CEHD
Kişinin iman etmesiyle başlayan değişim süreci bununla sınırlı kalmaz, o her tevbe-i nasuh ile birlikte yeni bir değişim sürecine intikal eder. İslam tarihinin en çarpıcı değişim manzaraları asr-ı saadette bizzat ashab-ı kiramın hayatlarında gözlemlenebilmektedir. Nebevî davet ile ilk Müslümanlar her bakımdan değişmiş, yepyeni bir kimlik ve kişiliğe bürünmüştür. Bireylerin değişimi ile yeni mü’minlerden “örnek ve temiz toplum modeli” inşa edilmiş, toplum da değiştirilmiştir. Bütün bu değişim zaferi, şiddetli bir cehd, çalışma ve gayret neticesinde mümkün olabilmiştir. M. Zâhid Kotku Hazretlerine göre değişim, müsbettir yani terakki kelimesi ile tarif edilir. Terakki ise lütuf ile değil, kahır iledir5, ancak azim ve çalışma ile ele geçer ki insan buna kabiliyet sahidir:
“İnsanda olan melekiyyet ruhdan ibarettir. Terakkî ve tedenniye kâbiliyyetlidir. ….Bir kimse Hak yolunu bilse de ona sa’y etmese, şiddetli azâb ile muazzeb olur. O da firkat azabıdır.6 Mücâdele ve mücâhede de, aklımızın ermediği nice bin hikmetler vardır. En basîti, mücâhede olmasaydı, bugünkü gördüğümüz terakkiyatın hiç biri olmazdı. İnsanları bu çalışmalara sevkeden en büyük âmil, insandaki üstünlük arzusunun meydana getirdiği, mücâhede ve mücâdele gayretinin bir neticesi ve bir semeresidir.7 İbadette tekâmül ise o da yine mücâhede ve mücadeleye bağlıdır. Mücâhedelerde de dâimî bir sebat ister, yoksa ufak bir ihmal veya nefsin arzusuna muvâfakat, insanın çok yükseklerden bile düşmesine sebep olabilir.8
EMEL
Değişim olumlu ve olumsuz istikametleri takip edebilir. Ancak burada söz konusu edilen yukarıda da ifade edildiği üzere fıtrata ve tevhid inancına uygun, müsbet gelişme yani terakkidir. Terakki manası yüklendiğinde değişmenin ilk ihtiyacı ulaşılabilir, arzulanır bir hedef belirlemektir. M. Zâhid Kotku Hocaefendi de değişim ve ilerlemeyi emel sahibi olmaya bağlar ve Tasavvufi Ahlak eserinde bunu şöyle ifade eder:
“Emelsiz yaşamak imkânı yoktur. İster az, ister çok, insan herhalde bir emele muhtaçtır. O olmazsa hayat hiçbir veçhile terakki edemez; insanlar Âdem aleyhisselam devrini yaşamaktan kurtulamazlardı. Bugünkü medeniyet vasıtaları da hep emellerin mahsulüdür.” 9
ESMA
Kişilerin hususiyetleri, inançları, davranışları, alışkanlıkları, tercih ve yönelimleri toplumsal davranışları ortaya çıkarır, müşterek kültür ve uygulamaları meydana getirir. Dolayısıyla toplum yine ancak onu oluşturan bireyler vasıtası ile gelişir ve değişir. Girişilen her kişisel değişim çabası gibi fertler arasındaki farklılıklar da toplumu dönüştüren ilk hareketlerdir. Kişisel farklılıkları Allah’ın esma ve sıfatlarının insanlardaki tecellilerinin farklılıklarından kaynaklandığını söyleyen M. Zâhid Kotku Hocaefendi, bu farklılıkların değişime ve ilerlemeye katkı sağladığını ifade etmektedir.
“Eğer herkes bir san’ata veya bir ticarete veya bir bilgiye atılsalardı, hep aynı iş veya san’atı yaptıkları için pek çokları muattal kalacak, bu yüzden dünyanın terakkiyâtı ve medeniyeti de elbette bu günkü gibi, her sahada gelişmiş ve ilerlemiş olmayacaktı.”10
LİDER
Bireylerden başlayarak bütün bir toplumu değiştirme projesinin en önemli dinamiği bu değişime yön verecek olan sağduyulu liderlerdir. Mürşidi kâmiller, kendi değişimlerini tamamlamış, insanların hayallerinde belki yer alan değişim idealini başlatan, bu ideali kendilerini takip edenlere de aşılayan kişilerdir. Allah Teâlâ rahmetinin bir eseri olarak “Biz, hiçbir memleketi, o(nun halkı)na öğüt veren/hatırlatan (gönderdiğimiz) uyarıcılar olmadıkça helak etmedik. Biz zulmedenler değiliz.”11buyurmaktadır. M. Zâhid Kotku Hocaefendi bu konuya temasla peygamberlerin varisleri olan kemal ehli âlimleri, sağduyulu liderleri de kapsayacak şekilde şöyle der:
“Şâyân-ı dikkat ve tavsiyedir ki, Cenâb-ı Hakk’ın, bizleri korumak için peygamberleri, bugün de onların izinde olan erbâb-ı kemâli yaratmasındaki hikmet, ümmet-i Muhammed dâima bunlardan kuvvet alsınlar ve bunların himayesinde, o mel’undan korunsunlar diyedir; onları bizlere vesile kılmıştır. Eğer biz bunlara sokulmaz ve yardımlarını istemezsek, o zaman kabahat tamamıyla bizim olmuş olur. 12
| | |
MÜRŞİD ELİNDE DEĞİŞİM
Değişim, devamlı ve zorunludur. Tasavvuf ilminin önde gelenlerinden Feridüddin Attar Hazretleri “Mü’min bir anda yetmiş kere değişir. Münafığın kalbi ise 70 sene tek bir hal üzere kalır”16 sözleri ile değişimin mü’minin hayatındaki muazzam yerine işaret etmektedir. “Kalb daima inkılab halinde olup, sükûtu ve istirahatı yoktur, bu sebeple âfetler ona çok çabuk gelir. Çünkü kalbin inkılâbı, kaynayan tencereden daha sür’atlidir.”17 diyen Mehmed Zâhid Kotku Hazretleri, Feridüddin Attar Hazretlerinin sözünü şöyle şerh etmiştir:
“Derviş, cezbe ile sülük halinde vâki olan tecellilerin değişik hallerinde sebat ve ubûdiyetin müstakim olmasından nâşî, kendisini mârifet-i ilâhiyeye uyduran ve ona göre hareket eden kimsedir. Bundan dolayı günde yetmiş renge girer. Vâki olan tecellilere uyar. Münafık ise bu istidâd kendisinde olmadığından, yetmiş sene dahi olsa, aynı hal üzere kalır, değişme bilmez, inadı inattır. Çünkü tecellileri mahcuptur, hicablıdır, mânidir, tecelli kabul etmez. Bu tecellilerden haberleri olmayan zavallı kimseler de, bunları bilmedikleri ve görmedikleri için noksanlık addederler. Hâlbuki ne kadar yanılmaktadırlar. ‘Her gün o yeni bir icaddadır’ âyet-i kerimesinden, Cenâb-ı Hakk’ın her an için tecellisinin ayrı olduğunu bilmek gerektir.”18
Değişme kişinin hususiyetleri ve farklılıkları sebebiyle kişiye mahsus bir gelişim gösterir. Toplumlar da böyledir. Değişirler fakat aynı biçimde değil, benzer şekillerde… Tasavvufun fertten başlayıp toplumu dönüştüren üslubunda “karizmatik” özelliğe sâhip mürşidin çok önemli bir yeri vardır. Selçuklu ve Osmanlı toplumlarını inşa eden, tesirleri zayıflasa da günümüz Türkiye toplumuna da ulaşmış olan tasavvufi etki mürşid-i kâmillerin gayretleri ile gerçekleşmiş, sâlik, hedeflenen toplum yapısının vücud bulabilmesi için donatılmıştır. Öyle ki ülkemiz insanının civarındaki menfi gelişmelere verdiği olgun tepkilerin, mutasavvıflar eliyle Müslüman olmalarının bir neticesi olduğu fikri öne sürülmektedir. Bu olgunluğa Zâhid Kotku Hocaefendi şu sözleri ile dikkat çeker:
“Ne kadar zâhid, ehl-i takvâ ve mutasavvıfînden ve ulemâ-yı zevi’l-ihtirâmdan olsalar bile, bundan ileriye kendi başlarına terakki mümkün değildir. Ancak, üstâd-ı kâmillerinin hizmetine ve onlara teslimiyete vâbestedir. Hizmeti ve teslimiyeti nispetinde nefs-i mutmainneye ayak basmaları ve erişmeleri mümkündür.” 19
“Görmez misin ki bir demir parçası bile, hem soğuk hem de sert bir madde iken, ateşin içine konduğu zaman nasıl onun gibi kıpkırmızı bir ateş oluyor, hem de huyunu değişip yumuşuyor. O hâlinde artık demirci onu istediği kılığa sokabiliyor. Şüphesiz ki bir insan hiçbir vakit bir demirle kıyâs olunamaz. O, demir iken işe yarar hale gelsin de, insan iyi bir terbiyecinin elinde neden terbiyecisinin hâlini kazanmasın?”20
Zâhid Kotku Hazretleri, dervişliğe kabulün ancak iştiyak ile mümkün olabileceğini çeşitli misaller vererek anlatır. Kastedilen, kişinin tövbeye, gittiği yoldan dönmeye yani değişmeye duyduğu iştiyaktır ki o da sınanacaktır:
“Evvelki devirlerde dergâha talip olanlar, yâni derviş olmak isteyenler birçok hizmetlerden ve tecrübelerden geçtikten sonra alınırmış. Meselâ, paraları sevenler için paralarını getir derler ve onu bir keseye koyup denize atmasını tavsiye ederlermiş. Bunu yaparsa dergâha kabul olunur, yapmadığı takdirde huzura alınmazmış…21
devamı var inşaallah
| |
AHLAKLARIN DEĞİŞMESİ
Kudretli bir içtimaî müessese olan din ve iman, ahlâk ile müttefik ve iç içe kaynaşmış durumdadır.22Tasavvuf da bu ahlaki mefkûreye hayat vermek içindir. Ancak der M. Zâhid Kotku Hazretleri “İnsanoğlu alıştığı ve edindiği huylardan pek kolay vaz geçemez. Fakat ahlâkların, bilhassa kökleşmiş huyların değişmesi mümkündür derlerse pek inanma; çünkü bu nadirattandır.” 23 Bu neredeyse imkânsız değişim zorlu çalışmalar, tezkiye ve terbiye ile mümkün olacaktır. Aynı zamanda Peygamberimizin “salihlerle birlikte olmak” tavsiyesinin bereketi ile iyi ahlâklı, edepli, terbiyeli, hayâlı kimselerle arkadaşlık etmek, ilim ve fazilet sahihlerini bulup onlarla hemhal olmak, böylelerini bulmak, bulacağı yerlere kadar gitmek ve bu uğurda her türlü zahmete katlanmak, kişinin kendi saadeti icabıdır.24
Rasûl-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz buyurmuşlar; “Yâ Hamza, bir nefsi ihya etmek mi yoksa öldürmek mi daha sevgilidir?” Hz. Hamza cevaben “Elbette ihyâsı daha sevgilidir” deyince,“Öyle ise nefsinin kemâle ulaşmasına bak, âdâb-ı şerîata riayetle sâlih ameller işle”buyurmuşlardır.25
Nefs tasavvufta binek olarak adlandırılmıştır. Bu sebeple onun fenası değil ıslahı murad edilir. Bir ömür insanı üzerinde taşıyacak olan bineğinin asi, söz dinlemez, yulara gelmez, her istediğini yer-içer, her istediği istikamete gider bir huyda olması süvarisini yolundan alıkoyar, yanlış istikametlere sevk eder. Onun niteliklerinin iyileri ile değiştirilmesi icap eder. Misaller veriyor bir sohbetinde M. Zâhid Kotku Hazretleri, şöyle ki:
“Şimdi insan gadaplı… Ateş gibi adam; ne söylersen kızıyor, bağırıyor, çağırıyor, vuruyor… Gadabın icabı… Bu insanlıkla yaşamaz, insanlık bununla yaşayamaz. Bunu tebdil etmek lâzım! Neye?.. Şecaate!.. … Şehvetten doğan şey dünya sevgisi, yaşama hevesleri insanda… Gayeler; güzel giyinme, güzel ev sahibi olma, güzel hanım sahibi olma… Hâlbuki biz bunun için değil; bizi yaratanı sevmek, bilmek ve onun emrini tutmak için dünyaya gelmişiz. Bu güzel sevgisinden Yaradanı sevme kabiliyeti ortaya çıkmalı. Bu dünya sevgisini, muhabbet-i ilâhiyyeye çevirebilmek hüneri var insanda. Onun için en büyük hüner nefsi ıslahta… “26
| |
| |
SEFER DER VATAN
Peygamber Efendimizin hicreti, her anlamda değişime misal teşkil etmesi bakımından çok önemlidir. Çok sevilen, fakat inancın yaşanmasına engel olduğu zaman vatanın, milletin, ailenin, sosyal sınıfın, makam ve mevkiinin Allah’ın dinine hizmet etmek için terk edilebileceğini göstermektedir. Tasavvufi bakımdan Hicret, her türlü gayri İslami anlayış ve duygulardan arınmak, amellere yerleşen gayri İslami davranış ve alışkanlıkları terk etmektir. Bu da ruhta ve manevi anlamda bir seferi başlatan tevbe ile başlar. “Tevbe ile murâd istiğfar değildir. Belki tedenniyi mûcib olan şeyi terk edip terakkiyi mûcib olanı işlemektir.27” diyen M. Zâhid Kotku Hazretleri, Nakşibendiliğin “Sefer der Vatan” ilkesine atıfta bulunarak hakiki muhacirin, memleket değiştiren, düşmandan kaçıp yer değiştiren kimse değil, “Asıl hakiki muhacir kötülükleri, fenalıkları, günahları, yaramaz huyları terk eden kimsedir” diye bildirmektedir. O şöyle der:
“Çünkü insan, ne kadar yer değiştirirse değiştirsin, ahlâkı, huyu ne ise yine odur. Onun için mühim olan olduğu yerde, bütün fenalıkları, mezmum huyları terk edebilmek, hakiki muhacirliktir.28
| |
| |
| |
| |
|
|
|