TÜRKOĞLU
Aktif Üyemiz
Nasıl bir kitaptır? Niçin Yazılmıştır?
Hicretin üçüncü asrından, onuncu asrın ortalarına değin, Türklüğün altın devri idi; bu devirde Türkler bir yandan Çin sınırlarından – Pekin yakınlarından – Macaristan’a ve Avrupa ortalarına, bir yandan da Kuzey Buz Denizlerinden Hindistan ve Arabistan’ın sıcak denizlerine, Sudana ve Büyük Okyanus’a dek taşmışlar, hemen her yerde kuvvetli egemenlikler kurmuşlardı. Kendilerini her yerde saydırmışlar, her yerde efendi tanıtmışlardı.
Türklüğün hükmü yürüdüğü bu geniş bölgelerde Türk dilinin de üstün tutulacağına, kendileri gibi dillerinin dahi sayılacağına şüphe yoktur. Birçok kimselerin Türkçe öğrenmeye uğraştıkları içindir ki bu devirlerde bir hayli kitap yazılmıştır.
Her ne kadar Gaznelilerle Salçık Oğulları Türkçeye büyük bir önem vermeyerek Farsçaya daha çok düşkünlük göstermişlerse de öbür Türkler ve Türk büyükleri ulusal dile değer vermişlerdir.
Bizim gördüğümüz eserler arasında her yönden en önemli, her bakımdan en değerli eser Divan-u Lügati’t Türk‘tür. Bu dönemde yazılan eserlerin sahiplerinden bir takımlarının Divandan faydalanmış olmaları gerekir.
Divanü Lûgat-it Türk, Türk dilleri Kamusu demektir, bu kitap paha biçilemeyecek kadar değerlidir; bilgi dünyası bu kitaba çok önem vermekte ve kitabı çok beğenmektedir. Hemen her medeni milletin üniversitesinde ve Türkiyatçıları arasında bu kitap eşsiz sayılmaktadır. Eski eserlerden hiç biri bu eser kadar önem kazanmamıştır.
Divanü Lügatte, bugün ölmüş birçok güzel kelimeler bulunduğu gibi, o vakit ki kültürün ve medeni varlığın yüksekliğini gösterir bir hayli tanık ta vardır.
Hele Türk fiillerinin yapısını gösteren kısımlar pek değerlidir; kitapta yer yer, dil üzerine önemli kurallar söylenmiş; ses değişimleri, gramer halleri, diyalekt ayırtları açık olarak gösterilmiştir. Bundan başka saymış olduğum şeyleri tanıklamak için bol ve zengin örnekler dahi vermiştir.
İşbu örneklerin birçokları cümle halinde olduğu için büyük bir anlama, değerli bir çözümleme kolaylığı göstermektedir. Örnekler, kelime, cümle, sav, beyit, parça gibi şeylerdir. Biz bu örneklerden yalnız o vaktin dil durumunu öğrenmekle kalmıyoruz; Türkün eski tarihini, edebiyatını, yaşayışını, düşünüşünü de birlikte öğreniyoruz. Bu faydalardan başka o vakit ki coğrafi durum üzerine de doğru bilgiler elde ediyoruz.
Şimdiye değin eski Türk Dili ve eski Türk varlığı üzerine bunun kadar işe yarar, bunun kadar elverişli bir eser görülmemiştir; bu eser, tektir, tek kalacaktır. Türk dünyası Kaşgarlı Mahmud’un adını her zaman saygıyla anacaktır.
Biz bu eşsiz kitaptan eski Türklerin (900) yıl önceki dillerini, düşünüşlerini, durumlarını öğrendiğimiz gibi kitapta medeniyet dünyasına karşı her zaman göğsümüzü kabartacak olan birçok övünç ve kıvanç kaynakları dahi buluyoruz:
(900) yıl önce atalarımızın ipek mendil taşıdıklarını, elbise kırışıklıklarını yatıştırmak için ütü kullandıklarını da görüyoruz; hele yeryüzünün efendisi olan Türk askerlerinin o vakitler bile kuru bir derintiden ibaret olmayıp, her erin adını, sanını, aylık olgularını gösterir bir defterin bulunduğunu öğrenmemiz dünyaya değer bir faydadır.
Bundan başka Türklerin kadınlara ve çocuklara ve düşkünlere gösterdikleri saygı izlerini de orada buluyoruz. Divan dikkatle gözden geçirilirse daha bu gibi birçok öğünmeye yarar şeyler görülecektir.
Divanın yazma nüshası bir tanedir; şimdiye değin bir ikincisi bulunmamıştır. Eldeki yazma nüsha büyük bir cilt ve (319) yapraklıdır. Kağıdı vaktiyle Doğu memleketlerinde yapılmış olan sağlam ve kalın bir kağıttır. Kitabın bazı yerleri yaşlık görerek kararmış ise de bozulmamış ve çürümemiştir. Birkaç kelime dış olmak üzere her tarafı iyice okunabilmekte, bundan kitabın iyi korunmuş olduğu anlaşılmaktadır.
İşte, basma nüshaya temel olan bu nüshadır; biz tercüme ederken bunu göz önünden ayırmadık.
Kitap Nerede Yazılmış?
Kitapta, bu eserin nerede yazıldığını gösterir hiçbir yazı, hiç bir işaret yoksa da, Bağdat’ta Halife’ye sunulmuş olduğuna bakılırsa, Bağdat’ta yazılmış olması ihtimali kuvvetlidir. Kitabın Kaşgar’da veyahut başka bir yerde yazılarak Bağdat’a getirilmiş olması düşünülürse oldukça zayıftır; çünkü Kaşgarlı Mahmut‘un birçok Türk boylarını, Türk şehirlerini ve köylerini gezip dolaştıktan ve birçok notlar aldıktan sonra yazmış olması şüphesiz bulunduğuna göre Divan-ü Lügat‘it Türk‘ü Bağdat’a yerleşerek orada yazıp bitirmiş olması daha kuvvetli görünür.
Bağdat’ta yazılmış olmasına kuvvetli bir tanık da o asırda Bağdat’ın bayağı bir Türk şehri haline gelmiş bulunması, Irak’ta Türk nüfuzunun son derece ilerlemiş olmasıdır. Şurası muhakkaktır ki Mahmut kitabını geçici bir heves üzerine yazmış değildir. Bunu yazabilmek için Kaşgarlı çok emekler çekmiş, birçok üzüntülere katlanmıştır. Uzun bir hazırlama devresi geçirdikten sonra bu büyük eserin vücuda getirilmiş olduğunda şüphe yoktur. Çünkü böyle bir eseri yazmak kolay değildir.
Kitabın Yazıldığı Tarih
Kaşgarlının kitabının sonunda 464 senesinin Cemaziyülevvelinin gurresinde yazmaya başlandı: “Dört gözden geçirdikten ve iyice süzdükten sonra 466′da bitti” demiş olmasına bakılırsa ve 464 Hicri ve 1068 Miladi de başlanmış, iki sene üzerinde çalışıldıktan sonra 4566 Hicri ve 1072′de bitirmiş olduğu anlaşılıyor ise de, cilt 3, sahife 116 “biz bu kitabı yazdığımızda sene 690 idi” demesi işi karıştırıyor.
Bize kalırsa Divanın sonundaki yazı pek açıktır; bu, doğru olmalıdır. Gerek cilt 1, sahife 890′da ki tarih ve gerek kırmızı mürekkeple yazma nüshanın kenarına yapılmış olan düzeltme yanlış olsa gerekir; tercümemiz okunacak olursa yazma nüshanın bu gibi hataları yaptığı çok görülecektir, hele kırmızı mürekkeple yapılmış olan düzeltmelere hiç güvenmemelidir; yine bunun gibi, cilt 3, sahife 116′da ki tarih dahi yanlış olacaktır. Divan 466′da bitmiş olduğuna göre, 467′de Halife olan Muktedi’ye sunulmuş olabilir. Divan, Türk, Divanı Lügatit Türk, Kaşgarlı Mahmut, Divan-u Lügati’t Türk
Divandaki bu tarih karışıklığı hakkında sayın bilgin Zeki Velidi’nin “Adsız” mecmuasının 16. sayısında bir yazısı vardır; bu yolda genişçe bilgi elde etmek isteyenler oraya baksınlar. Yine bu iş üzerine Bay Kilisli’nin Türkiyat Mecmuası’nda bir yazısı çıkmıştır.
Kitabı Yazan Zat
Kitabı yazan zatın adının Mahmut, babasının adının Hüseyin, büyük babasının da Mehmet olduğunu kendi kitabından öğreniyoruz. Kaşgarlı olduğu anlaşılıyorsa da Barsgan şehrini anlatırken “(…)” demesi kendisinin Kaşgar’da doğmuş olduğunu, babasının Barsganlı bulunduğunu gösteriyor.
Kitap sahibi her zaman, kendisinden bahsederken Mahmut demektedir: Bunun içindir ki Mahmudun babasının Barsganlı olduğuna hükmediyoruz.
Kaşgarlı Mahmut eserini Irak’ta yazmış olması ihtimaline göre Kaşgar’dan Irak’a göç etmiş olmalıdır.
O sıralarda Irak bölgesi İslam dünyasının özeği idi; siyasal işlere karışmak ve bir külah kapmak isteyenlerin Bağdat’a ve Mısır’a koştukları gibi, bilgi işleriyle uğraşmak dileyenlerin dahi buralara geldikleri bellidir.
Bağdat’tan başka Buhara, Kaşgar, Kahire, Şam gibi daha bir takım yerler var idiyse de bunlar Bağdat kadar önemli değildir. Türk ülkelerinin her bucağından birçok bilginlerin tali aramak arzusu ile Bağdat’a ve Mısır’a akın akın geldikleri sıralarda bir hayli bilgi adamlarının Bağdat’ta toplanmış olduklarını biliyoruz.
Türklüğün bu altın devirlerinde İslam dünyasının hemen her yanında Türklerin sözü geçer, hatırları sayılır olmuştu; bu hal kendilerine bir durum yaratıyordu.
Bağdat’taki Arap makamları, Bağdat’taki halife sarayı Türklerin nüfuzları altına girmişti. Yıkılmak üzere bulunan halifeliği Türkler tutuyor, halifeleri kendi dilekleri uğrunda kukla gibi kullanıyorlardı. Büsbütün gevşeyen Arap alemine yeni bir hız, yeni bir kudret veriyorlar, İslam medeniyetini yeni baştan diriltiyorlar ve ayakta tutuyorlardı.
Bundan başka bütün siyasal işler hep Türklerin elinde idi. Vilayetlere ancak Türk olan valiler gönderilebiliyordu; böylelikle Türklere yanaşmak, Türklerle iyi geçinmek isteyenlerin Türkçe öğrenmeleri bir ihtiyaç halini almıştı. İşte, Divanü Lügat-it Türk bu ihtiyaçtan doğmuş olmalıdır.
Türkçeyi öğrenmek isteyenlere bu dili öğretmek için yazılan işbu eserin, o asırda bilgi ve siyaset dili olmuş bulunan Arapçanın Türkçeden yüksek bir dil olmadığı, Türkçenin Arapça ile at başı beraber yürüdüğü gösterilmek ve tanıklanmak üzere meydana getirildiği de anlaşılmaktadır.
Türkçeyi ve Türkçenin diyalektlerini pek iyi bilen Mahmut Arapçayı da çok iyi biliyormuş; yalnız eski Türkçeyi değil, Arapçayı da öğrenmek isteyenler için bu kitap güzel bir kılavuzdur. Bu kadar büyük bir bilginin nasıl olup da İslam dünyasında ün almadığına şaşmamak elde değildir.
İşte derin bir bilgin, iyi gören bir dilci olan Kaşgarlı Mahmud‘un Türkistan Beyleri neslinden olduğunu yine kendi eserinden öğreniyoruz. Cilt 1, sahife 102′de “Bizim atalarımız olan Beyler emir kelimesine Xamir derler. Çünkü Oğuzlar emir diyemezler Xamir derler; Saman Oğullarından Türkistan’ı almış olan atalarımız Beye Xamir tekin adı verirler.” demekte olduğuna bakılırsa Mahmud’un Beylerden ve asker neslinden gelmiş olduğu meydana çıkar.
Yalnız burada göz önüne alınacak bir şey vardır; Kaşgarlı her zaman Oğuzları Türklerden ayırır; burada “Atalarımız olan Beyler Emir kelimesini Xamir diye söylerler; çünkü Oğuzlar Emir diyemezler, Xamir derler.” demesini bilmem nasıl anlamalı? Mahmut burada Oğuzları kendi atalarıyla karıştırmış olmuyor mu?
Aşağıya doğru birçok yerlerde görüleceği üzere burada da Arapça ibarede bir eksiklik olmalıdır. “Atalarımız Emir kelimesini Xamir diye söylerler: Nasıl ki Oğuzlar da elifi “ﺥ” ya çevirerek Xamir derler.” demek istemiş olsa gerekir.
Her ne ise… Bizim Mahmut hem yüksek bir bilgin, hem de yiğit bir askermiş. “Ben iyi silah kullanırım” dediğinden anlaşılan da budur. Acınacak bir haldir ki Mahmud’un kaç yıl yaşadığını, nerede öldüğünü bilmek kabil olamadı.
İslam bilginlerinin (hal ve tercümesine) kütük bilgisine çok önem verdiklerini hepimiz biliriz; bununla beraber Kaşgarlı Mahmut hakkında bir şey yazmamaları şaşılacak şeydir.
Kaşgar’dan kalkarak Türk ülkelerini birer birer dolaşmış olması, oralarını iyice incelemiş bulunması, bu büyük eserini yazması gibi şeyler bize gösteriyor ki Mahmut hem yaşça, hem bilgice olgun bir zatmış; her halde genç yaşında ölmemiş.
Kitaptaki Atasözleri
Bilinen en eski Türk lûgatı Dîvân ü Lûgât-it Türk‘de külliyetli miktarda ata sözü bulunduğu, bunların ise türlerinin günümüze ulaşmış belki en eski numuneleri olduğu malumdur. Dîvan’daki bu atasözlerinin misal getirilmek üzere kullanıldıkları da bilinen bir gerçektir.
Dîvân ü Lûgât-it Türk‘de Türkçe, kelime olarak lûgatte, müellifince kurulan cümleler içinde ve misalen getirilen ata sözlerinde, dörtlüklerde ve beyitlerde kullanılmıştır. Türkçe kelimeleri lûgat yapmak, eser müellifinin zaten asıl maksadıdır. Yine müellifin bu lûgatleri açıklamak için kurduğu alelade cümlelerde kullanılan Türkçe ise kendisine aittir. Bu kelimeler ve alelade cümleler kelime morfolojisi veya gramer kaideleri açısından ehemmiyeti haiz olabilirlerse de yine misal getirmek için Kaşgarlı Mahmud Beğ’in eserinde kullandığı atasözleri, Türkçe’nin anonim kültür, sanat ve edebiyat ürünleridirler. Bu bakımdan bu önemli edebiyat unsurunu bir arada görebilmek maksadıyla, daha önce derlenmiş olmalarına rağmen, bu atasözlerini bir kere daha derlemeyi uygun bulduk. Burada şunu da belirtelim ki bu derlemeyi yapan kişinin görüşü, bazı Türk atasözlerindeki açık veya kapalı anlatımlar, sanki Türk Töresi’nin maddelerini muhtevidirler.
Dîvân ü Lûgât-it Türk‘de 1. ciltte 163, 2. ciltte 51 ve 3. ciltte 104 adet olmak üzere toplam 318 adet “Sab” denilen atasözü vardır. Bunların 3 adedi, kendilerine “atasözü” denilmesine rağmen, lûgatte geçen bazı kelimelerin cümle içindeki kullanılışını göstermek için kurulmuş basit misal cümleleridir.
1. cilt, 369’daki “0l keçişni sub iletti” yani “O keçisini suya götürdü” ile 1. cilt 386’daki “Ol kulın tepik tepdi” yani “O adamını tekmeledi” cümlelerinin atasözü oldukları söylenemez. 1. cilt 244’deki “Oñay irpeldi iş” ise düzeltilerek “Oñay iş irpeldi”, yani “Kolay iş biçildi, bitirildi” hâline sokulsa bile, bu sözün atasözü ile bir ilişkisi yoktur. Bu bakımdan atasözü denilen 318 adet deyişten 315 adedi gerçek atasözüdür.
Bu 315 adet atasözünün 3′ü 3 defa, 26′sı da 2 defa, ya aynen veya çok az farklılıklarla mükerreren kullanılmışlardır. Böylece ziyade olanlarının adedi 32′dir ve 315’ten tenzil edildiklerinde atasözlerinin sayısı 283′e iner.
Maamafih bu takdimde, ziyade geçen bu atasözlerinin “DLT Tercümesi”ndeki yerleri de belirtildi ve farklı olanların içlerinden akla en yakın olanı yazıldı. Ayrıca, yemin etmek için kullanılan bir mesel de atasözü gibi kabul ile yukarıda ta’dadı yapılan 28 sayısının içine bu dahi dahil edildi.
Atasözleri, sözün ilk kelimesinin baş harfine göre abaça düzeni ile dizildi. Yanına “Tercüme”deki yeri işaretlendi. Bu işaretlerde Romen rakamı ile cildi, Latin rakamı ile de sahifesi gösterildi. Ayrıca atasözünün altında, sözün yaşayan İstanbul Türkçesi’ne çevirisi verildi.
Kitap Hakkında Genel Bilgi
Divân-ı Lügati’t-Türk, Kaşgarlı Mahmut tarafından Bağdat’ta 1072-1074 yılları arasında yazılan Türkçe-Arapça sözlüktür. Türkçenin bilinen en eski sözlüğü olup, Orta Asya yazı Türkçesi hakkında var olan en kapsamlı ve önemli dil anıtıdır. El yazması nüshası 638 sayfadır ve yaklaşık 9000 Türkçe kelimenin oldukça ayrıntılı Arapça açıklamasını içerir. Ayrıca Türklerin tarihine, coğrafi yayılımına, boylarına, lehçelerine ve yaşam tarzlarına ilişkin kısa bir önsöz ve metin içine serpiştirilmiş bilgiler mevcuttur.
Klasik Arap leksikografisinin ilkelerine göre hazırlanmış olan sözlük, Kaşgarlı Mahmut’un Türk boyları hakkındaki etraflı bilgisinin yanı sıra, Arap filolojisi konusunda da esaslı bir eğitim görmüş olduğunu gösterir.
Sözlüğün elde bulunan tek yazma nüshası 1266′da Şam’da temize çekilmiş ve 1915′te İstanbul’da Ali Emiri Efendi (1857-1923) tarafından tesadüfen bulunmuştur. (Ancak daha önceki yüzyıllarda Antepli Aynî ve Kâtip Çelebi de Divan‘dan söz ederler.) Ali Emiri yazması 1917′de Talat Paşa’nın (1874-1921) teşviki ile Kilisli Rıfat Bilge’nin (1873-1953) gözetiminde basılmış hemen bütün dünya Türkologlarının ilgisini çekmiştir. 1928 yılında Türkolog Carl Brockelmann, ayrıntılı notlarla sözlüğün Almanca çevirisini yayımlamıştır. Besim Atalay’ın modern Türkçe çevirisi 1940′ta Türk Dil Kurumu tarafından basılmıştır. Son yıllarda Dankoff’un Divan-ı Lügat-it Türk çevirisi, yeni bilgiler ışığında önemli yorum değişikliklerine yol açmıştır. Divan, Türk, Divanı Lügatit Türk, Kaşgarlı Mahmut, Divan-u Lügati’t Türk
Kitabının önsözü
Tanrının, devlet güneşini Türk burçlarından doğurmuş olduğunu ve Türklerin ülkesi üzerinde göklerin bütün dairelerini döndürmüş olduğunu gördüm. Tanrı onlara Türk adını verdi. Ve yer yüzüne hakim kıldı. Cihan imparatorları Türk ırkından çıktı. Dünya milletlerinin yuları Türklerin eline verildi. Türkler Tanrı tarafından bütün kavimlere üstün kılındı. Haktan ayrılmayan Türkler, Tanrı tarafından hak üzerine kuvvetlendirildi. Türkler ile birlikte olan kavimler aziz oldu. Böyle kavimler, Türkler tarafından her arzularına eriştirildi. Türkler, himayelerine aldıkları milletleri, kötülerin şerrinden korudular. Cihan hakimi olan Türklere herkes muhtaçtır, onlara derdini dinletmek, bu suretle her türlü arzuya nail olabilmek için Türkçe öğrenmek gerekir.
Divân-ı Lügati’t-Türk: Tarihin Türklere verdiği en önemli miras
Türkçenin neden öğrenilmesi gerektiğini şöyle anlatır:
“And içerek söylüyorum, ben Buhara’nın, sözüne güvenilir imamlarından birinden ve başkaca Nişabur’lu bir imamdan işittim. İkisi de senetleri ile bildiriyorlar ki, Yalvacımız (Peygamber), kıyamet belgelerine, ahir zaman karışıklıklarını ve Oğuz Türklerinin ortaya çıkacaklarını söylediği sırada, Türk dilini öğreniniz, çünkü onlar için uzun sürecek egemenlik vardır buyurmuştu. Bu söz (hadis) doğru ise sorguları kendilerinin üzerine olsun Türk dilini öğrenmek çok gerekli bir iş olur. Bu doğru değil ise, akıl bunu emreder. Tanrı devlet güneşini Türk burçlarını yükseltmiş ve onların mülkleri üzerinde felekleri döndürmüştür. Tanrı onlara Türk adını vermiş ve yeryüzüne ilbay kılmış, hakanları onlardan çıkartmıştır. Dünya uluslarının yularların onlar eline vermiş, herkese üstün kılmıştır. Onlarla birlikte çalışanları aziz kılmış ve Türkler onları her dileklerini ulaştırmış, kötülerin şerrinden korumuştur. Onlara hedef olmaktan korunabilmek için, aklı olana düşen şey, onların yolunu tutmak, derdini dinletebilmek gönüllerini alabilmek için dilleriyle konuşmaktır.”
Türk adı altında da şu bilgileri verir:
“Bir ad olarak Türk adını Tanrı vermiştir, dedik. Çünkü bize Kaşgarlı Halefoğlu Şeyh Hüseyin ona da İbn ül-Gurkî denilen kimse İbn üd-Dünya demekle tanılan Şeyh Ebû Bekr il-Müfid ül-Cürcanî’nin Ahır zaman üzerine yazmış olduğu kitabında Ulu Yalvac’a tanık varan bir hadis yazmıştır. Hadis şöyledir:
‘ Yüce Tanrı‘ -Benim bir ordum vardır. Ona Türk adını verdim. Onları Doğuda yerleştirdim. Bir ulusa kızarsam Türkleri o ulus üzerine musallat kılarım, diyor. İşte bu Türkler için bütün insanlara karşı bir üstünlüktür. Çünkü Tanrı onlara ad vermeyi kendi üzerine almıştır. Onları yeryüzünün en yüksek yerinde, havası en temiz ülkelerine yerleştirmiş ve onlara ‘Kendi ordum demiştir. Bununla beraber Türkler güzellik, sevimlilik, tatlılık, edep, büyükleri ağırlamak, sözünü yerine getirmek, sadelik, övünmemek, yiğitlik, mertlik gibi övülmeye değer sayısız iyiliklerle görülmektedirler.”
Kaşgârlı Mahmud’un 11. Yüzyılda Balasagun’u merkez alarak çizdiği Dünya Haritası o dönem Türklerinin yaşadıkları bölgeleri ve dağılımlarını göstermesi bakımından dikkate şayandır.
Mahmud Divân‘da şöyle demektedir:
“Rum ülkesinden Maçine dek Türk illerinin hepsinin boyu beş bin,eni sekiz bin fersah eder. İyice bilinmek için bunların hepsi, yeryüzü biçiminde daire şeklinde gösterilmiştir.”
Türklerin bulunduğu bölgeleri göstermek amacıyla çizilmiştir. Daire şeklinde olan haritanın çevresinde Doğu, Batı, Kuzey, Güney yönleri belirtilmiş, bazı deniz ve ırmaklar gösterilmiştir. Batıda işaret edilen yerler İtil boylarına, yani Kıpçakların ve Frenklerin oturdukları bölgelere kadar uzanır. Güney-Batıda Habeşistan’a , Güneyde Hint, Sint, Doğuda Çin ve Japonya’ya işaret edilmiştir. Ortada Yarkent, Kaşgar, Barsgan, Balasagun, Yifruç, İkiöküz, Asbuâli, Kumri, Talas v.s. gibi daha birçok Türk kentleri yer almıştır.
Asya’nın batısı, kuzeyi ve güneyi çizilmeden bırakılmış, bir plan olarak bile pek çok hatalarla dolu olmasına karşılık, Doğu bölgelerine ilişkin verdiği bilgiler gerçeğe uymaktadır. Haritasında Çin Seddi’ni göstermiş, bu seddin ayrıca yüksek dağların ve denizin Yecüc ve Mecüc’lerin dillerinin öğrenilmesini engellediğini bildirmiştir. Japonya’ya gelince; onu haritasının Doğusunda bir ada olarak göstermiş ve denizin onların dillerini öğrenilmesine olanak vermediğine işaret etmiştir.
Yukarda görüldüğü gibi, ilk Japon haritası bir Japon tarafından 14.yüzyılda çizilmiş, bir Dünya haritasında yer alması ise 15.yüzyılda olmuştur. Bütün bu bilgilerin ışığı altında, bir plan biçiminde olsa, yanlışlarla dolu da olsa ilk Japon haritasının 11.yüzyılda Kaşgârlı Mahmud tarafından çizilmiştir.
Kaşgarlı Mahmud’un ünlü eserinin tam adı: Kitabu Dîvânü Lugati’t-Türk’tür. Araplara Türkçeyi öğretmek amacıyla yazılmıştır. Kitap için çok kısa bir tanım yapmak gerekirse; Ansiklopedik Sözlük denilmesi uygun olur. Orijinalinin nerede olduğu bilinmiyor. Bu gün elimizde bulunan Şamlı Mehmed bin Ebu Bekir’in, 1266 yılında kopya ettiği bir nüshası vardır. Bu nüsha, İstanbul Fatih’teki Millet Kütüphanesindedir. Türk Dil Kurumu tarafından 1941’de, Kültür Bakanlığı tarafından 1990’da tıpkı basımı yapılmıştır.
Eser ilk defa Kilisli Rıfat Bilge denetiminde 1915 – 1917 yılları arasında tercüme edildi. Üç cilt olarak basılması düşünüldü ise de, düşünce gerçekleşmedi. Besim Atalay’ın tercüme ettiği kitap, 4 cilt halinde 1939 – 1943 yılları arasında birinci, 1985 – 1986 yılları arasında ikinci defa basıldı. Arapça olarak da yayınlandı.
Dîvânü Lugati’t-Türk; bir sözlük olmakla birlikte, Türk Milleti’nin yüceliğini de anlatan bir abide eserdir. Sekiz bölümden oluşur. Bölümler ve sıralamalar Arap alfabesindeki harflere göredir. Kitapta yaklaşık 8.000 kelime vardır. Kelimelerin anlamlarının iyi anlaşılması için deyimlerden, atasözlerinden ve şiirlerden, hatta bazı Ayet ve Hadis-i Şerif’lerden örnekler verilmiştir. Bu yönüyle eser, bir kültür hazinesi değerine kavuşturulmuştur. Eserde yer alan harita ise, Türk Dünyası ile ilgili olarak yayınlanan ilk haritadır. Haritada; dağlar kırmızı, denizler yeşil, ırmaklar mavi, kumluk alanlar sarı renkle gösterilmiştir. Türklerin oturdukları bölgeler ve komşularının isimleri özenle belirtilmiştir.
Eser, güneşle birlikte, kültürün de doğudan dünyayı sardığının önemli bir göstergesidir. Dîvânü Lugati’t-Türk, Türk Milleti’nin yalnız savaş meydanlarında değil, kültürel alanlarda da önder, öncü ve örnek olduğunu gösteren bir abidedir.