hûd (a.s.) için demişti:
"Bu âncak sizin gibi bir beşerdir. Yediğinizden yiyor, içtiğinizden içiyor. Eğer siz kendiniz gibi bir insana itaat ederseniz, o zaman hüsrana
düşenlerden olursunuz" (Mü'minun; 33-34)
"İçimizden her beşere (insana) tabi mi olalım?" (Kamer; 24)
Sadece bunlar değil, diğer milletler de kendi peygamberleri hakkında aynı tavrı takınmışlardı. Kâfirler, "siz de bizim gibi insansınız" diye

pey­gamberleri tanımaktan kaçınıyor, peygamberler de kendilerine şu cevabı veriyorlardı:
"Evet biz de sizin gibi insanız. Lâkin, Allah, kullarından dilediğine (peygamberlik nimetini) ihsan eder" (İbrahim; 11)
Doğruyu Bulmaktaki Engel:
Bundan sonra Kur'ân-ı Kerim, böyle yanlış fikirlerin her devirde insanların doğru yolu bulmalarını engellediğini ve dolayısıyla bu İnsanlar ve kavimlerin Allah'ın gazabına uğradıklarını belirtiyor.
"Size bundan evvel kâfir olanların haberi gelmedi mi? Onlar işledikleri şeylerin vebalini tattılar. Onlara (âhirette de) acıklı bir azab vardır. Bunun sebebi; kendilerine Mu'cizelerle, peygamberleri geldiğinde 'bizi bir insan mı doğru yola götürecek demeleridir. İnkâr edip yüz çevirdiler. Allah da hiç bir şeye muhtaç olmadığını gösterdi" (Tegabun; 5-6)
"İnsanlara hidayet geldiğinde, onları iman etmelerinden alıkoyan şu sözlerden başka bir şey yoktu: 'Allah bir insanı mı peygamber olarak göndermiştir?" (İsra; 94)
Yani her devirde cahil İnsanlar bir beşer (insan)in hiçbir zaman peygamber olamayacağını düşünmüşlerdir. Oysa, her zaman normal İnsanlar peygamber olmuşlardır.
Nitekim, Kur'ân-ı Kerim her zaman insanların Allah tarafından peygamberliğe lâyık görülerek getirildiğini açık bir ifade ile anlatmıştır. Zaten insanlara doğru yolu göstermek için melek veya insanüstü varlıklara değil yine kendileri gibi insanlara ihtiyaç vardır.
"Bizim, senden evvel gönderdiğimiz peygamber kendilerine, vahyettiğimiz erkeklerdi. Eğer bilmiyorsanız Kitab ehline sorunuz. Biz, onları yemek yemez birer ceset olarak yaratmadık. Onlar hayatta da ebedi kalıcı değillerdir".(Enbiyâ; 7-8)
"De ki eğer yeryüzünde de uslu uslu yürüyen melekler olsaydı, elbette onlara gökten bir meleği elçi gönderirdik".(İsra; 95)
"Senden evvel gönderdiklerimiz de, şehir halkından kendilerine vahyettiğimiz kişilerdi. Müşrikler yeryüzünde gezip dolaşıp kendilerinden evvelkilerin akıbetlerinin nasıl olduğuna bakmazlar mı? Ahiret yurdu, ittika edenlere daha hayırlıdır. Hâlâ bunu düşünüp anlamayacak mısınız?". (Yusuf; 109)
Burada, çok geniş bir mevzu birkaç cümlenin içine sığdırılmıştır. Bu konuyu biraz açacak olursak şöyle diyebiliriz. Bu cahil İnsanlar senin söylediklerini dinlemiyorlar. Zira, onlara göre, aynı mahalle ve şehirde doğan, aralarında yetişen, büyüyen, gençleşen ve yaşlılık sınırına gelen bir kişinin birden bire Allah'ın elçisi olması akıl almaz bir iştir. Ne var ki, onlar ilk defa böyle düşünmüyorlar. Bu dünya kurulduğu günden beri cahil insanların tavrı bu olmuştur. Bundan önce de bir çok defa Allah (cc.) dünyaya çeşitli peygamberler göndermiştir. Bunların hepsi insandılar. Hiçbir zaman, bir kişi birden bire bir şehirde ortaya çıkıp, "Allah beni peygamber olarak gönderdi" dememiştir. Bu iş aniden ve beklenmedik bir şekilde olmamıştır. Aksine doğru yoldan ayrılmış insanları ıslâh etmek üzere gönderilen, seçilen ve görevlendirilen kişiler (peygamberler) hep insanların yaşadığı mahalle, kasaba ve şehirlerdendi. Hz. Îsa, Hz. Musa, Hz. Nuh (a.s.) ne idiler? Doğaüstü ve insanüstü varlıklar mı idiler, yoksa insan mı? Aklı başında olanlar, bu peygamberlerin vaaz ve telkinlerini dinlemeyip dalalet ve kötülüklerinde ısrar etmiş olan milletlerin kötü sonunu bilmekte gecikmezler. Burada, bilhassa Mekkelilerin dikkati, felâkete uğramış ve yerle bir olmuş milletlerin sonuna çekiliyor ve deniliyor ki, "bakın, siz ticarî yolculuklarınız esnasında pek çok memleketten geçiyorsunuz. Herhalde, Allâh'ın gazabına uğraşı olan Ad, Semûd, Medyen ve Lût kavimlerinin harabelerini, tarihi kalıntılarını kendi gözlerinizle görmüşsünüzdür. Siz onların durumundan ibret almadınız mı? Dünyada sonları böyle olmuştur. Bir de âhiretteki cezalarını düşünün. Onun için, dünyada yaşadığınız süre içinde doğru yolu bulun, kendinizi ıslah edin, Allah'a ve Peygamberi'ne sarılın. Çünkü kimin durumu dünyada iyi ise âhirette de iyi olacaktır."
Gören İle Kör Olanın Farkı:

"De ki: 'Ben size Allah'ın hazineleri benim yanımdadır ve gaybı bilirim demem. Ve ben size meleğim de demiyorum. Ancak bana vahyolunan şeye tabi olurum'. De ki: 'Görmeyenle gören bir olur mu? Hiç düşünmüyor musunuz?" (En'am; 50)
Bu ayette Hazreti Muhammed (a.s.)'in Şöyle demesi isteniyor. Size anlatmak ve sunmak istediğim gerçekleri kendi gözümle gördüm. Ben bunları adetâ yaşadım ve bu gerçekleri vahiy ile öğrendim. Bu hakikatler hakkında benim öğrendiklerimi ve gördüklerimi siz bilemezsiniz. Siz bunlar hakkında esas bilgiye sahip olmayıp, sadece tahmin yürüttüğünüz ve taklit ettiğiniz için bir bakıma kör sayılırsınız. Yani gözleriniz benim gördüklerimi görmüyor. Ben gözleri iyi gören bir kişi iken siz gözleri kör olansınız. Size üstünlüğüm varsa bundan dolayı vardır. Yoksa maddi veya bedensel herhangi bir üstünlüğü yoktur. Bende ne Allah'ın hazineleri vardır, ne gaybın bilgisine sahibim ve ne de insanlık zaaflarından yoksunum.
"Andolsun ki, senden evvel gönderdiğimiz peygamberlere de zevceler ve evlâtlar verdik. Allah'ın izni olmadıkça peygamberler Mu'cize getirmeye kadir değildir". (Ra'd; 38)

Bu, Hazreti Peygamber (a.s.)'e yapılan itirazlara bir cevaptır. Mekke'li kâfirler, Hz. Muhammed (a.s.)'in çoluk-çocuk sahibi olmasını çok yadırgıyor, bir peygamberin bedensel ve cinsel hiçbir ihtiyacı olmaması gerekti­ğini savunuyorlardı.
Peygamber Bir Melek Olmalıydı:
"Allah'ın peygamberleri onlara, önlerinden ve arkalarından gelince, 'Allah'tan başka kimseye itaat etmeyin' dediler. Bunun üzerine onlar dedi ki, 'Rabbimiz isteseydi melekleri gönderirdi. Bu sebeple, sizin söylediklerinize inanmıyoruz". (Fussilet; 14)
Burada kâfirler demek istiyor ki, "Tanrı bizim dinimizi beğenmeseydi ve bizi bundan vazgeçirmek için bir peygamber göndermek isteseydi, bize meleklerini gönderirdi. Sen (Hz. Muhammed) melek değilsin ve bizim gi­bi bir insansın, onun için, senin Allah tarafından gönderildiğine inanmıyoruz."
"Peygamber Büyük Bir Adam Olmalıydı"
"Ve şunu da söylediler: 'Bu Kur'an, iki memleketin büyüklerinden bir kimseye indirilseydi ya!". (Zuhruf; 31)
Burada bahsedilen "iki memleket" Mekke ve Taif tir. Kâfirler diyordu ki, eğer Allah gerçekten bir kişiyi peygamberlik rütbesine çıkarmak ve ona Kitabını indirmek istemiş olsaydı, o zaman onların en büyük şehirleri olan Mekke ve Taif in ünlü, tanınmış, zengin ve güçlü bir şahsiyetini bu göreve getirirdi. Peygamber yapmak için Tanrı bula bula bir öksüz çocuğu mu buldu? Hem de öyle bir çocuk ki, hiçbir miras devralmamıştır. Gençliği, çobanlık yapmakla geçmiştir. Şimdi de geçimini zor sağlıyor. Karısının verdiği sermaye ile ticaret yapıyor. O herhangi bir kabilenin reisi değildir, ailesi de zengin bir aile değildir. Mekke'de Velid bin Muğire ve Utbe bin Rabi'a ve Taif te Urve bin Mes'ûd, Hubeyb bin Amr, Kinâne bin Abd'i Yâleyl gibi soylu ve varlıklı kabile reisleri varken peygamberlik, ismi cismi belli olmayan böyle bir kişiye mi verilir? Mekke'liler işte böyle düşünüyorlardı. Onlar zâten bir "insan'ın peygamber olacağına ihtimal vermiyorlardı. Fakat Kur'ân-ı Kerim'de çeşitli deliller ile ancak bir "insan'ın peygamber olacağı hususu tekrarlanınca ve insanüstü bir varlığın peygamber olamayacağı gerçeği ortaya konunca, kâfirler bu defa ağız değiştirdiler ve başka türlü konuşmaya başladılar. Artık bir insanın peygamber olmasına itirazları yoktu, ama istiyorlardı ki bu insan bir hükümdar, nüfuzlu, zengin ve güçlü bir kişi olsun. Onlara göre, Hz. Muhammed bin Abdullah (a.s.) bu ölçüye uymuyordu.
7.3.6. Hz. Muhammed'in, Hayatını Kazanmasına İtirazlar
"Ve kâfirler, 'Bu nasıl peygamberdir? Yemek yiyor ve çarşılarda geziyor? O'nunla beraber nezir olmak için neden bir melek indirilmedi?' dediler". (Furkan; 7)
Yani, bir kerre bir "insan'ın, peygamber olarak gelmesi garip bir hadisedir. Allah'ın mesajını etten, kemikten yapılmış, yemeye, içmeye muhtaç olan bir insan yerine, bir melek getirmeliydi. Yine de, eğer bir insan peygamberlik payesi ile seçilmişse, bu insan hiç olmazsa yeryüzündeki büyük adamlar gibi, bir hükümdar, bir lider, bir kabile reisi olmalıydı, ki huzuruna çıkmak için herkes can atsın ve zorla kabul edilsin. Fakat, bu ne biçim peygamberdir ki, sıradan İnsanlar gibi cadde ve sokaklarda geziyor, çarşı, pazarda alış veriş yapıyor. Sonra, yanında kırbaçlı ve heybetli bir melek olmalıydı ki doğru yola gelmeyenleri cezalandırabilsin. Bu konuya şu aşağıdaki ayette de değinilmiştir:
"Bizim, senden evvel gönderdiğimiz peygamberler de, yemek yer ve çarşılarda gezerlerdi. Sizin bir kısmınızı bir kısmınız merine imtihan vesilesi kıldık. Sabreder misiniz (diye). Rabbin hakkiyle görendir". (Furkan; 20)
Burada, Cenâb-ı Allah, Mekke kâfirlerine gereken cevabı vermiştir. Mekke'liler Hz. Peygamber (a.s.)'in normal bir insan olduğuna, sokaklarda ve çarşıda gezmesine itiraz ediyorlardı. Burada şu tarihi gerçek de unutulmamalıdır ki, Mekke'liler Hz. Nuh, Hz. İbrahim, Hz. İsmail, Hz. Musa (a.s.) ve diğer bazı peygamberler hakkında bilgi sahibiydiler, halta onların peygamberliğini de kabul ediyorlardı. Peki, bu peygamberler insan değil miydiler? Hz. Muhammed (a.s.)'in insan oluşuna niçin bu kadar şiddetle karşıydılar? Dünyaya daha önce gelen peygamberler yemek yemiyor, çarşı pazarda gezmiyorlar mıydı? Bırakalım başka peygamberleri, sadece Hz. Îsa'nın durumunu ele alalım. Meryem oğlu Îsa (a.s.)'ı Hıristiyanlar Allah'ın oğlu ilân etmişler, Mekke'liler de O'nun putunu Kâbe'ye koymuşlardı. Ve İncil’de de Hz. Îsa'nın normal bir insan gibi yemek yediği ve sokaklarda gezdiği kayıtlıydı. İşte bu nedenle, Cenab-ı Allah burada önceki peygamberler ile Hz. Muhammed(a.s.)'in durumları arasında mukayese yapıyor ve Mekke'lilerin garip tutumunu kınıyor.
"Bizim, senden evvel gönderdiğimiz peygamberler kendilerine vahyettiğimiz erkeklerdi. Eğer bilmiyorsanız Kitab ehline sorunuz. Biz, onları yemek yemez birer ceset olarak yaratmadık. Onlar hayatta da ebedi kalıcı değildirler" (Enbiyâ; 7-8)
Bu da, kâfirlerin, "bu adam da bizim gibi bir insandır" sözlerine bir cevaptır. Mekke"li kâfirler, Hz. Muhammed (a.s.)'in insan oluşunu, O'nun peygamber olamayacağına en büyük delil olarak gösteriyorlardı. Onun için burada deniliyor ki, eski çağlarda peygamber olarak kabul ettiğiniz kişiler de birer insandılar. Zaten beşer veya insan oldukları için Allah'ın vahyiyle şereflendirilmişlerdi.ALINTI


 
Üst Alt