ceylannur
Yeni Üyemiz
HADİSLERLE HANEFİ FIKHI
Önsöz
El-hamdü lillâhi Rabbi´l-âlemin ve´s Salâtü ve´s Selâmü alâ Resûlinâ Muhammedin ve alâ âlihi ve sahbihi ve selüm.
Misvak Neşriyat olarak hassas ve gayretli bir çalışmanın mahsûlü olan "İ´lâüs-Sünen" isimli eseri Arapçadan Türkçeye terceme ve tahriç ettirip istifadenize sunmuş bulunuyoruz. Kaynaklarıyla Hanefi fıkhını anlatmakta olan bu kitap; kolay istifade edilir olduğu gibi, ayrıca ne kadar büyük bir hazinenin içerisinde olduğumuzu bizlere göstermektedir.
Yaratılışımız Cenâb-ı Hakk´m dilemesiyle olmuştur. "Hani Rabbin Meleklere; "Muhakkak ben yeryüzünde bir halife yaratacağım " demişti. Me-İekler de; "Biz seni hamdinle teşbih ve noksanlıklardan tenzih etmekte olduğumuz halde, orada fesat çıkaracak ve kan dökecek kimse mi yaratacaksın?" demişlerdi. ALLAH (c.c.); "Ben sizin bilemeyeceğiniz şeyleri bilirim" buyurdu. ALLAH (c.c.) Hz. Âdem aleyhisselâma bütün isimleri öğretti. Sonra eşyayı meleklere gösterip; "Eğer sadıklardansanız bunların isimlerini bana haber verin" buyurdu. Melekler; "Biz seni tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka hiçbir ilmimiz yok. Muhakkak sen herşeyi bilensin. Üstün hikmet sahibisin" dediler. ALLAH (c.c), Hz. Âdem (a.s.)´a; "Ey Âdem, varlıkların isimlerini meleklere haber ver" buyurdu. Âdem aleyhisselam da meleklere o isimleri (ve yaratılış hikmetlerini) haber verince ALLAH (c.c.); Ben size demedim mi, göklerin ve yerin gayblarmı ben bilirim. Açıkladığınızı da gizlediğinizi de elbette ben bilirim" buyurdu.[1]
Murâd-ı ilâhî ile yaratılan insanın "Biz gerçekten insanı en güzel bir biçimde yarattık"[2] âyet-i kerimesiyle en güzel surette yaratıldığı ifade edilirken, "Ben insanları ve cinleri ancak bana ibadet etsinler diye yarattım ´ [3]buyurarak yaratılış hikmeti ve gayesi belirtilmiştir.
îlk insan ayrıca ilk peygamberdir. Yani vahye muhataptır. Bilginin ilk kaynağı da yine vahiydir. Vahiyden uzaklaşan insanlara, topluluklara Allah, belirli aralıklarla peygamberler ve kitaplar göndermiştir. Peygamberlerini yalanlayan nice kavimlerin suda boğulduğu, yerin dibine batırıldığı veya gökgürültüsüyle helak olduğu âyetlerle bildirilmiştir.
Son peygamber olarak Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.), âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir. "(Habîbim), biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik."[4]
Âlemlere Rahmet olarak göndermiş olduğu Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)´e öyle bir yetki vermiş ki "O Resul size neyi emretmişse onu alın, neden sakındırmış ise ondan kaçının"[5] buyurmuştur. Başka bir âyeti kerimede " (Resulüm) de ki; Eğer siz ALLAH´ı seviyorsanız, hemen bana uyun ki, ALLAH da sizleri sevsin ve günahlarınızı bağışlasın"[6] buyurarak ALLAH´ın rızasını kazanmanın ve bağışlanmanın yolunun tek olduğunu görüyoruz; O da ALLAH Resulü (s.a.v.)´i sevmek ve O (s.a.v.)´e tabii olmaktır.
Peygamber (s.a.v.) Efendimizin ashabı bizzat gördükleri ve sohbetinde bulundukları ve var bildikleri herşeye ALLAH ve Resûlü´nü tercih ettikleri için ALLAH´ın razı olduğu topluluk olarak yaşamışlar ve kazanmışlardır. Bizim de dünya ve âhiret saadetini elde etmemizin yolu düzgün bir itikada, salih bir amele sahip olmaktan geçmektedir. Bu da ancak; ilimsiz, amelsiz ve ehil olmayan kişilerin arkasından gitmekle değil, ilmini, ahlâkını, ehliyetini İslam âleminin kabul ettiği müctehid imamların arkasından gitmekle elde edilir.
İctihâd Ve Müctehid: İctihad, lügatte meşakkate tahammül etmek gücü ve kuvveti yettiği kadar çalışmak manâsındadır. Fıkıhta geniş bir bilgiye (yed-i tûlâ) sahip din alimlerinin fer´î olan (ayrıntılı, ikinci derecede) bir şer´î hükmü, Kur´an-ı Kerim ve Hadîs-i Şeriflere dayandırarak hüküm çıkarmasıdır. Müctehid ise, bu hususta bütün kuvvetini sarf eden zâta denir. İstinbat, lügat manası kuyudan güçlükle su çıkarmak demektir. Fıkıhta ise şer´î deliller çerçevesinde bir söz veya içten derin, ince ve gizli manalar çıkarmak demektir.
İçtihadın Mahiyyeti Ve Şartları: Ferî olan şer´î mes´elele-rin hepsinde içtihada muktedir olan zata mutlak müctehid, bu mes´elelerin yalnız bir kısmı hakkında içtihada kadir olan zâta da mukayyed müctehid denilir.
Mutlak müctehidin içtihadı için iki temel şart vardır ki bunlar; İçtihadın ehlinden sadır olması ve mahalline sarf olunmasıdır. Ehüyyet; Kitabui-lah´a, Siinnet-i Nebeviyyeye, gelecek icmaya ve kıyasın bütün ayrıntı ve inceliklerine vukuf ile hasıl olur. Şöyle ki; Herhangi birŞer´i mes´ele hakkında kendi usûl ve kaideleri dairesinde ictihadda bulunacak bir zatın, ahkama dair Kur´an âyetlerinin lügat ve şeriat bakımından manalarını ve bunlara ait ilimleri ve bunların hâss, umûmi, mücmel, müfesser, nâsih, mensuh gibi kısımlarını layıkıyla bilsin. Keza; Ahkamla ilgili sünnet-i se-niyyenin metinlerini, senedlerini yani bunların lügat ve şer´i manalarını ve kısımlarını bizlere ne suretle rivayet edilegelmiş olduklarını tamamıyla kamilen bilmiş olması gerekir.
İşte İmam-ı A´zam (r.a.) ile diğer üç mezheb imamı; İmâm-ı Mâlik, İmâm-ı Şafii, îmam-ı Ahmed ibn Hanbel (r.a.) Hazeratı birer mutlak müctehid olduklarından bu şartları kendilerinde toplamışlardır.
İçtihada ehil zâtlar, furûâttan olan şer´i mes´elelerde ictihad yaparlar, sarih, kat´i naslar ile veya icmâ ile sabit olan mukaddes hükümler hakkında ictihad asla yapılamaz. Meselâ, namazın, orucun rükünleri, adetleri, vakitleri hususunda içtihada asla yer yoktur.
Önsöz
El-hamdü lillâhi Rabbi´l-âlemin ve´s Salâtü ve´s Selâmü alâ Resûlinâ Muhammedin ve alâ âlihi ve sahbihi ve selüm.
Misvak Neşriyat olarak hassas ve gayretli bir çalışmanın mahsûlü olan "İ´lâüs-Sünen" isimli eseri Arapçadan Türkçeye terceme ve tahriç ettirip istifadenize sunmuş bulunuyoruz. Kaynaklarıyla Hanefi fıkhını anlatmakta olan bu kitap; kolay istifade edilir olduğu gibi, ayrıca ne kadar büyük bir hazinenin içerisinde olduğumuzu bizlere göstermektedir.
Yaratılışımız Cenâb-ı Hakk´m dilemesiyle olmuştur. "Hani Rabbin Meleklere; "Muhakkak ben yeryüzünde bir halife yaratacağım " demişti. Me-İekler de; "Biz seni hamdinle teşbih ve noksanlıklardan tenzih etmekte olduğumuz halde, orada fesat çıkaracak ve kan dökecek kimse mi yaratacaksın?" demişlerdi. ALLAH (c.c.); "Ben sizin bilemeyeceğiniz şeyleri bilirim" buyurdu. ALLAH (c.c.) Hz. Âdem aleyhisselâma bütün isimleri öğretti. Sonra eşyayı meleklere gösterip; "Eğer sadıklardansanız bunların isimlerini bana haber verin" buyurdu. Melekler; "Biz seni tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka hiçbir ilmimiz yok. Muhakkak sen herşeyi bilensin. Üstün hikmet sahibisin" dediler. ALLAH (c.c), Hz. Âdem (a.s.)´a; "Ey Âdem, varlıkların isimlerini meleklere haber ver" buyurdu. Âdem aleyhisselam da meleklere o isimleri (ve yaratılış hikmetlerini) haber verince ALLAH (c.c.); Ben size demedim mi, göklerin ve yerin gayblarmı ben bilirim. Açıkladığınızı da gizlediğinizi de elbette ben bilirim" buyurdu.[1]
Murâd-ı ilâhî ile yaratılan insanın "Biz gerçekten insanı en güzel bir biçimde yarattık"[2] âyet-i kerimesiyle en güzel surette yaratıldığı ifade edilirken, "Ben insanları ve cinleri ancak bana ibadet etsinler diye yarattım ´ [3]buyurarak yaratılış hikmeti ve gayesi belirtilmiştir.
îlk insan ayrıca ilk peygamberdir. Yani vahye muhataptır. Bilginin ilk kaynağı da yine vahiydir. Vahiyden uzaklaşan insanlara, topluluklara Allah, belirli aralıklarla peygamberler ve kitaplar göndermiştir. Peygamberlerini yalanlayan nice kavimlerin suda boğulduğu, yerin dibine batırıldığı veya gökgürültüsüyle helak olduğu âyetlerle bildirilmiştir.
Son peygamber olarak Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.), âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir. "(Habîbim), biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik."[4]
Âlemlere Rahmet olarak göndermiş olduğu Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)´e öyle bir yetki vermiş ki "O Resul size neyi emretmişse onu alın, neden sakındırmış ise ondan kaçının"[5] buyurmuştur. Başka bir âyeti kerimede " (Resulüm) de ki; Eğer siz ALLAH´ı seviyorsanız, hemen bana uyun ki, ALLAH da sizleri sevsin ve günahlarınızı bağışlasın"[6] buyurarak ALLAH´ın rızasını kazanmanın ve bağışlanmanın yolunun tek olduğunu görüyoruz; O da ALLAH Resulü (s.a.v.)´i sevmek ve O (s.a.v.)´e tabii olmaktır.
Peygamber (s.a.v.) Efendimizin ashabı bizzat gördükleri ve sohbetinde bulundukları ve var bildikleri herşeye ALLAH ve Resûlü´nü tercih ettikleri için ALLAH´ın razı olduğu topluluk olarak yaşamışlar ve kazanmışlardır. Bizim de dünya ve âhiret saadetini elde etmemizin yolu düzgün bir itikada, salih bir amele sahip olmaktan geçmektedir. Bu da ancak; ilimsiz, amelsiz ve ehil olmayan kişilerin arkasından gitmekle değil, ilmini, ahlâkını, ehliyetini İslam âleminin kabul ettiği müctehid imamların arkasından gitmekle elde edilir.
İctihâd Ve Müctehid: İctihad, lügatte meşakkate tahammül etmek gücü ve kuvveti yettiği kadar çalışmak manâsındadır. Fıkıhta geniş bir bilgiye (yed-i tûlâ) sahip din alimlerinin fer´î olan (ayrıntılı, ikinci derecede) bir şer´î hükmü, Kur´an-ı Kerim ve Hadîs-i Şeriflere dayandırarak hüküm çıkarmasıdır. Müctehid ise, bu hususta bütün kuvvetini sarf eden zâta denir. İstinbat, lügat manası kuyudan güçlükle su çıkarmak demektir. Fıkıhta ise şer´î deliller çerçevesinde bir söz veya içten derin, ince ve gizli manalar çıkarmak demektir.
İçtihadın Mahiyyeti Ve Şartları: Ferî olan şer´î mes´elele-rin hepsinde içtihada muktedir olan zata mutlak müctehid, bu mes´elelerin yalnız bir kısmı hakkında içtihada kadir olan zâta da mukayyed müctehid denilir.
Mutlak müctehidin içtihadı için iki temel şart vardır ki bunlar; İçtihadın ehlinden sadır olması ve mahalline sarf olunmasıdır. Ehüyyet; Kitabui-lah´a, Siinnet-i Nebeviyyeye, gelecek icmaya ve kıyasın bütün ayrıntı ve inceliklerine vukuf ile hasıl olur. Şöyle ki; Herhangi birŞer´i mes´ele hakkında kendi usûl ve kaideleri dairesinde ictihadda bulunacak bir zatın, ahkama dair Kur´an âyetlerinin lügat ve şeriat bakımından manalarını ve bunlara ait ilimleri ve bunların hâss, umûmi, mücmel, müfesser, nâsih, mensuh gibi kısımlarını layıkıyla bilsin. Keza; Ahkamla ilgili sünnet-i se-niyyenin metinlerini, senedlerini yani bunların lügat ve şer´i manalarını ve kısımlarını bizlere ne suretle rivayet edilegelmiş olduklarını tamamıyla kamilen bilmiş olması gerekir.
İşte İmam-ı A´zam (r.a.) ile diğer üç mezheb imamı; İmâm-ı Mâlik, İmâm-ı Şafii, îmam-ı Ahmed ibn Hanbel (r.a.) Hazeratı birer mutlak müctehid olduklarından bu şartları kendilerinde toplamışlardır.
İçtihada ehil zâtlar, furûâttan olan şer´i mes´elelerde ictihad yaparlar, sarih, kat´i naslar ile veya icmâ ile sabit olan mukaddes hükümler hakkında ictihad asla yapılamaz. Meselâ, namazın, orucun rükünleri, adetleri, vakitleri hususunda içtihada asla yer yoktur.