MURATS44
Özel Üye
Hukuki ve Siyasi Boyutuyla Ermeni Sorunu
"Ermeniler Soy Kırıma Uğratıldı mı?"
*Pulut Y.TACAR
*Emekli Büyükelçi
Konunun Hukuki Yanları
Soy kırımı suçu, sınırları soy kırımı sözleşmesi tarafından belirlenmiş hukukî bir kavramdır.
"Soy kırımı suçu" kavramı 9.12.1948 tarihli Soy kırımı Suçunu Önleme ve Cezalandırma Sözleşmesi ile tanımlandı; daha önce böyle bir suç tanımlaması yoktu. Soy kırımı eylemi, Soy kırımı Sözleşmesini onaylayan tüm ülkelerde suçtur. Türkiye bu Sözleşmeyi onaylamıştır. Bu nedenle her şeyden önce soy kırımı suçunun tanımı, unsurları, nasıl oluştuğu ve bu suçun işlenip işlenmediği ile ilgili kararın hangi mahkeme tarafından verilebileceği hususlarını ele almamız gerekir.
Soy kırımı Sözleşmesinin "Giriş" bölümünde bu suçun savaş veya barış dönemlerinde işlenebileceği kayıtlıdır. Başka bir deyişle, suçun savaş koşullarında işlenmiş bulunması, o suçun soy kırımı çerçevesine girmesini engellemez.
Sözleşmenin 2. maddesi hangi eylemlerin, hangi koşullarda soy kırımı sayılacağını belirtmektedir. Buna göre. soy kırımı bir ulusal, etnik, ırksal veya dinî gruba mensup insanları, tamamen veya kısmen, o gruba mensup oldukları için ortadan kaldırmak - halk deyimi ile kökünü kazımak - amacıyla işlenmiş aşağıdaki eylemlerden biridir:
A) Bir grubun üyelerini öldürmek;
B) Bir grubun üyelerine cismanî veya aklî zarar vermek:
C) Bir grubun üyelerini fizikî olarak tamamen veya kısmen yok etme sonucunu vereceği önceden bilinen yaşam koşulları altına sokmak;
D) Grup içindeki doğumları bilinçli olarak önlemeğe yönelik önlemler dayatmak:
E) Bir grubun çocuklarını başka gruplar içine zorla götürmek.
İnsanları, belirli bir gruba mensup bulundukları gerekçesiyle ortadan kaldırma eylemine bir örnek vermek gerekirse, İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanya'daki Yahudilerin sırf Yahudi oldukları içi toplu olarak katledilmelerini gösterebiliriz. İnsanları bir ırka ya da dinî gruba mensup oldukları gerekçisiyle toptan ya da kısmen yok etme niyeti bulunmadığı takdirde, o eyleme soy kırımı denilemez: olsa olsa -kendileri de suç olan- cinayet veya toplu öldürme terimleri kullanılabilir.
Sözleşmenin 3. maddesine göre sadece soykırımı suçunu işleyenler değil, buna katkıda bulunanlar. doğrudan veya açık biçimde teşvik edenler, soykırımı girişiminde bulunanlar veya suç ortaklığı yapanlar da soy kırımı suçu ile cezalandırılacaklardır
Sözleşmenin 4. maddesine göre soy kırımı cezalandırabilecek olanlar hakikî şahıslardır. Bunlar kamu görevlileri, özel şahıslar ya da anayasaları gereğince sorumlu olan yöneticiler olabilir. Yani soykırımı suçunu, hükmi şahıslar değil -örneğin devletler veya yerel yönetimler değil-, gerçek şahıslar işleyebilmekte, bu kişiler yargılanabilmekte, suçlu bulunurlarsa cezalandırılmaktadır.
Sözleşmenin 6. maddesine göre suçun işlenip işlenmediğine karar verecek olan yetkili mahkeme soy kırımı suçunun işlendiği ülkenin mahkemesidir: ayrıca taraflar yargı yetkisini kabul ettikleri takdirde, bir uluslar arası ceza mahkemesi de görevlendirilebilir. Bunun anlamı, yerel ya da ulusal parlementoların sivil toplum örgütlerinin ve yetkisiz mahkemelerin herhangi bir eylemi soy kırımı olarak nitelendirmeye hakları bulunmadığıdır. Başka bir deyiş Fransa Parlamentosunun ya da ABD'de bir Eyalet Meclisinin veya örneğin Fransa'da Paris Asliye Mahkemesinin bir başka ülkede soy kırımı suçu işlendiği konusunda karar verme yetkisi yoktur. Böyle bir yola gidilmesi, Soy kırımı Sözleşmesinin ihlâli anlamına gelir.
Devletin soy kırımındaki sorumluluğu konusu da dahil olmak üzere Sözleşmenin yorumu, uygulanması ve hayata geçirilmesi konusunda Akit Taraflar arasında uzlaşmazlık olursa, yani Sözleşme ihlâl edilirse, Soy kırımı Sözleşmesinin 9ncu maddesine göre, ihtilafın taraflarından biri. konuyu Uluslar arası Adalet Divanına götürebilir. Bir örnek vermek gerekirse, yetkili yargı organı tarafından varlığı karara bağlanmamış bir soy kırımı suçu olmadan, Fransa'nın çıkardığı tek maddelik "Fransa 1915 yılında Ermenilere yapılan soy kırımını tanır" şeklindeki yasa Soy kırımı Sözleşmesine aykırıdır. Zira, bir yargı organı olmayan, Soy kırımı Sözleşmesine göre yetkisi bulunmayan Fransa Parlamentosu, soy kırımı yapıldığı yolunda bir karar alarak anılan Sözleşmeye aykırı hareket etmiş. Fransa'nın yürütme organının başındaki Cumhurbaşkanı da yasayı onaylayarak yayımlamıştır. Ayrıca, soy kırımı suçu gerçek kişi tarafından işlenebildiği hâlde, bu konuda herhangi bir kişi hakkında dava açılmamış, kişinin savunması alınarak usulüne uygun biçimde yargılanmamıştır. Bu nedenle. Sözleşmenin Fransa tarafından ihlâl edildiğinin saptanması için Uluslar arası Lahey Adalet Divanına başvurma seçeneğinin ciddî bir biçimde ele alınması gerektiğini düşünüyorum.
Konunun Siyasi Yanları: Siyasi Anlamda Soy Kırımı Kavramı
Kimi ülke parlamento veya Eyalet Meclislerinin ve Avrupa Parlamentosunun yargı organı olmadıkları ve hiçbir yetkileri de bulunmadığı hâlde Osmanlı Devleti topraklarında yaşayan Osmanlı vatandaşı Ermenilere karşı 1915 yılında soy kırımı suçu işlendiği yönünde aldıkları kararlar hukukî değil, siyasal niteliklidir. Böylece ortaya "siyasî anlamda soy kırımı" kavramı çıkarılmıştır. Ermeni soy kırımı savının siyasî nitelikli yorumunun ardında, o ülke vatandaşı olan Ermenilere hoş görünmek, onlara hak vererek acılarını bir ölçüde dindirmek, Türkiye'ye baskı yapmak, ülkemizi Avrupa Birliğine tam üyelikten uzaklaştırmak dahil, çok farklı amaçlar vardır. Ayrıca, bu yönde düşünenlerin büyük bir bölümü de söylediklerine gerçekten inanmaktadırlar.
Son zamanlarda, soy kırımı savlarının hukuka uygun olmadığını kavramış bulunan çok sayıda Ermeni militan, soy kırımı terimini hukukî değil, siyasî anlamda kullandıklarını ve siyasî tanıma istediklerini belirtmeye başlamışlardır. Doğal olarak, böyle bir siyasî tanımanın hukukî sonuçlarından ziyade, manevî ve siyasî sonuçları öne çıkmaktadır.
Konunun Siyasi Yanları: Türk Görüşü
Türk Hükümetleri ile Türk ulusunun ittifaka yakın çoğunluğu. Birinci Dünya Savaşı döneminde Osmanlı Devleti'nin Ermeni vatandaşlarına soy kırımı uygulandığı savını kabul etmemektedir. Belge ve verilere de dayanan görüşümüze göre. 1915 başlarında Anadolu'da bir Ermeni Devleti kurmak için başlatılan silâhlı ayaklanma ve savaş nedeniyle karşılıklı öldürmeler olmuş (Osmanlı dilinde buna mukatele "karşılıklı çok sayıda öldürme" de deniliyor). Osmanlı Devleti'nin bazı bölgelerinde oturan Ermeniler, ülkenin başka kesimlerine zorla göç ettirilmiş, bu göç sırasında hastalık, açlık ve haydutların saldırıları nedeniyle Müslüman veya Gayrimüslim Osmanlı vatandaşları arasında çok sayıda ölüm vuku bulmuştur. Bunun dışında aynı yerleşim biriminde oturan Osmanlı yurttaşı Türkler ve Ermeniler, öç alma gibi duygularla birbirlerini öldürmüşlerdir. Bunun aksi de olmuş, komşular birbirlerini korumuşlardır. Ancak, bizim değerlendirmemize göre. Osmanlı Ermenilerini. Ermeni oldukları gerekçesiyle tamamen veya kısmen yok etme niteliği taşıyan - yani 1948 Soy kırımı Sözleşmesinin hukukî çerçevesine giren- bir eylem yapılmamıştır. Ayrıca, hukuk acısından 1948 yılında oluşmuş bir suç kavramının, geriye doğru işletilmesi mümkün değildir. Nihayet. Ermeniler. Sevr Anlaşması görüşmelerine katılırken "savaşan taraf" olduklarını resmen ileri sürmüşlerdir. Savaşan taraf, savaşta kaybettiği askerlerinin soy kırımına uğradığını ileri süremez.
Gene de o dönemde yaşanan trajedide. Gayrimüslim ve Müslüman pek çok Osmanlı yurttaşının -maalesef - hayatını kaybettiği, yaralandığı, malından, yerinden yurdundan olduğu bir gerçektir. Ancak bu acıların sadece Osmanlı vatandaşı Ermeniler tarafından çekildiğini ileri sürmek büyük haksızlıktır. Haçlı zihniyetinin sonucu olan dini bağnazlıktır: kabul edilmesi beklenmemelidir.
Konunun Siyasi Yanları: Ermeniler Soruna Nasıl Bakıyor?
Ermenilerin soruna bakış acısını inceleyecek olursak, atalarının soy kırımına uğradığı ve yaklaşık bin yıldır oturdukları topraklarından sökülüp atıldıkları savının, günümüzde Türkiye dışındaki Ermeni toplumunun kimliğinin çimentosunu oluşturduğunu görürüz. Ermenistan Cumhuriyeti'nde yaşayanlar da dahil olmak üzere dünyanın çeşitli yerlerine dağılmış olan Ermeniler, sistemli biçimde beyinlerini yıkayan —terör örgütleri de dahil olmak üzere- bazı derneklerin ve Türkiye dışındaki Ermeni Kilisesinin gayretleri ile Anadolu'nun doğusunu da içine alan Büyük Ermenistan hayalini beyinlerinden çıkaramamakta, bu hayali canlı tutmak için atalarının çektiği acıları belleklerinde tazeleyerek yaşatmaktadırlar.Bugün Ermenistan Cumhuriyeti'ne gidenler, sokak, meydan, otel adlarından başlayarak, içki adlarına kadar uzanan yer ve malların isim veya simgelerinin Doğu Anadolu'daki bölge, dağ ve kentleri canlandırdığını göreceklerdir.
Oysa, Birinci Dünya Savaşı sırasında. Osmanlı Ermenilerinin bir bölümü, başlarında Osmanlı Meclisindeki temsilcileri olduğu hâlde Doğu Anadolu'da ayaklanmışlardır.
Van isyanı buna bir örnek teşkil etmektedir. Bu macera sonucunda uğradıkları büyük kayıplar, ayaklanmalarının ve giriştikleri savaşın sonucudur. Bu ayaklanmadan sonra. Osmanlı Hükümetinin aldığı zorunlu yer değiştirme sırasında hastalık, yorgunluk, açlık ve dağlardan inen çetelerin saldırıları sonunda ölenlerin sözde soy kırımına uğratıldıkları ileri sürülmektedir. Militan Ermenilerin iddiasına göre. az sayıda Ermeni çetecisinin ayaklanması bahane edilerek ülkedeki tüm Ermeniler İttihat ve Terakki Hükümeti tarafından plânlı ve bilinçli olarak kırıma uğratılmıştır.
Gerçekte ise Osmanlı Ermenileri. Osmanlı Devletinden koparak ve bağımsızlıklarını kazanan Yunanlar, Sırplar, Karadağlılar, Bulgarlar, Romenler gibi bağımsızlıklarını kazanmak için silâha sarılmış ve Osmanlı Devleti ile savaşmışlardır. Diğerlerinden farkları Ermenilerin Osmanlı Devleti'nin hiçbir bölgesinde çoğunlukta bulunmamalarıdır. Bu durumda. Ermeni çeteciler ayaklandıkları yerlerde. Rus ordusunun da yardımıyla katliâma ve etnik temizliğe başvurmuşlardır. Öte yandan, Türkiye'nin güneyini işgal eden Fransızlar, bir bölümü Osmanlı vatandaşı olan Ermeniler" den Fransız Lejyonları kurmuşlar, bunları Fransız askeri üniforması giydirerek silâhlandırmış savaşa sokmuşlardır.
Ermenistan'da yaşayan Ermenilerin ve diğer ülkelerdeki yurttaşlarının bir bölümünün şimdiki beklentisi, bugünkü Ermenistan Cumhuriyetinin-Batı Ermenistan diye adlandırdığı- Türk topraklarına doğru genişlemesi ve asılsız soy kırımına uğrayanların bir bölümü için tazminat sağlanmasıdır.Bunun mümkün olamayacağını bilen gerçekçi bazı Ermeniler ise toprak ve tazminat taleplerini ileride ortaya atılabilecek bir pazarlık unsuru olarak kenara bırakmakta ve ilk aşamada, Osmanlı Devleti'nin Ermenilere soy uygulandığının Türkiye Cumhuriyeti tarafında bir şekilde tanınmasını istemektedirler. Bunlar. Avrupa Birliğinin Türkiye'nin tam üyelik talebini görüşeceği son karar aşamasında, asılsız Ermeni soy kırımım tanınmasını olmazsa olmaz koşul olarak ileri sürmeyi hayal ediyorlar ve Avrupa Parlamentosunun Ermeni soy kırımını tanıyan kararı nedeniyle bu isteklerinin gerçekleşeceğine inanıyorlar.
Ermenilerin (kimliklerinin ayrılmaz bir parçasını oluşturan) atalarının soy kırımına uğradığı savından vazgeçeceklerini sanmıyorum: böyle bir vazgeçme kimliklerinin önemli ölçüde yaralanması, âdeta yok olması anlamına gelecektir. Öte yandan, soy kırım savları Ermeniler dışında da destek bulmaktadır.Pek çok ülkede oluşan inanç, Birinci Dünya Savaş Osmanlı İmparatorluğu vatandaşı olan Ermenilerin büyük bir kırım uygulandığı yolundadır. Haçlı döneminden başlayarak yüzyıllar boyu Türkler ile savaşmış olan batılı ülkeler ve kötü Türk imajı ile beslenmiş olan Avrupa kamuoyu, Birinci Dünya Savaşında yapılan Türk karşıtı propagandadan da etkilenerek perçinlenen kanaatini bu konuyu fazla incelemeye, ayrıntılarını araştırmaya gerek görmeden sürdürmektedir. Sosyal psikoloji ile uğraşanlar, kanaat değişimi sürecinin ne kadar zor ve engebeli olduğunu bilirler.
Bu Koşullar Altında Ne Yapılabildi?
Türkiye'de üst düzey bazı yöneticiler, kimi düşünürler ve parlâmento üyelerinin bir bölümü sorunun tarihe ya da tarihçilere havalesini öneriyorlar. "Tarihe havale etmek" terimi kanımca çok soyuttur; tarih yazımının ise sübjektif olduğu kanısındayım. Hele tarihteki olayları, nedenleri ile birlikte ele alıp incelediğimizde, varacağımız sonuçlar bakış açımıza ve incelemenin yapıldığı zamana ve o dönemde geçerli olan hukuk veya etik normlarına göre farklı olacaktır.
Her iki tarafın tarihçileri ile tarafsız denebilecek bilim adamları, bu yolda yıllardır Ermeni olayları konusunu inceliyorlar: söylenebilecek olan hemen her şey söylenmiş, yazılmıştır: bunlar arasında büyük fark ve çelişkiler vardır. Taraflar kendi gerekçe ve belgelerini öne çıkarmakta, diğerlerinin belgelerinin sahte, tanıklarının ise yalancı olduğunu söylemektedir. Kimi tarihçiler, tarihin bazı sayfalarını okumamakta, yok saymakladır. Taraflar kendi tezlerini destekleyen bilgi ve belgelere inanmaya bunları öne çıkarmaya devam edeceklerdir. Objektif denebilecek tarihçilerin ulaşacakları sonuçların ise asılsız soy kırımını kendi kimliklerinin ayrılmaz bir parçası hâline getiren dogma sahiplerini ikna etmesi beklenmemelidir. Unutmayalım ki dogma sahipler: "kendi gerçekleri" sorgulama sonucunu verebilecek olan araştırma veya inceleme yapılmasını bile istemezler. Başkalarından tek bekledikleri kendilerinin bir dinî inanış gibi algıladıkları "nihaî ve mutlak gerçeğinin" kabul edilmesidir. Bütün bu nedenlerle, bugün Ermenistan'da ya da diğer ülkelerde yaşayan Ermenilerin, atalarına soy kırımı uygulanmadığı hususunda ikna edilebileceklerine inanmıyorum.
Bunun yanında, birlikte veya yan yana yaşamanın koşullarını da yaratmak gereklidir. Bence bunu sağlamanın yolu 1915 olaylarında yaşanan trajik olayların acısını, eylemlerden zarar görenlerden sadece bir bölümünün çektiği düşüncesinin ve kabul edilemeyeceğinin, soy kırımının esas itibariyle hukukî bir terim olduğunun, bu konuda karar vermeye yetkili yargı organının 1948 Soy kırımı Sözleşmesinde belirlenmiş bulunduğunun, siyasî veya entelektüel çevrelerin kendilerini yetkili yargıç sayarak, yargısız infaz yapmalarının kabul edilemeyeceğinin, her fırsattan yararlanılarak belirtilmesi ve tek taraflı suçlamalar ile barış içinde yaşama koşullarının sağlanamayacağının vurgulanmasından geçer.
Bu konudaki görüşlerimiz, yurt dışında ve Türkiye'de yabancıların katılımı ile yapılacak çalışma, panel veya sempozyumlarda Ermenilere ve onları destekleyen çevrelere anlatılmalıdır.Düzenleyeceğimiz toplantılara sadece Türk görüşlerini destekleyen yabancılar değil, tarafsız olanlar ve hatta değerlendirmelerimizi paylaşmayanlar da davet edilmelidir. Bu anlatım ve görüş değiştokuşu, duygusallıktan uzak bir biçimde, soğukkanlılıkla yapılmalıdır. Bu çerçevede Ermeni tarihçilerinin ve onları destekleyenlerin savları tek tek incelenmeli, gerçeğe uygun olmayan hususlar ortaya çıkarılmalı, kabul eylemediğimiz savları ileri sürenlere, gerekçeli karşı görüşlerimiz iletilmelidir. En önemlisi diyalogun başlatılması ve sürdürülmesi, farklı görüş ve yorum bulunduğunun belirlenmesidir. Gerek tarihte olan olaylar konusunda, gerek diğer güncel konularda sürdürülecek diyalog, sonuçta ve uzun vadede birlikte yaşamanın koşullarını yaratacaktır.
Tarihin her döneminde, dünyanın her yerinde yaşanan trajik olaylar geniş toplum kesimlerini etkilemiştir. Bu olaylarda zarar görenlerin, hayatlarını kaybedenlerin soylarının belleklerinin silinmesi, belleklere yerleşmiş verilerin, sevinç ve üzüntülerin yok sayılması beklenemez. Bu duyguların da anlayışla karşılanması, yaraların deşilmesi yerine, sarılması için gereken psikolojik adımlar atılmalıdır. Öte yandan, belleğe saygı duyulması bağlamında, sadece şevke bağlı trajik olaylarda hayatlarını kaybeden Ermenilerin çocuk veya torunlarının değil, İğdır'da. Maraş'ta, Van'da ve ülkenin başka yerlerinde öldürülen Müslüman Osmanlı vatandaşlarının kaderlerinin de bunların soylarının belleğine kayıtlı bulunduğu gerçeği unutulmamalı ve anımsamayanlara gerektiğinde hatırlatılmalıdır.
Bu konuda dikkate alınması gereken bir diğer husus, soy kırımı iddiaları karşısında son derecede ağırbaşlı ve Türkiye Cumhuriyeti'nin onurunu ve çıkarını ön plâna çıkarıcı bir tutum sergileyen Ermeni yurttaşlarımızın, kimi gelişmeler vesilesiyle rahatsız edilmemeleri ve incitilmemeleridir. Türk vatandaşı Ermenilerin, ülkemizde tüm vatandaşların yararlandığı saygınlığa ve onura sahip bulundukları hatırdan çıkarılmamalıdır. Ermeni yurttaşlarımızın ülkemizde yararlandıkları hak ve özgürlükler, soy kırımı savlarını geçersiz kılan deliller olmalıdır.
"Ermeniler Soy Kırıma Uğratıldı mı?"
*Pulut Y.TACAR
*Emekli Büyükelçi
Konunun Hukuki Yanları
Soy kırımı suçu, sınırları soy kırımı sözleşmesi tarafından belirlenmiş hukukî bir kavramdır.
"Soy kırımı suçu" kavramı 9.12.1948 tarihli Soy kırımı Suçunu Önleme ve Cezalandırma Sözleşmesi ile tanımlandı; daha önce böyle bir suç tanımlaması yoktu. Soy kırımı eylemi, Soy kırımı Sözleşmesini onaylayan tüm ülkelerde suçtur. Türkiye bu Sözleşmeyi onaylamıştır. Bu nedenle her şeyden önce soy kırımı suçunun tanımı, unsurları, nasıl oluştuğu ve bu suçun işlenip işlenmediği ile ilgili kararın hangi mahkeme tarafından verilebileceği hususlarını ele almamız gerekir.
Soy kırımı Sözleşmesinin "Giriş" bölümünde bu suçun savaş veya barış dönemlerinde işlenebileceği kayıtlıdır. Başka bir deyişle, suçun savaş koşullarında işlenmiş bulunması, o suçun soy kırımı çerçevesine girmesini engellemez.
Sözleşmenin 2. maddesi hangi eylemlerin, hangi koşullarda soy kırımı sayılacağını belirtmektedir. Buna göre. soy kırımı bir ulusal, etnik, ırksal veya dinî gruba mensup insanları, tamamen veya kısmen, o gruba mensup oldukları için ortadan kaldırmak - halk deyimi ile kökünü kazımak - amacıyla işlenmiş aşağıdaki eylemlerden biridir:
A) Bir grubun üyelerini öldürmek;
B) Bir grubun üyelerine cismanî veya aklî zarar vermek:
C) Bir grubun üyelerini fizikî olarak tamamen veya kısmen yok etme sonucunu vereceği önceden bilinen yaşam koşulları altına sokmak;
D) Grup içindeki doğumları bilinçli olarak önlemeğe yönelik önlemler dayatmak:
E) Bir grubun çocuklarını başka gruplar içine zorla götürmek.
İnsanları, belirli bir gruba mensup bulundukları gerekçesiyle ortadan kaldırma eylemine bir örnek vermek gerekirse, İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanya'daki Yahudilerin sırf Yahudi oldukları içi toplu olarak katledilmelerini gösterebiliriz. İnsanları bir ırka ya da dinî gruba mensup oldukları gerekçisiyle toptan ya da kısmen yok etme niyeti bulunmadığı takdirde, o eyleme soy kırımı denilemez: olsa olsa -kendileri de suç olan- cinayet veya toplu öldürme terimleri kullanılabilir.
Sözleşmenin 3. maddesine göre sadece soykırımı suçunu işleyenler değil, buna katkıda bulunanlar. doğrudan veya açık biçimde teşvik edenler, soykırımı girişiminde bulunanlar veya suç ortaklığı yapanlar da soy kırımı suçu ile cezalandırılacaklardır
Sözleşmenin 4. maddesine göre soy kırımı cezalandırabilecek olanlar hakikî şahıslardır. Bunlar kamu görevlileri, özel şahıslar ya da anayasaları gereğince sorumlu olan yöneticiler olabilir. Yani soykırımı suçunu, hükmi şahıslar değil -örneğin devletler veya yerel yönetimler değil-, gerçek şahıslar işleyebilmekte, bu kişiler yargılanabilmekte, suçlu bulunurlarsa cezalandırılmaktadır.
Sözleşmenin 6. maddesine göre suçun işlenip işlenmediğine karar verecek olan yetkili mahkeme soy kırımı suçunun işlendiği ülkenin mahkemesidir: ayrıca taraflar yargı yetkisini kabul ettikleri takdirde, bir uluslar arası ceza mahkemesi de görevlendirilebilir. Bunun anlamı, yerel ya da ulusal parlementoların sivil toplum örgütlerinin ve yetkisiz mahkemelerin herhangi bir eylemi soy kırımı olarak nitelendirmeye hakları bulunmadığıdır. Başka bir deyiş Fransa Parlamentosunun ya da ABD'de bir Eyalet Meclisinin veya örneğin Fransa'da Paris Asliye Mahkemesinin bir başka ülkede soy kırımı suçu işlendiği konusunda karar verme yetkisi yoktur. Böyle bir yola gidilmesi, Soy kırımı Sözleşmesinin ihlâli anlamına gelir.
Devletin soy kırımındaki sorumluluğu konusu da dahil olmak üzere Sözleşmenin yorumu, uygulanması ve hayata geçirilmesi konusunda Akit Taraflar arasında uzlaşmazlık olursa, yani Sözleşme ihlâl edilirse, Soy kırımı Sözleşmesinin 9ncu maddesine göre, ihtilafın taraflarından biri. konuyu Uluslar arası Adalet Divanına götürebilir. Bir örnek vermek gerekirse, yetkili yargı organı tarafından varlığı karara bağlanmamış bir soy kırımı suçu olmadan, Fransa'nın çıkardığı tek maddelik "Fransa 1915 yılında Ermenilere yapılan soy kırımını tanır" şeklindeki yasa Soy kırımı Sözleşmesine aykırıdır. Zira, bir yargı organı olmayan, Soy kırımı Sözleşmesine göre yetkisi bulunmayan Fransa Parlamentosu, soy kırımı yapıldığı yolunda bir karar alarak anılan Sözleşmeye aykırı hareket etmiş. Fransa'nın yürütme organının başındaki Cumhurbaşkanı da yasayı onaylayarak yayımlamıştır. Ayrıca, soy kırımı suçu gerçek kişi tarafından işlenebildiği hâlde, bu konuda herhangi bir kişi hakkında dava açılmamış, kişinin savunması alınarak usulüne uygun biçimde yargılanmamıştır. Bu nedenle. Sözleşmenin Fransa tarafından ihlâl edildiğinin saptanması için Uluslar arası Lahey Adalet Divanına başvurma seçeneğinin ciddî bir biçimde ele alınması gerektiğini düşünüyorum.
Konunun Siyasi Yanları: Siyasi Anlamda Soy Kırımı Kavramı
Kimi ülke parlamento veya Eyalet Meclislerinin ve Avrupa Parlamentosunun yargı organı olmadıkları ve hiçbir yetkileri de bulunmadığı hâlde Osmanlı Devleti topraklarında yaşayan Osmanlı vatandaşı Ermenilere karşı 1915 yılında soy kırımı suçu işlendiği yönünde aldıkları kararlar hukukî değil, siyasal niteliklidir. Böylece ortaya "siyasî anlamda soy kırımı" kavramı çıkarılmıştır. Ermeni soy kırımı savının siyasî nitelikli yorumunun ardında, o ülke vatandaşı olan Ermenilere hoş görünmek, onlara hak vererek acılarını bir ölçüde dindirmek, Türkiye'ye baskı yapmak, ülkemizi Avrupa Birliğine tam üyelikten uzaklaştırmak dahil, çok farklı amaçlar vardır. Ayrıca, bu yönde düşünenlerin büyük bir bölümü de söylediklerine gerçekten inanmaktadırlar.
Son zamanlarda, soy kırımı savlarının hukuka uygun olmadığını kavramış bulunan çok sayıda Ermeni militan, soy kırımı terimini hukukî değil, siyasî anlamda kullandıklarını ve siyasî tanıma istediklerini belirtmeye başlamışlardır. Doğal olarak, böyle bir siyasî tanımanın hukukî sonuçlarından ziyade, manevî ve siyasî sonuçları öne çıkmaktadır.
Konunun Siyasi Yanları: Türk Görüşü
Türk Hükümetleri ile Türk ulusunun ittifaka yakın çoğunluğu. Birinci Dünya Savaşı döneminde Osmanlı Devleti'nin Ermeni vatandaşlarına soy kırımı uygulandığı savını kabul etmemektedir. Belge ve verilere de dayanan görüşümüze göre. 1915 başlarında Anadolu'da bir Ermeni Devleti kurmak için başlatılan silâhlı ayaklanma ve savaş nedeniyle karşılıklı öldürmeler olmuş (Osmanlı dilinde buna mukatele "karşılıklı çok sayıda öldürme" de deniliyor). Osmanlı Devleti'nin bazı bölgelerinde oturan Ermeniler, ülkenin başka kesimlerine zorla göç ettirilmiş, bu göç sırasında hastalık, açlık ve haydutların saldırıları nedeniyle Müslüman veya Gayrimüslim Osmanlı vatandaşları arasında çok sayıda ölüm vuku bulmuştur. Bunun dışında aynı yerleşim biriminde oturan Osmanlı yurttaşı Türkler ve Ermeniler, öç alma gibi duygularla birbirlerini öldürmüşlerdir. Bunun aksi de olmuş, komşular birbirlerini korumuşlardır. Ancak, bizim değerlendirmemize göre. Osmanlı Ermenilerini. Ermeni oldukları gerekçesiyle tamamen veya kısmen yok etme niteliği taşıyan - yani 1948 Soy kırımı Sözleşmesinin hukukî çerçevesine giren- bir eylem yapılmamıştır. Ayrıca, hukuk acısından 1948 yılında oluşmuş bir suç kavramının, geriye doğru işletilmesi mümkün değildir. Nihayet. Ermeniler. Sevr Anlaşması görüşmelerine katılırken "savaşan taraf" olduklarını resmen ileri sürmüşlerdir. Savaşan taraf, savaşta kaybettiği askerlerinin soy kırımına uğradığını ileri süremez.
Gene de o dönemde yaşanan trajedide. Gayrimüslim ve Müslüman pek çok Osmanlı yurttaşının -maalesef - hayatını kaybettiği, yaralandığı, malından, yerinden yurdundan olduğu bir gerçektir. Ancak bu acıların sadece Osmanlı vatandaşı Ermeniler tarafından çekildiğini ileri sürmek büyük haksızlıktır. Haçlı zihniyetinin sonucu olan dini bağnazlıktır: kabul edilmesi beklenmemelidir.
Konunun Siyasi Yanları: Ermeniler Soruna Nasıl Bakıyor?
Ermenilerin soruna bakış acısını inceleyecek olursak, atalarının soy kırımına uğradığı ve yaklaşık bin yıldır oturdukları topraklarından sökülüp atıldıkları savının, günümüzde Türkiye dışındaki Ermeni toplumunun kimliğinin çimentosunu oluşturduğunu görürüz. Ermenistan Cumhuriyeti'nde yaşayanlar da dahil olmak üzere dünyanın çeşitli yerlerine dağılmış olan Ermeniler, sistemli biçimde beyinlerini yıkayan —terör örgütleri de dahil olmak üzere- bazı derneklerin ve Türkiye dışındaki Ermeni Kilisesinin gayretleri ile Anadolu'nun doğusunu da içine alan Büyük Ermenistan hayalini beyinlerinden çıkaramamakta, bu hayali canlı tutmak için atalarının çektiği acıları belleklerinde tazeleyerek yaşatmaktadırlar.Bugün Ermenistan Cumhuriyeti'ne gidenler, sokak, meydan, otel adlarından başlayarak, içki adlarına kadar uzanan yer ve malların isim veya simgelerinin Doğu Anadolu'daki bölge, dağ ve kentleri canlandırdığını göreceklerdir.
Oysa, Birinci Dünya Savaşı sırasında. Osmanlı Ermenilerinin bir bölümü, başlarında Osmanlı Meclisindeki temsilcileri olduğu hâlde Doğu Anadolu'da ayaklanmışlardır.
Van isyanı buna bir örnek teşkil etmektedir. Bu macera sonucunda uğradıkları büyük kayıplar, ayaklanmalarının ve giriştikleri savaşın sonucudur. Bu ayaklanmadan sonra. Osmanlı Hükümetinin aldığı zorunlu yer değiştirme sırasında hastalık, yorgunluk, açlık ve dağlardan inen çetelerin saldırıları sonunda ölenlerin sözde soy kırımına uğratıldıkları ileri sürülmektedir. Militan Ermenilerin iddiasına göre. az sayıda Ermeni çetecisinin ayaklanması bahane edilerek ülkedeki tüm Ermeniler İttihat ve Terakki Hükümeti tarafından plânlı ve bilinçli olarak kırıma uğratılmıştır.
Gerçekte ise Osmanlı Ermenileri. Osmanlı Devletinden koparak ve bağımsızlıklarını kazanan Yunanlar, Sırplar, Karadağlılar, Bulgarlar, Romenler gibi bağımsızlıklarını kazanmak için silâha sarılmış ve Osmanlı Devleti ile savaşmışlardır. Diğerlerinden farkları Ermenilerin Osmanlı Devleti'nin hiçbir bölgesinde çoğunlukta bulunmamalarıdır. Bu durumda. Ermeni çeteciler ayaklandıkları yerlerde. Rus ordusunun da yardımıyla katliâma ve etnik temizliğe başvurmuşlardır. Öte yandan, Türkiye'nin güneyini işgal eden Fransızlar, bir bölümü Osmanlı vatandaşı olan Ermeniler" den Fransız Lejyonları kurmuşlar, bunları Fransız askeri üniforması giydirerek silâhlandırmış savaşa sokmuşlardır.
Ermenistan'da yaşayan Ermenilerin ve diğer ülkelerdeki yurttaşlarının bir bölümünün şimdiki beklentisi, bugünkü Ermenistan Cumhuriyetinin-Batı Ermenistan diye adlandırdığı- Türk topraklarına doğru genişlemesi ve asılsız soy kırımına uğrayanların bir bölümü için tazminat sağlanmasıdır.Bunun mümkün olamayacağını bilen gerçekçi bazı Ermeniler ise toprak ve tazminat taleplerini ileride ortaya atılabilecek bir pazarlık unsuru olarak kenara bırakmakta ve ilk aşamada, Osmanlı Devleti'nin Ermenilere soy uygulandığının Türkiye Cumhuriyeti tarafında bir şekilde tanınmasını istemektedirler. Bunlar. Avrupa Birliğinin Türkiye'nin tam üyelik talebini görüşeceği son karar aşamasında, asılsız Ermeni soy kırımım tanınmasını olmazsa olmaz koşul olarak ileri sürmeyi hayal ediyorlar ve Avrupa Parlamentosunun Ermeni soy kırımını tanıyan kararı nedeniyle bu isteklerinin gerçekleşeceğine inanıyorlar.
Ermenilerin (kimliklerinin ayrılmaz bir parçasını oluşturan) atalarının soy kırımına uğradığı savından vazgeçeceklerini sanmıyorum: böyle bir vazgeçme kimliklerinin önemli ölçüde yaralanması, âdeta yok olması anlamına gelecektir. Öte yandan, soy kırım savları Ermeniler dışında da destek bulmaktadır.Pek çok ülkede oluşan inanç, Birinci Dünya Savaş Osmanlı İmparatorluğu vatandaşı olan Ermenilerin büyük bir kırım uygulandığı yolundadır. Haçlı döneminden başlayarak yüzyıllar boyu Türkler ile savaşmış olan batılı ülkeler ve kötü Türk imajı ile beslenmiş olan Avrupa kamuoyu, Birinci Dünya Savaşında yapılan Türk karşıtı propagandadan da etkilenerek perçinlenen kanaatini bu konuyu fazla incelemeye, ayrıntılarını araştırmaya gerek görmeden sürdürmektedir. Sosyal psikoloji ile uğraşanlar, kanaat değişimi sürecinin ne kadar zor ve engebeli olduğunu bilirler.
Bu Koşullar Altında Ne Yapılabildi?
Türkiye'de üst düzey bazı yöneticiler, kimi düşünürler ve parlâmento üyelerinin bir bölümü sorunun tarihe ya da tarihçilere havalesini öneriyorlar. "Tarihe havale etmek" terimi kanımca çok soyuttur; tarih yazımının ise sübjektif olduğu kanısındayım. Hele tarihteki olayları, nedenleri ile birlikte ele alıp incelediğimizde, varacağımız sonuçlar bakış açımıza ve incelemenin yapıldığı zamana ve o dönemde geçerli olan hukuk veya etik normlarına göre farklı olacaktır.
Her iki tarafın tarihçileri ile tarafsız denebilecek bilim adamları, bu yolda yıllardır Ermeni olayları konusunu inceliyorlar: söylenebilecek olan hemen her şey söylenmiş, yazılmıştır: bunlar arasında büyük fark ve çelişkiler vardır. Taraflar kendi gerekçe ve belgelerini öne çıkarmakta, diğerlerinin belgelerinin sahte, tanıklarının ise yalancı olduğunu söylemektedir. Kimi tarihçiler, tarihin bazı sayfalarını okumamakta, yok saymakladır. Taraflar kendi tezlerini destekleyen bilgi ve belgelere inanmaya bunları öne çıkarmaya devam edeceklerdir. Objektif denebilecek tarihçilerin ulaşacakları sonuçların ise asılsız soy kırımını kendi kimliklerinin ayrılmaz bir parçası hâline getiren dogma sahiplerini ikna etmesi beklenmemelidir. Unutmayalım ki dogma sahipler: "kendi gerçekleri" sorgulama sonucunu verebilecek olan araştırma veya inceleme yapılmasını bile istemezler. Başkalarından tek bekledikleri kendilerinin bir dinî inanış gibi algıladıkları "nihaî ve mutlak gerçeğinin" kabul edilmesidir. Bütün bu nedenlerle, bugün Ermenistan'da ya da diğer ülkelerde yaşayan Ermenilerin, atalarına soy kırımı uygulanmadığı hususunda ikna edilebileceklerine inanmıyorum.
Bunun yanında, birlikte veya yan yana yaşamanın koşullarını da yaratmak gereklidir. Bence bunu sağlamanın yolu 1915 olaylarında yaşanan trajik olayların acısını, eylemlerden zarar görenlerden sadece bir bölümünün çektiği düşüncesinin ve kabul edilemeyeceğinin, soy kırımının esas itibariyle hukukî bir terim olduğunun, bu konuda karar vermeye yetkili yargı organının 1948 Soy kırımı Sözleşmesinde belirlenmiş bulunduğunun, siyasî veya entelektüel çevrelerin kendilerini yetkili yargıç sayarak, yargısız infaz yapmalarının kabul edilemeyeceğinin, her fırsattan yararlanılarak belirtilmesi ve tek taraflı suçlamalar ile barış içinde yaşama koşullarının sağlanamayacağının vurgulanmasından geçer.
Bu konudaki görüşlerimiz, yurt dışında ve Türkiye'de yabancıların katılımı ile yapılacak çalışma, panel veya sempozyumlarda Ermenilere ve onları destekleyen çevrelere anlatılmalıdır.Düzenleyeceğimiz toplantılara sadece Türk görüşlerini destekleyen yabancılar değil, tarafsız olanlar ve hatta değerlendirmelerimizi paylaşmayanlar da davet edilmelidir. Bu anlatım ve görüş değiştokuşu, duygusallıktan uzak bir biçimde, soğukkanlılıkla yapılmalıdır. Bu çerçevede Ermeni tarihçilerinin ve onları destekleyenlerin savları tek tek incelenmeli, gerçeğe uygun olmayan hususlar ortaya çıkarılmalı, kabul eylemediğimiz savları ileri sürenlere, gerekçeli karşı görüşlerimiz iletilmelidir. En önemlisi diyalogun başlatılması ve sürdürülmesi, farklı görüş ve yorum bulunduğunun belirlenmesidir. Gerek tarihte olan olaylar konusunda, gerek diğer güncel konularda sürdürülecek diyalog, sonuçta ve uzun vadede birlikte yaşamanın koşullarını yaratacaktır.
Tarihin her döneminde, dünyanın her yerinde yaşanan trajik olaylar geniş toplum kesimlerini etkilemiştir. Bu olaylarda zarar görenlerin, hayatlarını kaybedenlerin soylarının belleklerinin silinmesi, belleklere yerleşmiş verilerin, sevinç ve üzüntülerin yok sayılması beklenemez. Bu duyguların da anlayışla karşılanması, yaraların deşilmesi yerine, sarılması için gereken psikolojik adımlar atılmalıdır. Öte yandan, belleğe saygı duyulması bağlamında, sadece şevke bağlı trajik olaylarda hayatlarını kaybeden Ermenilerin çocuk veya torunlarının değil, İğdır'da. Maraş'ta, Van'da ve ülkenin başka yerlerinde öldürülen Müslüman Osmanlı vatandaşlarının kaderlerinin de bunların soylarının belleğine kayıtlı bulunduğu gerçeği unutulmamalı ve anımsamayanlara gerektiğinde hatırlatılmalıdır.
Bu konuda dikkate alınması gereken bir diğer husus, soy kırımı iddiaları karşısında son derecede ağırbaşlı ve Türkiye Cumhuriyeti'nin onurunu ve çıkarını ön plâna çıkarıcı bir tutum sergileyen Ermeni yurttaşlarımızın, kimi gelişmeler vesilesiyle rahatsız edilmemeleri ve incitilmemeleridir. Türk vatandaşı Ermenilerin, ülkemizde tüm vatandaşların yararlandığı saygınlığa ve onura sahip bulundukları hatırdan çıkarılmamalıdır. Ermeni yurttaşlarımızın ülkemizde yararlandıkları hak ve özgürlükler, soy kırımı savlarını geçersiz kılan deliller olmalıdır.