TÜRKOĞLU
Aktif Üyemiz
Giriş
Yazılı belgelere dayanan Türk tarihi, Hunlar ile başlar. Hunlardan çok önce Çin’de, Hindistan’da, Mezopotamya’da ve Anadolu’da Türk kültürünün izlerine rastlanmış ise de, Türklüğün eski çağlarına dair araştırmalar henüz tamamlanmış ve kesin bir sonuca ulaştırılmış değildir. Fakat eski medeniyetlerden kalan dil örnekleri (misal Sümerce), bu medeniyetleri yaratan kavimlerin Orta Asya kökenlerine dair sağlam deliller oluşturmaktadır.
Hunlar, tarih sahnesine teşkilatlı ve güçlü bir devlet olarak çıkmışlardır. Hun Devleti’nin ne zaman kurulduğu kesin olarak tespit edilememiştir. Eski Çin tarihçileri, M.Ö. XIV-IV. yüzyıllar arasında bazen büyümüş, bazen parçalanıp küçülmüş bir Hun Devleti’nin varlığından söz ederlerse de, bu dönemi aydınlatacak tarihi belge bulamamışlardır.1
Tarihin erken dönemlerinde Çinliler, kendi kabuğunun dışına çıkamayan ve kendi devletlerinden başka devlet tanımayan bir millet idiler. Onlara göre Çin, bir “Orta Devlet” (Chung-kuo) idi. Bu devletin etrafı da “barbar” ve düşman kavimlerle çevriliydi.2 Bundan dolayı Çinliler, uzun süre ülkelerinin kuzeyinde bulunan kavimleri birbirinden ayırmaya bile lüzum görmemişler, hepsini “Jung, Ti, İ, Man, Hu” gibi genel isimlerle anmışlardır.
Çin yıllıklarının kesin kayıtlarına göre, Hunlar, ilk defa M.Ö 318 yılında devletlerarası mücadelelere katılmaları dolayısıyla görülür. Onlar, bu tarihte dört Çin beyliği (Han, Chao, Wei, Ch’u) ile bir ittifak kurarak, başka bir Çin beyliği olan Ch’in’e (Çin) saldırmışlardır.3 Bu olay bize, M.Ö. IV. yüzyılın sonlarından itibaren devletlerarası ilişkilerde yerini almış, güçlü bir Hun Devletinin bulunduğunu göstermektedir. Bu sırada, Hun Devleti’nin merkezi Orhun ve Selenga nehirlerinin kaynak havzası olan Ötüken ormanı (Ötüken yış) idi. Adları, Çin Yıllıklarında “Hsiung-nu” şeklinde söylenmekteydi. “Hsiung-nu” sözü de, “kavim, halk, topluluk” anlamına gelen Türkçe “Kun” veya “Kün” (Hun) kelimesinin4 Çince söylenişi idi. Çünkü Çinlilerin Hsiung-nu şeklinde yazıp söyledikleri bu topluluğun adı, Soğdça metinlerde ve Batı kaynaklarında genellikle “Hun” şeklinde yazılmıştır.5
M.Ö. 1050-247 yılları arasında Çin Devleti’ni, soyca Türk olan Chou (Cov) hanedanı temsil ediyordu. Chou Devleti, merkeze şeklen bağlı derebeyliklerden meydana geliyordu. Bu yüzden Chou Devleti kendi içinde bir bütünlük arz etmiyordu. Derebeyliklerin sayısı da gittikçe artıyordu. M.Ö. 500 yıllarında Çin’deki derebeylik sayısı 1000’e ulaşmış bulunuyordu. Derebeylerin hepsi, Chou imparatorlarına karşı bağlılık hislerini tamamen kaybetmiş durumdaydı. Chou hanedanının da bunlar üzerinde hiçbir otoritesi kalmamıştı. Daha doğrusu Chou hanedanı, bunları itaate zorlayacak askeri bir güce sahip değildi. Her biri, bir devlet başkanı gibi müstakil hareket ediyordu. Bu durum Çin’deki siyasi istikrarı bozmuş ve derebeylikler arasında asırlarca sürecek hakimiyet ve üstünlük mücadelesine yol açmıştır. M.Ö. 481-256 yılları arası Çin’de iç mücadelenin en yoğun olduğu bir dönemdir. Tarihçiler bu döneme, “savaşçı devletler devri” adını vermişlerdir. Bu dönemde Çin derebeylikleri arasındaki hakimiyet ve üstünlük mücadelesi, genellikle kuzey-güney ekseni ile doğu- batı ekseninde yer alan derebeylikler arasında cereyan etmekteydi.6
Çin derebeylikleri arasında meydana gelen hakimiyet ve üstünlük mücadelesi, Çin’in siyasi bütünlüğü açısından müspet sonuç vermiştir denilebilir. Zira, derebeyliklerden bazıları, komşu yüzlerce derebeyliği ortadan kaldırmak ve topraklarını ilhak etmek suretiyle güçlü birer krallık haline geldiler. Böylece, M.Ö. III. yüzyılın ikinci yarısına doğru Çin’deki devlet sayısı 14’e, daha sonra da 7’ye inmiştir. Bu devletlerarasında en güçlüleri Kuzey Çin’de ortaya çıkmıştır. Bunlar, “Yen, Ch’in (Çin) ve Chao (Cav) ” devletleridir.
Kuzey Çin’de ortaya çıkan devletler sadece kendi aralarında değil, aynı zamanda Çin’in kuzeyindeki kavimlerle de mücadele etmişlerdir. Çünkü, Kuzey Çin’deki iç mücadeleye, Çin’in kuzeyinde bulunan kavimler de karışmışlardır. Esasen Çin tarihinde en çetin savaşlar, Kuzey Çin’deki devletlerle kuzey kavimleri arasında cereyan etmiştir. Çin’in kuzeyinde “Hien-yün veya Hun-yü” adıyla anılan Hun Türklerinin ataları bulunuyordu.
A. Hun-Çin Mücadelesi ve Sonuçları
Hun ekonomisi büyük ölçüde hayvancılığa dayanıyordu. Tarım ve diğer ekonomik faaliyetler az denecek kadardı. Hayvanlardan elde ettikleri ürünler ise, Hunlara uzun süre geçinmeleri için yetmiyordu. Daha başka ürünlerle desteklenmesi gerekiyordu. Öte yandan, Çin ülkesi tarım ürünlerinin bolluğu ve çeşitliliği bakımından son derece geniş imkânlar sunmaktaydı. Bunu fark eden Hunlar, gözlerini Çin üzerine çevirdiler. Onlar, yaşayabilmek ve geçinebilmek için Çinlilerin birikmiş mallarını ve servetlerini ellerinden almak zorundaydılar. Böylece Hunlar, ekonomilerinin eksiğini, sık sık düzenledikleri akınlarla Çin’den temin etme yoluna gitmişlerdir. Üstelik, Çinlilerin kolay bir av oluşu, Hun Türklerini bu akınlara özendirmiş ve teşvik etmiştir.
Hunlar bununla da kalmamışlar; Çin’in en verimli bölgesi olan “Sarınehir” (Huang-ho) havzasını ele geçirip, akınlarını Çin ülkesinin derinliklerine kadar uzatmışlardır. Bu durum, sonu gelmez Hun-Çin mücadelesine yol açmıştır. Bu mücadele de gittikçe şiddetlenerek, Çinlilerin en büyük meselesi haline gelmiştir.
Diğer taraftan, Hun akınları Çin ülkesi için büyük bir yıkım olmuştur. Gerçekten de Hun akınları yüzünden Çin halkının uğradığı zararlar çok büyüktür. Artık, sınır bölgelerinde ziraat yapılamaz ve ürün alınamaz olmuştur.7 Halk perişandır. Bu durum halkın yakınmalarına ve dövünmelerine sebep olmuştur. Çin yıllıklarındaki muhtasar bilgilerden az da olsa bu tür huzursuzlukların yankılarını bulmaktayız. Özellikle bu döneme ait halkın acı feryatları şiirlere yansıyarak, günümüze kadar gelmiştir. Bu ağıtların birinde halk şöyle feryat ediyordu: “Ne evimiz kaldı ve ne de yurdumuz. Bu, Hunlar (Hien-yün) yüzündendir. Hunlara ve böyle bir tehlikeye karşı niçin tedbir alınmadı.”8 Bu bilgiden çıkan sonuç şudur:
Kuzey Çin Hun akınlarının açık hedefi haline gelmiştir. Daha da kötüsü, Kuzey Çin’de Hun akınlarının ve yağmalarının yapılmadığı yer kalmamıştır. Bu durum karşısında Çin devlet adamları yetersiz ve çaresiz kalmışlardır.
Kendi kabuğuna çekilmiş ve kendi devletinden başka devlet tanımamış olan Çinliler, Kuzey Çin’i ele geçirerek, hayatlarını ve ekonomilerini alt üst eden kavimleri daha yakından tanımaya mecbur olmuşlardır. Daha doğrusu, düşmana galip gelebilmek için onu daha yakından tanıma lüzumunu hissetmişlerdir. Sonunda Çinliler, bu akınların düzensiz, dağınık kütleler tarafından rastgele yapılan akınlar olmadığını, aksine mükemmel bir teşkilata ve iyi eğitilmiş düzenli bir orduya sahip bir kavim tarafından yapıldığını anlamışlardır. Bu kavim de, Çinlilerin daha önce çeşitli adlar altında andıkları “Hun” (Hsiung-nu) Türkleri idi.
Hun-Çin mücadelesi, hem Türk hem de Çin tarihi bakımından önemli gelişmelere yol açmıştır. Bu gelişmeleri şu şekilde belirlemek mümkündür:
1-) Hun-Çin mücadelesinin etkisi en çok Çinlilerin dünya görüşü üzerinde olmuştur. Çünkü Çinliler, daha önce kendilerine benzemeyen ve kendilerinden olmayan kavimleri “barbar” saymışlar ve haklarında bilgi sahibi olmaya bile ihtiyaç duymayarak, hepsini aynı ad altında anmışlardır. Kuzey Çin’i hedef alan Hun akınları, bu durumu temelinden değiştirmiştir. Artık Çinliler, ülkelerini ele geçiren ve tahrip eden kavimleri daha yakından tanımak ve onlar hakkında bilgi edinmek zorunda kalmışlardır. Böylece dış dünyaya açılan Çinlilerin dünya görüşleri de, esaslı bir şekilde değişmeye ve genişlemeye başlamıştır.
2- ) Çinliler, Hun akınlarını durdurabilmek için büyük emek ve sermaye harcayarak, “Çin seddi” adıyla anılan dünyanın en büyük savunma sistemini meydana getirmişlerdir. Dünyanın hiçbir yerinde ve devletinde, savunma amacıyla yapılmış böylesine muazzam seddin bir benzeri ve örneği dahi bulunmamaktadır. Bu da, zamanın en güçlü, en mükemmel ve en süratli ordusunun Hunlar tarafından eğitilmiş olduğunu gösterir. Öte yandan, Çin seddi ile birlikte Çinliler arasında ilk defa devlet sınırı fikri doğmuş ve gelişmiştir. Ayrıca, bu surlar, Çinliler için hem güvenlik hem de ekonomik bakımdan çok büyük yararlar sağlamıştır.
3- ) Çinliler, son derece muhafazakar bir millet olmalarına rağmen, Hun akınlarını durdurabilmek ve Hunları sınırlarının ötesine atabilmek için tarihlerinde ilk defa ordularının giyim ve silahlarında köklü bir reform yapmışlardır.
4- ) Çinli komutanlar, Hunlara karşı yaptıkları her seferin düzenli raporlarını yazmışlar ve bunları ilgili devlet görevlilerine teslim etmişlerdir. Çin devlet arşivinde toplanan bu resmi belgeler, daha sonra Çinli tarihçiler tarafından alınıp düzenlenmek suretiyle Çin Yıllıkları meydana getirilmiştir. Bu yıllıklar, hem Hun hem de Çin tarihi bakımından son derece önemlidirler. Zira, Hunlardan bize kendi dillerinde yazılı belge kalmamıştır. Biz bugün, Hun tarihinin önemli bir kısmını Çin Yıllıkları vasıtasıyla öğrenebilmekteyiz.9
Burada savunma sistemi ve reformlar üzerinde biraz daha durmak gerekir. Çünkü, hem Hun hem Çin tarihinin akışı üzerinde bu faaliyetlerin başlıca rolü bulunmaktadır:
Hun akınlarının önemini ilk kavrayan ve bu hususta köklü tedbirlere başvuran Çin Chao (Cav) Kralı Wu-ling’dir (M.Ö. 325-298). Chao Devleti, Kuzey Çin’de, Tai bölgesinden Kansu bölgesine kadar uzanan Sarınehir (Huang-ho) havzasına hakim bir devlet idi. Yani, Hun Türkleri ile sınır komşusu idi. Bu yüzden Chao Devleti’ne ait topraklar Hun akınlarının ilk hedefi durumundaydı. Chao Kralı Wu-ling, Hun akınlarını durdurabilmek ve Hunları sınırlarının ötesine atabilmek için Tai bölgesinden başlayıp Yin-şan sıradağları10 boyunca devam eden büyük bir sur inşa ettirdi. Sınır boylarının boşaltılmaması ve Hunlara terk edilmemesi için “Yün-cung, Yen-men ve Tai” gibi “sınır eyaletleri” kurdurdu. Ayrıca, sınır güvenliğini sağlamak için de bir ordu görevlendirdi.11
Chao Devleti’nin savunma faaliyetlerine Ch’in Devleti büyük bir gayretle devam etti. Çünkü, Chao Devleti’nin yaptığı surlar ve diğer tedbirler Hunları sınırlarda durdurmak için yeterli olmamıştı. Birçok derebeyliği ortadan kaldırmak suretiyle Çin tarihinin en güçlü merkeziyetçi idaresini kuran Ch’in Kralı Shi-huang (M.Ö. 221-210), bütün güç ve enerjisini bu savunma faaliyetleri üzerinde topladı. O, tıpkı Chao Kralı Wu-ling gibi büyük emek ve sermaye harcayarak, yeni surlar yaptırdı. Etrafı surlarla çevrili 44 yerleşim merkezi kurdurdu. Bölgeyi Çin nüfusu bakımından güçlendirmek için mahkumlardan askeri koloniler meydana getirdi. Hunları sınır boylarından uzaklaştırmak için de arka arkaya ordular gönderdi.12
Hun akınlarına karşı köklü bir diğer tedbir de Çin ordusunun giyim ve silahlarında yapılan reformdur. Bu reformu yapan Çin Chao Kralı Wu-ling’dir. Bilindiği gibi, Wu-ling Çin seddini inşa eden ilk hükümdardır. O, sadece surlar ile Hun akınlarının önlenemeyeceğini, ordunun giyim ve silahlarında yapılacak bir reformla bu tedbirin desteklenmesi gerektiğini anlamıştır. Fakat Wu-ling çok iyi biliyordu ki, Çin toplumunda reform yapmak, surların inşasından daha zor bir işti. Çünkü, Çinliler, geleneklerine sıkı sıkıya bağlı olup, son derece muhafazakar bir toplum yapısına sahip idiler. Bütün Çin’de Konfüçyanist Felsefe Okulu’nun katı ve muhafazakar görüşleri hakimdi. Buna karşılık az da olsa Hukuk Felsefe Okulu adıyla anılan reformcu bir grup vardı. Fakat bu grubun devlet idaresinde ve toplumda etkisi pek azdı. Öte yandan, Kral Wu-ling de muhafazakar ve gelenekçi bir görüşe sahipti. Fakat o, her büyük lider gibi duygularına esir olmamakta, akılcı hareket etmekteydi. Hunların üstünlüğünü giyim ve silahlarında görmekteydi. Düşmana, kendi silahıyla karşılık vermenin önemini kavramış bulunuyordu. Ona göre, Hunlar düşmandı, fakat aynı zamanda iyi bir örnekti. Wu-ling’in amacı, Hun giyim ve silahlarıyla ordusunu donatmak, bu orduyla Hunları yok etmek ve ülkelerini ilhak etmekti. Kral Wu-ling bu gaye ve düşüncelerle Çin tarihinin en köklü reformunu başlattı: Kral Wu- ling’in emri ile Çin ordusundaki manevra kabiliyeti sınırlı savaş arabaları hizmetten kaldırıldı. Yerine Hunlarınki gibi manevra kabiliyeti yüksek ve son derece hareketli atlı birlikler teşkil olundu. Askerlerin üzerindeki hareketi engelleyen ihram gibi az dikişli, bol ve uzun elbiseler çıkarıldı. Bunun yerine vücudu saran Hun pantolonları, çizmeleri ve başlıkları (börk) giydirildi. Beller de Hun kemerleriyle sıkıldı. Daha da önemlisi ordu Hun silahlarıyla donatıldı ve Hunların tarzında eğitimlere başlandı.13
Çin Chao ve Ch’in Devletlerinin gerek surlar yaptırmak suretiyle gerekse reform mahiyetinde aldığı muazzam tedbirler etkisini gösterdi. Hun orduları sınır boylarında durduruldu ve hatta sınırların ötesine atıldı. Hunlar, Kuzey Çin’deki Ordos gibi en iyi otlaklarını kaybettiler. Bu durum Hun ekonomisini oldukça sarstı. Daha da kötüsü, Hunlar açlık tehlikesi ile karşı karşıya geldiler. Nitekim Çin Yıllıklarında M.Ö. III. yüzyılın sonuna doğru Hunların komşuları arasında zayıf bir duruma düştükleri belirtilmiştir. Bu sırada Hunların doğu komşuları Tung-hular, güneybatı komşuları Yüe-çiler ve güney komşuları da Ch’in Devleti idi. Hunların başında da, “büyüklük ve genişlik” anlamında “Şan- yü” (veya Tan-hu) unvanını taşıyan Tuman (T’ou-man=Tuman=Duman) bulunuyordu. Tuman, güçlü komşu devletlerarasında adeta sıkışmış bir durumdaydı.14
Yazılı belgelere dayanan Türk tarihi, Hunlar ile başlar. Hunlardan çok önce Çin’de, Hindistan’da, Mezopotamya’da ve Anadolu’da Türk kültürünün izlerine rastlanmış ise de, Türklüğün eski çağlarına dair araştırmalar henüz tamamlanmış ve kesin bir sonuca ulaştırılmış değildir. Fakat eski medeniyetlerden kalan dil örnekleri (misal Sümerce), bu medeniyetleri yaratan kavimlerin Orta Asya kökenlerine dair sağlam deliller oluşturmaktadır.
Hunlar, tarih sahnesine teşkilatlı ve güçlü bir devlet olarak çıkmışlardır. Hun Devleti’nin ne zaman kurulduğu kesin olarak tespit edilememiştir. Eski Çin tarihçileri, M.Ö. XIV-IV. yüzyıllar arasında bazen büyümüş, bazen parçalanıp küçülmüş bir Hun Devleti’nin varlığından söz ederlerse de, bu dönemi aydınlatacak tarihi belge bulamamışlardır.1
Tarihin erken dönemlerinde Çinliler, kendi kabuğunun dışına çıkamayan ve kendi devletlerinden başka devlet tanımayan bir millet idiler. Onlara göre Çin, bir “Orta Devlet” (Chung-kuo) idi. Bu devletin etrafı da “barbar” ve düşman kavimlerle çevriliydi.2 Bundan dolayı Çinliler, uzun süre ülkelerinin kuzeyinde bulunan kavimleri birbirinden ayırmaya bile lüzum görmemişler, hepsini “Jung, Ti, İ, Man, Hu” gibi genel isimlerle anmışlardır.
Çin yıllıklarının kesin kayıtlarına göre, Hunlar, ilk defa M.Ö 318 yılında devletlerarası mücadelelere katılmaları dolayısıyla görülür. Onlar, bu tarihte dört Çin beyliği (Han, Chao, Wei, Ch’u) ile bir ittifak kurarak, başka bir Çin beyliği olan Ch’in’e (Çin) saldırmışlardır.3 Bu olay bize, M.Ö. IV. yüzyılın sonlarından itibaren devletlerarası ilişkilerde yerini almış, güçlü bir Hun Devletinin bulunduğunu göstermektedir. Bu sırada, Hun Devleti’nin merkezi Orhun ve Selenga nehirlerinin kaynak havzası olan Ötüken ormanı (Ötüken yış) idi. Adları, Çin Yıllıklarında “Hsiung-nu” şeklinde söylenmekteydi. “Hsiung-nu” sözü de, “kavim, halk, topluluk” anlamına gelen Türkçe “Kun” veya “Kün” (Hun) kelimesinin4 Çince söylenişi idi. Çünkü Çinlilerin Hsiung-nu şeklinde yazıp söyledikleri bu topluluğun adı, Soğdça metinlerde ve Batı kaynaklarında genellikle “Hun” şeklinde yazılmıştır.5
M.Ö. 1050-247 yılları arasında Çin Devleti’ni, soyca Türk olan Chou (Cov) hanedanı temsil ediyordu. Chou Devleti, merkeze şeklen bağlı derebeyliklerden meydana geliyordu. Bu yüzden Chou Devleti kendi içinde bir bütünlük arz etmiyordu. Derebeyliklerin sayısı da gittikçe artıyordu. M.Ö. 500 yıllarında Çin’deki derebeylik sayısı 1000’e ulaşmış bulunuyordu. Derebeylerin hepsi, Chou imparatorlarına karşı bağlılık hislerini tamamen kaybetmiş durumdaydı. Chou hanedanının da bunlar üzerinde hiçbir otoritesi kalmamıştı. Daha doğrusu Chou hanedanı, bunları itaate zorlayacak askeri bir güce sahip değildi. Her biri, bir devlet başkanı gibi müstakil hareket ediyordu. Bu durum Çin’deki siyasi istikrarı bozmuş ve derebeylikler arasında asırlarca sürecek hakimiyet ve üstünlük mücadelesine yol açmıştır. M.Ö. 481-256 yılları arası Çin’de iç mücadelenin en yoğun olduğu bir dönemdir. Tarihçiler bu döneme, “savaşçı devletler devri” adını vermişlerdir. Bu dönemde Çin derebeylikleri arasındaki hakimiyet ve üstünlük mücadelesi, genellikle kuzey-güney ekseni ile doğu- batı ekseninde yer alan derebeylikler arasında cereyan etmekteydi.6
Çin derebeylikleri arasında meydana gelen hakimiyet ve üstünlük mücadelesi, Çin’in siyasi bütünlüğü açısından müspet sonuç vermiştir denilebilir. Zira, derebeyliklerden bazıları, komşu yüzlerce derebeyliği ortadan kaldırmak ve topraklarını ilhak etmek suretiyle güçlü birer krallık haline geldiler. Böylece, M.Ö. III. yüzyılın ikinci yarısına doğru Çin’deki devlet sayısı 14’e, daha sonra da 7’ye inmiştir. Bu devletlerarasında en güçlüleri Kuzey Çin’de ortaya çıkmıştır. Bunlar, “Yen, Ch’in (Çin) ve Chao (Cav) ” devletleridir.
Kuzey Çin’de ortaya çıkan devletler sadece kendi aralarında değil, aynı zamanda Çin’in kuzeyindeki kavimlerle de mücadele etmişlerdir. Çünkü, Kuzey Çin’deki iç mücadeleye, Çin’in kuzeyinde bulunan kavimler de karışmışlardır. Esasen Çin tarihinde en çetin savaşlar, Kuzey Çin’deki devletlerle kuzey kavimleri arasında cereyan etmiştir. Çin’in kuzeyinde “Hien-yün veya Hun-yü” adıyla anılan Hun Türklerinin ataları bulunuyordu.
A. Hun-Çin Mücadelesi ve Sonuçları
Hun ekonomisi büyük ölçüde hayvancılığa dayanıyordu. Tarım ve diğer ekonomik faaliyetler az denecek kadardı. Hayvanlardan elde ettikleri ürünler ise, Hunlara uzun süre geçinmeleri için yetmiyordu. Daha başka ürünlerle desteklenmesi gerekiyordu. Öte yandan, Çin ülkesi tarım ürünlerinin bolluğu ve çeşitliliği bakımından son derece geniş imkânlar sunmaktaydı. Bunu fark eden Hunlar, gözlerini Çin üzerine çevirdiler. Onlar, yaşayabilmek ve geçinebilmek için Çinlilerin birikmiş mallarını ve servetlerini ellerinden almak zorundaydılar. Böylece Hunlar, ekonomilerinin eksiğini, sık sık düzenledikleri akınlarla Çin’den temin etme yoluna gitmişlerdir. Üstelik, Çinlilerin kolay bir av oluşu, Hun Türklerini bu akınlara özendirmiş ve teşvik etmiştir.
Hunlar bununla da kalmamışlar; Çin’in en verimli bölgesi olan “Sarınehir” (Huang-ho) havzasını ele geçirip, akınlarını Çin ülkesinin derinliklerine kadar uzatmışlardır. Bu durum, sonu gelmez Hun-Çin mücadelesine yol açmıştır. Bu mücadele de gittikçe şiddetlenerek, Çinlilerin en büyük meselesi haline gelmiştir.
Diğer taraftan, Hun akınları Çin ülkesi için büyük bir yıkım olmuştur. Gerçekten de Hun akınları yüzünden Çin halkının uğradığı zararlar çok büyüktür. Artık, sınır bölgelerinde ziraat yapılamaz ve ürün alınamaz olmuştur.7 Halk perişandır. Bu durum halkın yakınmalarına ve dövünmelerine sebep olmuştur. Çin yıllıklarındaki muhtasar bilgilerden az da olsa bu tür huzursuzlukların yankılarını bulmaktayız. Özellikle bu döneme ait halkın acı feryatları şiirlere yansıyarak, günümüze kadar gelmiştir. Bu ağıtların birinde halk şöyle feryat ediyordu: “Ne evimiz kaldı ve ne de yurdumuz. Bu, Hunlar (Hien-yün) yüzündendir. Hunlara ve böyle bir tehlikeye karşı niçin tedbir alınmadı.”8 Bu bilgiden çıkan sonuç şudur:
Kuzey Çin Hun akınlarının açık hedefi haline gelmiştir. Daha da kötüsü, Kuzey Çin’de Hun akınlarının ve yağmalarının yapılmadığı yer kalmamıştır. Bu durum karşısında Çin devlet adamları yetersiz ve çaresiz kalmışlardır.
Kendi kabuğuna çekilmiş ve kendi devletinden başka devlet tanımamış olan Çinliler, Kuzey Çin’i ele geçirerek, hayatlarını ve ekonomilerini alt üst eden kavimleri daha yakından tanımaya mecbur olmuşlardır. Daha doğrusu, düşmana galip gelebilmek için onu daha yakından tanıma lüzumunu hissetmişlerdir. Sonunda Çinliler, bu akınların düzensiz, dağınık kütleler tarafından rastgele yapılan akınlar olmadığını, aksine mükemmel bir teşkilata ve iyi eğitilmiş düzenli bir orduya sahip bir kavim tarafından yapıldığını anlamışlardır. Bu kavim de, Çinlilerin daha önce çeşitli adlar altında andıkları “Hun” (Hsiung-nu) Türkleri idi.
Hun-Çin mücadelesi, hem Türk hem de Çin tarihi bakımından önemli gelişmelere yol açmıştır. Bu gelişmeleri şu şekilde belirlemek mümkündür:
1-) Hun-Çin mücadelesinin etkisi en çok Çinlilerin dünya görüşü üzerinde olmuştur. Çünkü Çinliler, daha önce kendilerine benzemeyen ve kendilerinden olmayan kavimleri “barbar” saymışlar ve haklarında bilgi sahibi olmaya bile ihtiyaç duymayarak, hepsini aynı ad altında anmışlardır. Kuzey Çin’i hedef alan Hun akınları, bu durumu temelinden değiştirmiştir. Artık Çinliler, ülkelerini ele geçiren ve tahrip eden kavimleri daha yakından tanımak ve onlar hakkında bilgi edinmek zorunda kalmışlardır. Böylece dış dünyaya açılan Çinlilerin dünya görüşleri de, esaslı bir şekilde değişmeye ve genişlemeye başlamıştır.
2- ) Çinliler, Hun akınlarını durdurabilmek için büyük emek ve sermaye harcayarak, “Çin seddi” adıyla anılan dünyanın en büyük savunma sistemini meydana getirmişlerdir. Dünyanın hiçbir yerinde ve devletinde, savunma amacıyla yapılmış böylesine muazzam seddin bir benzeri ve örneği dahi bulunmamaktadır. Bu da, zamanın en güçlü, en mükemmel ve en süratli ordusunun Hunlar tarafından eğitilmiş olduğunu gösterir. Öte yandan, Çin seddi ile birlikte Çinliler arasında ilk defa devlet sınırı fikri doğmuş ve gelişmiştir. Ayrıca, bu surlar, Çinliler için hem güvenlik hem de ekonomik bakımdan çok büyük yararlar sağlamıştır.
3- ) Çinliler, son derece muhafazakar bir millet olmalarına rağmen, Hun akınlarını durdurabilmek ve Hunları sınırlarının ötesine atabilmek için tarihlerinde ilk defa ordularının giyim ve silahlarında köklü bir reform yapmışlardır.
4- ) Çinli komutanlar, Hunlara karşı yaptıkları her seferin düzenli raporlarını yazmışlar ve bunları ilgili devlet görevlilerine teslim etmişlerdir. Çin devlet arşivinde toplanan bu resmi belgeler, daha sonra Çinli tarihçiler tarafından alınıp düzenlenmek suretiyle Çin Yıllıkları meydana getirilmiştir. Bu yıllıklar, hem Hun hem de Çin tarihi bakımından son derece önemlidirler. Zira, Hunlardan bize kendi dillerinde yazılı belge kalmamıştır. Biz bugün, Hun tarihinin önemli bir kısmını Çin Yıllıkları vasıtasıyla öğrenebilmekteyiz.9
Burada savunma sistemi ve reformlar üzerinde biraz daha durmak gerekir. Çünkü, hem Hun hem Çin tarihinin akışı üzerinde bu faaliyetlerin başlıca rolü bulunmaktadır:
Hun akınlarının önemini ilk kavrayan ve bu hususta köklü tedbirlere başvuran Çin Chao (Cav) Kralı Wu-ling’dir (M.Ö. 325-298). Chao Devleti, Kuzey Çin’de, Tai bölgesinden Kansu bölgesine kadar uzanan Sarınehir (Huang-ho) havzasına hakim bir devlet idi. Yani, Hun Türkleri ile sınır komşusu idi. Bu yüzden Chao Devleti’ne ait topraklar Hun akınlarının ilk hedefi durumundaydı. Chao Kralı Wu-ling, Hun akınlarını durdurabilmek ve Hunları sınırlarının ötesine atabilmek için Tai bölgesinden başlayıp Yin-şan sıradağları10 boyunca devam eden büyük bir sur inşa ettirdi. Sınır boylarının boşaltılmaması ve Hunlara terk edilmemesi için “Yün-cung, Yen-men ve Tai” gibi “sınır eyaletleri” kurdurdu. Ayrıca, sınır güvenliğini sağlamak için de bir ordu görevlendirdi.11
Chao Devleti’nin savunma faaliyetlerine Ch’in Devleti büyük bir gayretle devam etti. Çünkü, Chao Devleti’nin yaptığı surlar ve diğer tedbirler Hunları sınırlarda durdurmak için yeterli olmamıştı. Birçok derebeyliği ortadan kaldırmak suretiyle Çin tarihinin en güçlü merkeziyetçi idaresini kuran Ch’in Kralı Shi-huang (M.Ö. 221-210), bütün güç ve enerjisini bu savunma faaliyetleri üzerinde topladı. O, tıpkı Chao Kralı Wu-ling gibi büyük emek ve sermaye harcayarak, yeni surlar yaptırdı. Etrafı surlarla çevrili 44 yerleşim merkezi kurdurdu. Bölgeyi Çin nüfusu bakımından güçlendirmek için mahkumlardan askeri koloniler meydana getirdi. Hunları sınır boylarından uzaklaştırmak için de arka arkaya ordular gönderdi.12
Hun akınlarına karşı köklü bir diğer tedbir de Çin ordusunun giyim ve silahlarında yapılan reformdur. Bu reformu yapan Çin Chao Kralı Wu-ling’dir. Bilindiği gibi, Wu-ling Çin seddini inşa eden ilk hükümdardır. O, sadece surlar ile Hun akınlarının önlenemeyeceğini, ordunun giyim ve silahlarında yapılacak bir reformla bu tedbirin desteklenmesi gerektiğini anlamıştır. Fakat Wu-ling çok iyi biliyordu ki, Çin toplumunda reform yapmak, surların inşasından daha zor bir işti. Çünkü, Çinliler, geleneklerine sıkı sıkıya bağlı olup, son derece muhafazakar bir toplum yapısına sahip idiler. Bütün Çin’de Konfüçyanist Felsefe Okulu’nun katı ve muhafazakar görüşleri hakimdi. Buna karşılık az da olsa Hukuk Felsefe Okulu adıyla anılan reformcu bir grup vardı. Fakat bu grubun devlet idaresinde ve toplumda etkisi pek azdı. Öte yandan, Kral Wu-ling de muhafazakar ve gelenekçi bir görüşe sahipti. Fakat o, her büyük lider gibi duygularına esir olmamakta, akılcı hareket etmekteydi. Hunların üstünlüğünü giyim ve silahlarında görmekteydi. Düşmana, kendi silahıyla karşılık vermenin önemini kavramış bulunuyordu. Ona göre, Hunlar düşmandı, fakat aynı zamanda iyi bir örnekti. Wu-ling’in amacı, Hun giyim ve silahlarıyla ordusunu donatmak, bu orduyla Hunları yok etmek ve ülkelerini ilhak etmekti. Kral Wu-ling bu gaye ve düşüncelerle Çin tarihinin en köklü reformunu başlattı: Kral Wu- ling’in emri ile Çin ordusundaki manevra kabiliyeti sınırlı savaş arabaları hizmetten kaldırıldı. Yerine Hunlarınki gibi manevra kabiliyeti yüksek ve son derece hareketli atlı birlikler teşkil olundu. Askerlerin üzerindeki hareketi engelleyen ihram gibi az dikişli, bol ve uzun elbiseler çıkarıldı. Bunun yerine vücudu saran Hun pantolonları, çizmeleri ve başlıkları (börk) giydirildi. Beller de Hun kemerleriyle sıkıldı. Daha da önemlisi ordu Hun silahlarıyla donatıldı ve Hunların tarzında eğitimlere başlandı.13
Çin Chao ve Ch’in Devletlerinin gerek surlar yaptırmak suretiyle gerekse reform mahiyetinde aldığı muazzam tedbirler etkisini gösterdi. Hun orduları sınır boylarında durduruldu ve hatta sınırların ötesine atıldı. Hunlar, Kuzey Çin’deki Ordos gibi en iyi otlaklarını kaybettiler. Bu durum Hun ekonomisini oldukça sarstı. Daha da kötüsü, Hunlar açlık tehlikesi ile karşı karşıya geldiler. Nitekim Çin Yıllıklarında M.Ö. III. yüzyılın sonuna doğru Hunların komşuları arasında zayıf bir duruma düştükleri belirtilmiştir. Bu sırada Hunların doğu komşuları Tung-hular, güneybatı komşuları Yüe-çiler ve güney komşuları da Ch’in Devleti idi. Hunların başında da, “büyüklük ve genişlik” anlamında “Şan- yü” (veya Tan-hu) unvanını taşıyan Tuman (T’ou-man=Tuman=Duman) bulunuyordu. Tuman, güçlü komşu devletlerarasında adeta sıkışmış bir durumdaydı.14