TÜRKOĞLU
Aktif Üyemiz
Etnik bakımdan bir mozaik tablosu oluşturmuş olan eski Anadolu halkları arasında Hititlerin çok önemli bir yeri vardır. Onlar, yalnız bin yıllık bir süper güç olmakla kalmamış, uygarlık bakımından da birçok konularda dünyaya örnek olmuşlardır.
Eski Anadolu’da en yaygın bir biçimde konuşulmuş olan ve aynı zamanda en uzun süre yaşamış olan dil, Hititçenin çok yakın akrabası olan Luwi dilidir. Bu dile ait örnekler, bir yanda çivi yazılı tabletlerde diğer yanda Hiyeroglif yazılı anıtlarda ele geçmiştir: Luwi diliyle ilgili yazıtların incelenmesi sonucunda önemli sonuçlar ortaya çıkmaktadır.
Birçok Türk aydınının merakla sorduğu Hititler Türk müdür, değil midir sorusunu yanıtlamadan önce dil konusunda bazı temel bilgilerden söz edeceğim. Dünyada yaşamış ve yaşamını sürdüren diller iki büyük gruba ayrılmaktadır. Birinci grup flektif diller, ikinci grup aglütinant diller. Türkçenin mensup olduğu Ural Altaik diller, ikinci gruptandır. Bu dillerde sözün özü değişmez kalır.
Örneğin Türkçe görmek verbinde öz olan “gör” sözü değişmez. Dil, ekler vasıtasıyla çalışır; gören, görülen, görücü, görür, görürüm, görüyorum, gördüm, göreceğim gibi. Ya da “yaz” fiilinin çekilmiş halini gözden geçirirsek; yazıyorum, yazıyorsun, yazıyor gibi, fiilin kendisinin değişikliğe uğramadığını görürüz.
Flektif diller arasında iki büyük grup vardır: İndo-Avrupa diller grubu ve Sami diller grubu. Bu dillerde takılar kullanılmaz. Sözün özü dediğimiz kısım kendi içinde değişikliğe uğrar. Örneğin Sami dillerden Arapçayı alalım. Arapçada faala verbinde, fail “yapan”, fiil “yapma”, meful “yapılan”, faal “sık yapan” anlamına gelir. Bu örneklerin gösterdiği gibi öz kendi içinde değişikliğe uğruyor.
İndo-Avrupa dillerinden biri olan İngilizcede gitmek anlamına gelen “to go” verb’ini örnek olarak alalım. I go “giderim” demektir. “Gittim” anlamında kullandığımız taktirde I went denilmektedir. Ya da görmek anlamına gelen “to see” verb’ini örnek olarak gösterebiliriz. I saw “gördüm”, I had seen “görmüştüm” anlamlarına gelmektedir. Aynı şekilde “to come” gelmek fiili, I came dendiğinde “geldim” anlamına gelmektedir. Burada görüldüğü gibi sözün özü kendi içinde değişikliğe uğruyor.
Yüzyılımızın başlarında Norveçli bilim adamı Knudtzon, Mısır’da Tel-Amarna’da bulunan, Anadolu’dan gitmiş Arzawa mektupları denilen iki tableti incelemiş ve Hititçe ile aynı dil olan bu dilin bir İndo-Avrupa dili olduğunu söylemişti. Yani Knudtzon’a göre Hitit dili bir İndo-Avrupa dili idi. 1917 yılında Viyana Üniversitesi profesörlerinden Bedrich Hronza de Hititçenin bir İndo-Avrupa dili olduğunu yazdı. Hronza bazı etimolojik yakınlıklara dayanmaktadır. Örneğin Hititçede watar, İngilizcede “su” anlamına gelen water sözü ile aynıdır. Hronza, bu sözleri Slav dillerinde su anlamına gelen voda ile de karşılaştırmıştır. Hititçede ez- “yemek” fiili, İngilizcedeki to eat ve Almanca da ki essen ile birbirine çok yaklaşmaktadır. Hronza’nin görüşü dünyada çok tartışıldı ve sonunda Hititçenin bir İndo-Avrupa dili olduğu kabul edildi. Türkçe aglütinant bir dil olduğu için bir İndo-Avrupa dili değildir. Bu nedenle Hititçe ile Türkçenin bir yakınlığı söz konusu değildir. ‘Hititler Türk değildir’ diyebiliriz, ancak iş bununla bitmiyor.
Kısa zaman önce TÜBİTAK tarafından yayınlanan Hitit Çağında Anadolu adlı kitabımın önsözünde yazdığım gibi Türkler Anadolu’ya geldikleri zaman yerli Anadolu halkını imha etmemişler, gittikleri her ülkede olduğu gibi yerli Anadolu halkına karşı büyük bir hoşgörü göstermişlerdir. Yerli Anadolu halkı ile Türkler karışmışlar, kaynaşmışlar ve Orta Asya’dan getirdikleri kendi yüksek kültürleri ile eski Anadolu uygarlıklarından bir sentez oluşturmuşlardır. Hatta Hitit çağına ait bazı yer adları günümüze kadar yaşamıştır. Örneğin Hitit kenti Anzilia, klasik çağlarda Zela ve günümüzde Zile olmuştur. Hitit ırmağı Zuliyas klasik çağlarda Skulaks ve günümüzde Çekerek olmuştur. Hitit çağı ırmağı sehiria, klasik çağlarda Sangarios günümüzde Sakarya olmuştur. Hitit kenti Parha, günümüzde Perge olmuştur. Hitit metinlerinde Adaniia diye geçen kent bugün Adana’dır. Hitit kentleri arasında, bugünkü İndo-Avrupa dillerinde şarap kelimesi ile benzerlik gösteren ve Hititçede de şarap kenti anlamına gelen Wiyanawanda adlı bir kent vardı. Bu kent hakkında Hititlerde Şarkı, Müzik ve Dans, Hitit Çağında Anadolu’da Üzüm ve Şarap adlı kitabımda bilgi vermiştim.
Aslı Hattusa da gümüş bir tablet üzerine yazılmış olup, Mısır’a gönderilmiş olan antlaşmanın Boğazköy’de bulunmuş olan kil tablet üzerine çivi yazısı ile yazılmış olan kopyası. İstanbul’da Şark Eserleri Müzesi’nde sergilenmektedir.
Hititler birçok bakımdan Avrupa ülkelerine örnek olmuş bir uygarlık yaratmışlardır. Örneğin insan haklarının öncülleri Hititlerdir. O zamanın dünyasının iki süper gücü arasında gerçekleştirilen ve ilk uluslararası antlaşma olan Hitit-Mısır antlaşmasına ait olan tabletin fotoğrafı günümüzde Birleşmiş Milletlerde sergilenmektedir . Bu antlaşma iki tarafça da kabul edildikten sonra, kabul edilen metinler taraflar arasında değiştiriliyordu. Günümüzde de aynı uygulama devam etmektedir. Bu uygulama günümüzde de örnek olmuştur. Antlaşma metinleri imzalandıktan sonra imzalı nüshalar taraflar arasında değiştirilmektedir. Sözü edilen antlaşmanın taraflarca kabulünden hemen sonra bu vesileyle iki tarafın kral ailelerinin, saray mensuplarının ve yüksek bürokratların katılımıyla sık sık yazışmalar oldu. Mektupların konuları hatır sorma, iyi dilekler ve hediyeler gönderme idi. Mısır’dan gönderilen hediyelerin çalınmasını önlemek için hediyelerin kim tarafından ve kiminle gönderildiği, sayıları, her birinin ağırlıkları, nitelikleri ve kaliteleri hakkında bilgi veriliyordu. Bu hediyeler arasında herhalde Mısır ve Hitit sanatlarının şaheserleri de bulunuyordu. Ne yazık ki Anadolu’da ve Mısır’da yapılan kazılarda bu hediyelerin hiçbiri bulunamamıştır.
Eski Anadolu’da en yaygın bir biçimde konuşulmuş olan ve aynı zamanda en uzun süre yaşamış olan dil, Hititçenin çok yakın akrabası olan Luwi dilidir. Bu dile ait örnekler, bir yanda çivi yazılı tabletlerde diğer yanda Hiyeroglif yazılı anıtlarda ele geçmiştir: Luwi diliyle ilgili yazıtların incelenmesi sonucunda önemli sonuçlar ortaya çıkmaktadır.
Birçok Türk aydınının merakla sorduğu Hititler Türk müdür, değil midir sorusunu yanıtlamadan önce dil konusunda bazı temel bilgilerden söz edeceğim. Dünyada yaşamış ve yaşamını sürdüren diller iki büyük gruba ayrılmaktadır. Birinci grup flektif diller, ikinci grup aglütinant diller. Türkçenin mensup olduğu Ural Altaik diller, ikinci gruptandır. Bu dillerde sözün özü değişmez kalır.
Örneğin Türkçe görmek verbinde öz olan “gör” sözü değişmez. Dil, ekler vasıtasıyla çalışır; gören, görülen, görücü, görür, görürüm, görüyorum, gördüm, göreceğim gibi. Ya da “yaz” fiilinin çekilmiş halini gözden geçirirsek; yazıyorum, yazıyorsun, yazıyor gibi, fiilin kendisinin değişikliğe uğramadığını görürüz.
Flektif diller arasında iki büyük grup vardır: İndo-Avrupa diller grubu ve Sami diller grubu. Bu dillerde takılar kullanılmaz. Sözün özü dediğimiz kısım kendi içinde değişikliğe uğrar. Örneğin Sami dillerden Arapçayı alalım. Arapçada faala verbinde, fail “yapan”, fiil “yapma”, meful “yapılan”, faal “sık yapan” anlamına gelir. Bu örneklerin gösterdiği gibi öz kendi içinde değişikliğe uğruyor.
İndo-Avrupa dillerinden biri olan İngilizcede gitmek anlamına gelen “to go” verb’ini örnek olarak alalım. I go “giderim” demektir. “Gittim” anlamında kullandığımız taktirde I went denilmektedir. Ya da görmek anlamına gelen “to see” verb’ini örnek olarak gösterebiliriz. I saw “gördüm”, I had seen “görmüştüm” anlamlarına gelmektedir. Aynı şekilde “to come” gelmek fiili, I came dendiğinde “geldim” anlamına gelmektedir. Burada görüldüğü gibi sözün özü kendi içinde değişikliğe uğruyor.
Yüzyılımızın başlarında Norveçli bilim adamı Knudtzon, Mısır’da Tel-Amarna’da bulunan, Anadolu’dan gitmiş Arzawa mektupları denilen iki tableti incelemiş ve Hititçe ile aynı dil olan bu dilin bir İndo-Avrupa dili olduğunu söylemişti. Yani Knudtzon’a göre Hitit dili bir İndo-Avrupa dili idi. 1917 yılında Viyana Üniversitesi profesörlerinden Bedrich Hronza de Hititçenin bir İndo-Avrupa dili olduğunu yazdı. Hronza bazı etimolojik yakınlıklara dayanmaktadır. Örneğin Hititçede watar, İngilizcede “su” anlamına gelen water sözü ile aynıdır. Hronza, bu sözleri Slav dillerinde su anlamına gelen voda ile de karşılaştırmıştır. Hititçede ez- “yemek” fiili, İngilizcedeki to eat ve Almanca da ki essen ile birbirine çok yaklaşmaktadır. Hronza’nin görüşü dünyada çok tartışıldı ve sonunda Hititçenin bir İndo-Avrupa dili olduğu kabul edildi. Türkçe aglütinant bir dil olduğu için bir İndo-Avrupa dili değildir. Bu nedenle Hititçe ile Türkçenin bir yakınlığı söz konusu değildir. ‘Hititler Türk değildir’ diyebiliriz, ancak iş bununla bitmiyor.
Kısa zaman önce TÜBİTAK tarafından yayınlanan Hitit Çağında Anadolu adlı kitabımın önsözünde yazdığım gibi Türkler Anadolu’ya geldikleri zaman yerli Anadolu halkını imha etmemişler, gittikleri her ülkede olduğu gibi yerli Anadolu halkına karşı büyük bir hoşgörü göstermişlerdir. Yerli Anadolu halkı ile Türkler karışmışlar, kaynaşmışlar ve Orta Asya’dan getirdikleri kendi yüksek kültürleri ile eski Anadolu uygarlıklarından bir sentez oluşturmuşlardır. Hatta Hitit çağına ait bazı yer adları günümüze kadar yaşamıştır. Örneğin Hitit kenti Anzilia, klasik çağlarda Zela ve günümüzde Zile olmuştur. Hitit ırmağı Zuliyas klasik çağlarda Skulaks ve günümüzde Çekerek olmuştur. Hitit çağı ırmağı sehiria, klasik çağlarda Sangarios günümüzde Sakarya olmuştur. Hitit kenti Parha, günümüzde Perge olmuştur. Hitit metinlerinde Adaniia diye geçen kent bugün Adana’dır. Hitit kentleri arasında, bugünkü İndo-Avrupa dillerinde şarap kelimesi ile benzerlik gösteren ve Hititçede de şarap kenti anlamına gelen Wiyanawanda adlı bir kent vardı. Bu kent hakkında Hititlerde Şarkı, Müzik ve Dans, Hitit Çağında Anadolu’da Üzüm ve Şarap adlı kitabımda bilgi vermiştim.
Aslı Hattusa da gümüş bir tablet üzerine yazılmış olup, Mısır’a gönderilmiş olan antlaşmanın Boğazköy’de bulunmuş olan kil tablet üzerine çivi yazısı ile yazılmış olan kopyası. İstanbul’da Şark Eserleri Müzesi’nde sergilenmektedir.
Hititler birçok bakımdan Avrupa ülkelerine örnek olmuş bir uygarlık yaratmışlardır. Örneğin insan haklarının öncülleri Hititlerdir. O zamanın dünyasının iki süper gücü arasında gerçekleştirilen ve ilk uluslararası antlaşma olan Hitit-Mısır antlaşmasına ait olan tabletin fotoğrafı günümüzde Birleşmiş Milletlerde sergilenmektedir . Bu antlaşma iki tarafça da kabul edildikten sonra, kabul edilen metinler taraflar arasında değiştiriliyordu. Günümüzde de aynı uygulama devam etmektedir. Bu uygulama günümüzde de örnek olmuştur. Antlaşma metinleri imzalandıktan sonra imzalı nüshalar taraflar arasında değiştirilmektedir. Sözü edilen antlaşmanın taraflarca kabulünden hemen sonra bu vesileyle iki tarafın kral ailelerinin, saray mensuplarının ve yüksek bürokratların katılımıyla sık sık yazışmalar oldu. Mektupların konuları hatır sorma, iyi dilekler ve hediyeler gönderme idi. Mısır’dan gönderilen hediyelerin çalınmasını önlemek için hediyelerin kim tarafından ve kiminle gönderildiği, sayıları, her birinin ağırlıkları, nitelikleri ve kaliteleri hakkında bilgi veriliyordu. Bu hediyeler arasında herhalde Mısır ve Hitit sanatlarının şaheserleri de bulunuyordu. Ne yazık ki Anadolu’da ve Mısır’da yapılan kazılarda bu hediyelerin hiçbiri bulunamamıştır.
Moderatör tarafında düzenlendi: