Ayyüzlüm
Yeni Üyemiz
Gönlün Başını Erken Bağlamak
“Anladım işi sanat Allah’ı aramakmış,
Marifet bu, gerisi yalnız çelik-çomakmış.” (Necip Fazıl Kısakürek)
Kum saatinin akışı hızlanmış ve akacak olan kumlar hayli azalmış, zamandan bereket alınmış ve dünya çehresi hayli ihtiyarlamışken, sorumlu varlık “insan”, sonsuzluk yolculuğunda bilinçli veya bilinçsizce ilerlemektedir.
Akl-ı selim sahibi insanlar, bu yolculuğunda insanlık tarihi kadar eski olan ötelere özlem ve ebediyet arzusuyla diyar-ı firakta ana vatanı hak edebilmek ve sahibine erebilmek için say üzeredir. Yüce Yaratıcı sırat-ı müstakimde kendine halife seçtiği insan için, sarp yokuşlarda dinlendirici, yol ayrımlarında ana yolu gösterici olarak kitaplarını ve Resullerini göndermiştir. Katından inzal olan Yüce Kitabıyla; Resulünü, Resulünün getirdiklerini ve bütün inananları desteklemiştir.
Akabinde Peygamberlerin varisleri alimler, mürşitler gelmiş, onlar ise maksuda erişte bir köprü mesabesinde, o kutlu ışığı elden ele taşıyıp insanlığı aydınlatma yolunda olmuşlardır. İnsan bu nura ne kadar yakınlaşırsa o kadar aydınlar ve nuru taşıyanların izinde ne derce olursa o kadar ileride olur ve gönlünü onların gönlüne ayna hale getirmedeki istidadınca, önde giden atlıların hali ve füyûzatından o kadar nasiplenir, müsavileşme yolunda olur.
Asıl olan, insan ne kadar erken bu yolculuğa başlarsa o kadar yol alır, saati işlerken kendi durmuş olmaz ve fiziki yaşıyla birlikte kulluk, gönül ve ruhi yaşı da o kadar ilerler. Bu yüzden Necip Fazıl üstat yaşını soranlara Hak yol rehberiyle tanıştıktan, bir mürşidin eline yapıştıktan, eteğine tutunduktan sonra geçen yıllarını hesap ederek yaşını söylemiştir.
Beni bu mülahazalara sevk eden hadise ise şu mevzuu idi; Geçenlerde bir anne ve oğluyla karşılaştım. İkinci sınıfa giden oğulları basketbol kursundan çıkmış, yorgunluktan bimecaldi. Okul ve ardından kurs.. Bu yıl basketbol, ertesi sene dershane yani farklı farklı meşguliyetler erken yaşlarda çocuklarımızın kapısı çalıyor ya da biz çocuklarımızı bu maratonun kapısına bırakıyoruz. Çocuğa dedim ki; -“ ooo delikanlı erken başlamışsın.” Annesi gayet makul bir cevap verdi ve bu cevabı beni tefekkür babına bıraktı.. -“ilerleyen yıllarda boş uğraşlar edinmesin, farklı arayışlara girmesin diye boş zamanlarında yapabileceği etkinliği şimdiden kazansın istedik.”
Doğru öyle ya… Dünyanın zerre karesinde boşluğa yer yoktu ve biz hakla doldurmazsak, o kareyi hemen batıl istila ediyordu.. Bu boşluk gönülde de olsa ayını, zamanda da olsa aynı, zihinde de olsa aynı… Boşluklar ahsen uğraşlarla dolmazsa o karenin gereksiz bilgiler, lüzumsuz uğraşlar, yalan ve yaban sevgilerle dolması pek tabi.. Peki ya çocuğunun boş zamanlarını düşünen anne-babalar, zaman kadar kıymetli olan zihnin ve gönlün güzel uğraşlarla dolmasını gaye ediniyorlar mı, terbiyesinde siper-i saikasını gönlüne ve zihnine giydiriyorlar mı?
Bu mülahazaların akabinde zihnimde bir baba, bir oğlu ve bir mürşit canlandı.. Oda bir babaydı ve yanında sekiz, dokuz yaşlarında ki evladı vardı ve bir ikisi bir dergâhın eşiğinde bekliyorlardı. Baba, oğlunun gönlünü ve zihnini doldurmayı gaye edindiği için önünde durduğu kapı, hakiki dostun (c.c.)dostunun kapısının eşiği idi… Baba Seyfeddin Mahmut, çok zeki ve akıllı oğlu Emir Hüsrev’i manevi terbiyesi ve yetişmesi için Hace Nizamüddin hazretlerine getirmişti. Oğul Emir Hüsrev çok iyi yetişmiş olmasına rağmen o an kapısının eşiğinde beklediği Hace Nizamüddin’i tanımıyordu. Dergah kapısından girecekleri sırada oğul Hüsrev, kendisinden beklenilmeyen bir şeyi söyleyecekti..-“Babacığım, kendimi yetiştirecek bir mürşit seçip, bağlanmak benim meselem olduğuna göre bu meselede beni serbest bırakamaz mısınız?” bu sözler üzerine baba hayret ederek oğlunu kapının dışında bırakıp sohbete bulunmak üzeri kendisi içeri girecek ve kapı onundaki oğul Hüsrev gönlünden eşiğinde bulunduğu mürşidin gönlüne iletilmesi için şu mealdeki rubaiyi söyleyecektir.
“Öyle bir şahsın ki sarayın kubbesine,
Farz et ki bir güvercin kondu ve geri döndü.
Bu garip aşık kapınızdadır,
girsin mi yoksa geri mi dönsün?”
sonrada mürşidi yoklamak ve sınamak için de; -“Eğer bu zat hakikaten yüksek ve evliya bir zat ise mutlaka bu ruba’iyi ve benim durumumu Allah’u Teala’nın izni ile bilir ve bu rubai’me tatmin edici şekilde karşılık verir.”diye geçirecektir. O zamanda Hindistan’da bulunan evliyanın en büyüklerinden olan Sultan’ül Meşayıh Hace Nizamüddin-i Evliya hazretleri ise kapı önünde ki Hüsrev’in durumunu Allah’u Teala’nın izni ile anlayacak hizmetçisine, kapının dışına bekleyen gencin düşüncesine cevap olması için şu ruba’yi okumasını emredecektir:
“Hemen içeri gir!
Ey doğru sözlü insan.
Olalım birbirimize yakin, tek nefes.
Eğer cahil bir insan, hem de ahmak isen
Hiç durma! Geldiğin yoldan hemen geri dön.”
Evet aralarında geçen bu gönül alışverişinden sonra arzu ettiği cevaba fazlasıyla kavuşan Hüsrev gayet neşeli dergaha girip Hace’ye en has talebelerden olacaktır. Oğlunun geri kalmasındaki inceliği daha sonra anlayan baba Seyfeddin Mahmut ise bu hâdiseden sonra onu daha çok sevmeye başlayacaktır.
Evet, şimdi ne ebeveynleri, ne evlatları, ne de içinde bulunduğumuz çağı o zamanlarla mukayeseye ne gerek vardır ne de bunu yapabilecek mecalimiz... Bize düşen gönlümüzün başını erken bağlamaya aday olmak, gönül tahtına hakiki sevgili Rabb (c.c.)’ı oturtmak, yaşımızla birlikte bütün seviye kazanmaya aday işlevlerimizin de mesafe kat etmesi çabasın da olmaktır.İnsan’ı kamilleştirecek ve gönlünü yüceler yücesinin nazarına aday hale getirecek yola erken koyulmanın, ne zaman hitama ereceğini bilmediğimiz ömür yolculuğumuzda yapıla gelecek en ekmel fiil, en ahsen karar ve kul için en elzem olan eslemlik makamıdır..
Ya Rabbi; Gönüllerimizi gayr-ı sevgilerden arındır, Zatının (c.c) sevgini nakşet. Bu sevgiden husule gelen akislerle bütün yaratılmışları sevebilmemizi nasip et, esrarına muhatap veli kullarını gönlümüze mürebbi ve yoldaş eyle ve bizleri de “ni’mel abd” taltifine muhatap eyle.. (Amin)
“Anladım işi sanat Allah’ı aramakmış,
Marifet bu, gerisi yalnız çelik-çomakmış.” (Necip Fazıl Kısakürek)
Kum saatinin akışı hızlanmış ve akacak olan kumlar hayli azalmış, zamandan bereket alınmış ve dünya çehresi hayli ihtiyarlamışken, sorumlu varlık “insan”, sonsuzluk yolculuğunda bilinçli veya bilinçsizce ilerlemektedir.
Akl-ı selim sahibi insanlar, bu yolculuğunda insanlık tarihi kadar eski olan ötelere özlem ve ebediyet arzusuyla diyar-ı firakta ana vatanı hak edebilmek ve sahibine erebilmek için say üzeredir. Yüce Yaratıcı sırat-ı müstakimde kendine halife seçtiği insan için, sarp yokuşlarda dinlendirici, yol ayrımlarında ana yolu gösterici olarak kitaplarını ve Resullerini göndermiştir. Katından inzal olan Yüce Kitabıyla; Resulünü, Resulünün getirdiklerini ve bütün inananları desteklemiştir.
Akabinde Peygamberlerin varisleri alimler, mürşitler gelmiş, onlar ise maksuda erişte bir köprü mesabesinde, o kutlu ışığı elden ele taşıyıp insanlığı aydınlatma yolunda olmuşlardır. İnsan bu nura ne kadar yakınlaşırsa o kadar aydınlar ve nuru taşıyanların izinde ne derce olursa o kadar ileride olur ve gönlünü onların gönlüne ayna hale getirmedeki istidadınca, önde giden atlıların hali ve füyûzatından o kadar nasiplenir, müsavileşme yolunda olur.
Asıl olan, insan ne kadar erken bu yolculuğa başlarsa o kadar yol alır, saati işlerken kendi durmuş olmaz ve fiziki yaşıyla birlikte kulluk, gönül ve ruhi yaşı da o kadar ilerler. Bu yüzden Necip Fazıl üstat yaşını soranlara Hak yol rehberiyle tanıştıktan, bir mürşidin eline yapıştıktan, eteğine tutunduktan sonra geçen yıllarını hesap ederek yaşını söylemiştir.
Beni bu mülahazalara sevk eden hadise ise şu mevzuu idi; Geçenlerde bir anne ve oğluyla karşılaştım. İkinci sınıfa giden oğulları basketbol kursundan çıkmış, yorgunluktan bimecaldi. Okul ve ardından kurs.. Bu yıl basketbol, ertesi sene dershane yani farklı farklı meşguliyetler erken yaşlarda çocuklarımızın kapısı çalıyor ya da biz çocuklarımızı bu maratonun kapısına bırakıyoruz. Çocuğa dedim ki; -“ ooo delikanlı erken başlamışsın.” Annesi gayet makul bir cevap verdi ve bu cevabı beni tefekkür babına bıraktı.. -“ilerleyen yıllarda boş uğraşlar edinmesin, farklı arayışlara girmesin diye boş zamanlarında yapabileceği etkinliği şimdiden kazansın istedik.”
Doğru öyle ya… Dünyanın zerre karesinde boşluğa yer yoktu ve biz hakla doldurmazsak, o kareyi hemen batıl istila ediyordu.. Bu boşluk gönülde de olsa ayını, zamanda da olsa aynı, zihinde de olsa aynı… Boşluklar ahsen uğraşlarla dolmazsa o karenin gereksiz bilgiler, lüzumsuz uğraşlar, yalan ve yaban sevgilerle dolması pek tabi.. Peki ya çocuğunun boş zamanlarını düşünen anne-babalar, zaman kadar kıymetli olan zihnin ve gönlün güzel uğraşlarla dolmasını gaye ediniyorlar mı, terbiyesinde siper-i saikasını gönlüne ve zihnine giydiriyorlar mı?
Bu mülahazaların akabinde zihnimde bir baba, bir oğlu ve bir mürşit canlandı.. Oda bir babaydı ve yanında sekiz, dokuz yaşlarında ki evladı vardı ve bir ikisi bir dergâhın eşiğinde bekliyorlardı. Baba, oğlunun gönlünü ve zihnini doldurmayı gaye edindiği için önünde durduğu kapı, hakiki dostun (c.c.)dostunun kapısının eşiği idi… Baba Seyfeddin Mahmut, çok zeki ve akıllı oğlu Emir Hüsrev’i manevi terbiyesi ve yetişmesi için Hace Nizamüddin hazretlerine getirmişti. Oğul Emir Hüsrev çok iyi yetişmiş olmasına rağmen o an kapısının eşiğinde beklediği Hace Nizamüddin’i tanımıyordu. Dergah kapısından girecekleri sırada oğul Hüsrev, kendisinden beklenilmeyen bir şeyi söyleyecekti..-“Babacığım, kendimi yetiştirecek bir mürşit seçip, bağlanmak benim meselem olduğuna göre bu meselede beni serbest bırakamaz mısınız?” bu sözler üzerine baba hayret ederek oğlunu kapının dışında bırakıp sohbete bulunmak üzeri kendisi içeri girecek ve kapı onundaki oğul Hüsrev gönlünden eşiğinde bulunduğu mürşidin gönlüne iletilmesi için şu mealdeki rubaiyi söyleyecektir.
“Öyle bir şahsın ki sarayın kubbesine,
Farz et ki bir güvercin kondu ve geri döndü.
Bu garip aşık kapınızdadır,
girsin mi yoksa geri mi dönsün?”
sonrada mürşidi yoklamak ve sınamak için de; -“Eğer bu zat hakikaten yüksek ve evliya bir zat ise mutlaka bu ruba’iyi ve benim durumumu Allah’u Teala’nın izni ile bilir ve bu rubai’me tatmin edici şekilde karşılık verir.”diye geçirecektir. O zamanda Hindistan’da bulunan evliyanın en büyüklerinden olan Sultan’ül Meşayıh Hace Nizamüddin-i Evliya hazretleri ise kapı önünde ki Hüsrev’in durumunu Allah’u Teala’nın izni ile anlayacak hizmetçisine, kapının dışına bekleyen gencin düşüncesine cevap olması için şu ruba’yi okumasını emredecektir:
“Hemen içeri gir!
Ey doğru sözlü insan.
Olalım birbirimize yakin, tek nefes.
Eğer cahil bir insan, hem de ahmak isen
Hiç durma! Geldiğin yoldan hemen geri dön.”
Evet aralarında geçen bu gönül alışverişinden sonra arzu ettiği cevaba fazlasıyla kavuşan Hüsrev gayet neşeli dergaha girip Hace’ye en has talebelerden olacaktır. Oğlunun geri kalmasındaki inceliği daha sonra anlayan baba Seyfeddin Mahmut ise bu hâdiseden sonra onu daha çok sevmeye başlayacaktır.
Evet, şimdi ne ebeveynleri, ne evlatları, ne de içinde bulunduğumuz çağı o zamanlarla mukayeseye ne gerek vardır ne de bunu yapabilecek mecalimiz... Bize düşen gönlümüzün başını erken bağlamaya aday olmak, gönül tahtına hakiki sevgili Rabb (c.c.)’ı oturtmak, yaşımızla birlikte bütün seviye kazanmaya aday işlevlerimizin de mesafe kat etmesi çabasın da olmaktır.İnsan’ı kamilleştirecek ve gönlünü yüceler yücesinin nazarına aday hale getirecek yola erken koyulmanın, ne zaman hitama ereceğini bilmediğimiz ömür yolculuğumuzda yapıla gelecek en ekmel fiil, en ahsen karar ve kul için en elzem olan eslemlik makamıdır..
Ya Rabbi; Gönüllerimizi gayr-ı sevgilerden arındır, Zatının (c.c) sevgini nakşet. Bu sevgiden husule gelen akislerle bütün yaratılmışları sevebilmemizi nasip et, esrarına muhatap veli kullarını gönlümüze mürebbi ve yoldaş eyle ve bizleri de “ni’mel abd” taltifine muhatap eyle.. (Amin)