Fıkrayı bilirsiniz: Nasrettin hoca kadılık yaparken bir adam gelir derdini anlatır. Hoca, adama “ haklısın”, der. Adam memnun bir şekilde gider. Biraz sonra o adamın hasmı gelir, konuyu kendi açısından anlatır. Hoca, ona da “haklısın” der. O da memnun bir şekilde ayrılır. Olaya şahit olan hocanın hanımı, bir kadının bu mahkemede ne işi var, hangi vasıfla bulunuyor, başı örtülüdür üstelik, yargının sıhhat ve selametini etkileyebilir, olayın seyrini zora sokabilir, “Hoca nasıl olur, “bey” gibi daha kibar bir kelime mi kullansaydım yoksa, her birine haklısın dedin, diyerek muhakeme tarzına itiraz edecek olur. Hoca, “hanım sen de haklısın” der. Peki hoca haklı mı?
Klasik bir örnektir. Allah şeytana âdeme secde etmesini, saygı hareketi olarak tefsir ediliyor, emreder. Bu emre Şeytan itiraz eder: “Sen beni ateşten yarattın, onu da topraktan”, buraya kadar doğrudur, “ben ondan üstünüm. Ona secde etmem.” Hep söylenir ya iki yarım doğru, bir tam etmez. Çünkü diğer yarıları yanlıştır.
Doğrunun ölçüsü nasıl olmalıdır? Kime, neye göre? Acaba hocanın muhakeme tarzı hukuk ölçülerine göre makul mü, elbette değil. Malum bir muhakeme için şahitler, deliller, duruşma vs. bir sürü şey lazım. İkincisi, bir hukuk sistemi lazım. Hocanın neye göre muhakeme ettiği maalesef belli değil. Gözümüzün önünde bir terazi yok. Bu şekilde sorun çözülmüş olmuyor. Ya taraflar bu süreci dışarı da devam ettirmeye kalkışırlarsa… Tarafsız bir hâkimin vermesi gereken hakkı kendileri talep ederlerse… Hukuki ölçülerde bitmesi gereken olay, mahkemede etraflıca ortaya konulup karara bağlanmazsa sonuç nasıl olacak. En kötüsü önce taraflar, sonra da toplum mahkemeye saygı duygularını kaybedecekler. Hukukun üstünlüğü kalmayacak… Bitmeyen sorulur ve peşinden gelen sorunlar.
Hep düşünürüm hoca böyle bir hatayı nasıl yapar. Hayır bu bizim mektep medrese görmüş hocamız olamaz. Her halükarda bu fıkra toplumun bir telakkisini tescil ediyor. Toplumda her bir olayda kendisini haklı gören, kendisini merkezde gören, la yüsel, sorgulanamaz, insan imajı. Olayın bir bölümündeki haklılık payını büyüten… Parçaya takılıp bütünü fark edemeyen. Bu bir ölçüsüzlüktür. Oysa hukuk işte bunun için vardır. Olayın yargı tarafını demiyorum. Yargı bağı-m-sızdır. Medeni ilişkilerde yani mutlaka bir hâkimin karşısına çıkmadığımız zamanlarda elimizde bir mihenk olmalıdır. Tarafsız kişiler de baktığında “tabi ya doğru” diyecekleri, kabul edebilecekleri…Ölçü için bazı ipuçları verebiliriz. Akl-ı selim, havası selime ve tabii hukuk ölçüleri. Her halükarda ortada somut deliller olmalıdır. Aksi durumlarda tartışmalar sürer gider.
Üzgünüm etrafımızda her konuşana “haklısınız” diyen, doğrunun yanı başında ya da eğrinin tam karşısında bulunmayan, Çok konuşan, fakat hiçbir şey söylemeyen, herkesle iyi geçinen, insanlar var. Ama hiç kimsenin yanında olmayan. İşte onlar toplumun muhayyilesindeki Nasrettin hocanın kahramanları. Onlar uydurdular bu fıkrayı. Olayın mağdurlarından birisi de kendileri olunca biz onları dinlediğimiz zaman da kararsız bir duruşu tasvip ederler mi acaba. Başkasının ölümü olunca kolay nasıl olsa…Bu fıkrayı bin bir türlü sevmedim. O fıkranın kahramanını da. Siz de sevmediniz biliyorum.
Dr. Halis Demir