faruk islam
Özel Üye
DUAYI KUŞANMAK...
“İşimiz duaya kaldı" cümlesi artık sıkça alıştığımız bir ibare oldu... Bu ifade hangi ruh halinin veya algı dünyasının yansımasıdır?
Bunu karamsarlığın, umutsuzluğun, tükenişin, çaresizliğin itirafı şeklinde okuyabiliriz... Ya da dünyevileşmenin zihin dünyamız üzerindeki blokajı o kadar güçlü ki, "duanın gücü" gündemin en sonuna düştü... Anlaşılan o ki; başka türlü işlerini ...halledenler duaya ihtiyaç duymuyorlar...
İş bitirici bitirimler, işlerini duaya bırakmadılar... Kendilerince başardılar, becerdiler, bitirdiler, kazandılar...
İşleri yürütmede güçlü sermaye, sosyal statü, bilimsel kariyer, geniş çevre, siyasi nüfuz toplumsal destek, üstün beceri, derin tecrübe belirleyici oluyor... Madde, meta, eşya, para... İşte bel bağlanan değerler bunlar...
Sekülerize olmuş yaşamlar, dua ikliminden kopuyor...
Fanilere tenezzül eden zavallılar Baki Olan'a teveccüh ve tevekkül etmiyorlar...
Şuna buna yağcılık, yalakalık, yandaşlık normal görülürken, Yüceler Yücesine yakarış yadırganıyor...
Mustağnileşen, mağrurlaşan, mütekebbirleşen insanoğlu cürmünü, zulmünü görmeye de yanaşmıyor.
Dilenmeyi bile göze alabiliyor ama Rabbinden dilemeyi beceremiyor... Şimdi sormak lazım; işlerimiz yolunda gidiyorsa, dua etmeyecek miyiz? Yeryüzünün bütün imkânlarına sahip olsak bile Allah'a ihtiyaç duymayacak mıyız? Kendisinden hiçbir saklımız, gizlimiz olmayan o Rabbe arz-ı ubudiyette ve arz-ı halde bulunmayacak mıyız?
Bugün burun kıvırsak da bir gün dua etmek mecburiyetinde kalabiliriz... Kur'an-ı Kerim fırtınada denizin ortasında kalan gemiden kurtulmak için içtenlikle dua edenlere dikkatimizi çekiyor... Ölümle burun buruna gelen, bel bağladığı sebeplerin hiçbirinin işe yaramadığı anı ve insanların iç dünyalarını deşifre ediyor... Kurtulduktan sonra eski nankörlüklerine nasıl döndüklerine değiniyor... Güvenliğe çıkınca isyan yolunu seçen karakter... Bugün de bu karakterler bize yabancı gelmiyor...
Uçak türbülansa girdiğinde koro halinde yapılan dualar gerçekten görülmeye değer ibret sahneleridir...
Ameliyat masasına götürülürken, yoğun bakım ünitesine alındığında hasta ve hasta yakınlarının duadaki samimiyetlerinden kim şüphe edebilir?
Depremde enkaz altında kalmış yakınına ulaşma umudu taşıyan kişi duayı dilinden düşürebilir mi?
Doğum sancısı çeken annenin duası dilinden düşürebilir mi ?
Yangında içeride kalan yavrusuna kurtulması için bir annenin yürek yangınıyla yaptığı duayı hatırlayıverin...
ÖSS günü çocuğunun başarısı için dışarıda dua eden ebeveynin ruh halini göz önüne getirin...
Ama bu hassasiyet, bu samimiyet, bu içtenlik ne zamana kadar? Zorluk anında bir elimiz telefonda 110,112,155,156 numaraları tuşlarken, dilimizde dua eksik olmuyor... Ya sonrası? Düze çıkınca... Tehlike geçince... Rahata erince... Duasızlığa mı döneceğiz? Duyarsız mı kalacağız? Ambulans beklerken, itfaiyeyi ararken, ilkyardım isterken, polise koşarken, dostları beklerken, Acil Servisi gözlerken, acil dualarımız sadece o anlamı sınırlı kalacak?
Medet, imdat, istimdat çağrıları, çığlıkları ne kadar çözümdür? Şayet, alemlerin Rabbi ile irtibatlı değilsek...
Evet; istiaze, istiane, istihare, istimdat ve istirhamımızı sürekli Rabbimize neden arzetmiyoruz ki? Neden O'nunla diyalog kurmuyoruz ki? O'nunla yaşadığız iletişim sorununu çözmeyecek miyiz? Neden ağırdan alıyoruz? Bu isteksizlik neyin ifadesidir?..
Hz. Ömer (ra) endişesinde ne kadar haklı:
"Ben duanın kabul edilmemesi kaygısı taşımam, içimde dua etme isteğinin olmaması kaygısı taşırım."
Nedense unutuyoruz... Dua ile desteklenmeyen hayatlar dengesizdir, düzensizdir, desteksizdir, değersizdir…
Daralan ruhumuzu, dağılan zihnimizi, yaralı yüreğimizi ancak dua ile dindirebilir ve diriltebiliriz...
Dua ile demlenmeyen ruh ayakta duramaz...
Bize düşen görev; dua ile durulmak, dolmak, donanmak, doymak, doğrulmak, dirilmek, direnmek, davranmak, doğmak, dayanmak, durmak ve dinlenmektir...
İnsanlarımızın neden direnci zayıf? Çünkü duaları yok... Hayata ne ile tutunacaklarını bilemiyorlar... Yıkılmamak için Ona yakaracağız...
Dua ruhun eylemidir... Kulun emellerini Rabbi ile paylaşmasıdır. Hem de herhangi bir merasime, şarta, araca aracıya ihtiyaç duymadan doğrudan doğruya...
Herkes dua edemez, dua edebilmek de Allah'ın bir lutfudur
Dua sesleniştir, serzeniştir.. Umuttur, kunuttur... Sunuştur, duruştur Kulluktur, korunaktır... Yoldur, yöneliştir.
Dua yenilenme girişimi, arınma ameliyesi, bağışlanma arzusudur…
Dua, klişeleşmiş kelimelerle değil, ağızda sakız olmuş tekrarlarla değil, özenle seçilmiş, yürekte damıtılmış gözyaşı ile yıkanmış cümlelerle derdini Allah'a arzetmektir... Dua, rastgele bir başvuru, gelişi güzel bir dilekçe değildir...
Kıl-u kâle, lâf-ı güzafa, edebiyat ve hamasete bulaşmadan edebi dahilinde sözü alemlerin Rabbine sunmaktır...
Ama bakıyorum dillerimiz duadan çok bedduaya alışık...
Şimdi dua vakti... Kendimiz için... Birbirimiz için.. Hepimiz için...
Farkımız duamız olsun... Fevkimiz dua ile olsun... Fazlımız dua da olsun... Madem ki, dua tüm zamanların vazgeçilmezi... O halde, şu duaya amin demez misiniz?
Allah'ım! Her nefesimi Sana yönelmiş ve yollanmış bir dua eyle!...alıntı
“İşimiz duaya kaldı" cümlesi artık sıkça alıştığımız bir ibare oldu... Bu ifade hangi ruh halinin veya algı dünyasının yansımasıdır?
Bunu karamsarlığın, umutsuzluğun, tükenişin, çaresizliğin itirafı şeklinde okuyabiliriz... Ya da dünyevileşmenin zihin dünyamız üzerindeki blokajı o kadar güçlü ki, "duanın gücü" gündemin en sonuna düştü... Anlaşılan o ki; başka türlü işlerini ...halledenler duaya ihtiyaç duymuyorlar...
İş bitirici bitirimler, işlerini duaya bırakmadılar... Kendilerince başardılar, becerdiler, bitirdiler, kazandılar...
İşleri yürütmede güçlü sermaye, sosyal statü, bilimsel kariyer, geniş çevre, siyasi nüfuz toplumsal destek, üstün beceri, derin tecrübe belirleyici oluyor... Madde, meta, eşya, para... İşte bel bağlanan değerler bunlar...
Sekülerize olmuş yaşamlar, dua ikliminden kopuyor...
Fanilere tenezzül eden zavallılar Baki Olan'a teveccüh ve tevekkül etmiyorlar...
Şuna buna yağcılık, yalakalık, yandaşlık normal görülürken, Yüceler Yücesine yakarış yadırganıyor...
Mustağnileşen, mağrurlaşan, mütekebbirleşen insanoğlu cürmünü, zulmünü görmeye de yanaşmıyor.
Dilenmeyi bile göze alabiliyor ama Rabbinden dilemeyi beceremiyor... Şimdi sormak lazım; işlerimiz yolunda gidiyorsa, dua etmeyecek miyiz? Yeryüzünün bütün imkânlarına sahip olsak bile Allah'a ihtiyaç duymayacak mıyız? Kendisinden hiçbir saklımız, gizlimiz olmayan o Rabbe arz-ı ubudiyette ve arz-ı halde bulunmayacak mıyız?
Bugün burun kıvırsak da bir gün dua etmek mecburiyetinde kalabiliriz... Kur'an-ı Kerim fırtınada denizin ortasında kalan gemiden kurtulmak için içtenlikle dua edenlere dikkatimizi çekiyor... Ölümle burun buruna gelen, bel bağladığı sebeplerin hiçbirinin işe yaramadığı anı ve insanların iç dünyalarını deşifre ediyor... Kurtulduktan sonra eski nankörlüklerine nasıl döndüklerine değiniyor... Güvenliğe çıkınca isyan yolunu seçen karakter... Bugün de bu karakterler bize yabancı gelmiyor...
Uçak türbülansa girdiğinde koro halinde yapılan dualar gerçekten görülmeye değer ibret sahneleridir...
Ameliyat masasına götürülürken, yoğun bakım ünitesine alındığında hasta ve hasta yakınlarının duadaki samimiyetlerinden kim şüphe edebilir?
Depremde enkaz altında kalmış yakınına ulaşma umudu taşıyan kişi duayı dilinden düşürebilir mi?
Doğum sancısı çeken annenin duası dilinden düşürebilir mi ?
Yangında içeride kalan yavrusuna kurtulması için bir annenin yürek yangınıyla yaptığı duayı hatırlayıverin...
ÖSS günü çocuğunun başarısı için dışarıda dua eden ebeveynin ruh halini göz önüne getirin...
Ama bu hassasiyet, bu samimiyet, bu içtenlik ne zamana kadar? Zorluk anında bir elimiz telefonda 110,112,155,156 numaraları tuşlarken, dilimizde dua eksik olmuyor... Ya sonrası? Düze çıkınca... Tehlike geçince... Rahata erince... Duasızlığa mı döneceğiz? Duyarsız mı kalacağız? Ambulans beklerken, itfaiyeyi ararken, ilkyardım isterken, polise koşarken, dostları beklerken, Acil Servisi gözlerken, acil dualarımız sadece o anlamı sınırlı kalacak?
Medet, imdat, istimdat çağrıları, çığlıkları ne kadar çözümdür? Şayet, alemlerin Rabbi ile irtibatlı değilsek...
Evet; istiaze, istiane, istihare, istimdat ve istirhamımızı sürekli Rabbimize neden arzetmiyoruz ki? Neden O'nunla diyalog kurmuyoruz ki? O'nunla yaşadığız iletişim sorununu çözmeyecek miyiz? Neden ağırdan alıyoruz? Bu isteksizlik neyin ifadesidir?..
Hz. Ömer (ra) endişesinde ne kadar haklı:
"Ben duanın kabul edilmemesi kaygısı taşımam, içimde dua etme isteğinin olmaması kaygısı taşırım."
Nedense unutuyoruz... Dua ile desteklenmeyen hayatlar dengesizdir, düzensizdir, desteksizdir, değersizdir…
Daralan ruhumuzu, dağılan zihnimizi, yaralı yüreğimizi ancak dua ile dindirebilir ve diriltebiliriz...
Dua ile demlenmeyen ruh ayakta duramaz...
Bize düşen görev; dua ile durulmak, dolmak, donanmak, doymak, doğrulmak, dirilmek, direnmek, davranmak, doğmak, dayanmak, durmak ve dinlenmektir...
İnsanlarımızın neden direnci zayıf? Çünkü duaları yok... Hayata ne ile tutunacaklarını bilemiyorlar... Yıkılmamak için Ona yakaracağız...
Dua ruhun eylemidir... Kulun emellerini Rabbi ile paylaşmasıdır. Hem de herhangi bir merasime, şarta, araca aracıya ihtiyaç duymadan doğrudan doğruya...
Herkes dua edemez, dua edebilmek de Allah'ın bir lutfudur
Dua sesleniştir, serzeniştir.. Umuttur, kunuttur... Sunuştur, duruştur Kulluktur, korunaktır... Yoldur, yöneliştir.
Dua yenilenme girişimi, arınma ameliyesi, bağışlanma arzusudur…
Dua, klişeleşmiş kelimelerle değil, ağızda sakız olmuş tekrarlarla değil, özenle seçilmiş, yürekte damıtılmış gözyaşı ile yıkanmış cümlelerle derdini Allah'a arzetmektir... Dua, rastgele bir başvuru, gelişi güzel bir dilekçe değildir...
Kıl-u kâle, lâf-ı güzafa, edebiyat ve hamasete bulaşmadan edebi dahilinde sözü alemlerin Rabbine sunmaktır...
Ama bakıyorum dillerimiz duadan çok bedduaya alışık...
Şimdi dua vakti... Kendimiz için... Birbirimiz için.. Hepimiz için...
Farkımız duamız olsun... Fevkimiz dua ile olsun... Fazlımız dua da olsun... Madem ki, dua tüm zamanların vazgeçilmezi... O halde, şu duaya amin demez misiniz?
Allah'ım! Her nefesimi Sana yönelmiş ve yollanmış bir dua eyle!...alıntı