HASAN CAN
Active member
Konunun ilk bölümüne aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz.
------------> http://www.rasulehasret.com/tasavvufi-kavramlar/46449-hidayet-ve-rahmet-1-a.html#post101623
Hazret-i Hamza'yı Uhud'da şehit eden Vahşî, artık Hazret-i Vahşî -radıyallâhu anh- idi. Ve bu hidayet ve mağfiretin manevi hazzı içinde, kendisini affettirebilmek ümidiyle, Hazret-i Hamza'ya diyet olarak, peygamberlik iddiasında bulunan Müseylemetü'l-Kezzâb'ı bütün tehlikeleri göze alıp katletti ve böylece bir fitneye son verdi. Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'in yanındaki sahabeler: "- Ya Rasûlallâh! Bu af ve merhamet sadece Vahşî'ye mi mahsustur, yoksa bütün Müslümanlara mı?" diye sual ettiklerinde Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-: "- Bütün Müslümanlar içindir."1 buyurdular.
Tevbe-i nasûha yönelen gönüller, bu rivayette de görüldüğü gibi gerçek ve kâmil manadaki merhamet ve muhabbetin en tesirli nağmelerini Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'den duymuştur. Ezcümle bütün insanlık âlemi, teselli, şifa ve ferahlık veren terennümleri, O'nun mübarek dudaklarından işitmiştir. Uçsuz bucaksız af ve kerem denizini ve onun ümit sahilini yine "Varlık Nuru”nun keremiyle görmüştür. Bütün günahlara rağmen "Ey benim kullarım!" şeklindeki müşfikâne ilâhî hitaba da yine o Fahr-i Kâinât -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'in yüzü suyu hürmetine nail olmuştur.
Bu bakımdan, Allah’ın rahmet ve merhametini ön plana çıkararak ümit verici bir üslûp ile telkinde bulunmak, zamanımızda -menfi materyalist tesirlerle- batıdakine benzer bir manevi buhran içinde kalan cemiyetimiz için de fevkalâde ehemmiyetlidir. İnsanları akıl kavgalarına sürüklemek değil, hissen kazanmak, daha gerçekçi bir yoldur. Zira birçokları, aklen yanlış bir şekilde şartlandırılmış olabilirler. Onun için "cedel ve münakaşa" ile ikna edilip kazanılmaları çoğunlukla imkân dâhilinde olmaz. Çünkü menfi şartlanmalar, aklî delilleri kabule mani olur. Kalplerin hakikatle ülfet edebilmesi için, evvelâ müsamaha ile yaklaşılıp içlerdeki yüce temayüllerin yeşermesine çalışmak, daha çok tesirli olacak bir metottur.
Hata, isyan ve günahlara batmış bir insanı, tenkit etmeden, ayıplamadan ve dini emirleri yerine getirmesini istemeden evvel, onun kalbini kazanmaya öncelik verilmelidir. Bunun için şahsî yakınlık ve telkinin tesir zeminini oluşturacak muhabbetli bir alâka tesisine çalışılmalıdır. Muhatabın kalbi böylece hazır bir hâle getirildikten sonra hatalar yavaş yavaş düzeltilebilir. Ayrıca, maddî ve manevi ikram ve iltifatların, muhatapta uyandıracağı ruhi alâkanın bereketli semeresini göz önünde bulundurmak gerekir. Bu hususta Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'in günah dumanlarıyla boğulmuş gönüllere semavi bir pencere açıp da, taze nefesler sunucu bir ikram sadedinde buyurduğu: "Şefaatim özellikle ümmetimden büyük günah işlemiş olanlar içindir." (Ebû Dâvud, Sünnet, 20) beyanındaki inceliği kavramak lâzımdır. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'in günahkârlara karşı bu tavır ve ifadesini Hazret-i Mevlana ne güzel izah eder: "İlaç, iyileştirmek için, hasta ve yaralı kimseler arar. Nerede bir dert varsa, deva oraya gider. Nerede alçak ve çukur yer varsa, su oraya akar." "Sana rahmet ve merhamet suyu gerekliyse, sen de böyle yap!"
Ancak, ilâç ve merhemin tesiri için, öncelikle yaranın mikroplardan arındırılması icap eder. Bu da, hasta gönüllerin günah mikrobundan temizlenmesi, yani tövbe suyuyla yıkanması demektir. İlaç, yani şefaat, bundan sonra gerçekleşir. Nitekim diğer bir hadis-i şerifteki: "Günahlarına (nedametle) tövbe eden, hiç günah işlememiş gibi olur!" (İbn-i Mâce, Zühd, 30) beyanı, bir taraftan müjde, diğer taraftan da bu müjdenin şartını ifade edici bir mahiyette bir merhamet tezahürüdür.
Bu ölçü çerçevesinde hidayet ve rahmet üslûbundaki ulvî inceliğe bütün peygamberler riayet ettiği gibi, onların izinden giden evliyâullâh da hassasiyetle riayet etmiştir. Buna binaen imanın ilk meyvesi merhamet olarak telakki edilmiş ve kulluk, kısaca şu iki ölçü çerçevesinde tarif buyrulmuştur:
- "Ta'zîm li-emrillâh", yani Allah’ın emirlerini ihtiram ile yerine getirmek.
- "Şefkat li-halkillâh", yani Yaratan'dan ötürü yaratılanlara şefkat ve merhamet göstermek.
Allah dostlarından Fudayl bin Iyâz'ın hâli, bu ölçülerle yaşayan mümin gönlüne ne güzel bir misaldir: Kendisini ağlarken gördüler: "- Niçin ağlıyorsun?" dediler. O da: "- Bana zulmeden bir zavallı Müslüman’a üzüldüğümden ağlıyorum! Bütün kederim, onun kıyamette rezil olmasındandır..." buyurdu.
Bu kâmil insanları, böylesi bir rahmet ve merhamete sevk eden hususu izah sadedinde Hazret-i Mevlana şöyle buyurur:
----------------------------------------------------------
1.Bkz. Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, X, 214-215
"Rahmet denizleri coşunca, taşlar bile âb-ı hayat içer. Yüz yıllık ölü mezarından çıkar, şeytan ruhlu kara simalar, hurilerin bile kıskanacakları güzel bir melek olur."
Nakledildiğine göre İbrahim bin Edhem Hazretleri, bir sarhoşun pis kokulu ve bulaşık ağzını yıkamış, bunu niçin yaptığını soranlara da: "- Eğer yüce Allah’ın adını zikretmek için yaratılan dil ve ağzı, bulaşık olarak bırakırsam, hürmetsizlik olur..." demişti. Adam ayıldığında ona: "- Horasan zahidi İbrahim bin Edhem ağzını yıkadı..." dediler. Bu durumdan mahcup olan sarhoşun gönlü de uyandı ve: "Öyleyse ben de tövbe ettim..." dedi. Böyle bir hâle vesile olan İbrahim bin Edhem Hazretleri'ne rüyasında Hak katından şöyle buyuruldu: "- Sen bizim için onun ağzını yıkadın! Biz de senin için onun kalbini yıkadık!"
Cenâb-ı Hak, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'e ve onun şahsında bütün ümmete Kur'ân-ı Kerim’de şöyle buyurur: "Sen (daima) af yolunu tut, iyiliği emret..." (el-A'raf, 199) Bu emri tatbik hususunda hiç şüphesiz ki Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, bizler için en güzel ve mükemmel bir örnektir. O'nun serdettiği güzel ahlâk, merhamet ve af tezahürleri âdeta melekleri dahi imrendirecek, erişilmez bir yüceliktedir. İşte bunlardan bir tanesi:
Mekke'nin fethi günü Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, umumi bir af ve emân ilân etmişti. Yıllardır zulüm ve düşmanlıktan başka bir şeye şahit olmayan Mekke, o gün sergilenen büyük bir af bayramıyla tarifsiz bir muhabbet ve merhamet tecellileri yaşıyordu. Ancak Mekkelilerden Fudâle isimli bir şahıs, bu güzelliğe gölge düşürmek istercesine Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'i öldürmek kastıyla mübarek yanlarına sokuldu. Onu ve niyetini fark eden Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, hiçbir telâş ve kızgınlık göstermeyip yine şefkat ve rahmet kanatlarını açarak Fudâle'ye sükûnetle: "- Sen Fudâle misin?" diye sordu. Fudâle: "- Evet!" dedi. Ardından O Rahmeten li'l-Âlemîn: "- Ey Fudâle! Zihninde kurduğun şeyden tövbe ve istiğfar et!" buyurdu ve mübarek ellerini Fudâle'nin göğsüne koydu. Böylece daha o anda zihnindeki öldürme düşüncesi giden Fudâle'nin kalbi iman nuru ile doldu ve Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, bir anda kendisi için yaratılanların en sevimlisi hâline geldi.1
Hiç şüphesiz ki bu hâl, "Seni öldürmeye gelen sende dirilsin!" şeklinde ifade edilen çok üstün bir davranış ve olgunluktur ki, İslâm tarihi, bunun kâbına varılmaz sayısız misalleriyle doludur. Nitekim başta Hazret-i Ömer ve daha niceleri hep bu güzel üslûbun kıymetli birer meyveleri olmuşlardır. Hazret-i Mevlana buyurur: "Allah’ın rahmetinin kemali ve kerem deryasının dalgalanması neticesinde her çorak yere yağmur yağıyor, her susuz yer suya kavuşuyor!"
------------------------------------------------------------------------
1.İbn-i Hişâm, es-Sîre, IV, 46; İbn-i Kesîr, es-Sîre, III, 583.
"Ey hidayete çağıran! Bilesin ki, kem gözün ilacı, iyi gözdür! İyi göz ve güzel bakış, kem gözü ayağı altında ezip yok eder. İyi göz ve temiz nazar; Allah’ın rahmetinin, kahrından daha üstün oluşundandır. Rahmettendir. Kem göz ise, kahırdan, yani lânetten ileri gelir. Dolayısıyla güzel bakış Hakk'ın rahmetinden olduğu için, kem göze galip olur. Bu hâl, hadis-i kudsîdeki: "Rahmetim gazabımı geçmiştir." (Buhârî, Tevhîd, 55) beyanının bir tecellisidir. Hem bilesin ki, Allah’ın rahmeti, her zaman kahrından üstündür. Bu bakımdan her peygamber, kendisine karşı gelen düşmanlarına üstün gelmiştir." "Öyleyse belâyı gidermenin çaresi, sitem etmek, zulüm etmek değildir. Onun çaresi affetmek, bağışlamak ve kerem eylemektir. "Sadakalar belâyı defeder"1 nebevî ikazı seni uyandırsın. Artık hastalık ve belâları tedavi usulünü iyi anla!" "Ancak şunu da unutma ki, zalimleri affetmek, mazlumlara zulmetmektir! Hırsızlara ve her türlü kötü insanlara acımak; zayıf insanları dövmek, onlara merhamet etmemektir!"
Bu dengeyi güzel ayarlamak gerekir. Çünkü Allah, "Gafûru'r-Rahîm", yani çok bağışlayıcı ve merhamet sahibi olmakla birlikte; "Azîzün Zü'ntikâm", yani zulüm ve haksızlık zebunu hâlindeki insanlara ve hakka mütecaviz olanlara karşı da intikam alıcı bir izzet sahibidir.
Onun için Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir hadis-i şeriflerinde: "- Kavga eden iki kardeşinizi gördüğünüz zaman zalime de mazluma da yardım ediniz." buyurmuşlar ve sahabenin: "- Ya Rasûlallâh! Mazlumu anladık. Fakat zalime nasıl yardım edeceğiz?" sualine mukabil: "- Onun da zulmüne mani olmak suretiyle..." (Buhârî, İkrâh, 7; Müslim, Birr, 62) cevabını vermişlerdir.
Hâsılı söylemek istediğimiz şudur ki, bugün dünya ile birlikte ülkemiz insanları da îmânî ve İslâmî bakımdan birer yaralı kuş gibidirler. Dikkatli ve hassas bir şekilde onların yaralarını sarmak, bunun için de merhamet ve muhabbetle yaklaşmak zaruridir. Bu da, elbette ki yukarıdan beri anlatmaya çalıştığımız üslûp ve muhteva içerisinde gerçekleşebilecek bir keyfiyettir.
---------------------------------------------------------------------
1.Bkz. Tirmizî, Zekat, 28; Suyûtî, Câmiu's-Sağîr, I, 108
------------> http://www.rasulehasret.com/tasavvufi-kavramlar/46449-hidayet-ve-rahmet-1-a.html#post101623
Hazret-i Hamza'yı Uhud'da şehit eden Vahşî, artık Hazret-i Vahşî -radıyallâhu anh- idi. Ve bu hidayet ve mağfiretin manevi hazzı içinde, kendisini affettirebilmek ümidiyle, Hazret-i Hamza'ya diyet olarak, peygamberlik iddiasında bulunan Müseylemetü'l-Kezzâb'ı bütün tehlikeleri göze alıp katletti ve böylece bir fitneye son verdi. Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'in yanındaki sahabeler: "- Ya Rasûlallâh! Bu af ve merhamet sadece Vahşî'ye mi mahsustur, yoksa bütün Müslümanlara mı?" diye sual ettiklerinde Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-: "- Bütün Müslümanlar içindir."1 buyurdular.
Tevbe-i nasûha yönelen gönüller, bu rivayette de görüldüğü gibi gerçek ve kâmil manadaki merhamet ve muhabbetin en tesirli nağmelerini Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'den duymuştur. Ezcümle bütün insanlık âlemi, teselli, şifa ve ferahlık veren terennümleri, O'nun mübarek dudaklarından işitmiştir. Uçsuz bucaksız af ve kerem denizini ve onun ümit sahilini yine "Varlık Nuru”nun keremiyle görmüştür. Bütün günahlara rağmen "Ey benim kullarım!" şeklindeki müşfikâne ilâhî hitaba da yine o Fahr-i Kâinât -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'in yüzü suyu hürmetine nail olmuştur.
Bu bakımdan, Allah’ın rahmet ve merhametini ön plana çıkararak ümit verici bir üslûp ile telkinde bulunmak, zamanımızda -menfi materyalist tesirlerle- batıdakine benzer bir manevi buhran içinde kalan cemiyetimiz için de fevkalâde ehemmiyetlidir. İnsanları akıl kavgalarına sürüklemek değil, hissen kazanmak, daha gerçekçi bir yoldur. Zira birçokları, aklen yanlış bir şekilde şartlandırılmış olabilirler. Onun için "cedel ve münakaşa" ile ikna edilip kazanılmaları çoğunlukla imkân dâhilinde olmaz. Çünkü menfi şartlanmalar, aklî delilleri kabule mani olur. Kalplerin hakikatle ülfet edebilmesi için, evvelâ müsamaha ile yaklaşılıp içlerdeki yüce temayüllerin yeşermesine çalışmak, daha çok tesirli olacak bir metottur.
Hata, isyan ve günahlara batmış bir insanı, tenkit etmeden, ayıplamadan ve dini emirleri yerine getirmesini istemeden evvel, onun kalbini kazanmaya öncelik verilmelidir. Bunun için şahsî yakınlık ve telkinin tesir zeminini oluşturacak muhabbetli bir alâka tesisine çalışılmalıdır. Muhatabın kalbi böylece hazır bir hâle getirildikten sonra hatalar yavaş yavaş düzeltilebilir. Ayrıca, maddî ve manevi ikram ve iltifatların, muhatapta uyandıracağı ruhi alâkanın bereketli semeresini göz önünde bulundurmak gerekir. Bu hususta Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'in günah dumanlarıyla boğulmuş gönüllere semavi bir pencere açıp da, taze nefesler sunucu bir ikram sadedinde buyurduğu: "Şefaatim özellikle ümmetimden büyük günah işlemiş olanlar içindir." (Ebû Dâvud, Sünnet, 20) beyanındaki inceliği kavramak lâzımdır. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'in günahkârlara karşı bu tavır ve ifadesini Hazret-i Mevlana ne güzel izah eder: "İlaç, iyileştirmek için, hasta ve yaralı kimseler arar. Nerede bir dert varsa, deva oraya gider. Nerede alçak ve çukur yer varsa, su oraya akar." "Sana rahmet ve merhamet suyu gerekliyse, sen de böyle yap!"
Ancak, ilâç ve merhemin tesiri için, öncelikle yaranın mikroplardan arındırılması icap eder. Bu da, hasta gönüllerin günah mikrobundan temizlenmesi, yani tövbe suyuyla yıkanması demektir. İlaç, yani şefaat, bundan sonra gerçekleşir. Nitekim diğer bir hadis-i şerifteki: "Günahlarına (nedametle) tövbe eden, hiç günah işlememiş gibi olur!" (İbn-i Mâce, Zühd, 30) beyanı, bir taraftan müjde, diğer taraftan da bu müjdenin şartını ifade edici bir mahiyette bir merhamet tezahürüdür.
Bu ölçü çerçevesinde hidayet ve rahmet üslûbundaki ulvî inceliğe bütün peygamberler riayet ettiği gibi, onların izinden giden evliyâullâh da hassasiyetle riayet etmiştir. Buna binaen imanın ilk meyvesi merhamet olarak telakki edilmiş ve kulluk, kısaca şu iki ölçü çerçevesinde tarif buyrulmuştur:
- "Ta'zîm li-emrillâh", yani Allah’ın emirlerini ihtiram ile yerine getirmek.
- "Şefkat li-halkillâh", yani Yaratan'dan ötürü yaratılanlara şefkat ve merhamet göstermek.
Allah dostlarından Fudayl bin Iyâz'ın hâli, bu ölçülerle yaşayan mümin gönlüne ne güzel bir misaldir: Kendisini ağlarken gördüler: "- Niçin ağlıyorsun?" dediler. O da: "- Bana zulmeden bir zavallı Müslüman’a üzüldüğümden ağlıyorum! Bütün kederim, onun kıyamette rezil olmasındandır..." buyurdu.
Bu kâmil insanları, böylesi bir rahmet ve merhamete sevk eden hususu izah sadedinde Hazret-i Mevlana şöyle buyurur:
----------------------------------------------------------
1.Bkz. Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, X, 214-215
"Rahmet denizleri coşunca, taşlar bile âb-ı hayat içer. Yüz yıllık ölü mezarından çıkar, şeytan ruhlu kara simalar, hurilerin bile kıskanacakları güzel bir melek olur."
Nakledildiğine göre İbrahim bin Edhem Hazretleri, bir sarhoşun pis kokulu ve bulaşık ağzını yıkamış, bunu niçin yaptığını soranlara da: "- Eğer yüce Allah’ın adını zikretmek için yaratılan dil ve ağzı, bulaşık olarak bırakırsam, hürmetsizlik olur..." demişti. Adam ayıldığında ona: "- Horasan zahidi İbrahim bin Edhem ağzını yıkadı..." dediler. Bu durumdan mahcup olan sarhoşun gönlü de uyandı ve: "Öyleyse ben de tövbe ettim..." dedi. Böyle bir hâle vesile olan İbrahim bin Edhem Hazretleri'ne rüyasında Hak katından şöyle buyuruldu: "- Sen bizim için onun ağzını yıkadın! Biz de senin için onun kalbini yıkadık!"
Cenâb-ı Hak, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'e ve onun şahsında bütün ümmete Kur'ân-ı Kerim’de şöyle buyurur: "Sen (daima) af yolunu tut, iyiliği emret..." (el-A'raf, 199) Bu emri tatbik hususunda hiç şüphesiz ki Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, bizler için en güzel ve mükemmel bir örnektir. O'nun serdettiği güzel ahlâk, merhamet ve af tezahürleri âdeta melekleri dahi imrendirecek, erişilmez bir yüceliktedir. İşte bunlardan bir tanesi:
Mekke'nin fethi günü Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, umumi bir af ve emân ilân etmişti. Yıllardır zulüm ve düşmanlıktan başka bir şeye şahit olmayan Mekke, o gün sergilenen büyük bir af bayramıyla tarifsiz bir muhabbet ve merhamet tecellileri yaşıyordu. Ancak Mekkelilerden Fudâle isimli bir şahıs, bu güzelliğe gölge düşürmek istercesine Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'i öldürmek kastıyla mübarek yanlarına sokuldu. Onu ve niyetini fark eden Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, hiçbir telâş ve kızgınlık göstermeyip yine şefkat ve rahmet kanatlarını açarak Fudâle'ye sükûnetle: "- Sen Fudâle misin?" diye sordu. Fudâle: "- Evet!" dedi. Ardından O Rahmeten li'l-Âlemîn: "- Ey Fudâle! Zihninde kurduğun şeyden tövbe ve istiğfar et!" buyurdu ve mübarek ellerini Fudâle'nin göğsüne koydu. Böylece daha o anda zihnindeki öldürme düşüncesi giden Fudâle'nin kalbi iman nuru ile doldu ve Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, bir anda kendisi için yaratılanların en sevimlisi hâline geldi.1
Hiç şüphesiz ki bu hâl, "Seni öldürmeye gelen sende dirilsin!" şeklinde ifade edilen çok üstün bir davranış ve olgunluktur ki, İslâm tarihi, bunun kâbına varılmaz sayısız misalleriyle doludur. Nitekim başta Hazret-i Ömer ve daha niceleri hep bu güzel üslûbun kıymetli birer meyveleri olmuşlardır. Hazret-i Mevlana buyurur: "Allah’ın rahmetinin kemali ve kerem deryasının dalgalanması neticesinde her çorak yere yağmur yağıyor, her susuz yer suya kavuşuyor!"
------------------------------------------------------------------------
1.İbn-i Hişâm, es-Sîre, IV, 46; İbn-i Kesîr, es-Sîre, III, 583.
"Ey hidayete çağıran! Bilesin ki, kem gözün ilacı, iyi gözdür! İyi göz ve güzel bakış, kem gözü ayağı altında ezip yok eder. İyi göz ve temiz nazar; Allah’ın rahmetinin, kahrından daha üstün oluşundandır. Rahmettendir. Kem göz ise, kahırdan, yani lânetten ileri gelir. Dolayısıyla güzel bakış Hakk'ın rahmetinden olduğu için, kem göze galip olur. Bu hâl, hadis-i kudsîdeki: "Rahmetim gazabımı geçmiştir." (Buhârî, Tevhîd, 55) beyanının bir tecellisidir. Hem bilesin ki, Allah’ın rahmeti, her zaman kahrından üstündür. Bu bakımdan her peygamber, kendisine karşı gelen düşmanlarına üstün gelmiştir." "Öyleyse belâyı gidermenin çaresi, sitem etmek, zulüm etmek değildir. Onun çaresi affetmek, bağışlamak ve kerem eylemektir. "Sadakalar belâyı defeder"1 nebevî ikazı seni uyandırsın. Artık hastalık ve belâları tedavi usulünü iyi anla!" "Ancak şunu da unutma ki, zalimleri affetmek, mazlumlara zulmetmektir! Hırsızlara ve her türlü kötü insanlara acımak; zayıf insanları dövmek, onlara merhamet etmemektir!"
Bu dengeyi güzel ayarlamak gerekir. Çünkü Allah, "Gafûru'r-Rahîm", yani çok bağışlayıcı ve merhamet sahibi olmakla birlikte; "Azîzün Zü'ntikâm", yani zulüm ve haksızlık zebunu hâlindeki insanlara ve hakka mütecaviz olanlara karşı da intikam alıcı bir izzet sahibidir.
Onun için Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir hadis-i şeriflerinde: "- Kavga eden iki kardeşinizi gördüğünüz zaman zalime de mazluma da yardım ediniz." buyurmuşlar ve sahabenin: "- Ya Rasûlallâh! Mazlumu anladık. Fakat zalime nasıl yardım edeceğiz?" sualine mukabil: "- Onun da zulmüne mani olmak suretiyle..." (Buhârî, İkrâh, 7; Müslim, Birr, 62) cevabını vermişlerdir.
Hâsılı söylemek istediğimiz şudur ki, bugün dünya ile birlikte ülkemiz insanları da îmânî ve İslâmî bakımdan birer yaralı kuş gibidirler. Dikkatli ve hassas bir şekilde onların yaralarını sarmak, bunun için de merhamet ve muhabbetle yaklaşmak zaruridir. Bu da, elbette ki yukarıdan beri anlatmaya çalıştığımız üslûp ve muhteva içerisinde gerçekleşebilecek bir keyfiyettir.
---------------------------------------------------------------------
1.Bkz. Tirmizî, Zekat, 28; Suyûtî, Câmiu's-Sağîr, I, 108