Hz. Muhammed (sav ) Davetin zorlukları

BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
Hicret
Hicret
DAVETİN ZORLUKLARI

Doğrusu biz, senin üzerine ağır bir söz bırakacağız. [10] Sen de peygamberlerden azim sahiplerinin sabrettiği gibi sabret. [11]

İnsanların karşılarına dikilip, isteyerek veya istemeyerek, neşeyle veya ıstırapla takip ettikleri hayat tarzlarının yanlış olduğunu, bu hayat tarzını ve dayanağı olan inançları terk etmeleri gerektiğini ilan etmek kolay değildir. Üstelik insanlara inançlarının ve hayat tarzlarının yanlışlığını bildirmekle kalmayıp, hayatları boyunca sahip olduklarından çok farklı bir inanç sistemini ve hayat tarzını sunarak, buna göre inanıp yaşamaları gerektiğini ilan etmek hiç kolay değildir. Böylesi bir çıkış; yanlışları hiç eğip-bükmeden açıkça ilan etmek, büyük tepkilere neden olur. Bu her zaman böyle olmuştur. Sosyal bilimciler ve psikologlar çok iyi bilirler ki, insanlar, doğruluğundan bir yığın şüpheleri olsa dahi inana geldikleri şeyleri, memnun olmasalar dahi alışageldikleri hayat tarzını terk etmeye yanaşmazlar. Az bir miktarda bile olsa, mensubu oldukları hayat tarzını terk ederlerse pişman olacaklarını, onu da arar duruma geleceklerini zannederler. İnsanlığın bu garip durumunu ifade etmesi açısından bir sosyal bilimcinin şu tespitleri oldukça ilginç ve önemlidir:

Yoksul olan herkes hayal kırıklığına uğramış değildir. Şehirlerin kenar mahallelerinde yaşayan yoksullardan bazıları, kendi uyuşmuş hayatlarından şikayetçi değildirler. İçinde bulundukları çukurun dışındaki bir hayatın düşüncesi onların tüylerini ürpertir… Açlıktan ölmenin sınırında yaşayan yoksulların hayatı gayeli bir hayattır. Yiyecek ve yatacak yer bulmanın amansız mücadelesine girişmiş olanlar boşuna çaba harcamış olma hissine hiçbir zaman yakalanmazlar. Varılacak amaçları maddî ve acildir. Her yenen yemek onlar için bir amacın gerçekleşmesidir; tok karnına yatağa girmek bir zaferdir ve açıktan gelen her beleş şey bir mucizedir… Köle hayatı yaşayanlar yoksuldurlar; buna rağmen köleliğin yaygın olduğu ve uzun süre devam ettiği yerlerde bir kitle hareketinin doğması zayıf bir ihtimaldir. Köleler arasındaki mutlak eşitlik ve köle mahallelerindeki samimi sosyal ilişkiler ferdin hayal kırıklığını Önler. Köleliğin yerleşmiş âdet haline geldiği bir toplumda başkaldıranlar, yeni köle olanlarla kölelikten hür bırakılanlardır.[12]

Bu durumu, peygamberlerin insanlığa sundukları ilâhî hakikatler ve gerçekleştirmeye çalıştıkları değişim açısından ele alırsak; bütün peygamberlerin insanlığa aynı mesajla geldiklerini biliyoruz. Kur’an bunu şöyle açıklamıştır: ‘Andolsun biz her kavme, ‘Sadece Allah’a kulluk edin ve tağuta kulluktan kaçının’ diyen peygamberler gönderdik [13] Peygamberlerin davetlerinin değişmeyen bu ilkesi üzerinde düşünülürse, ilâhî irade tarafından inanç ve hayat tarzının değiştirilmesinin hedef olarak seçildiği ve bu İki alanda köklü değişikliğin öngörüldüğü anlaşılır.

Peygamberlerle insanlara sunulan ilâhî davetin ilk plandaki hedefini, insanların sahip oldukları ve yanlışlıklarla dolu inançlarını terk etmelerini ve merkezine Allah’ı alan bir inanç sistemine sahip olmalarını sağlamak oluşturmuştur. Bu inanç sisteminin ismi ‘tevhid’dir. Peygamberlerin davetinin ikinci kısmını ise tevhid inancı üzerinde şekillenen bir hayat tarzına, sahip olunması oluşturmuştur. İşte bu durum tepkilere neden olmuştur, insanlar, kendilerine ilâhî hakikatleri sunan, anlam ve gereklerini en güzel tarzda açıklayan elçilere tepki göstermişlerdir. Davet olundukları şeyin güzelliğini, doğruluğunu ve iyiliğini görmemişler veya görmezlikten gelmeyi tercih.etmişlerdir. Özellikle de toplumun inanç, düşünce ve yaşantısında söz sahibi olanlar veya bir diğer ifadeyle statükonun sahibi ve temsilcisi olanlar hakikat çağrısının en katı muhalifleri olmuşlardır. Kur’an, onların ilâhî daveti gerçekleştirenleri davalarından alıkoyabilmek için var güçleriyle çalıştıklarını ve çalışacaklarını bildirmektedir. İslâm davetini durdurmak için, salip oldukları mal ve mülklerini dahi harcamaktan çekinmediklerini [14] söylemektedir.

Onların, peygamberin şahsına veya davetine yönelik tepkileriyle ilgili olmak üzere-Kur’an’ın zikrettiği bazı davranışları şunlardır: ilâhî daveti gerçekleştirenle alay etmişler [15] peygamberin büyüklendiğin,[16] cinlendiğini [17] delirdiğini [18] şair olduğunu [19] büyücü olduğunu [20] öğretilmiş olduğunu [21] uydurduğunu [22] sapıttığını [23] yalancı olduğunu [24] iddia etmişler ve bu iddialarını topluma yaymışlardır, ilâhî davayı yok etmek veya değiştirmek için çeşitli tuzaklar/hileler kurmuşlar [25] peygamberi ve inananları yurtlarından kovmakla tehdit etmişlerdir.[26] Taşlamak suretiyle [27] fiziki zararlar vermeye, öldürmeye veya yakmaya karar vermişlerdir.[28] Korkutmak için bağırıp, çağırmışlar [29] eziyet etmişler [30] yalanlamışlar [31] aşağılamışlar [32] eskilerin masallarını anlatıyor’ diyerek gerçeği çarpıtmışlar [33] insanlarla olan irtibatını kesmeye çalışmışlardır.[34] Başlarına gelen her türlü kötülüğün sorumlusu olarak hakikat davetçilerini görmüşlerdir.[35] Bütün bunları yaparken de rastgele bir tavır içerisinde olmadıklarını, kendi bilgi ve tecrübelerine güvenip, dayandıklarını ifade etmişlerdir.[36]

Dolayısıyla Resulüllah da, yüce görevinin gerektirdiklerini bildirmeye ve açıklamaya başlayınca, dozajı gittikçe artan tepkilerle karşılaştı. Fakat bu, habersiz yakalandığı ve kendisini hayal kırıklığına uğratan bir durum değildi. Çünkü, her akıllı insan gibi, O da biliyordu ki, bir toplumdaki tüm insanların inanç ve hayat tarzlarını hedef alan, statükoyu baştan sona reddeden her söylem tepki görecektir. Bunun aksini düşünmek mümkün değildir. İlk ayetlerin vahyolunmasıyla, çevresindeki bazı insanların tepkisiyle karşılaşacağını düşünmesi, hatta korkuyla evine kapanması, söz konusu tepkileri aklı ile öngörmesinden kaynaklanmıştı. Ayrıca, risâletin daha ilk gününde, Varaka b. Nevfel’den peygamberlerin insanlığa sundukları mesajların sert tepkilere neden olduğunu duyması, düşüncesindeki haklılığın gerekçesi olmuştu.

Fakat Müddesir sûresinin bir ayeti ile [37] görevini yapabilmesi için ‘korku ve endişe elbisesini’ terk edip, insanların karşısına geçmesi gerektiği bildirildi. Resulüllah, o aşamada, alemlerin yaratanı ve sahibi olan Allah’ın elçisi oluşu nedeniyle, Allah tarafından kendisine hep yardım edileceğini, hiçbir sıkıntıyla karşılaşmayacağını, davetinin her zaman büyük bir memnuniyetle kabul edileceğini düşünebilirdi. Fakat, O böylesi bir düşünceye veya kanaate hiçbir şekilde sahip olmadı. Böylesi bir kanaate sahip olduğuna dair en küçük bir bilgi kırıntısı bile mevcut değildir. Çünkü makul şekilde düşünebilen herkes kolaylıkla fark eder ki, eğer ilâhî irade, insanların inanç ve hayat tarzlarıyla dosdoğru bir çizgi üzerinde olmalarını kendi iradelerine bırakmadan takdir edip kabul ettirirse; aynen meleklerde olduğu gibi insanların da ilâhî bilgiye kayıtsız şartsız teslimini irade ederse, bu durumda peygamber görevlendirmenin ne anlamı vardır? Üstelik eğer peygamber insanlardan seçilecek ve o hiçbir tepkiyle karşılaşmadan, insan oluşun gerektirdiği herhangi bir sıkıntıya katlanmadan görevini hep başarıyla yürütecekse, bu durumda o elçinin insanlık için örnekliğinden nasıl bahsedilebilir?

Makul olanı, peygamberin herhangi bir insan gibi olmasıdır; daveti karşısında aşağılanmak, alaya alınmalı, tepki görmeli ve bütün bunlara rağmen görevini yürütmelidir ki risâletin beşerî boyutu gerçekleşsin. Fakat elbette ki bütün bunlar söz konusu sıkıntılar karşısında ilâhî irade, elçisine hiç yardım etmeyecek anlamına da gelmemektedir. Birçok ayetle, tekrar takrar, ilâhî görev emredilen tarzda yerine getirilirse, davetin şartları eksiksiz olarak gerçekleştirilirse, ilâhî yardımın her zaman söz konusu olabileceği bildirilmiştir. Risâletin 23 yıllık seyri de bunu açıkça göstermiştir. Ayrıca, asıl yardım olağan üstü destekler biçiminde değil, peygamberi ve diğer müminleri gelişmeler karşısında sürekli bilgilendirmek, zorlukların aşılmasının beşerî şartlarını açıklamak biçiminde gerçekleşmiştir. Bunun gereği olarak da Resulüllah risâletin daha ilk günlerinde muhtemel tepkiler karşısında uyarılmış, alması gereken tedbirlerin neler olduğu konusunda bilgilendirilmiştir. Dolayısıyla, karşılaştığı zorluklar ve tepkiler, Resulüllah için hayal kırıklığına neden olmamıştır, “ben bir peygamberim, bana her şey istediğim zaman istediğim şekilde verilecek’ türünden anlamsız, temelsiz kanaatlere sahip olmasına imkân sağlanmamıştır.

İslâm davetin karşılaştığı değişmeyen tepkilerin neler olduğuna ilişkin bu genel açıklamaları takiben, risâletin ilk yıllarını dikkate alarak, Resulüllah’ın davetin seyri konusunda nasıl bilgilendirildiğini ve uyarıldığını biraz daha ayrıntılı olarak tespit etmeye çalışalım. Risâlet sürecinde hem bir peygamber, hem de bir insan olarak öğretilip eğitilen Resulüllah, kendisinden insanlara ilan etmesi istenen mesajın ayrıntılarını vahiyle öğrendikçe, görevi en güzel şekilde yerine getirdi. Görevini yapmak veya yapmamak gibi bir seçeneği olmadığını biliyordu. İlk zamanlar için, ‘Kalk ve uyar [38] emri bunun en açık deliliydi. Kendisi seçilmişti ve bu seçime uygun olarak sorumluluğunu yerine getirmesi gerekiyordu, îlahî görevi kabul edip etmeme konusunda serbest bırakılmadığı gibi, devam edip-etmeme konusunda da bir serbestliği yoktu. Risâlet süresinin daha çok ileriki yıllarında vahyolunan ayetlerde bu açıkça bildirildi.

Şu ayet bunun örneklerinden sadece birisi oldu: ‘O yolunu şaşırmış kimseler, bizim sana yahyettiğimizden, başka bir şey ortaya atasın diye seni ayartarak, seni vahyettiğimiz gerçeklerden uzaklaştırmaya çalışmaktalar. Öyle ki, bunu başarabilselerdi, seni hemen kendilerine dost edinirlerdi. Eğer senin imanında sebat etmeni sağlamamış olsaydık, belki de az kalsın onlara biraz olsun eğilim gösterecektin. Eğer bunu yapsaydın, hayatın acısını da iki kat olarak tattıracaktık sana, ölümün acısını da; sonra bize karşı hiçbir yardımcı da bulamayacaktın kendine.[39] Ancak şu var ki, Resulüllah risâlet gibi yüce bir sorumluluğu kabul etmede isteksizlik göstermedi. O, alemlerin Rabb’ı olan Allah tarafından seçilmiş bir şahsiyetti ve bu seçilmişlik diğer insanlarda olmayan birçok erdeme dayanıyordu.

Erdemlerle donatılmış birisi olarak tüm insanlığa erdemler sunacak görevi isteyerek, zorluklarını kabullenerek yüklendi. Rabb’ine teslim oldu ve gelecek her talimatın gereğini, bir beşer olarak zorlansa dahi, isteyerek yerine getirdi; getirmeye çalıştı. Allah ise O’nu islâm’ın insanlığa sunuluşunun her aşamasında bilgilendirdi, destekledi, korudu. Bu itibarla ilk vahyolunan ayetlerin birisinde Resulüllah’a İslâm davasının niteliğiyle ilgili en temel özelliklerden birisi açıkça bildirildi: ‘Doğrusu biz, senin üzerine ağır bir söz bırakacağız.[40]

Bu ayetin davanın özelliklerinin ve gereklerinin henüz açıklanmadığı bir zamanda, yani Resulüllah’ın peygamberliğinin ilk günlerinde vahyolundugu bilinince, önemi daha da artmaktadır. Sadece bu ayetle bile, dinin özelliklerinin ve gereklerinin henüz bildirilmediği bu dönemde, Resulüllah başta olmak üzere iman edenlere ilan olundu ki- mümin olmak ve İslâm’ı başkalarına ulaştırmak gayesiyle özel çalışmalar yapmak kolay bir iş değildir. Yine bu ayetle denilmiş oldu ki; “Ey müminler! Bilin ki, mümin olmakla diğer insanların üstlenmek istemeyecekleri bir yükün altına girdiniz.. Kan gözyaşı, yalanlama, kötü muamele, işkence, zulüm, baskı, yoksulluk, aşağılanma alay, hakaret… siklerin karşılaşacağı zorluklar olacak. Çünkü, sizler haksızlığın, zorbalığın, sömürünün, baskının, zulmün, işkencenin, sahtekarlığın, dalaverenin, kötülüğün, ahlâksızlığın, sapıklığın… hakim olduğu bir dünyada, bütün bunlara meydan okuyan ve en güzel ahlâk üzere yaşayan şahsiyetler olacaksınız. Meydan okumanız sadece sözle değil, daha ziyade ve bilhassa futum ve davranışlarınızla olacak; yaşantınızla gerçekleşecek. Bütün bu olumsuz özelliklere karşı hakkın, adaletin, iyiliğin, ahlâkın, doğruluğun… temsilcileri olacaksınız ve üstelik çoğu zaman sayı itibarıyla insanların arasında azınlık olacaksınız. Elbette ki bütün bunlar kolay şeyler değildir.’

Haber verilen zorlukları aşmanın, onları kolaylığa dönüştürmenin yöntem ve şartları da yine ayetlerle bildirildi. Esenlik yolunun rehberi olan Resulüllah öncelikle psikolojik açıdan eğitildi. Zira ilâhî görev dahilinde önemli olan, bir insan olarak Peygamberin risâlet gibi ilâhî bir görevi yerine getirecek iç donanıma sahip olmasıydı. Konuyla ilgili olmak üzere geçmişten ve geçmişin davetçilerinden örnekler verildi. Geçmişteki hakikat rehberleri gibi olması istendi. ‘O halde sen de peygamberlerden azim sahiplerinin sabrettiği gibi sabret [41] denildi. Eğer risâlet görevi önceki resullerin yaptığı gibi, ilâhî davet yönteminin gereklerince yürütülürse, Allah’ın büyük yardımlarına tanık olacağı ve böylelikle zorlukların müjdelere ve mükafatlara dönüşeceği de müjdelendi.

Hz. İbrahim’in davetini anlatan ayetler bu konunun bir örneğiydi: ‘Onlar İbrahim’i ateşe atınca biz: ‘Ey ateşi İbrahim’e karşı soğuk, serin ve selâmet dedik. Bu arada onlar, İbrahim’e tuzak kurmaya çalıştılar, ama biz onların bütün yapıp ettiklerini boşa çıkardık.[42] Böylelikle, başta Rasulüllah olmak üzere, zorluklarla, sıkıntılarla dolu yolun mensubu olan diğer müminler, âlemlerin Rabb’i olan Allah’ın koruması ve gözetimi altında olduklarını, O’nun yardım ve ihsanları ile muhatap olacaklarını bildiler ve bunu akıllarından çıkarmadılar. Bütün engellemelere rağmen yollarına devam ettiler. Biliyorlardı ki, diğer insanlar tarafından aşağılansalar, onların kötü muamelelerine muhatap olup, çirkin saldırılarıyla karşılaşsalar dahi hakikati kendileri, bâtılı ise muhalifleri temsil ediyordu. Hak olan ise her zaman güçlü olandı; galip gelecek taraftı; bâtıl olan ise kaybedecek ve her zaman pişman olacak taraftı ‘Senin için kesintisiz mükafat vardır. Ve sen büyük bir ahlâk üzeresin. Sonunda, hanginizin fitnelenmiş olduğunu sen de göreceksin, onlarda görecekler. Şüphesiz Rabb’in, kimlerin kendi yolundan saptığını ve kimlerin yolda olduğunu bilmektedir.[43] ‘Rabb’ın sana verecek ve sen razı olacaksın.[44]

[10] Müzzemmil sûresi, 73:5
[11] Ahkâf sûresi, 46:35
[12] Hoffer, Kesin inançlılar, 48.
[13] Nahl, 16:36
[14] Enfal, 8:36
[15] Rad, 13:32
[16] Isra, 17:47,101
[17] Flicr, 15:6),
[18] Mu’minun, 23:25
[19] Saffat, 37:36
[20] Zuhruf, 43:49
[21] A’raf, 7:66
[22] Ahkâf, 46:8
[23] A’raf, 7:60
[24] AYaf, 7;66
[25] Ra’d, 13:42
[26] Muharamed, 47:32
[27] Şuara, 26:116
[28] Ankebut, 29:24
[29] Zuhruf, 43:57,58
[30] Muhammed, 47:32
[31] Kamer, 54:9
[32] Kamer, 54:24,25
[33] Kalem, 68:15
[34] En’am, 6:26
[35] A’raf, 7:131
[36] Mümin, 40:83
[37] 74:1
[38] Müddesir, 74:2
[39] îsra, 17:73-75
[40] Müzzemmil, 73:5
[41] Ahkâf, 6:35
[42] Enbiya, 21:69,70
[43] Kalem, 68:3-7
[44] Duka, 93:5
 
Üst Alt