Bakmayın siz lise edebiyat derslerinde okutulmalarına!..
Bizim okur yazar takımı alttan alta horlamıştır Reşat Nuri Güntekin’i, Halid Ziya’yı, Hüseyin Rahmi Gürpınar’ı...
Adlarını gençlere tavsiye ediyormuş gibi yaparken bir yandan da dudak kenarlarına küçümseyici bir kıvrım yerleştirmek ihmal edilmemiştir.
Hele kaleminin tadına doyum olmayan, romanlarındaki kadın karakterleri Batı edebiyatının ustalarıyla aşık atacak kadar derinlik taşıyan Refik Halid Karay’a “ucuz yazar” muamelesi yapılması ne büyük haksızlıktır.
Ya Peyami Safa?..
Bugün zihnimizi ve hayatımızı kurcalayan ne varsa, onun 1930’larda yazdığı romanlarda vardır. Hem de bütün incelikleriyle...
Bizim okur yazar takımı alttan alta horlamıştır Reşat Nuri Güntekin’i, Halid Ziya’yı, Hüseyin Rahmi Gürpınar’ı...
Adlarını gençlere tavsiye ediyormuş gibi yaparken bir yandan da dudak kenarlarına küçümseyici bir kıvrım yerleştirmek ihmal edilmemiştir.
Hele kaleminin tadına doyum olmayan, romanlarındaki kadın karakterleri Batı edebiyatının ustalarıyla aşık atacak kadar derinlik taşıyan Refik Halid Karay’a “ucuz yazar” muamelesi yapılması ne büyük haksızlıktır.
Ya Peyami Safa?..
Bugün zihnimizi ve hayatımızı kurcalayan ne varsa, onun 1930’larda yazdığı romanlarda vardır. Hem de bütün incelikleriyle...
***
Geçen akşamüstü bir kitapçıda dolaşırken rafları dolduran birbirinden mızmız ve tembel işi sayıklamalarla dolu modern yerli roman külliyatımıza bakıyordum...
Birden eve gidip kitaplığımdaki Refik Halid’leri yeniden elden geçirmeye karar verdim. Reşat Nuri’leri de...
Hatta durup dururken Çalıkuşu’nu yeni bir gözle okumaya başlamak ne güzel olurdu.
Eve gittim.
Baktım, yıllar önce sahaflardan topladığım, sayfaları dağılıveren çok eski baskı Refik Halid’ler yok! “Sürgün” ve “Yezidin Kızı” bile! Yıkıldım!
“Bugünün Saraylısı” da kimbilir hangi evde, geride bıraktığım hangi kütüphane’de kalmış!
Bir “Nilgün” var kitaplığımda! Gülen gülsün isterse, ama o Refik Halid romanı benim için Durrell’ın “İskenderiye Dörtlüsü” kadar özel ve değerlidir!
Daha yeni yerleştirdiğim raflara baktım, hayal meyal hatırlıyordum ama Çalıkuşu’nu da bulamadım!
Biliyor musunuz? Gençlere yalan yanlış öğretildiği gibi bir “idealist öğretmen Türk kızı”nı anlatmaz bu roman!
Aksine... Bu tür idealizmleri yaratan “libido”yu görmezden gelenlerin yüzüne tokat gibi çarpan aşk, şefkat, ihanet, kötülük ve iyilik üzerine çarpıcı bir serüveni anlatır.
Birden eve gidip kitaplığımdaki Refik Halid’leri yeniden elden geçirmeye karar verdim. Reşat Nuri’leri de...
Hatta durup dururken Çalıkuşu’nu yeni bir gözle okumaya başlamak ne güzel olurdu.
Eve gittim.
Baktım, yıllar önce sahaflardan topladığım, sayfaları dağılıveren çok eski baskı Refik Halid’ler yok! “Sürgün” ve “Yezidin Kızı” bile! Yıkıldım!
“Bugünün Saraylısı” da kimbilir hangi evde, geride bıraktığım hangi kütüphane’de kalmış!
Bir “Nilgün” var kitaplığımda! Gülen gülsün isterse, ama o Refik Halid romanı benim için Durrell’ın “İskenderiye Dörtlüsü” kadar özel ve değerlidir!
Daha yeni yerleştirdiğim raflara baktım, hayal meyal hatırlıyordum ama Çalıkuşu’nu da bulamadım!
Biliyor musunuz? Gençlere yalan yanlış öğretildiği gibi bir “idealist öğretmen Türk kızı”nı anlatmaz bu roman!
Aksine... Bu tür idealizmleri yaratan “libido”yu görmezden gelenlerin yüzüne tokat gibi çarpan aşk, şefkat, ihanet, kötülük ve iyilik üzerine çarpıcı bir serüveni anlatır.
***
Neyse... “Yarından tezi yok, bir kitapçıya uğranacak, Çalıkuşu alınacak” diye aklımdan geçirerek koltuğuma oturup gazete ve dergileri karıştırmaya başlamıştım ki!..
Aksiyon Dergisi’nin kapağı gözüme ilişti önce..
Kapakta “Türk klasikleri edebi cinayete kurban gidiyor” yazıyordu.
Hemen açıp Kadir Filiz’in araştırma-haberini okumaya başlayınca iyice yıkıldım!
Anladım ki, gidip alacağım kitaba “Çalıkuşu” denmez! Denmemeli!
Olay şu...
Reşat Nuri’nin, Refik Halid’in, Peyami Safa’nın ve ötekilerin kitapları yıllardır “gençler anlamaz, sadeleştirelim” denilerek kuşa çevriliyor.
Üzerlerinde telif hakkı kalmayan yazarlarımızın kitapları “sadeleştirme” adı altında resmen kıyıma uğruyor.
“Şunları orijinal haliyle yayınlayalım, kitabın arkasına bir sözlük koyalım” diyen yayınevi yok denecek kadar az.
Aksiyon Dergisi’nin kapağı gözüme ilişti önce..
Kapakta “Türk klasikleri edebi cinayete kurban gidiyor” yazıyordu.
Hemen açıp Kadir Filiz’in araştırma-haberini okumaya başlayınca iyice yıkıldım!
Anladım ki, gidip alacağım kitaba “Çalıkuşu” denmez! Denmemeli!
Olay şu...
Reşat Nuri’nin, Refik Halid’in, Peyami Safa’nın ve ötekilerin kitapları yıllardır “gençler anlamaz, sadeleştirelim” denilerek kuşa çevriliyor.
Üzerlerinde telif hakkı kalmayan yazarlarımızın kitapları “sadeleştirme” adı altında resmen kıyıma uğruyor.
“Şunları orijinal haliyle yayınlayalım, kitabın arkasına bir sözlük koyalım” diyen yayınevi yok denecek kadar az.
***
Tabii bu operasyon sadece ticari kaygıyla ve kolaycılık uğruna yapılmıyor.
Yani hiç masum değil kimi “sadeleştirme”ler!
Kadir Filiz “Çalıkuşu”ndan bu türde sayısız örnek vermiş haberinde...
Bunlardan biri şöyle... Romanın 1928 baskısında “Yaz kızım yaz... Dinini seversen benden de selam yaz” cümlesi şimdi piyasada bulunan baskıda “Yaz kızım, yaz... Beni seversen benden de selam yaz” yapılmış.
Yine 1928 baskısındaki “diyar diyar bütün Kürdistan’ı, Irak’ı, Arabistan’ı dolaşmıştı” cümlesi “Diyarbakır’dan Musul’a, oradan Bağdat’a, Kerbela’ya geçmişti” olup çıkmış.
Selim İleri’nin Namık Kemal ile ilgili verdiği örnek de hem güldürüyor insanı hem fena üzüyor. İntibah’ı yeni kuşaklar okusun diye sadeleştiren kişi metne “her şey roman kahramanının gözünün önünden bir film şeridi gibi geçti” cümlesini eklemiş!.. Belli ki, bu işi yapanın umurunda bile değil o dönemde sinema olup olmadığı!
Refik Halid’i ise bizzat oğlu öyle bir sadeleştirmiş ki, geriye Refik Halid’den, onun eşsiz yazı lezzetinden hiçbir şey kalmamış! Şimdi pişmanmış Ender Karay ama neye yarar?
Bu durumda şimdi kalkıp ne kendime ne de siz okurlarıma “haydi, biraz bizim klasikleri okuyalım” diyecek halim yok!
Üzgünüm! Edebiyat bizim neyimize, diyeceğim ama...
Ona gönlüm asla razı gelmez!
Yani hiç masum değil kimi “sadeleştirme”ler!
Kadir Filiz “Çalıkuşu”ndan bu türde sayısız örnek vermiş haberinde...
Bunlardan biri şöyle... Romanın 1928 baskısında “Yaz kızım yaz... Dinini seversen benden de selam yaz” cümlesi şimdi piyasada bulunan baskıda “Yaz kızım, yaz... Beni seversen benden de selam yaz” yapılmış.
Yine 1928 baskısındaki “diyar diyar bütün Kürdistan’ı, Irak’ı, Arabistan’ı dolaşmıştı” cümlesi “Diyarbakır’dan Musul’a, oradan Bağdat’a, Kerbela’ya geçmişti” olup çıkmış.
Selim İleri’nin Namık Kemal ile ilgili verdiği örnek de hem güldürüyor insanı hem fena üzüyor. İntibah’ı yeni kuşaklar okusun diye sadeleştiren kişi metne “her şey roman kahramanının gözünün önünden bir film şeridi gibi geçti” cümlesini eklemiş!.. Belli ki, bu işi yapanın umurunda bile değil o dönemde sinema olup olmadığı!
Refik Halid’i ise bizzat oğlu öyle bir sadeleştirmiş ki, geriye Refik Halid’den, onun eşsiz yazı lezzetinden hiçbir şey kalmamış! Şimdi pişmanmış Ender Karay ama neye yarar?
Bu durumda şimdi kalkıp ne kendime ne de siz okurlarıma “haydi, biraz bizim klasikleri okuyalım” diyecek halim yok!
Üzgünüm! Edebiyat bizim neyimize, diyeceğim ama...
Ona gönlüm asla razı gelmez!
Haşmet Babaoğlu