Hazar Türk Kağanlığı

TÜRKOĞLU

Aktif Üyemiz
Hazar Türk Kağanlığı
Hazar Türk Kağanlığı
7.-10. yüzyıllarda kuvvetli teşkilatı, canlı ticari faaliyeti, dini hoşgörüsü ve iktisadi refahı ile Kafkaslar ve Karadeniz’in kuzey düzlüklerinde İtil (Volga)’den Özü (Dnyeper)’ye, Çolman (Kama)’a ve Kiyefe uzanan sahada siyasi istikrar sağlayan Hazar hakanlığı Doğu Avrupa tarihinde büyük rol oynamış en mühim Türk devleti olarak görünmektedir. Hakanlığa ad veren Hazarların yukarıda gördüğümüz tarihi seyir dolaysıyla, Sabar Türklerinin devamı oldukları İslam yazarı el-Mes’üdi (10. yüzyıl)’nin bir kaydı ile de kuvvet kazanmıştır.

Ona göre, İranlıların “Hazar” dedikleri topluluk Türkler tarafından “Sabar” (Sebir) diye anılır. Sabar adı yerine Hazar tabirinin hemen aynı manaya gelmesi de bunu teyit eder. Hazarları meydana getiren ahalinin yalnız eski Sabar Türk’lerinden ibaret olmadığı, aslen Sabar olan Semender ve Belencer adlı iki Hazar boyundan başka, hakan topraklarında yaşayan zümreler arasında türlü Türk gruplarının yer aldığı da şüphesizdir. Hazar ülkesinde Z’li (doğu) Türkçe (Hun, Gök-Türk, Uygur lehçesi) yanında R’li (batı) Türkçe (Ogur-Bulgar lehçesi) de konuşuluyor, ayrıca Fin-Ugor (Macarca) ve diğer mahalli diller kullanılıyordu. Bu, bölgede cereyan eden tarihi hadiselerin tabi sonucu idi: Hazar devletinin ana toprakları durumunda olan İtil-Kafkaslar-Don arası saha, doğudan batıya gelişen büyük göç hareketlerinin yolu olduğu için, Hunlardan, Ogurlardan, Fin-Ugoriardan, Avarlardan burada kalan kütleler hayatlarını devam ettiriyorlardı.

558’den sonraki yıllarda Sasanilerle savaşa girişmiş Kafkaslar hakimi bir kavim olduğu bildirilen Hazarlar (daha doğrusu Sabarlar) “Hazar” adı ile 586’da Bizans’ta iyice tanınmış bulunuyorlar, fakat aynı zamanda “Türk” diye anılıyorlardı. Çin kaynaklarında ise “Türk-Hazar” (T’u-küe Ho-sa-K’o-sa) adı ile zikredilmişlerdir. Bu son iki kayıt Hazar ülkesinin 576 yıllarında hakimiyeti Karadeniz’e ulaşan Gök-Türk imparatorluğu sahası içine alındığını göstermekte ve topluluk adları kullanılışında Türk geleneğine uygun düşmektedir.

Böylece, Hazarlar, Gök-Türk hakanlığının batıda en uç kanadını meydana getirmişlerdir. Ermeni tarihçisi rahip Sebeos (VII asır)’a ve İslam kaynaklarına göre, Gök-Türk hanedanı Aşına ailesinden bir başbuğun idaresinde bu durum 7. yüzyılın 2. çeyreğine kadar devam etmiş ve Hazarlar Batı Gök-Türk hakanının iradesi ile Sasanilere karşı Bizans’a yardımda bulunmuşlardır. Hazarların Derbend’i geçerek Gürcistan’a girip Tiflis’i kuşattıkları ve Azerbaycan’a akınlar yaptıkları 626 yılına doğru, kendisi doğu Karadeniz sahillerinde bulunduğu sırada, başkenti Sasani-Avar muhasarasına alınmış olan Bizans imparatoru Herakleios, Tiflis önlerine gelerek, Hazar hükümdar-başbuğu -ihtimal Batı Gök-Türk hakanı Tong Yabgu’nun küçük kardeşi- “Yabgu” ile vardığı anlaşma sonucunda sağladığı 40 bin atlının desteği sayesinde İran içlerine yürümeğe muvaffak olmuştu. Bu münasebetle Anadolu İranlıların istilasından kurtarılmış, Sa-saniler artık büyük devlet olmaktan çıkmış ve Hazar kumandanı Çorpan Tarhan’ın başarı ile harekatı yürüttüğü bu sıralarda “Yabgu” da Tiflis’i zapt ederek (629) bazı Ermeni kütlelerini himayesine almıştı.

Hazar tarihinin gerçek hakanlık devresi 630’dan itibaren başlamaktadır. Bu tarihte Orta Asya’da Gök-Türk hakanlığının Çin hakimiyetini tanıyarak bir fetret devresine girmesi üzerine, kendi topraklarında kendi başlarına idareler kurmağa girişen birçok Türk topluluklarında görüldüğü gibi, Ha-zarlar da, müstakil hakanlık olarak devletlerini geliştirdiler. Başarı için gerekli siyasî ve iktisadî şartlar mevcut bulunuyordu.

Hazar Devleti, İran karşısında Bizans’ın en iyi müttefiki durumunda idi. Türk-Bizans işbirliği sayesinde zayıflayan Sasani imparatorluğu 634-637’lerde İslam kuvvetleri tarafından çökertilip İran toprakları Arapların eline geçerek, İslam ileri harekatı bir yandan Ermeni’ye yolu ile Kafkaslar’a doğru, bir yandan da Suriye üzerinden Anadolu içlerine doğru gelişmeye başlayınca, bu ittifak tabi bir hal aldı. 7. asrın 2. yarısından itibaren gittikçe kuvvetlenerek 8. yüzyıl boyunca devam eden siyasî menfaatler ortaklığı, iki tarafın hükümdar aileleri arasında evlenmelere varacak ölçüde değer ve ehemmiyet kazandı. İmparator Justinianos II (685-695 ve 705-711) ve Konstantinos V (741-775) Hazar prensesleri ile evlendiler.

Konstantinos’un prenses Çiçek’ten doğan oğlu, tarihte “Hazar Leon” lakabı ile tanınan İmparator Leon IV (775-780) Hazar hakanının torunu oluyordu. Bu suretle imparatorlar, aynı zamanda kendi siyasî-askerî iç meselelerinin hallinde Hazar yardımından faydalanıyorlardı. Hazar Leon’un karısı İren’in, daha sonra, “Augusta” veya bir imparator naibi olarak değil, fakat tek başına ve tam salahiyetli “Basile-us” kabul ve ilan edilmesi gibi Bizans ve Roma tarihinde ilk defa görülen hadise herhalde Hazar-Türk tesiri ile izah edilebilir.

665’i takip eden yıllarda, Karadeniz kuzeyindeki “Büyük Bulgarya” devletinin kuvvetli Hazar genişlemesi karşısında dayanamayarak parçalanması neticesi, Dnyeper’e kadar uzanan düzlükler Hazarlara geçmiş ve hakanlık Kafkasların güneyinde de İslam ileri harekatına karşı yolları kapamıştı. Araplarla Hazarların mücadeleri şiddetli ve devamlı oldu. İlk büyük taarruz Halife Osman zamanında H. 31 (651-652)’de Selman b. Rebia kumandasında yapıldı. Derbend’i aşarak Hazar başkenti Belencer’e kadar sokulan Arap kuvvetleri geri püskürtüldü ve Hazarlar güneye doğru Ermenistan’a girdiler. Bundan sonra, yarım asırdan fazla devam eden sınır boyu çarpışmalarını İslamların büyük çapta harekatı takip etti. Bu seferlerin başında Emevilerin ünlü kumandanlarından Mesleme Abd’il-Melik (Halife Velid 1 -705-715-‘in kardeşi) bulunuyordu. Derbend havalisine kadar uzanan (707-710, 711 yılları) Mesleme 714’de Derbend’i zaptetti ise de, kendisinin Istanbul’a yürümek üzere Kafkaslar’dan ayrılmasından sonra, Hazar taarruzu karşısında Arap kuvvetleri geri çekildi. 722 yılında, Ermeniye valisi el-Carrah’ül-Hikemi Hazar ülkesinde büyük başarı kazandı. 730’a kadarki karşılıklı akınlar sonucunda Araplar tekrar Azerbaycan’a gerilediler.

Fakat en mühim başarılarını Ermeniye ve Azerbaycan valisi Mervan b. Muhammet (sonradan halife)’in 737’deki harekatı ile elde ettiler. Bu münasebetle hakanın İslamiyeti kabule zorlandığı söylenir; ancak rivayete göre, az sonra o yine eski dinine dönmüştür. İslam halifeliğinde Abbasîlerin iktidara gelmesi ile mücadele hızından kaybetti. Mühim olmak üzere 8. asrın 2. yarısında, 760’lardan sonra, Hazarların Tiflis’i tekrar ele geçirip Ermeniye bölgesine girmeler: zikredilmeğe değer Bu savaşlar dolaysıyla belirtildiğine göre, halife El-Mansür tarafından H. 141 (758)’de Daryal’da kurulmuş olan Ermeniye vilayet merkezinde vali Yezid b.Useyd, hakanla uzlaşmak için, halifenin arzusu gereğince bir Hazar prensesi ile evlenmek istemiş, Tarhanlar refakatinde ağır çeyizi ile Berdaa (vilayet merkezi)’ya getirilen kızın doğum esnasında çocuğu ile ölmesi, hakanı bunun gerçekte bir ihanet sonucu olabileceği düşüncesine sevk ederek harp sebebi sayılmış ve As-Tarhan kumandasındaki Hazar ordusu hilafet topraklarına yürümüştür.
İslam hilafet imparatorluğunun en kuvvetli devirlerinde Arap ordularına karşı gösterilen bu çetin mukavemet Hazar devletinin kudretini bir kere daha ortaya koyar. Hakikaten 8.-9. asırlarda hakanlık, İslam müelliflerinin ifadelerinden de anlaşıldığı üzere, Çin ve Bizans ile denk ayarda olmak üzere, Doğu Avrupa’nın en büyük siyasî teşekkülü durumunda idi. Sınırlan bilhassa batı ve kuzey yönünde genişlemiş, Kuzey Kafkaslar’da “Serir” ülkesi “Avarlar”, Alanlar, On-ogurlar ve Kafkaslar’ın dağlı kavimleri, Kırım’da Gotlar, İtil Bulgarian, Volga civarında Fin-Ugor Burtas’lar 661 ve başka çeşitli Fin kollan, Desna ırmağı ile orta Dnyeper çevresindeki islav kütlelerinden Radimiçler, Vyatiçler, Severianlar, Polianlar vb., Kuban havalisindeki Macarlar ve Kiyef ile dolaylan, hakanlığın idaresine girmişlerdi.

Böylece, 9. asır sonlarına ait bir kaynakta (Eldad ha-Dani) hakanı “25 kral”ın başında olduğu söylenen Hazarlara bu siyasi gücü sağlayan başlıca imkanlardan biri, hakanlığın, coğrafî mevkii itibariyle Ortaçağ’ların belki en canlı ticarî faaliyet bölgesinin merkezinde yer almış olması idi. Hazar ülkesine İskandinavya’dan, Volga ve Kama boylarından bilhassa kürkler (samur, kakım, sansar, zerduva, tilki vb.) ve diğer ticarî mallar (balmumu,Xut-kal), Çin’den ve Türkistan’dan ipek ve kumaşlar, Bizans’tan türlü sanat ve süs eşyası geliyor, İtil ve başka Hazar şehirlerinde pazarlanıyor, bu çeşitli ve zengin emtia Orta Asya-Doğu Avrupa-Yakın-doğu kıtaları arasında bir yandan diğer yana akıyordu Hazar hakanlığı, devlete yüksek gelir sağlama bakımından bu büyük ticarî faaliyeti teşkilatlandırıp emniyet ve kontrol altına almak suretiyle en iyi şekilde değerlendiren bir siyasî birlik olarak Türk devletleri arasında seçkinleşmiştir.

Kaynaklarda açıklandığına göre, Hazar hakanlığı refah içinde idi. İbn Fadlan (M. 922) Hazarların bal, mum, un, kadife ve kürk ticareti yaptıklarını, Gerdîzî (M. 1048) arıcılık ve balmumu ticareti ile uğraştıklarını söylemekte, istahri (M. 930-933) Hazar devlet hazinesinin kaynakları olarak, ülkeye giriş noktalarında ve kara, deniz ve nehir yollarının belirli yerlerinde elde edilen gümrük resimleri ile tacirlerden alınan 1/10 vergileri zikretmekte, el-Mes’üdi (M. 944) Hazarların denizde ve nehirlerde gemiler işlettiklerini bildirmektedir . Aynı kaynaklara göre Hazar ülkesinde tarım için verimli topraklar ve pek çok meyve bahçeleri bulunuyor ve bunlar “hayata kolaylık getiriyordu”. Mevcut imkanlar dolaysıyla Hazarlar şehirler de kurmuşlardı. Bunların en mühimi başkent îtil şehri idi. Öteki büyük şehirler, Belencer etrafında 4 bin kadar bahçesi ile Semender (Dağıstan bölgesinde deniz kenarında) , Kuban’ın Karadeniz’e döküldüğü yerde Tmutorokan (Taman Tarhan adından), Volga kıyısında Sarışın (Arap kaynaklarında, Al-beyaz). Bugünkü Türkçe ile “Ak-şehir” diyebileceğimiz Sarışın, başkent İtil’in bazan “Hazaran” denilen doğu kısmı idi. Başkentte hakanın oturduğu batı semtine “Han-balıg” (Han-şehri) adı verilmişti.

Başta kağan (hakan) veya Yilig (elig) ile bey (beh, peh)in bulunduğu, şad’lar Tarhan’lar tudun’lar idaresinde olarak, eski Gök-Türk teşkilatını devam ettiren Hazar devleti kuvvetli ordusu ile hakim olduğu geniş sahada asayiş ve ulaşım güvenliği temin ederek 7.-9. yüzyıllar boyunca, Doğu Avrupa’da tam manasıyla bir “Hazar Barışı” (“Pax Khazarica”) çağı gerçekleştirmişti Hatta bu maksatla herhangi bir dış saldırıyı vaktinde önlemek için Bizans’tan getirilen ustaların yardımı ile 835’de ünlü Şarkel kalesi yaptırılmıştı. Rus kroniklerinde Bela Vedza (Beyaz kale) olarak zikredilen bu kale beyaz taştan ve tuğ-adan inşa edildiği için batı Türkçesi ile Şarkel (ak-ev=ak-kale) diye adlandırılmıştı.

“Hazar Barışı” ulaşımı hızlandırmış, mal mübadelesini artırmış, dolaysıyla hakanlık Doğulu, Batılı milletlerden kütleler halinde ticaret ve sanat erbabının kaynaştığı bir ülke haline gelmişti. Bu sebeple, konuşulan çeşitli diller yanında türlü yazılar (Gök-Türk, Arab, İbrani, Kyrill) kullanılıyordu. Ahali de çeşitli dinlerde idi. Hazarlar aslında eski Türk-Bozkır dini olan, Tanrı’nın birliği inancına dayalı, Gök Tanrı (“Tengri-Han”) itikadında idiler Fakat milletlerarası sıkı münasebetler sonucunda ülkede İslamlık, Hıristiyanlık ve Musevîlik de yayılmış olup, her cemaat tam bir vicdan hürriyeti içinde kendi dininin ibadet ve ayinlerini icra etmekte idi. Kaynaklara (is-tahri, M. 932, el-Mes’üdi, M. 944, ibn Havkal, M. 977) göre, Hazar şehirlerinde camiler, kiliseler, sinagoglar yan yana bulunuyordu, İslamlığm (9. yüzyıl ortalarında) Harzemliler aracılığı ile yayıldığı, Ortodoks Hıristiyanlığın Bizans’tan geldiği (8. yüzyıl son çeyreğinde) ve Hazar hakanının isteği üzerine meşhur İslav “apostol”u Kyrill (Kyrillos)’in başkent İtil’i ziyaretinden (861-862) sonra arttığı anlaşılıyorsa da, Museviliğin, üstelik yalnız hakan ve ailesi ile idareci zümre dini olarak, ne zaman ve ne suretle kabul edildiği tam kesinliğe ulaşmış görünmüyor. Hazarların Musevîliğe dönmesi umumiyetle Bulan adlı hakana bağlanmakta ve çeşitli tarihler verilmektedir. Son araştırmalarda Bulan’ın 8. yüzyılda Khersones’de (Güney Kırım’da) din değiştirdiği ileri sürülmüştür.

Bazı İslam müelliflerine (el-Mes’üdi) göre, Hazarlar Abbasi halifesi Harun’ur-Reşid zamanında (786-809) Musevîliğin bir mezhebine girmişlerdir. “Karay” denilen bu mezhep, Musa’nın talimlerini ihtiva ettiği sanılan “Talmud”a fazla itibar etmeyen ve hele ki bazı İslami unsurlarla karışık bir itikat olup, Hazarların da kısa zaman içinde iyice Talmudculuğa yaklaştıkları söylenir. 960 yıllarına doğru Endülüs Emevi devletinde Musevi nazır Hasday b. Şaprut’un Kurtuba’dan Hazar hakanı “Yasef’e gönderdiği mektup ile hakanın İbranice yazdığı rivayet edilen cevap da meseleye tam bir aydınlık getirmemiştir. 16. asırda Mısır’da ele geçirilerek İstanbul’da yayınlanan (1577) bu “yazışma” (“Correspondence Kha-zare”)’nın ilmi yayınlara ve açıklamalara konu olan metni (en iyisi, P. P. Ko-kovtsov, 1932, Leningrad) hakkındaki tenkidler684 vesikanın gerçekliği hususunda ciddî şüpheler uyandırmış ise de, içinde verilen bilginin birçok bakımlardan doğruluğu ortaya konabilmektedir. Netice olarak, Karay dini mensuplarının (Karaimler) Hazar ülkesinde gittikçe kalabalıklaştığı ve hatta zamanımızda Kırım’da, Lehistan’da ve Türkiye’de (İstanbul’da) yaşayan Karaimlerden hiç olmazsa ana dilleri ve dinî lisanı Türkçe olan cemaatlerin Musevi Hazar Türklerinin ve belki kısmen Karaim Kumanların torunları oldukları anlaşılmaktadır.
“Hazar Barışı”nın sağladığı sükunet ve huzurla gelişen ticari faaliyet, tarihin mühim hadiselerinden biri olmak üzere, Rus-İslav devletinin teşekkülüne yardım etmiştir. İskandinavya-Bizans ticaret yolu üzerinde, ormanlarında kıymetli kürklü hayvanları ve orman-bozkır sınırı boyunca anları bol bölgelerde oturan, daha çok avcılık ve bal istihsali ile uğraşan İslav-Fin karışımı kabileler, aynı ticarî maksatlarla buraya gelen İskandinavya’lı gözü pek denizci Vareg (Norman)’lerden Rus (Ross, Rhos

Rurik, Hazarlara bağlı orta Dnyeper sahasındaki Hazar merkezi (kalesi) Samba-ta’ya gelerek, (862’de) tabilik statüsü altında, ticari siyasi faaliyetlere giriş-mi§ ve Rurik’den sonra halefi Oleg, aynı yerde o sıralarda gelişen Kiyef şehrini kendi hakimiyetine geçirmeğe muvaffak olmuştur (882). Bu münasebetle adı ancak Türkçe ile açıklanabilen Kiyefin, Sambata gibi, Türkler tarafın-dan kurulduğu ileri sürülmüştür. Bu devirde Rus knezliklerinde Türk tesirleri açıktır. Daha 839’da ilk kurulan “Rhos” (Rus) birliğinde baçkanın unvanı “chacanus” (khakanus=hakan) idi (Frank kroniki Annales Bertini-ani). 988’de Hıristiyanlığı kabul eden prens Vladimir ve sonra knez Ya-roslav (1036-1050) hala resmen “kağan” unvanını taşımağa devam ediyorlardı. İbn Rusta (920’lerde) Gerdizi ve Metropolit Hilarion (11. yüzyıl) hep Rus “hakan”larından bahsederler. 10 yüzyılda Kiyef şehrinin bir kısmı “Kozari” diye anılmakta idi. Kiyefe Türkçe “Mankermen” (=büyük hisar) de denilmiş ve Moskova’daki Kremlin (=hisar, kale) sarayı adının Türkçeden geldiği belirtilmiştir. İlk Rus kanunnamesi “Ritsskaya Pravda” (XI. yüzyıl 2. yarısı)’da “drujina” (idareciler) ile teb’a münasebetlerinin açıklanmasında adeta bir Hazar-Türk topluluğunu sezinlemek mümkün görülmüştür.
 
Üst Alt