Cezayirli yöneticiler, “Fransa, Cezayir'de soykırım yaptı, özür dilesin.” dedikçe; Fransızlar, “Bu işi tarihçilere bırakalım.” yanıtını vermektedir. Aynı Fransa, “Ermeni iddialarını tarihçiler araştırsın.” biçimindeki öneriye karşı çıkarak, sözde Ermeni soykırımını tanıyan yasaları hiç yüzü kızarmadan ulusal meclisinden geçirebilmektedir. Bu çifte standart karşısında sesini yükselten, başta Jean Paul Sartre, Didier Billion olmak üzere kimi Fransız aydınlar ise, Fransa'nın tutumunu, “Cezayir, Fransa'nın tabusudur.” sözleriyle açıklamaktadır. Oysa, yalnızca Cezayir değil, Fransız tarihinin neredeyse tümü Fransa'nın tabusudur.
Fransa, Yeni Kaledonya, Madagaskar, Haiti, Martinigue, Guadaloup, Fransız Guyan'ı, Komor, Senegal, Mali, Fil Dişi Sahili, Gabon, Kamerun, Gana, Gine, Benin, Rwanda, Vietnam, Laos ve Kamboçya gibi bir bölümü halen Fransız toprağı olan ülkelerde yaptığı katliamların yanı sıra, Birinci Dünya Savaşı sırasında işgal ettiği Gaziantep, Kahramanmaraş, Şanlıurfa ve Adana'da işlediği suçlardan dolayı da tarihiyle yüzleşmekten kaçmaktadır. Fransa'da resmi tarih, Fransız ordusunun Anadolu'da yaptığı katliamları yok sayar, ders kitaplarında bu konuya yer verilmez.
Fransız tarihinin karartılan sayfaları, yalnızca Fransa dışında yapılan kötülükleri içermez. Fransa'da yaşanan soykırım ve katliamlar da, tarihiyle yüzleşme cesareti olmayan bu ülkede tabudur. “Fransız'ın Fransız'a soykırımı” olarak adlandırılan 1793-1796 Vendée Soykırımı, 24-25 Ağustos 1572 Saint Barthelemy Katliamı, Kölelik Dönemi, “Terör Süreci” olarak adlandırılan Fransız Devrimi, İkinci Dünya Savaşı yıllarında Hitler'in Fransa'daki işbirlikçisi Vichy Hükümeti Dönemi, bu durumun en somut örnekleridir.
1789 Fransız Devrimi, dünyayı yeniden biçimlendirmesinin yanı sıra, insanlık tarihinin en kanlı dönemlerinden biri olma özelliğini de taşımaktadır. Fransa'nın batısında, Atlantik Okyanusu kıyısındaki Vendée'de yaşananlar, Fransız resmi tarihinde, “Vendée İsyanı” ya da “Vendée Savaşı” olarak adlandırılmakta, bu olaya karşı devrim yakıştırması da yapılmaktadır.
Kral ve kiliseye bağlı insanların yaşadığı Vendée, Kral 16. Louis'in idamına karşı çıkmış, Paris'in atadığı yöneticilerin ve anayasaya bağlılık yemini eden rahiplerin otoritesini tanımamış, yeni vergileri ödemeyi de reddetmişti.
Kimi Fransız tarihçiye göre, bölge halkı, soylularının önderliğinde ayaklanmış, monarşiyi geri getirmek için savaşmış, cumhuriyetçi güçlere yenilmişti. Oysa yaşananların boyutları çok farklıydı; yüz binlerce insan, genç-yaşlı, kadın-çocuk ayrımı yapılmaksızın vahşi yöntemlerle katledilmişti.
Bir tarım bölgesi olan Vendée'nin yoksul köylüleri, durumlarının düzeleceği umuduyla devrimin ilk yıllarında Paris'e bağlı kaldılar. Devrimin, ekonomik alanda bekleneni vermemesi ve yoksulluğun sürmesi, din adamlarının köylüler üzerindeki etkisini artırdı. 1791'de, rahiplerden anayasa bağlılık yemini etmeleri istenince, bu yeminin din yolundan çıkmak olduğunu öne süren köktendinci Katolik rahiplerin kışkırtmasıyla ilk karışıklıklar başladı. Daha önce boş olan kiliseler, artık ayinler sırasında tıka basa doluyor, Paris'e yönelik muhalefetin merkezi oluyordu.
Kral 16. Louis'in, Ocak 1793'te giyotine gönderilmesi, soyluların bölgeden göçe zorlanması, isyanı tetikleyen öğelerin arasında sayılsa da, asıl nedenin yoksulluk olduğu belirtilir.
Bu sırada, yalnızca Vendée'de değil, Fransa'nın birçok bölgesinde halk ayaklanmaları vardır. Cumhuriyet askerleri hemen her yerde isyanları bastırırken, Vendée'de Köylü Ordusu kurulmuş, “Beyazlar” olarak adlandırılan köylü güçleri “Maviler”i, yani cumhuriyet birliklerini yenilgiye uğratmıştı. Köylülerin başlattığı direnişe yakın bölgelerden de destek gelmesi üzerine, Vendée'ye, tüm Fransa'ya örnek olacak bir ders vermek için harekete geçen Paris yönetimi, sivillere yönelik katliamların önünü açan kararlar alır ve 1 Ağustos 1793'te bir kararname yayımlar.
Buna göre, bölgedeki ormanlar kesilecek, tarlalardaki ürünlere, büyük ve küçükbaş hayvanlara el koyulacak, isyancıların mal varlığının cumhuriyete ait olduğu açıklanacak, kadın, çocuk ve yaşlılar başka bölgelere sürülecekti.
Vendée'nin Köylü Ordusu, Aralık 1793'te, Nantes yakınlarında Savenay'da yenilir ve dağılır. Geride kalan küçük gruplar ise, isyanı sürdürmek için ormanlık alanlara çekilir. Ordular arasındaki savaş Savenay'da bitmiş, sıra 1796'ya dek sürecek olan toplu katliamlara gelmiştir.
Artık daha rahat hareket eden Louis-Marie Turreau yönetimindeki cumhuriyetçi “Cehennem Birlikleri”, kitleler biçiminde teslim olanları acımasızca öldürür, savunmasız yüzlerce köyü yakar, ateşli silahlardan tasarruf etmek için kadın, çocuk ve yaşlıları kesici silahlarla katleder.
Bu kanlı zaferin ardından, General François Joseph Westermann, Paris'e gönderdiği raporda durumu şöyle özetler:
“Cumhuriyetçi yurttaşlar, artık Vendée yok! Çocuklarıyla ve kadınlarıyla kılıcımız altında can verdi. Vendée'yi, Savenay bataklıklarına ve ormanlarına gömdük. Bana verdiğiniz emir uyarınca, çocukları atlarımızın ayakları altında ezdik. Kadınları, yeni asiler doğurmamaları için katlettik. Yolları cesetlerle kapladık. Teslim olmak için gruplar biçiminde gelen köylüleri durmaksızın kurşuna dizdik. Onlara, devrimin acımasız olduğunu göstermek için hiç tutsak kabul etmedik.” [1]
Cezayir Katliamı
Cezayir, ilk kez 1830 yılında bir Fransız kolonisi oldu. Cezayir halkı, Fransız koloni yönetimine karşı ayaklandığında, Fransızlar koloni karşıtı ayaklanmayı bastırmak için ülkeye 400 bin asker yerleştirdi.
Fransa Ulusal Meclisi'ndeki azınlık durumundaki sosyalistler, 1915 yılında Türkiye'de işlendiği iddia edilen Ermeni soykırımının yalanlanmasını reddedenlere yönelik ceza getirmeyi öngören yasanın gerekçelerine bakıldığında, Fransa'nın Cezayir'de işlediği soykırımlar konusunda bu ulusun anılarını canlandırmanın hayati öneme sahip olduğu ortaya çıkıyor.
Çok sayıda tarafsız Fransız yetkili, Cezayir'de Fransa kolonel yönetiminin hüküm sürdüğü 130 yıl boyunca kendi ülkelerinin işkencelerini dile getirdi. Örneğin, zorla boyun eğdirmeye katılan paralı askerlerden Edouard Sablier, daha sonra durumu şöyle tarif edecektir: "Kasabaların her yerinde etrafı dikenli tellerle çevrili, içinde binlerce şüphelinin tutulduğu kamplar vardı... Dağlar arasındaki izole edilmiş köylere denetime gittiğimizde, insanların, "Ürünlerini ellerinden alarak onları cezalandırmamız gerekir." sözlerini duyardım."
Fransız Troçkistleri tarafından yayınlanan "Ohe Partizanları" isimli gazetede, Setif'i "Cezayir Oradour"u olarak tanımlamışlardı. Oradour, Nazi işgalcilerinin aralarında çocukların da bulunduğu 600'den fazla insanı kestiği bir Fransız kasabasıydı.
Tarihin gördüğü en büyük soykırım
Cezayir, ilk kez 1830 yılında bir Fransız kolonisi oldu. Cezayir halkı, Fransız koloni yönetimine karşı ayaklandığında, Fransızlar koloni karşıtı ayaklanmayı bastırmak için ülkeye 400 bin asker yerleştirdi. Fransız kolonel güçleri, kolonel yönetime karşı çıkan ayaklanmaya karşı doğudaki birkaç kente hava ve kara saldırısı düzenledi, özellikle de Setif ve Guelma'ya. Bu sıkı önlemler birkaç gün sürdü ve Cezayir Devleti'ne göre geride 45 bin ölü insan bıraktı. Avrupalı tarihçiler, bu rakamı 15 bin ya da 20 bin olarak kayda geçti. Fansız saldırıları sadece Cezayir topraklarında değil, Fransa'nın içinde de devam etti. 1961 yılındaki Paris katliamı buna en canlı örnektir: 17 Ekim tarihinde, Fransız polisi ülkelerinin Fransız koloni yönetiminden bağımsızlığını kazanmasını talep eden silahsız Cezayirli göstericilerin üzerine ateş açtı. Bu saldırıda kaç göstericinin öldüğü hâlâ net değil; ancak tahminler 32 ila 200 kişi arasında değişiyor. Bu olay, 1999 yılına kadar resmi olarak doğrulanmamıştı. O tarihe kadar tüm Fransız hükümetleri gerçeği saklamışlardı.
Bağımsızlık savaşı boyunca da idamlar ve geniş çaplı tutuklamalar oldu; "Pek çok Avrupalı hukukçu suçlananları savunmayı reddetti. Köylüler havadan bombalandı ve denizden kruvazörlerle top ateşine maruz bırakıldılar. Bu saldırılar rastgele yapılıyordu. Amaç sadece ayaklananları cezalandırmak değil, aynı zamanda tüm Müslüman nüfusa yerini ve haddini bilmesini öğretmekti. Yerleşimciler kendi resmi olmayan ölüm timlerini kurdular ve binlerce Müslüman öldürdüler. Alman ve İtalyan savaş tutukluları, bu katliamda yer almaları amacıyla serbest bırakıldı. 1945 katliamları ise Fransızların Cezayir'de giriştiği en trajik katliamlardan biri oldu. Le Monde gazetesinin de aktardığı gibi, "Fransa, 8 Mayıs 1945'te Avrupa'da zaferi kutlarken, bu ülkenin ordusu Setif ve Guelma'da binlerce masum sivili katlediyordu; bu olaylar Cezayir bağımsızlığının gerçek başlangıcı olmuştu".
Ahmed Bin Bella'nın da dile getirdiği gibi Fransızlar, insanlara ve Cezayir kültürüne karşı bir soykırım işlemişti: "Cezayir'in yerli halkının büyük bir bölümü Fransız kolonel yönetiminin başlarında yok edilmişti, 1830'da dört milyonun üzerinde, 1890'da ise 2,5 milyon kişi öldürülmüştü. Sistematik soykırım, Cezayir kültürel kimliğinin vahşice ezilmesiyle sürdürüldü. Yerli Cezayirliler Fransız tebaasıydı ancak İslam dinini ve Arap kültürünü reddettiklerinde Fransız vatandaşı olabiliyorlardı. Bu acımasız kültürsüzleştirme politikası, geriye kalan Cezayirlilerin kendi anadilleri olan Arapça konuşmamaları yönündeki baskı ve Fransız kolonel kültürü dayatması ile sürdü. Cezayir'in yerli Müslüman halkının silah taşımasına ya da kendi politik toplantılarını düzenlemesine izin verilmedi. Katı yasalara maruz bırakıldılar, hatta evlerini ya da köylerini terk etme konusunda bile kolonel yönetimlerinin onayı gerekiyordu. Dahası, 2005 yılındaki El Cezire televizyonundaki bir röportajında Ahmed Bin Bella, yüzlerce Cezayirlinin 17 Ekim 1961'de canlı canlı La Sinn Nehri'ne atıldığını ve sürüklenmelerinin seyredildiğini anlatmıştı. Çünkü bu insanlar bağımsızlık istiyor ve Fransız yönetimine karşı ayaklanıyordu. Cezayir gazetesi, la Tribune'nin editörü Abdülkerim Gazali, Fransa'nın bağımsız ve egemen Cezayir'in işgalini, Nazi Almanya'sının pek çok Avrupa ülkesini işgaline benzetmiş ve bunun ırkçılık olduğunu yazmıştı. 2005 yılında Cezayir, Fransa'dan kolonel yönetimi sırasında işlediği suçlardan dolayı özür dilemesini talep etti. Cezayir Senatosu sözcüsü Amar Bakhouche, Fransa'nın katliamlar için özür dilememesine tepki göstermişti. Bu konuda Fransa'daki arşivler bugüne kadar kapalı tutuldu. Fransızlar, katliam ve soykırıma dair tüm belgeleri topladı. Pek çok kişi için kapalı tutulan bu arşivler, Fransa'nın Cezayir'deki soykırımının birer kanıtı. Bakhouche, Fransa'nın arşivlerini kapalı tutmasına da tepki gösterdi. Bakhouche, bu dönemde tutulan arşivlerin büyük bir bölümünün Fransa'ya götürüldüğünü ve gizlendiğini belirtiyor: "Arşivler Fransız ve Cezayirlilere açık değil. Bir an önce bunların kamuya açılmasını istiyoruz."
Fransız Parlamentosu'nun, sözde Ermeni soykırımını inkarı suç sayan kararına karşılık Türk Parlamentosu da Fransızların Cezayir'de işlediği soykırımı yasadışı sayan bir tasarıyı gündemine alıyor. Cezayirliler şimdi her 8 Mayıs'ta Fransa'nın Setif kentinde 45 bin Cezayirliyi öldürmesini ve işkenceleri anıyor ve yürüyüşler düzenliyor. Bu yılın nisan ayındaki Paris ziyaretinde Cezayir Cumhurbaşkanı Abdülaziz Bouteflika, "Kolonileştirme; kimliğimizi, tarihimizi, dilimizi ve geleneklerimizi soykırıma uğrattı." demişti. Fransa'nın tüm çağrılara rağmen soykırım konusundaki olumsuz tavrı nedeniyle 2005 yılında yürürlüğe girmesi beklenen Cezayir-Fransız dostluk anlaşması gerçekleşmedi. Bununla birlikte, ilişkilerin normalleşmesi de çok yavaş ilerliyor. Cezayir her daim, Fransa'nın soykırım için bir özür dilemesini umut etti ve bunun ilişkilerin düzelmesi için gerekli olduğunu belirtti. Tıpkı, 1963'teki Fransız-Alman mutabakatında olduğu gibi. [2]
Cezayir'deki Fransız Vahşeti
Cezayir 1830'dan 1962'ye kadar yani toplam 132 yıl süreyle Fransa'nın işgalinde kaldı. Bu süre içinde Cezayir halkı da kesintili olarak bağımsızlık savaşları verdi. En şiddetli savaş ise 1954-1962 arasında gerçekleştirilen büyük bağımsızlık savaşıdır. Bu süre içinde Fransız işgalciler 1,5 (bir buçuk) milyon Cezayirliyi hunharca şehit etmişlerdir. Fakat Fransa'nın Afrika'da gerçekleştirdiği tek katliam Cezayir katliamı değildir. Fransa hemen hemen girdiği tüm Afrika ülkelerinde benzer katliamlar gerçekleştirmiştir. Öldürülenlerin sayısı belki farklıdır ama hepsinde de aynı vahşet ruhunun etkin olduğunu görüyoruz. Üstelik bu katliamlar Ortaçağ'ın karanlık zihniyetiyle değil 20. yüzyılın yani modern çağın modernist felsefesiyle, insan hakları, uluslararası hukuk gibi kavramların bütün dünya kamuoyunun literatürüne girdiği bir dönemde gerçekleştirilmiştir. Biz de bu araştırmamızda başta Cezayir katliamı olmak üzere, Fransa'nın muhtelif Afrika ülkelerinde gerçekleştirdiği katliamlar hakkında birtakım özet bilgiler vereceğiz.
Fransa'nın Cezayir İşgâli
Fransa'nın Cezayir'e yönelik işgal amaçlı saldırıları 1827'de başlamıştır. Fakat saldırıların başlamasıyla ilgili gelişmeler oldukça ilgi çekici ve düşündürücüdür. O tarihte Cezayir, Osmanlı Devleti'ne bağlı bir eyalet durumundaydı ve başında da aslen İzmirli olan Dayı Hüseyin Paşa bulunuyordu. Fakat Osmanlı Devleti'nde baş gösteren zayıflama Cezayir'i de Fransa karşısında zayıf duruma düşürmeye başlamıştı. O sıralarda Fransa hükümeti, Bacri ve Busnak adlı Cezayirli iki Yahudiden 5 milyon Frank ve bir miktar hububat borç almıştı. Fransa krallık idaresine geçince yeni yönetim bu borçları tanımakla birlikte ödemeyi durdurdu. Bunun üzerine söz konusu iki Yahudi alacaklarının tahsili için Dayı Hüseyin Paşa'yı devreye soktular. Hüseyin Paşa da tebaasından olan bu iki kişinin alacaklarını tahsil için harekete geçti ve bazı Fransız gemilerine el koydu. 29 Nisan 1827 tarihinde bu borçların tartışıldığı sırada Dayı Hüseyin Paşa, Fransız konsolosu Pierre Deval'in yüzüne elindeki yelpazeyle vurdu. Fransa da bu olayı savaş ilanı kabul ederek 16 Haziran 1827'de askeri harekatı başlattı. Aslında Fransa böyle bir harekat için söz konusu olaydan önce hazırlığını yapmıştı. Bu ilk harekattan sonra Cezayir'in sahillerini abluka altına aldı.
O sıralarda Yunanistan işgaliyle uğraşan İstanbul yönetimi (Babıali) ise olaylara müdahale etme imkanından yoksundu. Bu yüzden diplomatik yollardan meselenin çözümü için uğraş veriyordu. Ama Fransa avantajlı durumunu değerlendirerek işgal planını gerçekleştirmek istiyordu. Fransa, İngiltere ve Rusya'yla da işbirliği yaparak 20 Ekim 1827'de Navarin'deki Osmanlı donanmasını yaktı. Bu olaydan kısa bir süre sonra 1828-29 Osmanlı-Rus Savaşı başladığından Cezayir, Fransa karşısında iyice yalnız kaldı. Bu duruma rağmen yine de Fransa, Cezayir'i kısa sürede işgal edemedi. 14 Haziran 1830'da General Bourmont komutasında yeni bir donanma ve 37.000 kişilik takviye birlik gönderdi. Bu takviye güçlerle 5 Temmuz 1830'da başkent Cezayir'i işgal edebildi. Fakat o sırada meşhur Emir Abdülkadir komutasında bir gerilla savaşı başlatıldığından Fransa, Cezayir'in tümünü ele geçiremedi. Emir Abdülkadir'in işgal kuvvetlerine karşı direnişi 1947'ye kadar sürdü ve Fransa'nın ülkenin tümü üzerinde hakimiyet sağlaması da ancak bu direnişin sona ermesinden sonra gerçekleşti.
Fransa Sultasındaki Cezayir
Fransa, 22 Temmuz 1834'te Fransız Kuzey Afrika Genel Valiliği'ni kurdu. Bu genel valiliğin işi daha çok ülkedeki sömürge yönetimini güçlendirme amacıyla ülkenin batısında Emir Abdülkadir liderliğinde, doğusunda da Ahmed Bey'in liderliğinde bağımsızlık savaşı veren gerilla güçleriyle uğraşmak oldu. 1847'ye kadar süren bu savaşta işgal güçleri epey kayıp verdiler.
Fransız işgal güçleri Cezayir halkının direnişini kırmak ve bağımsızlık yanlısı direnişe destek vermesini engellemek amacıyla askeri, siyasi, dini, kültürel ve ekonomik her baskı yolunu denediler. Kültürel yönden halkın Müslüman ve Arap kimliğini yok etmek amacıyla baskı yaptı, Arapça ve Berberice yerine Fransızca'yı hakim kılmak için uğraştılar. Dini yönden Müslümanlığın yerine Hıristiyanlığı hakim kılmak için yoğun bir misyonerlik faaliyeti başlattı ve bu amaçla baskı uygulamalarına başladılar. İşgale karşı direnen kabilelerin arazilerine el koymak suretiyle ekonomik baskı metotlarına başvurdular. Halka hizmet veren vakıflara ait gayri menkullere el koymaya başladılar. Ülkenin en güzel bölgelerinde sömürge yerleşim birimleri oluşturdu ve buralara Avrupalıları getirtip yerleştirdiler. Avrupa'dan göçü teşvik amacıyla da yerli kabilelerden zorla gasp edilen araziler göçmenlere bedava dağıtıldı. 1841-1850 yılları arasında yerli ahaliden gasp edilen 115 bin hektar arazi Avrupalı göçmenlere bedava dağıtılmıştır. 1930'da ise bu şekilde Avrupalı göçmenlere dağıtılan arazinin miktarı 2 milyon 345 bin hektarı (23 milyon 450 bin dönümü) bulmuştur. Bu teşvikler yüzünden de Avrupa'dan göçte göze batar bir artış gerçekleşmiştir.
Despotik Bir Yönetim
Fransa, Cezayir'i işgal ettikten sonra ülkenin yerli halkını yönetmek amacıyla "Arap Büroları" adı verilen askeri merkezler oluşturdu. Bu merkezler zulüm ve baskı anlayışına göre teşekkül etmişti. Bu yönetim biçimi 1870 yılına kadar devam etti. Tamamen işgal güçlerinin kontrolünde olan bu merkezler bir bakıma ülkede sıkıyönetimi hakim kılan askeri merkezler durumundaydı.
1870'te sivil yönetime geçildi ve Cezayir, Fransa İçişleri Bakanlığı'na bağlandı. Bu gelişmeden sonra 1871'de Muhammed el-Mukrani'nin etrafında toplanan 200 kadar kabile ülkenin tamamına yayılan bir ayaklanma başlattı. 1881'de Sidi Şeyh liderliğinde ikinci bir ayaklanma gerçekleştirildi. Fransa sömürge yönetimi her iki işgali bastırmak için de ülkenin her tarafını kan gölüne çevirdi ve binlerce insanı vahşice katlettiler. İkinci ayaklanma 1884'te bastırılabilmiştir ve bu üç yıllık süre içinde çok sayıda insan katledilmiştir. Bu isyan bahane edilerek ülkedeki tüm yargı mekanizması askıya alınmış ve "Yerli Kanunu" adı verilen zulüm kanunları uygulamaya geçirilmiştir. Bu kanunların uygulaması 1919'a kadar sürdürüldü. Bu kanunlar Fransızlara özel bir ayrıcalık tanırken Cezayirlileri bütün insan haklarından mahrum ediyordu. Yani bu kanunlara dayalı olarak Amerika'dakine benzer şekilde bir tür ırk ayrımı politikası uygulanıyordu. Bu politika Cezayirlileri aynı zamanda ekonomik yönden de zor duruma sokuyordu. Onlardan ağır vergiler alarak işgal yönetiminin tüm giderlerini onlardan alınan vergilerle karşılıyordu. Bu uygulama çok sayıda Cezayirliyi ülkelerini terk etmeye zorlamıştır.[3]
Fransa, Yeni Kaledonya, Madagaskar, Haiti, Martinigue, Guadaloup, Fransız Guyan'ı, Komor, Senegal, Mali, Fil Dişi Sahili, Gabon, Kamerun, Gana, Gine, Benin, Rwanda, Vietnam, Laos ve Kamboçya gibi bir bölümü halen Fransız toprağı olan ülkelerde yaptığı katliamların yanı sıra, Birinci Dünya Savaşı sırasında işgal ettiği Gaziantep, Kahramanmaraş, Şanlıurfa ve Adana'da işlediği suçlardan dolayı da tarihiyle yüzleşmekten kaçmaktadır. Fransa'da resmi tarih, Fransız ordusunun Anadolu'da yaptığı katliamları yok sayar, ders kitaplarında bu konuya yer verilmez.
Fransız tarihinin karartılan sayfaları, yalnızca Fransa dışında yapılan kötülükleri içermez. Fransa'da yaşanan soykırım ve katliamlar da, tarihiyle yüzleşme cesareti olmayan bu ülkede tabudur. “Fransız'ın Fransız'a soykırımı” olarak adlandırılan 1793-1796 Vendée Soykırımı, 24-25 Ağustos 1572 Saint Barthelemy Katliamı, Kölelik Dönemi, “Terör Süreci” olarak adlandırılan Fransız Devrimi, İkinci Dünya Savaşı yıllarında Hitler'in Fransa'daki işbirlikçisi Vichy Hükümeti Dönemi, bu durumun en somut örnekleridir.
1789 Fransız Devrimi, dünyayı yeniden biçimlendirmesinin yanı sıra, insanlık tarihinin en kanlı dönemlerinden biri olma özelliğini de taşımaktadır. Fransa'nın batısında, Atlantik Okyanusu kıyısındaki Vendée'de yaşananlar, Fransız resmi tarihinde, “Vendée İsyanı” ya da “Vendée Savaşı” olarak adlandırılmakta, bu olaya karşı devrim yakıştırması da yapılmaktadır.
Kral ve kiliseye bağlı insanların yaşadığı Vendée, Kral 16. Louis'in idamına karşı çıkmış, Paris'in atadığı yöneticilerin ve anayasaya bağlılık yemini eden rahiplerin otoritesini tanımamış, yeni vergileri ödemeyi de reddetmişti.
Kimi Fransız tarihçiye göre, bölge halkı, soylularının önderliğinde ayaklanmış, monarşiyi geri getirmek için savaşmış, cumhuriyetçi güçlere yenilmişti. Oysa yaşananların boyutları çok farklıydı; yüz binlerce insan, genç-yaşlı, kadın-çocuk ayrımı yapılmaksızın vahşi yöntemlerle katledilmişti.
Bir tarım bölgesi olan Vendée'nin yoksul köylüleri, durumlarının düzeleceği umuduyla devrimin ilk yıllarında Paris'e bağlı kaldılar. Devrimin, ekonomik alanda bekleneni vermemesi ve yoksulluğun sürmesi, din adamlarının köylüler üzerindeki etkisini artırdı. 1791'de, rahiplerden anayasa bağlılık yemini etmeleri istenince, bu yeminin din yolundan çıkmak olduğunu öne süren köktendinci Katolik rahiplerin kışkırtmasıyla ilk karışıklıklar başladı. Daha önce boş olan kiliseler, artık ayinler sırasında tıka basa doluyor, Paris'e yönelik muhalefetin merkezi oluyordu.
Kral 16. Louis'in, Ocak 1793'te giyotine gönderilmesi, soyluların bölgeden göçe zorlanması, isyanı tetikleyen öğelerin arasında sayılsa da, asıl nedenin yoksulluk olduğu belirtilir.
Bu sırada, yalnızca Vendée'de değil, Fransa'nın birçok bölgesinde halk ayaklanmaları vardır. Cumhuriyet askerleri hemen her yerde isyanları bastırırken, Vendée'de Köylü Ordusu kurulmuş, “Beyazlar” olarak adlandırılan köylü güçleri “Maviler”i, yani cumhuriyet birliklerini yenilgiye uğratmıştı. Köylülerin başlattığı direnişe yakın bölgelerden de destek gelmesi üzerine, Vendée'ye, tüm Fransa'ya örnek olacak bir ders vermek için harekete geçen Paris yönetimi, sivillere yönelik katliamların önünü açan kararlar alır ve 1 Ağustos 1793'te bir kararname yayımlar.
Buna göre, bölgedeki ormanlar kesilecek, tarlalardaki ürünlere, büyük ve küçükbaş hayvanlara el koyulacak, isyancıların mal varlığının cumhuriyete ait olduğu açıklanacak, kadın, çocuk ve yaşlılar başka bölgelere sürülecekti.
Vendée'nin Köylü Ordusu, Aralık 1793'te, Nantes yakınlarında Savenay'da yenilir ve dağılır. Geride kalan küçük gruplar ise, isyanı sürdürmek için ormanlık alanlara çekilir. Ordular arasındaki savaş Savenay'da bitmiş, sıra 1796'ya dek sürecek olan toplu katliamlara gelmiştir.
Artık daha rahat hareket eden Louis-Marie Turreau yönetimindeki cumhuriyetçi “Cehennem Birlikleri”, kitleler biçiminde teslim olanları acımasızca öldürür, savunmasız yüzlerce köyü yakar, ateşli silahlardan tasarruf etmek için kadın, çocuk ve yaşlıları kesici silahlarla katleder.
Bu kanlı zaferin ardından, General François Joseph Westermann, Paris'e gönderdiği raporda durumu şöyle özetler:
“Cumhuriyetçi yurttaşlar, artık Vendée yok! Çocuklarıyla ve kadınlarıyla kılıcımız altında can verdi. Vendée'yi, Savenay bataklıklarına ve ormanlarına gömdük. Bana verdiğiniz emir uyarınca, çocukları atlarımızın ayakları altında ezdik. Kadınları, yeni asiler doğurmamaları için katlettik. Yolları cesetlerle kapladık. Teslim olmak için gruplar biçiminde gelen köylüleri durmaksızın kurşuna dizdik. Onlara, devrimin acımasız olduğunu göstermek için hiç tutsak kabul etmedik.” [1]
Cezayir Katliamı
Cezayir, ilk kez 1830 yılında bir Fransız kolonisi oldu. Cezayir halkı, Fransız koloni yönetimine karşı ayaklandığında, Fransızlar koloni karşıtı ayaklanmayı bastırmak için ülkeye 400 bin asker yerleştirdi.
Fransa Ulusal Meclisi'ndeki azınlık durumundaki sosyalistler, 1915 yılında Türkiye'de işlendiği iddia edilen Ermeni soykırımının yalanlanmasını reddedenlere yönelik ceza getirmeyi öngören yasanın gerekçelerine bakıldığında, Fransa'nın Cezayir'de işlediği soykırımlar konusunda bu ulusun anılarını canlandırmanın hayati öneme sahip olduğu ortaya çıkıyor.
Çok sayıda tarafsız Fransız yetkili, Cezayir'de Fransa kolonel yönetiminin hüküm sürdüğü 130 yıl boyunca kendi ülkelerinin işkencelerini dile getirdi. Örneğin, zorla boyun eğdirmeye katılan paralı askerlerden Edouard Sablier, daha sonra durumu şöyle tarif edecektir: "Kasabaların her yerinde etrafı dikenli tellerle çevrili, içinde binlerce şüphelinin tutulduğu kamplar vardı... Dağlar arasındaki izole edilmiş köylere denetime gittiğimizde, insanların, "Ürünlerini ellerinden alarak onları cezalandırmamız gerekir." sözlerini duyardım."
Fransız Troçkistleri tarafından yayınlanan "Ohe Partizanları" isimli gazetede, Setif'i "Cezayir Oradour"u olarak tanımlamışlardı. Oradour, Nazi işgalcilerinin aralarında çocukların da bulunduğu 600'den fazla insanı kestiği bir Fransız kasabasıydı.
Tarihin gördüğü en büyük soykırım
Cezayir, ilk kez 1830 yılında bir Fransız kolonisi oldu. Cezayir halkı, Fransız koloni yönetimine karşı ayaklandığında, Fransızlar koloni karşıtı ayaklanmayı bastırmak için ülkeye 400 bin asker yerleştirdi. Fransız kolonel güçleri, kolonel yönetime karşı çıkan ayaklanmaya karşı doğudaki birkaç kente hava ve kara saldırısı düzenledi, özellikle de Setif ve Guelma'ya. Bu sıkı önlemler birkaç gün sürdü ve Cezayir Devleti'ne göre geride 45 bin ölü insan bıraktı. Avrupalı tarihçiler, bu rakamı 15 bin ya da 20 bin olarak kayda geçti. Fansız saldırıları sadece Cezayir topraklarında değil, Fransa'nın içinde de devam etti. 1961 yılındaki Paris katliamı buna en canlı örnektir: 17 Ekim tarihinde, Fransız polisi ülkelerinin Fransız koloni yönetiminden bağımsızlığını kazanmasını talep eden silahsız Cezayirli göstericilerin üzerine ateş açtı. Bu saldırıda kaç göstericinin öldüğü hâlâ net değil; ancak tahminler 32 ila 200 kişi arasında değişiyor. Bu olay, 1999 yılına kadar resmi olarak doğrulanmamıştı. O tarihe kadar tüm Fransız hükümetleri gerçeği saklamışlardı.
Bağımsızlık savaşı boyunca da idamlar ve geniş çaplı tutuklamalar oldu; "Pek çok Avrupalı hukukçu suçlananları savunmayı reddetti. Köylüler havadan bombalandı ve denizden kruvazörlerle top ateşine maruz bırakıldılar. Bu saldırılar rastgele yapılıyordu. Amaç sadece ayaklananları cezalandırmak değil, aynı zamanda tüm Müslüman nüfusa yerini ve haddini bilmesini öğretmekti. Yerleşimciler kendi resmi olmayan ölüm timlerini kurdular ve binlerce Müslüman öldürdüler. Alman ve İtalyan savaş tutukluları, bu katliamda yer almaları amacıyla serbest bırakıldı. 1945 katliamları ise Fransızların Cezayir'de giriştiği en trajik katliamlardan biri oldu. Le Monde gazetesinin de aktardığı gibi, "Fransa, 8 Mayıs 1945'te Avrupa'da zaferi kutlarken, bu ülkenin ordusu Setif ve Guelma'da binlerce masum sivili katlediyordu; bu olaylar Cezayir bağımsızlığının gerçek başlangıcı olmuştu".
Ahmed Bin Bella'nın da dile getirdiği gibi Fransızlar, insanlara ve Cezayir kültürüne karşı bir soykırım işlemişti: "Cezayir'in yerli halkının büyük bir bölümü Fransız kolonel yönetiminin başlarında yok edilmişti, 1830'da dört milyonun üzerinde, 1890'da ise 2,5 milyon kişi öldürülmüştü. Sistematik soykırım, Cezayir kültürel kimliğinin vahşice ezilmesiyle sürdürüldü. Yerli Cezayirliler Fransız tebaasıydı ancak İslam dinini ve Arap kültürünü reddettiklerinde Fransız vatandaşı olabiliyorlardı. Bu acımasız kültürsüzleştirme politikası, geriye kalan Cezayirlilerin kendi anadilleri olan Arapça konuşmamaları yönündeki baskı ve Fransız kolonel kültürü dayatması ile sürdü. Cezayir'in yerli Müslüman halkının silah taşımasına ya da kendi politik toplantılarını düzenlemesine izin verilmedi. Katı yasalara maruz bırakıldılar, hatta evlerini ya da köylerini terk etme konusunda bile kolonel yönetimlerinin onayı gerekiyordu. Dahası, 2005 yılındaki El Cezire televizyonundaki bir röportajında Ahmed Bin Bella, yüzlerce Cezayirlinin 17 Ekim 1961'de canlı canlı La Sinn Nehri'ne atıldığını ve sürüklenmelerinin seyredildiğini anlatmıştı. Çünkü bu insanlar bağımsızlık istiyor ve Fransız yönetimine karşı ayaklanıyordu. Cezayir gazetesi, la Tribune'nin editörü Abdülkerim Gazali, Fransa'nın bağımsız ve egemen Cezayir'in işgalini, Nazi Almanya'sının pek çok Avrupa ülkesini işgaline benzetmiş ve bunun ırkçılık olduğunu yazmıştı. 2005 yılında Cezayir, Fransa'dan kolonel yönetimi sırasında işlediği suçlardan dolayı özür dilemesini talep etti. Cezayir Senatosu sözcüsü Amar Bakhouche, Fransa'nın katliamlar için özür dilememesine tepki göstermişti. Bu konuda Fransa'daki arşivler bugüne kadar kapalı tutuldu. Fransızlar, katliam ve soykırıma dair tüm belgeleri topladı. Pek çok kişi için kapalı tutulan bu arşivler, Fransa'nın Cezayir'deki soykırımının birer kanıtı. Bakhouche, Fransa'nın arşivlerini kapalı tutmasına da tepki gösterdi. Bakhouche, bu dönemde tutulan arşivlerin büyük bir bölümünün Fransa'ya götürüldüğünü ve gizlendiğini belirtiyor: "Arşivler Fransız ve Cezayirlilere açık değil. Bir an önce bunların kamuya açılmasını istiyoruz."
Fransız Parlamentosu'nun, sözde Ermeni soykırımını inkarı suç sayan kararına karşılık Türk Parlamentosu da Fransızların Cezayir'de işlediği soykırımı yasadışı sayan bir tasarıyı gündemine alıyor. Cezayirliler şimdi her 8 Mayıs'ta Fransa'nın Setif kentinde 45 bin Cezayirliyi öldürmesini ve işkenceleri anıyor ve yürüyüşler düzenliyor. Bu yılın nisan ayındaki Paris ziyaretinde Cezayir Cumhurbaşkanı Abdülaziz Bouteflika, "Kolonileştirme; kimliğimizi, tarihimizi, dilimizi ve geleneklerimizi soykırıma uğrattı." demişti. Fransa'nın tüm çağrılara rağmen soykırım konusundaki olumsuz tavrı nedeniyle 2005 yılında yürürlüğe girmesi beklenen Cezayir-Fransız dostluk anlaşması gerçekleşmedi. Bununla birlikte, ilişkilerin normalleşmesi de çok yavaş ilerliyor. Cezayir her daim, Fransa'nın soykırım için bir özür dilemesini umut etti ve bunun ilişkilerin düzelmesi için gerekli olduğunu belirtti. Tıpkı, 1963'teki Fransız-Alman mutabakatında olduğu gibi. [2]
Cezayir'deki Fransız Vahşeti
Cezayir 1830'dan 1962'ye kadar yani toplam 132 yıl süreyle Fransa'nın işgalinde kaldı. Bu süre içinde Cezayir halkı da kesintili olarak bağımsızlık savaşları verdi. En şiddetli savaş ise 1954-1962 arasında gerçekleştirilen büyük bağımsızlık savaşıdır. Bu süre içinde Fransız işgalciler 1,5 (bir buçuk) milyon Cezayirliyi hunharca şehit etmişlerdir. Fakat Fransa'nın Afrika'da gerçekleştirdiği tek katliam Cezayir katliamı değildir. Fransa hemen hemen girdiği tüm Afrika ülkelerinde benzer katliamlar gerçekleştirmiştir. Öldürülenlerin sayısı belki farklıdır ama hepsinde de aynı vahşet ruhunun etkin olduğunu görüyoruz. Üstelik bu katliamlar Ortaçağ'ın karanlık zihniyetiyle değil 20. yüzyılın yani modern çağın modernist felsefesiyle, insan hakları, uluslararası hukuk gibi kavramların bütün dünya kamuoyunun literatürüne girdiği bir dönemde gerçekleştirilmiştir. Biz de bu araştırmamızda başta Cezayir katliamı olmak üzere, Fransa'nın muhtelif Afrika ülkelerinde gerçekleştirdiği katliamlar hakkında birtakım özet bilgiler vereceğiz.
Fransa'nın Cezayir İşgâli
Fransa'nın Cezayir'e yönelik işgal amaçlı saldırıları 1827'de başlamıştır. Fakat saldırıların başlamasıyla ilgili gelişmeler oldukça ilgi çekici ve düşündürücüdür. O tarihte Cezayir, Osmanlı Devleti'ne bağlı bir eyalet durumundaydı ve başında da aslen İzmirli olan Dayı Hüseyin Paşa bulunuyordu. Fakat Osmanlı Devleti'nde baş gösteren zayıflama Cezayir'i de Fransa karşısında zayıf duruma düşürmeye başlamıştı. O sıralarda Fransa hükümeti, Bacri ve Busnak adlı Cezayirli iki Yahudiden 5 milyon Frank ve bir miktar hububat borç almıştı. Fransa krallık idaresine geçince yeni yönetim bu borçları tanımakla birlikte ödemeyi durdurdu. Bunun üzerine söz konusu iki Yahudi alacaklarının tahsili için Dayı Hüseyin Paşa'yı devreye soktular. Hüseyin Paşa da tebaasından olan bu iki kişinin alacaklarını tahsil için harekete geçti ve bazı Fransız gemilerine el koydu. 29 Nisan 1827 tarihinde bu borçların tartışıldığı sırada Dayı Hüseyin Paşa, Fransız konsolosu Pierre Deval'in yüzüne elindeki yelpazeyle vurdu. Fransa da bu olayı savaş ilanı kabul ederek 16 Haziran 1827'de askeri harekatı başlattı. Aslında Fransa böyle bir harekat için söz konusu olaydan önce hazırlığını yapmıştı. Bu ilk harekattan sonra Cezayir'in sahillerini abluka altına aldı.
O sıralarda Yunanistan işgaliyle uğraşan İstanbul yönetimi (Babıali) ise olaylara müdahale etme imkanından yoksundu. Bu yüzden diplomatik yollardan meselenin çözümü için uğraş veriyordu. Ama Fransa avantajlı durumunu değerlendirerek işgal planını gerçekleştirmek istiyordu. Fransa, İngiltere ve Rusya'yla da işbirliği yaparak 20 Ekim 1827'de Navarin'deki Osmanlı donanmasını yaktı. Bu olaydan kısa bir süre sonra 1828-29 Osmanlı-Rus Savaşı başladığından Cezayir, Fransa karşısında iyice yalnız kaldı. Bu duruma rağmen yine de Fransa, Cezayir'i kısa sürede işgal edemedi. 14 Haziran 1830'da General Bourmont komutasında yeni bir donanma ve 37.000 kişilik takviye birlik gönderdi. Bu takviye güçlerle 5 Temmuz 1830'da başkent Cezayir'i işgal edebildi. Fakat o sırada meşhur Emir Abdülkadir komutasında bir gerilla savaşı başlatıldığından Fransa, Cezayir'in tümünü ele geçiremedi. Emir Abdülkadir'in işgal kuvvetlerine karşı direnişi 1947'ye kadar sürdü ve Fransa'nın ülkenin tümü üzerinde hakimiyet sağlaması da ancak bu direnişin sona ermesinden sonra gerçekleşti.
Fransa Sultasındaki Cezayir
Fransa, 22 Temmuz 1834'te Fransız Kuzey Afrika Genel Valiliği'ni kurdu. Bu genel valiliğin işi daha çok ülkedeki sömürge yönetimini güçlendirme amacıyla ülkenin batısında Emir Abdülkadir liderliğinde, doğusunda da Ahmed Bey'in liderliğinde bağımsızlık savaşı veren gerilla güçleriyle uğraşmak oldu. 1847'ye kadar süren bu savaşta işgal güçleri epey kayıp verdiler.
Fransız işgal güçleri Cezayir halkının direnişini kırmak ve bağımsızlık yanlısı direnişe destek vermesini engellemek amacıyla askeri, siyasi, dini, kültürel ve ekonomik her baskı yolunu denediler. Kültürel yönden halkın Müslüman ve Arap kimliğini yok etmek amacıyla baskı yaptı, Arapça ve Berberice yerine Fransızca'yı hakim kılmak için uğraştılar. Dini yönden Müslümanlığın yerine Hıristiyanlığı hakim kılmak için yoğun bir misyonerlik faaliyeti başlattı ve bu amaçla baskı uygulamalarına başladılar. İşgale karşı direnen kabilelerin arazilerine el koymak suretiyle ekonomik baskı metotlarına başvurdular. Halka hizmet veren vakıflara ait gayri menkullere el koymaya başladılar. Ülkenin en güzel bölgelerinde sömürge yerleşim birimleri oluşturdu ve buralara Avrupalıları getirtip yerleştirdiler. Avrupa'dan göçü teşvik amacıyla da yerli kabilelerden zorla gasp edilen araziler göçmenlere bedava dağıtıldı. 1841-1850 yılları arasında yerli ahaliden gasp edilen 115 bin hektar arazi Avrupalı göçmenlere bedava dağıtılmıştır. 1930'da ise bu şekilde Avrupalı göçmenlere dağıtılan arazinin miktarı 2 milyon 345 bin hektarı (23 milyon 450 bin dönümü) bulmuştur. Bu teşvikler yüzünden de Avrupa'dan göçte göze batar bir artış gerçekleşmiştir.
Despotik Bir Yönetim
Fransa, Cezayir'i işgal ettikten sonra ülkenin yerli halkını yönetmek amacıyla "Arap Büroları" adı verilen askeri merkezler oluşturdu. Bu merkezler zulüm ve baskı anlayışına göre teşekkül etmişti. Bu yönetim biçimi 1870 yılına kadar devam etti. Tamamen işgal güçlerinin kontrolünde olan bu merkezler bir bakıma ülkede sıkıyönetimi hakim kılan askeri merkezler durumundaydı.
1870'te sivil yönetime geçildi ve Cezayir, Fransa İçişleri Bakanlığı'na bağlandı. Bu gelişmeden sonra 1871'de Muhammed el-Mukrani'nin etrafında toplanan 200 kadar kabile ülkenin tamamına yayılan bir ayaklanma başlattı. 1881'de Sidi Şeyh liderliğinde ikinci bir ayaklanma gerçekleştirildi. Fransa sömürge yönetimi her iki işgali bastırmak için de ülkenin her tarafını kan gölüne çevirdi ve binlerce insanı vahşice katlettiler. İkinci ayaklanma 1884'te bastırılabilmiştir ve bu üç yıllık süre içinde çok sayıda insan katledilmiştir. Bu isyan bahane edilerek ülkedeki tüm yargı mekanizması askıya alınmış ve "Yerli Kanunu" adı verilen zulüm kanunları uygulamaya geçirilmiştir. Bu kanunların uygulaması 1919'a kadar sürdürüldü. Bu kanunlar Fransızlara özel bir ayrıcalık tanırken Cezayirlileri bütün insan haklarından mahrum ediyordu. Yani bu kanunlara dayalı olarak Amerika'dakine benzer şekilde bir tür ırk ayrımı politikası uygulanıyordu. Bu politika Cezayirlileri aynı zamanda ekonomik yönden de zor duruma sokuyordu. Onlardan ağır vergiler alarak işgal yönetiminin tüm giderlerini onlardan alınan vergilerle karşılıyordu. Bu uygulama çok sayıda Cezayirliyi ülkelerini terk etmeye zorlamıştır.[3]