Ayyüzlüm
Yeni Üyemiz
Dünyadan Geçerken
]Kalp, gönül, ebedi ve ahirete dair olanın mekânıdır. İhtiyaçlarımızı karşılamak, hayırlara vesile olmak, vakfetmek için kazandığımız dünyanın yeri ise kalbimiz ya da gönlümüz değil, yanı başımızdır. Kazanır ve harcarız. Tabii ki İslâm’ın öğrettiği ölçülere göre...
Dünya doğrudan kötü ya da kötüleştirici değildir. Yaradılış görevlerini yerine getirir, asla Rabbine isyan etmez. Yeri göğü, taşı toprağıyla sürekli zikir ve taat halindedir.
Dünyayı kötüleştiren ise insandır. İnsan onu kötüye kullanarak kendi hayatını da berbat eder. Yoksa insanın zulmü dünyaya yüklenmez. İnsanın yaptıklarından dünya sorumlu tutulmaz.
Nimet ve nimetin sahibi
Dünya da Rabbimizin mucizelerindendir. Düzeni, ahengi, yerüstü ve yeraltı zenginlikleriyle, bin bir nimetle bezeli bir sofra gibi önümüze serili haliyle yaratıcısını tanıtan açık seçik bir ayettir.
Diğer taraftan Mukaddes Kitabımızda ve hadis-i şeriflerde dünyaya karşı dikkatli olmamız da öğütlenmektedir. Bunun sebebi dünyanın kendisi değil, insanların ahireti unutarak isyana daldıkları bir dünya hayatı yaşamalarıdır. İnsan elbette gaflet uykusuyla heba olmuş bir ömür sürebilir, dünya nimetlerinden nice hayra, sevaba da vesile olacak şekilde faydalanabilir.
Şuurlu, kalbi uyanık bir müslüman, dünya nimetlerini Rabbine hamd ederek alır, onlara bir emanet gibi hassas ve güzel davranır, Rabbinin rızasına uygun şekilde kullanır. Rabbinin nimetlerini asla küçümsemez, kötülemez, kötüye kullanmaz.
Hep O’nu hatırlayarak
Dünya zevk ve lezzetini terk ederek, kendine eziyet ederek arınma çabasına, yani ruhbanlığa dinimiz müsaade etmemiştir. Güzel yemekler yemenin, güzel kıyafetler giymenin, güzel mahallelerde güzel evlerde yaşamanın İslâm’a aykırı bir yanı yoktur. Eğer bunları dine aykırı kabul edersek, karşımıza önce Kur’an ve Allah Rasulü s.a.v. Efendimiz çıkar.
Tasavvuf erbabı “gaflet” kavramıyla dünya ile münasebetlerimize önemli bir ölçü getirmiştir. Yani asıl olan kulun Rabbini unutmamasıdır. Dünya nimetleri şımarmaya ve gaflete yol açabileceği gibi, dünya nimetlerine sırtını dönmüş bir zahit kişi de kendi halini beğenip insanları küçümseyerek şımarıp gaflete düşebilir. Ne kadar iyi gözükse de hali kendisiyle Rabbi arasında perde olur. İster şer ister hayır olsun, kulu şımartan her şey onu Rabbinden uzaklaştırır.
Her ne halde olursa olsun insan, tevazu ile Rabbini hatırlamalı, O’nun hep yanında olduğunu bilmelidir. Bu şekilde zikir halinde olduktan sonra dünya işlerinin, dünya malının ona bir zararı dokunmaz. Şah-ı Nakşibend k.s. hazretleri bir gün Kâbe’nin önünde ağlayarak dua eden birini görür ve sevinir. Fakat o kişinin kalbine bakınca, dünyalık için ağladığını anlar ve üzülür. Bir başka gün de çarşıda pek çok altın parası olan, bunları saymakla meşgul birine rastlar ve endişelenir. Bu kişinin kalbine nazar ettiğinde ise endişesi sevince dönüşür, çünkü adamın kalbi Allah’la meşgul haldedir. Bunun üzerine “halk içinde Hak ile” olunması gerektiğini söyler.
Tembellik mi tevekkül mü?
Tembelliğimizi, isteksizliğimizi, tevekkül ve dünyayı terk bahanesiyle aklamak mümkün değildir. Müslüman, çalışan kazanan insandır. Dünyayı müslümanca yaşar, ahiretine de müslüman olarak gider. Zor veya kolay, üzerine düşen din ve dünya işlerini yerine getirir. Dünyasını ve ahiretini bir arada düşünür.
Dünya işlerini terk edersek ortada ne medeniyet kalır, ne de yaşam kalitesi diye bir şey. İslâm tarihinde hepimizin övündüğü o devasa işleri yapan, eserleri meydana getiren ruh çalışmadan nasıl yaşatılabilir?
Müslümanların refah ve gelişimine katkıda bulunmak, bütün insanlığa öncü olmak ve hayırlara vesile olmak için dünya işlerinin hakkını vermek gerekir. Dünya gözümüzü bürümesin ama çalışıp kazanmak, dünyayı daima hayırlara vesile kılmak bir sorumluluktur.
Hep arayış içinde olup nasıl daha iyi olabilirim diye sormaktan, kendimizi gözden geçirip eksiklerimizi tamamlamaktan asla geri durmamamız gerekir. Bir yandan gönlünü dünyaya kaptırmama, bir yandan da dünyanın hakkını verme niyetini diri tutmak çok mübarek bir çabadır. Bu bir “yolda olma” halidir. Yolculuğumuzda kılavuz şüphesiz dinimizdir, helal ve haram sınırıdır.
İşte bu ölçülere göre yaşanmış bir dünya hayatı mübarek bir hayat, böyle bir ömrün ardından varılacak ahiret yurdu ise cennet olacaktır.
]Kalp, gönül, ebedi ve ahirete dair olanın mekânıdır. İhtiyaçlarımızı karşılamak, hayırlara vesile olmak, vakfetmek için kazandığımız dünyanın yeri ise kalbimiz ya da gönlümüz değil, yanı başımızdır. Kazanır ve harcarız. Tabii ki İslâm’ın öğrettiği ölçülere göre...
Dünya doğrudan kötü ya da kötüleştirici değildir. Yaradılış görevlerini yerine getirir, asla Rabbine isyan etmez. Yeri göğü, taşı toprağıyla sürekli zikir ve taat halindedir.
Dünyayı kötüleştiren ise insandır. İnsan onu kötüye kullanarak kendi hayatını da berbat eder. Yoksa insanın zulmü dünyaya yüklenmez. İnsanın yaptıklarından dünya sorumlu tutulmaz.
Nimet ve nimetin sahibi
Dünya da Rabbimizin mucizelerindendir. Düzeni, ahengi, yerüstü ve yeraltı zenginlikleriyle, bin bir nimetle bezeli bir sofra gibi önümüze serili haliyle yaratıcısını tanıtan açık seçik bir ayettir.
Diğer taraftan Mukaddes Kitabımızda ve hadis-i şeriflerde dünyaya karşı dikkatli olmamız da öğütlenmektedir. Bunun sebebi dünyanın kendisi değil, insanların ahireti unutarak isyana daldıkları bir dünya hayatı yaşamalarıdır. İnsan elbette gaflet uykusuyla heba olmuş bir ömür sürebilir, dünya nimetlerinden nice hayra, sevaba da vesile olacak şekilde faydalanabilir.
Şuurlu, kalbi uyanık bir müslüman, dünya nimetlerini Rabbine hamd ederek alır, onlara bir emanet gibi hassas ve güzel davranır, Rabbinin rızasına uygun şekilde kullanır. Rabbinin nimetlerini asla küçümsemez, kötülemez, kötüye kullanmaz.
Hep O’nu hatırlayarak
Dünya zevk ve lezzetini terk ederek, kendine eziyet ederek arınma çabasına, yani ruhbanlığa dinimiz müsaade etmemiştir. Güzel yemekler yemenin, güzel kıyafetler giymenin, güzel mahallelerde güzel evlerde yaşamanın İslâm’a aykırı bir yanı yoktur. Eğer bunları dine aykırı kabul edersek, karşımıza önce Kur’an ve Allah Rasulü s.a.v. Efendimiz çıkar.
Tasavvuf erbabı “gaflet” kavramıyla dünya ile münasebetlerimize önemli bir ölçü getirmiştir. Yani asıl olan kulun Rabbini unutmamasıdır. Dünya nimetleri şımarmaya ve gaflete yol açabileceği gibi, dünya nimetlerine sırtını dönmüş bir zahit kişi de kendi halini beğenip insanları küçümseyerek şımarıp gaflete düşebilir. Ne kadar iyi gözükse de hali kendisiyle Rabbi arasında perde olur. İster şer ister hayır olsun, kulu şımartan her şey onu Rabbinden uzaklaştırır.
Her ne halde olursa olsun insan, tevazu ile Rabbini hatırlamalı, O’nun hep yanında olduğunu bilmelidir. Bu şekilde zikir halinde olduktan sonra dünya işlerinin, dünya malının ona bir zararı dokunmaz. Şah-ı Nakşibend k.s. hazretleri bir gün Kâbe’nin önünde ağlayarak dua eden birini görür ve sevinir. Fakat o kişinin kalbine bakınca, dünyalık için ağladığını anlar ve üzülür. Bir başka gün de çarşıda pek çok altın parası olan, bunları saymakla meşgul birine rastlar ve endişelenir. Bu kişinin kalbine nazar ettiğinde ise endişesi sevince dönüşür, çünkü adamın kalbi Allah’la meşgul haldedir. Bunun üzerine “halk içinde Hak ile” olunması gerektiğini söyler.
Tembellik mi tevekkül mü?
Tembelliğimizi, isteksizliğimizi, tevekkül ve dünyayı terk bahanesiyle aklamak mümkün değildir. Müslüman, çalışan kazanan insandır. Dünyayı müslümanca yaşar, ahiretine de müslüman olarak gider. Zor veya kolay, üzerine düşen din ve dünya işlerini yerine getirir. Dünyasını ve ahiretini bir arada düşünür.
Dünya işlerini terk edersek ortada ne medeniyet kalır, ne de yaşam kalitesi diye bir şey. İslâm tarihinde hepimizin övündüğü o devasa işleri yapan, eserleri meydana getiren ruh çalışmadan nasıl yaşatılabilir?
Müslümanların refah ve gelişimine katkıda bulunmak, bütün insanlığa öncü olmak ve hayırlara vesile olmak için dünya işlerinin hakkını vermek gerekir. Dünya gözümüzü bürümesin ama çalışıp kazanmak, dünyayı daima hayırlara vesile kılmak bir sorumluluktur.
Hep arayış içinde olup nasıl daha iyi olabilirim diye sormaktan, kendimizi gözden geçirip eksiklerimizi tamamlamaktan asla geri durmamamız gerekir. Bir yandan gönlünü dünyaya kaptırmama, bir yandan da dünyanın hakkını verme niyetini diri tutmak çok mübarek bir çabadır. Bu bir “yolda olma” halidir. Yolculuğumuzda kılavuz şüphesiz dinimizdir, helal ve haram sınırıdır.
İşte bu ölçülere göre yaşanmış bir dünya hayatı mübarek bir hayat, böyle bir ömrün ardından varılacak ahiret yurdu ise cennet olacaktır.