TÜRKOĞLU
Aktif Üyemiz
Hunların hayat tarzı dinamik ve hareketli, kurdukları imparatorluk çok renkli idi. Göçebelerin baslıca servet kaynağı büyük çapta hayvan yetiştirmektir. Bu yüzden de bu hayvanlara ot ve su bulabilmek için dolaşmaları bir zarurettir. Onlar özellikle bahar ve yazları suyu otu bol yüksek yaylalara göçerek hayvanlarını besliyorlardı. Baslıca hayvanları atları dışında keçi, koyun ve sığırdı. Eti, sütü ve yünü dolayısıyla en çok koyunu beslerlerdi. Jordanes’in bildirdiğine göre “Hunlar, yazın kendi nüfuzlarındaki engin düzlüklerde sığırları için otlak sağlayan nere olursa oraya göç ederler. Kısın ise Karadeniz’in ötesine geri dönerler.”
Göçebenin bütün hayatını, otlatmak suretiyle hayvan yetiştirmeye uydurması icap etmiştir. Devamlı göç hali, komşu kabilelerin baskınlarına karşı uyanık olma durumu bozkır göçebelerinin yasayışını etkilemekten geri kalmamıştır. İçlerinde yasadıkları araba çadırlar çabuk harekete elverişli olarak hazırlanmaktaydı. Batı Hunları, Avrupa içlerine kadar geldikleri zaman bile çadırda oturmaktan vazgeçmemişlerdir. Yalnızca Attila evde oturmakta idi. O da mermer yada tastan değil kaba kerestelerden çadır modellerini taklit ederek kurulmuş tahta bir evdi. Bu yüzden göçebeler arabalarda ve kolayca toplanabilen çadırlarda yasar. Hunlar hayvan yetiştirdiklerinden, daha çok hayvan ürünleri ile beslenirlerdi. Baslıca gıda maddeleri süt ve süt mamulleridir. Hayvanı kesmediği ve esirgediği için eti daha çok avcılık, balıkçılık yoluyla sağlarlardı. İlk çağda savaşlar insan gücüne bağlı olduğundan ve hayvani ürünlerin insanı bu konuda geliştirmesinden dolayı büyüme alışkanlığı Türklerin vücut bakımından güçlü ve çevik olmalarını sağlamıştır. Tabiatı ile Hunların surlarla çevrilmiş şehirleri de yoktu. Ammianus Marcellinus Hunların yasam biçimleriyle ilgili su bilgileri vermektedir; “Yasam biçimleri o kadar çetindir ki ne yiyecek nede ateşe nede yiyecekten zevk almaya ihtiyaç duyarlar. Yabani otların kökleriyle ve her türlü hayvanın hemen hemen çiğ etiyle beslenirler. Bu eti kendi kalçaları ile atlarının sırtı arasına koyarlar böylece az da olsa ısıtmış olurlar.
Hiçbir yapıyla korunmazlar ancak ortak kullanımdan ayrılmış mezar gibi şeylerden kaçınmazlar. Onların yurdunda sazla kaplanmış kulübe bulmak mümkün değildir. Ancak ormanları ve dağları dolaşarak soğuğa, açlığa ve susuzluğa dayanmayı çocukluk çağında öğrenirler. Yurtlarından uzakta mecbur kalmadıkça bir eve girmezler; çünkü bir çatı altında kendilerini güvende hissetmezler. Bu soyda hiç kimse ne bir sabana dokunmuştur ne de bir tarlayı sürmüştür. Hepsi sabit bir oturma yeri olmadan yasalar olmadan ve de yerleşik bir hayat tarzı olmaksızın kaçak gibi oradan oraya arabalarıyla dolaşıp dururlar. Bu arabalarda kadınlar giysilerini dokurlar, kocalarıyla ilişkiye girerler, çocuk doğururlar ve ergenlik çağına kadar çocukları yetiştirirler. Onlardan hiç kimse nereli olduğu sorulduğunda cevap veremez, çünkü farklı bir yerde döle düşmüştür, farklı bir yerde doğmuştur, farklı bir yerde de büyümüştür.” Romalılar Hunların atlı kültürüne hayrandılar.
Claudianus’a göre Hunlar atlarına yapışmış gibiydiler. Sidonius’a göre daha anasının yardımından yeni kurtularak ayakta durabilen bir Hun çocugunun yanı basında, hemen eyerlenmiş bir ata rastlanır. Ammianus’a göre “Hunlar haşin atlarına neredeyse yapışık vaziyettedirler. Sıradan isleri yerine getirmek içinde atlara kadınların bindiği gibi binmemezlik etmezler. Bu soyda herkes gece olsun gündüz olsun at sırtında alış veriş yapar, yer içer ve baslarını eğerek hayvanın ince boğazına yaslanırlar ve pek çok rüyanın eşliğinde derin uykuya dalarlar. Önemli bir konu hakkında müzakere etmek istenirse herkes bu vaziyette (at sırtında) düşünür.” Ömrü at üzerinde geçen Hunların giyim usulü de bozkırın yapısına uygundu.
Hunlar kısın ormanlarda yasayan ufak av hayvanlarının postunu giyerlerdi; yazın ise bez, ipek ve yün gibi daha hafif malzemeden yapılmış elbiseleri vardı ve bunları renkli işlemlerle alacalı bir hale sokarlardı. Tunik biçiminde önden açılan ve baldırlara kadar ulasan bir manto taşır ve bunu kemerle sıkıştırırlardı. Genellikle keçi derisinden dikilmiş uzun bir pantolon giyerler ve bunun paçalarını topukta büzerek çarıkların içine sokarlardı. Ammianus’a göre “Hunlar ketenden yada yabani farelerin derisinden giysi giyerler, bu giysiyi hem evde hem de ev dışında giyerler. Ancak rengi solmuş bir giysiyi bir kez boğazlarında geçirince, uzun süre giyerler. Hatta giysi yırtılıp paçavraya dönene kadar ve azar azar üzerlerinden düsene kadar çıkarmazlar ya da değiştirmezler. Baslarına konik biçimli bir baslık örterler. Kıllı bacaklarını oglak derisiyle korurlar, onların ayakkabıları eskimez biçimdedir.”
Kaynaklar;
-Bastav, A.g.m., s. 859
– Jordanes,37
-Erdemir, P.H, Göktürk Bizans ilişkileri, İstanbul, Arkeoloji ve Sanat Yayınları,2003, s.59
-Ammianus Marcellinus, XXXI, 2.3-4
-Nemeth, G., ”Attila ve Hunları”, Türkler, I.cilt, Ankara, 2002, s. 888
-Ammianus Marcellinus,XXXI. 2, 6-7
-Bastav, A.g.m., s. 859
-Ammianus Marcellinus,XXXI.2.5-6