Bugünkü Türkiye’yi anlamak istiyorsak Abdülhamid dönemini (1908) incelememiz gerekir.
Siyaset ilimdir. Zira II. Abdulhamit’in siyasetini anlamayan Sait Nursi onun en amansız düşmanlarıydilar. medyada estirilen Abdülhamit düşmanlığı onları bile etkisi altına almıştı.Sonradan bu hali için tövbe etmişti.Onu anlamak için daha kaç sene geçmesi lazım acaba yaptıkları halen konuşuluyorsa projeleri şimdi daha yeni hayata geçiyorsa susuyorum sadece ona ULU HAKAN SULTAN 2.ABDÜLHAMİD HAN diyorum.
François Georgeon’un dediği gibi, bugünkü Türkiye’yi anlamak istiyorsak Abdülhamid dönemini (1908) incelememiz gerekir. (Abdülhamid II, Le Sultan Calise- François Georgeon)
Abdulhamit gitti osmanlı bitti. Abdülhamidi karalama kampanyanız boşuna bir çabadır.Eğer darbeyle devrilmeseydi Osmanlıyı 1.Dünya savaşına sokmazdı.Sultan Abdülhamid Han devrinde Osmanlı, dünyanın dört büyük gücünden biriydi. Sınırlarımız hala Afrika’nın ortalarından Avrupa içlerine kadar uzanıyordu. Osmanlı, 7 milyon kilometrekareden fazla olan toprağıyla Abdülhamid Han zamanında her şeye rağmen dimdik ayaktaydı. Çeşitli entrika ve iftiralarla onu tahtından indirip ülke idaresini eline alan İttihatçılar, Osmanlı Devleti’ni hızlı bir parçalanma sürecine soktular. Osmanlı’ya saldırdılar ve çok kısa bir süre sonra da 1. Dünya savaşı ile Osmanlı tarihe karıştı.
” Ey “Türk-İslam Gençliği! İşte benim 33 yıl süren siyâsetimin sırrı…
Sultan Abdülhamîd Han 21 Eylül 1842 Çarşamba günü sabah saat 5’de eski Çırağan Sarayı’nda doğdu. iyi bir eğitime tâbi tutuldu. Arabî’yi Fârisî’yi tefsîr, hadîs, fıkıh ilimlerini, Fransızca’yı Osmanlı târihini öğrendi. Spor ve at biniciliğini silâh tâlimlerini ve diğer askerlik bilgilerini öğrenerek zamanın ilimlerini tahsîl etti. zamanını ibâdetle, din ve fen ilimlerini öğrenmek, ata binmek, silâh kullanmak ve spor yapmakla değerlendirirdi.
Çok kültürlü, hayırsever, ileri görüşlü, dış siyâsette fevkalâde yetenekli, yerli ve yabancı basını devamlı takiğ eder, her şeyi iyi öğrenmek isterdi. Fevkalâde bir zekâ ve hafızaya sahipti. Bir defa gördüğü veya sesini işittiği kimseyi asla unutmazdı. Çok nâzikti, herkesin gönlünü almasını iyi bilirdi. [m. 1876] de halife oldu.
Abdülhamîd Han, tahta geçtiği zaman Bosna-Hersek’de ayaklanmalar olmuş, Karadağ, ordumuzu yenmiş, Sırbistan savaş îtân etmişti. Girid’de huzursuzluk sürüp gidiyordu. Rusya, Osmanlı Devleti’ni hasta adam olarak görüyor ve parçalamak için elinden geleni yapıyordu. Bunun için, Osmanlı topraklarında yaşayan hıristiyanları ayaklandırıp, ortalığı karıştırıyor ve devleti devamlı baskı altında tutmaya çalışıyordu. Başlıca istekleri; Osmanlı Devleti’ni parçalayıp, Balkanlar ile Orta Doğu’da küçük devletler kurmaktı, İngiltere ve Fransa da Osmanlı Devleti’nin parçalanacağına kesin gözle bakıyor; bilhassa İngiltere böyle bir parçalanmanın Rusya elinden olmasını istemiyordu. Çünkü Osmanlı Devleti’nin parçalanması, Rusların sıcak denizlere inmesine sebeb olacak, bu da İngiltere’nin Hindistan ve Ortadoğu’daki nüfûzunu tehlikeye sokacaktı.
Sultan Abdülhamîd Han, tahta çıktığı zamanda devletin durumunu ve saltanatı boyunca tatbik etmeye çalıştığı siyâsetini şöyle anlatmaktadır:
“Amerika’da genç ve kuvvetli bir devlet doğmuştu, İspanya, müstemlekelerinden (sömürgelerinden) sürekli olarak çıkarılıyordu. Dünyâ yahûdîleri teşkilâtlanmıştı. Mason locaları yolu ile arz-ı mev’ûdun (yahûdîlerin kendilerine verilmiş olduğunu iddia ettikleri Nil’den Fırat’a kadar olan topraklar) peşine düştüler. Bunlar daha sonra bana da gelmiş ve Filistin’de yahûdîleri yerleştirmek için büyük paralar karşılığı toprak istemişlerdi. Tabii reddettim.
Apaçık görüyordum ki, Avrupa’nın büyük devletleri kendi aralarında dünyâyı bölüşmeye çıkmışlardı. Bölüşülecek ülkeler arasında Osmanlı mülkü de vardı. Ben bu kuvvetlerin önünde tek başına duramazdım. Gücüm yetmezdi. Yapabileceğim tek şey, aralarındaki rekabetten yararlanıp, her birine daha büyük lokma” ümidi dağıtarak birini ötekine düşürmekten ibaretti.
Yine apaçık görüyordum ki, Almanya’nın kurulması ile bozulan Avrupa dengesi, eninde sonunda bu büyük devletleri birbirine düşürecekti. Eğer o güne kadar memleketimi parçalanmaktan kurtarabilirsem, o çatışma koptuğu zaman, kümelenmelerden birine katılıp öteki tarafı kırmakla varlığımızı koruyabilirdim. Bunun ne zaman olacağı belli değildi ama, uzak da görünmüyordu. Almanlar her yıl biraz daha güçlenince, Fransız ve Rusların olduğu kadar İngilizlerin de tedirgin olmaya başladığını görüyordum. Bunun sonu birbirleriyle kapışmak ve hesaplaşmak olacaktı. Nasıl bir yol tutacağımı dikkatle araştırdım.
Büyük devletlerin İstanbul’da yaptıkları konferans sırasında niyetlerinin, iddia ettikleri gibi hıristiyan tebeanın hukukunu te’miri değil, önce muhtariyetlerini, sonra istiklâllerini te’min suretiyle Osmanlı ülkesini parçalamak olduğunu görmüştüm. Bunu, iki surette te’min etmeye çalışmaktaydılar. Birincisi, hıristiyan ahâliyi ayaklandırıp ortalığı karıştırmak ve böylece bunlara arka çıkmak… İkincisi, bizi kendi aramızda parçalamak için meşrutî idareyi getirmek… Her iki gayeleri için de aramızda kolayca tarafdâr bulabiliyorlardı. Meşrutî idarelerin bir millî vahdet hâlinde bulunan ülkelerde kolayca işlediğini, böyle bir vahdet içinde olmayan ülkelerin bu idareye itibâr etmediğini fark edemeyen bâzı Türk münevverleri, maalesef düşmanların ekmeklerine yağ sürmekteydiler.
Ben bu ihanetlerin ve ayaklanmaların içinden ülkemi nasıl çıkarabilirdim?…
Ordunun yeni silâhlarla donanmasına ve yeni harp san’atına uygun hazırlanmasına hız verdim, büyük bir asker olan Alman Wander Goltz’u İstanbul’a getirdim. Yarın kopacağını umduğum ve beklediğim savaşta denizlere hâkim devletle bir olursam, ordularım onun işine yarayacak, donanması da benim işimi kolaylaştıracaktı ve üstelik elimde, dövüştüğüm milletin harb oyunlarını çok İyi bilen bir ordum olacaktı.
Evet, benim Avrupa devletleri ile tek başıma boğuşmaya gücüm yoktu ama, Rusya gibi, İngiltere gibi Asya’da bir çok müslüman ahâliyi idareleri altına almış büyük devletler de benim hilâfet silâhımdan ürküyorlardı. Bu yüzden, Osmanlı’nın işini bitirmek noktasında anlaşabilirlerdi. Ben beklediğim güne kadar bu silâhı hudutlarımın dışında kullanmamalıydım. Çünkü böyle bir teşebbüs ne din kardeşlerimizin işine yarayacak, ne ülkemin yararına olacaktı. Hilâfet kuvvetimi, memleketimin huzuru ve birliği için kullanmaya, dışarıdaki din kardeşlerimizi de her ihtimâle karşı sağlam tutmaya karar verdim.
Hilâfetin elimde olması sürekli olarak İngilizleri tedirgin ediyordu. Blund adlı bir İngilizle, Cemâleddîn-i Efgânî adlı bir maskaranın el birliği ederek İngiliz hâriciyesinde hazırladıkları bir plân elime geçti. Bunlar, hilâfetin Türkler tarafından zorla alındığını ileri sürüyorlar ve Mekke şerifi Hüseyin’in halîfe îlân edilmesini İngilizlere teklif ediyorlardı. Cemâleddîn Efgânî’yi yakından tanırdım. Mısır’da bulunuyordu. Tehlikeli bir adamdı. Bana bir ara mehdîlik iddiasıyla bütün Orta Asya müslümanlarını ayaklandırmayı teklif etmişti. Buna muktedir olmadığını biliyordum. Ayrıca İngilizlerin adamı idi ve çok muhtemel olarak İngilizler beni sınamak için bu adamı hazırlamışlardı. Derhâl reddettim. Bu sefer Blund ile işbirliği yaptı.
Bütün Arab ülkelerinin itibâr ettiği Halepli Ebü’l-Hüdâ Esseydî yolu ile kendisini İstanbul’a çağırttım. Aracılığını, Efgânî’nin eski hâmisi Münif Paşa ile Abdülhak Hâmid yaptılar. Geldi ve bir daha İstanbul’dan çıkmasına izin vermedim.
Hilâfet mevzuunda İngiliz teşebbüslerinin sonu gelmiş değildi. Çünkü Asya’da yüz elli milyon müslümanı idareleri altında tutuyorlardı ve bu müslümanlar üzerinde hilâfetin büyük bir nüfuzu vardı. Bunu bildiğim için İngilizleri kuşkulandırmadan, her ihtimâle karşı, seyyidler, şeyhler, dervişler gönderip Asya’daki müslümanları hilâfete manen bağlamaya husûsî bir itinâ gösteriyordum. Buhârâlı şeyh Süleymân Efendi’nin Rusya’daki müslümanlar arasında yaptığı hizmetleri bilhassa şükranla yâd ederim. Bunun, İngilizlerle münâsebetlerimizde çok faydasını gördüm.
Hindistan umûmî vâlileri oradaki müslümanların Osmanlı Devleti ile yakından ilgilendiklerini gördükçe, hükümetlerine Osmanlılarla iyi geçinilmesini yazıyorlar ve böylece bizim işlerimizi bir nebze kolaylaştırmış oluyorlardı. Tek başına yaşayacak ve direnecek gücümüz yoktu. Bizi parçalamakta birleşmiş düşmanlarımız kendi aralarında parçalanırlarsa ve biz de bu parçalardan birinin vaz geçemeyeceği kuvvet olabilirsek, yeniden dünyâ için söz sahibi olabiliriz.
Büyük devletler arasındaki rekabetin eninde sonunda onları çatışmaya götüreceği gözler önündeydi, öyleyse Osmanlı Devleti de böyle bir çatışmaya kadar parçalanma tehlikelerinden uzak yaşamalı ve çatışma günü ağırlığını ortaya koymalıydı. İşte benim 33 yıl süren siyâsetimin sırrı…”
Abdülhamid Han’ın Siyonistler ve Masonlarla Mücadelesi
Devlet sınırları içindeki Yahudi ve mason hakimiyetinin farkına varan Sultan Abdülhamid, bu kirli güçlere savaş ilan etti. Abdülhamid’in bu kararlı tutumu üzerine siyonist ve masonların tek çıkış yolu onun iktidarına ivedilikle son vermek olacaktı.Abdülhamid’e muhalif grupların arasında başı İttihat Terakki Cemiyeti üyeleri çekiyordu. İttihatçılar tarafından astırılan bildiriler Abdülhamid’e yapılan uyarılar niteliğindeydi. Bu bildirilerle Abdülhamid’e karşı savaş ilan edilirken, Makedonya ve Selanik’teki Mason localarının tam desteği alınmıştı.
Abdülhamid’i düşürmek masonlar için kolay olmayacaktı ve ancak bir darbe ile düşürülebilirdi. Yapılacak ilk uygun zeminin hazırlanmasıydı. Sultan Abdülhamid, hiçbir ilgisinin olmadığı 31 Mart Ayaklanması gerekçe gösterilerek ve Şeyhüllİslam Mehmed Ziyaettin’in verdiği fetva sonucunda tahttan indirildi. Abdülhamid’in yerine İttihatçıların güdümünden çıkmayacağı belli olan Mehmet Reşat getirildi. 27 Nisan gecesi de Sultan Abdülhamid ve ailesi 20 saatlik bir tren yolculuğu sonucunda Selanik’e gönderildi. Bu olaydan sonra Osmanlı’yı bir İslam Birliği halinde ayakta tutabilmenin son fırsatı da yok edilmiş oluyordu.
Söylediği Bazı Sözler;
Avrupa milletlerinin laboratuarlarına (bilim ve teknoloji) imreneceğine, kılık kıyafetlerine (yaşam tarzına) imrenen frenk delisi şaşkınlar, benim yanımda itibar görmediler. Bundan pişman değilim.2ncı Sultan Abdülhamid
Babamın bir sözü (sloganı) vardı:
“Din ve fen,(bilim)” derdi. -Ayşe Sultan
Kadercilik;
“Kısmet!“ Ne zararlı bir kelimedir ve ne kadar çok felaketlere sebep olmuştur. Kur’an’ın hiçbir yerinde kısmet fikrine yer verilmez. Ancak son asırlarda tembellik ve akılsızlık sebebiyle “Kısmet“ kelimesi lisanımızda bugünkü ölçüsünü bulmuştur. Zayıflık ve uyuşukluk özrünü kapatmak için “inşaallah!“ çok rahat kullanılah bir kelime olmuştur. Hz. Muhammed (sav) müminlerine, Allah’a kul olmayı emreder ama aptalca bir kadercilik şeklinde değil, düşünmeye ve çalışmaya mecburdur.“Ekmeyen biçemez, çalışmayan yiyecek ekmek bulamaz.“ Maalesef Türkler bunu henüz idrak ketmiş değillerdir, hâlbuki Suriyeliler, Araplar, Türklerden farklıdırlar! Kendilerini bu kadar koyuvermezler. Hristiyanlar ise bu kelimeyi en iyi şekilde tefsir etmişlerdir. İncil’de şöyle bir cümle vardır: Yarın için üzüntü çekmeyin, Allah uçan kuşların, yeryüzündeki hayvanların yardımcısı olduğu için sizi de düşünecektir.“ Buna rağmen Hristiyanlar; düşünürler, çalışırlar ve terakki ederler, biz de buna seyirce kalırız.
1876'dan 1909'a kadar tam 33 yıl Osmanlı Padişahı olan Sultan II. Abdülhamid hatıralarında şunları ifade ediyor; ,”Bütün kuvvetimle Anadolu Demiryollarının (1500 km’lik) inşasına hız verdim. Bu yolun gayesi Mezopotamya ve Bağdat’ı, Anadolu’ya bağlamak, İran Körfezine kadar ulaşmaktır. Alman yardımı sayesinde bu başarılmıştır. Eskiden tarlalarda çürüyen hububat şimdi iyi sürüm bulmaktadır, madenlerimiz dünya piyasasına arzedilmektedir.Filistin’i satın almak isteyen yahudileri kapımdan kovduğum için Allah’a şükrediyorum.
Defol ey sefil! (Yahudiler İçin Toprak Satın Almak İsteyen Emanuel Karasoya’ya Cevabı)Ben Bizans İmparatoru Konstantin’den daha az haysiyetli değilim. Biraderim hazretlerine (Sultan V. Mehmet Reşat) bağlılığımı arzediniz. İstanbul’dan çıkmam! Kendisinin de çıkmamasını atalarımızın şerefi adına istirham ederim! (Çanakkale Savaşı sırasına her ihtimale karşı saltanatı Eskişehir’e taşımaya hazırlanan ve Abdülhamit’i İstanbul’da bırakmayıp yanında götürmek isteyen Sultan V. Mehmet Reşat’a, Başmabeyinci Tevfik Paşa aracılığıyla gönderdiği cevap.Ben bir karış dahi olsa vatan toprağını satmam, zira bu vatan bana değil milletime aittir. Milletim de bu toprakları ancak aldığı fiyata verir. Çünkü bu topraklar kanla alınmıştır, kanla verilir! (Filistin’in kendilerine satılması karşılığında Osmanlı’nın bütün borçlarını tasfiye etmeyi taahhüt eden Yahudilerin önderi Theodore Herzl’a.)”Güçlü ordu, güçlü Türkiye” “Birçok asker besliyoruz, memleketi jandarma ile idare etmeli”diye “terakki perver!” denilenler tarafından bazı sözler söylenmektedir. Bunlar,“Asker beslemek mülkün imarıyla hasıl olur. Mülkü imar ettikten sonra askeri çoğaltmalı”diyorlar ki bu fikirde bulunanlar bir devletin himayesine girmeyi göze aldırmış, kendilerinde dini ve milli hissiyat kalmamış ve şahsi menfaatlerinden başka bir şey düşünmeyenlerdir.
Göreceksiniz yüzbaşım; ittihatçılar turancılık gayretiyle hem Rusya hemde İngiltere ile savaşa girse Allah göstermesin bu devletin parçalandığına şahit olacağız.
Kırk yıl şu devletlerin (birinci dünya savaşı) birbirine düşmesini bekledim. Onlar birbirlerine düştü, şimdi ben tahtta değilim.
Tarih değil, hatalar tekerrür (tekrar) ediyor!
Bir Dahinin Endişeleri;
l908'de ilan edilen İkinci Meşrutiyet’ten sonra açılan Meclis-i Mebusan da 127 Türk milletvekilinin bulunmasına karşılık 139 diğer etnik gruplardan(Rum, Ermeni, Yahudi, Arap, Arnavut vs.) milletvekili bulunduğunu… O zamanın anayasasına göre Padişah’ın ancak sadrazamı (Başbakan) ve şeyhülislamı tayin etme yetkisinin bulunduğunu. . . Otuzüç yıl devleti dahice idare eden ve Meşrutiyet”in ilan edilmesiyle birlikte yetkileri elinden alınan Sultan Abdülhamid Han’ın, Meclis-i Mebusan’ın bu tehlikeli durumunu görüp devletin sürüklendiği uçurumu farkederek henüz daha sadrazam olmayan Talat Paşa’yı çağırıp, büyük bir teessürle: ”Görüyorsunuz mecliste Türk mebuslarının sayısı, meclisin yarısı kadar bile değildir. Bu Türk mebusları arasında da elbette muhalifler bulunacaktır. Türk olmayanlar, sayılarını artırmak için ellerinden geleni yapacaklardır, Böylelikle ekseriyet onların eline geçince, Harbiye Nazırı Artin, Bahriye Nazırı Dimitri… olabilir. Ermeni bir başkumandan ile Rum bir amiralle bu devleti nasıl idare edebilirsiniz? Hiç olmazsa, bu iki hayati makamı, devletimizin mahvolmasını isteyen bu insanlara, benim emrim olarak bırakmayınız…” diyerek yapılan çok önemli bir yanlışı düzeltmeye çalıştı…
Osmanlı ‘ya Karşı Batının Çirkin Yüzü ve Pis Oyunları;
Batılıların emperyalist gayeli entrikalarına karşı 33 yıl fasılasız mücadele veren büyük siyaset dahisi Abdülhamid Han’a, gayelerine vasıl olamayan bu batılılar tarafından akla hayale gelmedik iftiralar atıldı.
Albert Vandal’ın “Le Sultan Rouğe” (Kızıl Sultan) sloganının, maşası haline gelen Jöntürkler tarafından benimsendi… Yine Osmanlı düşmanı İngiliz Başbakanı Glodstone’ un Sultan Abdülhamid için uydurduğu “The Great Crimminal” (Büyük Cani) yakıştırmasının Jöntürkler tarafından pek beğenilerek devrim tarihçiliği terminolojisine kazandırıldı.
Beş parasız yurt dışına kaçan bu Jöntürkler’in Sultan Abdülhamid ‘e karşı Avrupa’nın (hatta ABD’nin) toplam 29 büyük kentinde 160 gazete yayınladıklarını…Aynı zaman zarfında bütün Osmanlı Devleti sınırları içinde 125 gazete çıkarıldığı hesaba katılırsa batılı emperyalist güçlerin Osmanlı’yı parçalamak için böylesine büyük maddi finansman ortaya döktükler…
Japon İmparatoru ve AbdüIhamid Han;Japon İmparatorunun Sultan Abdulhamid’den:İslam dininin bilhassa tefekkür, gaye, felsefe ve manevi terkibi üzerinde şahsen kendisine izahat vermek için japonca bilen yoksa tercihen İngilizce Fransızca ve Almancası kifayetli Osmanlı alimleri, istemesi üzerine. Ulu Hakanın çaresizlik içinde, karşı tarafa menfi müsbet arası, zaman kazandıran dolaylı bir cevap verdiğini…Abdülhamid Han’ın kalbinde yara olan bu hadise hakkın da, daha sonraları(sürgün yıllarında) Ali Fethi Bey’e: “Eğer ben, Japon İmparatorunun istediği kıymette din ve
Türbedar ve Ulu Hakan’ın Rüyası;
Cennetmekan Sultan Il. Abdülhamid Han döneminde Yavuz Sultan Selim’ in türbedarlığını yapmakta olan bir zatın, şiddetli geçim darlığının kendisine verdiği sıkıntılı bir ruh haleti içinde : ‘Bir de evliyadan olduğunu söylerler Yıllarca türbedarlığını yaptım yoksulluk içindeyim” diyerek türbeye hiddetle vurduğunu . . . Ertesi sabah aniden Abdülhamid Han’ ın türbedarı huzuruna çağırarak bir yıllık ihtiyacının hepsini karşıladığı, çünkü Abdülhamid Han’ın, gece rüyasında ceddi Yavuz Selim tarafından haberdar edildiğini . .
33 Sene millet ve devletim için, memleketimin selameti için çalıştım.Elimden geldiği kadar hizmet ettim.Hakimim Allah ve beni muhakeme edecekte Resülullahtır.Bu memleketi nasıl bulduysam öylece teslim ediyorum.Hiç kimseye bir karış toprak vermedim. Hizmetimi ancak Cenab-ı Hakkın taktirine bırakıyorum. Ne çare ki , düşmanlarımın bütün hizmetime kara bir çarşaf çekmek istediler ve muaffak da oldular. Kendisine verilen “Meclis-i Milli” cevabı üzerine Sultan 2.Abdülhamid’in agzından.
Abdülhamit’i tahttan indiren “Hareket Ordusu’nun (darbesi) yüzde 60’i Selanikli Yahudilerdi”(Atatürk Kurmay Başkanı)
Yüzde 60 değıl, 80’ı gayrımüslım . Tarihçi -Yılmaz Öztuna “Hareket Ordusunda Yahudi de vardır,Arnavut’u, Sırp’ı, Rum’u, Bulgar çetecisi falan var. Hareket Ordusu’nun iki taburu asker sadece. Diğerleri komiteci serseri, başı bozuk tipler. Tarihçi-Cemal Kutay:
Abdülhamid’in en zoruna giden de, bir islam halifesine dini fetvayı tebliğ edecek heyete bir ermeni ile birde yahudinin dahil edilmiş olmasaydı.”Esad toptani paşa,sonradan balkan savaşında ittihatçılara ihanet edecek,anlı şanlı mason üstadı emanuel karasso ise tüyü bitmemiş yetimlerin hakkını yiyerek, girdiği ihalelerden kazandığı deve yüklü parayla savaş sonunda vatandaşı olduğu anlaşılan italya’ya sıvışacak,fakat orada parasını yiyemeden ölecektir.
Ittihad ve Terakki adli çetenin basindakilerin ekserisi masondu ve bu masonlarin kayitli bulundugu loca Sultan Abdülhamid Hân’in tahttan indirilmesine çoktan karar vermisti!.. Masonlar bu kararla Ittihatçilara yardimci olmuslar, tiyatro oyununu andiran bir merasimle (tekris) yemin ettirmislerdi!..
Büyük Türk Hakanı Sultan 2. Abdulhamit Han ın nasıl tahta geçtiğini anlatarak bitireyim:
Büyük Türk Hakanı ,Türkiye Cumhuriyetinin varlığının ve Şanlı Türk Halkının kurtuluşu için savaş verebileceği bir vatanının olmasının en büyük nedenidir 2. Abdulhamit Han….O na dil uzatanlar Türk olmadığı gibi,varoluşu için hiçbir çaba harcamadığı hatta köstek oldukları halde bu şerefli topraklar içerisinde asalakça yaşayan hain fransız uşaklarıdır…
büyük hakan 2. Abdulhamit e bazı iftira ve karalamaları yapanları kökü araştırılırsa döneminde bazı haince ve şerefsizce isteklerine ulşamalarına tek engel olanın ve pis kokan salyalı ağızlarına tek şamarı yapıştıranın 2. Abdulhamit han olmasıdır…işte bu embesillerin 2. Abdulhamit e iftira kampanyasını yürüten kökeni ta o zamana dek giden 2 ana yayın organı vardır…bunlar;
1…O zamanki hain sözde türk isimi taşıyan ama kanı bozuk solucanlarıda örgütleyen,destek olan ve günümüzde de olduğu gibi her daim Türk-İslam olgusunun karşısında yer almış olan fransa destekli olan..
2..yine o dönemde osmanlı toprağı üzerinde hain emellerine ulaşamayan siyonistlerin kurucusu olduğu mason destekli yayın organları….
fransa menşeili olanlara girmeyeceğim ..neşrettikleri yazı ve karikatürleri zaten konuyla alakalı olanlar bilecektir…bunlar aslında sadece 2.Abdulhamitle ilgili de değildir…2.Abdulhamit in şahsında ve daha birçok Türk kahramanın şahsında yapılan karalama Türk ve Türkiye düşmanlığının bir göstergesidir…fransayla ilgili fazla konuşmaya gerek yok…asala ermeni terör örgütüne verdiği destek ve Osmanlı döneminde iç karışıklıkları ve hainlere verdikleri destek ile günümüzde ermeni yasası ile her zaman Türk ve İslam olgusunun düşmanlığını yapar fransa….
mason yayınlar her zaman 5. Murat ı över onu övdüğü kadarda 2. Abdulhamit i yererler…bunun nedeni tabiiki yahudi devleti olan İsrail in kurulmasına tek başına büyük hakan ın engel olmasıdır…halbuki yine bir mason olan 5. Murat türk toprakları içinde bir yahudi devleti için o zamanki yine fransa odaklı masonlara söz vermişti…2. Abdulhamit tahta geçince masonlar türkiye cumhuriyeti nin kurulmasının yaşandığı döneme dek beklemek zorunda kaldı….ama o zamanlar içlerinde kalan Ukteden kaynaklanan nefret ve çekememezlik bugün özellikle ellerinde olan medya kuruluşlarının desteğiyle iftira kampanyasına dönüştürüldü…
yazımı Büyük Türk Hakanı Sultan 2. Abdulhamit Han ın nasıl tahta geçtiğini anlatarak bitireyim:
kanı bozuk ve sözde çağdaşlık yanlısı karaktersiz 5. murat, içteki soysuz hainler ve fransa yahudileri destekli mason cemiyetlerin etkisiyle ülkeyi yıkıma ve karanlığa sürüklüyordu…türk ve islam dünyası ve ecdadın bunca zaman boyunca kurup ayakta tutmaya çalıştığı medeniyetin kökünü kazıyacak bir dizi güvence ve sözü veren 5. murat böyle mason ve sözde özgürlük isteyen avrupa destekli satılmış hain ittihat ve terakki partisi üyelerince sarayda bir gün alem yaparken yanına bir fransız asilzadesi yahudi aynı zamanda mason olan bir zat gelmiş ve o sırada o alandan uzakta bir yerde üzerinde basit bir giysi ile ifadesiz bir yüzle kambur bir biçimde oturan arasıra gördüğü bir kişiyi sormuş bu kimdir diye.
5. muratta; o Abdulhamit tir..hiç konuşmaz ,safında tekidir..fazla akıllıda değildir..ensesine vur ağzındaki lokmayı al o kadar pısırıktır diye aşağılar.bu laf aslında o zamanlar leş kargası olan ve osmanlı nın içine sızmış mikrobun en önemli zatlarından birine söylenmişti…
ne var ki 5. Murat delirdi…öyle hal ve hareketler sergiliyordu ki onu kontrol edebilmek masonlarca ve hainlerce gittikçe zorlaşıyordu.isteklerini kabul ettirmekte ve kukla gibi oynatmakta zorlanmaları yetmiyormuş gibi tuhaf ve akıl dışı hareketleri halkında dikkatini çekmeye başlamış ve yerine yeni birinin geçmesi gerektiği konuşulur olmuştu…işte bu durumda hainlerin öncelikli davranmaları gerekiyordu…şayet hemen aklını kaybetmiş 5. murat ın yerine başkası davranmadan önce kendileri oynatabilecekleri bir kukla bulmaları gerekiyordu…ve işte 5.muratın konuştuğu o nüfuzlu mason,aradığı saf ve pısırık adamı hemen buldu..bu 2. Abdulhamit ti…ve onu başa geçrdiler…ve işte o zaman asıl hatayı yaptılar.
2. Abdulhamit başa geçtiği anda o saklı kalmış gücü ve zekasını ortaya çıkardı..ve tam 33 yıl boyunca bu şerefsizlere fırsat vermedi..ama bunu yaparken de çok yıprandı…ama eninde sonunda onu tahttan indirdiler..fakat hainler 5. murat zamanında çok yaklaşmış oldukları iğrenç emellerinden artık çok uzaktaydı ve herşeye yeniden başlamaları gerekecek aşağılık arzuları ertelenmek zorunda kalacaktı..bunun tek sorumlusu ise 2. Abdulhamit ti…işte iftiraların nefretin ve karalamanın nedeni bu….hainlerin içinde patlayan emellerinin kusulmasıdır bu ifitiraların nedeni, amaçlarına bugün ulaşmış olsalar da kuyruk acıları halen geçmemiştir. (Üstad-ıTarih )
Hakkında Söylenen Sözler;
“Biz Yahudiler 20.yüzyılda Ortadoğu’da yıkılmaz denen devleti yıkıp (Osmanlı İmparatorluğu) 2 tane devlet kurduk. (1;İsrail2;Türkiye)
Onlara (Türkiye) öyle güzel sistem inşa ettik ki, Türkler bize Filistin’i vermeyen Abdülhamit’e en az 200 sene daha söverler!”
İsrail ilk Cumhurbaşkanı Chaim Weizman
Tevfik fikret En büyük Atatürkcünün tövbesi
İşte geldik senden istimdada biz,
Öldürürler başlasak feryada biz,
Hasret olduk eski istibdada biz. (Süleyman Nazif)“Biz sultan Abdülhamid’i anlayamadık; asıl günahımız işte buradadır paşam, sultan Hamid’i anlamamak… Yazık paşam, çok yazık! Siyonistlere alet olduk ve onların hiyanetine uğradık.
(Enver Paşa)2. Abdulhamit Han….O na dil uzatanlar Türk olmadığı gibi,varoluşu için hiçbir çaba harcamadığı hatta köstek oldukları halde bu şerefli topraklar içerisinde asalakça yaşayan hain fransız uşaklarıdır…
Vicdan Azabının Ağırlığı;Sultan Hamid hakkında malûm fetvayı hazırlayanlar içinde tefsir sahibi Elmalılı Hamdi Efendi,hadiseden uzun bir müddet sonra bulunduğum bir sohbet meclisinde:
”Hayatımda bu kada ağır bir vicdan azabı çekmedim. Başıma ne geldiyse bunun manevî sillesidir. Gençlik saikasıyla bir iştir işledim. Allah beni affetsin!” diye üzülerek bashetmişti.
“Ulu Hakan” – Abdülhamit’i anlamak herşeyi anlamak olacaktır! II. Abdülhamid, Türk’ün özünün ve temel varlığının, hakkı gasp edilmiş, mağdur kurtarıcısıdır. Abdülhamid, Tanzimat sonrasındaki Batı’ya kontrolsüz, körü körüne yönelişin karşısında inatla duran, kök ve cevherin müdafaasını son bir gayretle yapan muazzam bir şahsiyettir. Abdülhamid’i anlamak sayesinde yüzlerdeki maskeler düşecek ve onu bir anahtar gibi kullanarak bizi bu karanlık ve şahsiyetsiz ortama getirenlerin içyüzleri ortaya dökülecektir. Abdülhamid hakkında söylenen her olumsuz iddiayı tersine çevirdiğimizde doğruyu bulacağızdır. Yani bir tür turnusol kağıdıdır Abdülhamid. Bu yorumların yalanını ayıklayıp onun üzerine bina ettiği yapıyı yeniden ayakları üzerine oturttuğumuzda hakikat ayan beyan ortaya çıkacaktır.
“Abdülhamid’i anlamak her şeyi anlamak olacaktır”Necip Fazıl Kısakürek
‘Dünya siyasetine yüzde beşini ben biliyorsam, yüzde doksan beşini o biliyor’’Dünyâda 100 gram akıl varsa, bunun 90 gramı Abdülhamîd Han’da, 5 gramı bende, kalan 5 gramı da diğer dünyâ siyâsîlerindedir. ( Alman Milli Birliğinin kurulmasını gerçekleştiren meşhur Alman devlet adamı, Prens Bismarck -Bedrettin Keleştimur -“Prens Bismark Diyor Ki!”)
“Gök Sultan” “Cemiyetin en büyük haksızlığına uğramış tarihi şahsiyetlerden biri İkinci Abdülhamid’dir. Kendisinden önceki devirlerin ağır yükünü omuzlarında taşıyan, en güvenebileceği adamların ihanetine uğrayan ve dağılmak üzere olan, içi-dışı düşman dolu bir imparatorluğu otuz üç yıl zeka ve hamiyetle ayakta tutan bu büyük padişah, katil, kanlı, müstebid, kızıl sultan, cahil ve korkak olarak tanıtılmış, daima aleyhinde işleyen bu propagandanın tesiriyle de böyle tanınmış talihsiz bir insandır.” Nihal Atsız
Bugün yapılan her araştırma, Abdülhamid devrinin, bir açıdan önemli bir “modernleşme” devresi olduğunu daha açık bir şekilde göstermektedir.”Memleketin kültür seviyesini yükselten Sultan Hamid’dir.”Sosyolog Şerif Mardin,“Asker yaşatan Sultan” – Sivas yöresinden derlenen bir türkü Abdülhamid öldü ama Abdülhamidler ölmez! – Abdülhamid ölmüş olabilir ama Abdülhamidler ölmez. Abdülhamidler ölürse insanlığın umudu söner, ufku kararır çünkü.Abdülhamid, öylesine inanmış, öylesine kendisini hedefe kilitlemiş bir dehaydı ki, üç cepheden (entelijansiya, basın ve düvel-i muazzama cephelerinden) kendisine ve Osmanlı’ya karşı verilen savaşı püskürtmeyi, hepsini etkisiz hâle getirmeyi tam 33 yıl başarmıştı.Abdülhamid, Osmanlı’yı durdurmak üzere iki asır üzerimize üzerimize gelen, gerek dışarıdan, gerek içeriden tezgâhladıkları oyunlarla Osmanlı’yı kuşatan Avrupalıların ve onların içimizdeki yerli uzantılarının ipliğini pazara çıkaracak derin bir tarih şuuruna, güçlü bir özgüvene, muazzam bir zekâya sahip bir hükümdar olduğunu dünya âleme ispat etmiş bir şahsiyetti.
Abdülhamit devrinin her yirmidört saati bin muamma ile doludur.
Sultan Abdülhamîd Han’Kidmir;, İngiliz koramirali Sir Henry Woods hatıratında şöyle demektedir. “Bana göre sultan (2nci) Abdülhamîd, gelmiş geçmiş Osmanlı pâdişâhları arasında en müstesna mevkii işgal edenlerden biridir…akıllı, ve nazikti o zaman da İstanbul’a gelen seçkin Avrupalılar kendisini ziyaret etmek isterlerdi… Eğer sultan Abdülhamîd Han olmasaydı, devleti akılla idare etmeseydi, devlet çoktan yıkılmış olurdu.
Sultan Abdülhamîd ,(it-tihat terakki tarafından darbe yoluyla)düşürülmeseydi (1907) Birinci cihân (dünya) savaşı patlamıyacaktı.(1918) Aksini farz etsek bile Sultan, Türkiye’yi tarafsız bırakacak ve harbden sonra hiç yıpranmamış bir Türkiye, yıpranmış devletler arasında sivrilecekti… Yoksul halk tabakalarının bütün dertleriyle üzülerek ilgilendi ve doğrusu hıristiyan tebeasını da ayırmadı. Çok büyük olan servetini bu yolda kullandı… Devlet yönetimini Bâb-ı âlî’den Yıldız’a alarak sistemi bozdu. Avrupa büyük basınını günü gününe ve mühim kitapları yayınladıkları aynı yıl tercüme ettirip, okur veya okuturdu. Bu şekilde 6.000 kitap tercüme ettirmiştir ki, defterler hâlinde kütüphânesinden çıkmıştır.
Abdülhamid'siz bir yüz yıl yaşadık. Onun yokluğunda bir imparatorluğun un ufak oluşuna ve o enkazın içinden küçük Osmanlı diyebileceğimiz Misak-ı Milli fikrinin doğuşuna tanık olduk. Şimdi toparlanıyoruz ve yeniden küresel bir aktör olma yolundayız. Artık ufuklara bakarken kendimizden daha eminiz. Bu açılımlar döneminde bir tarih açılımı, dolayısıyla Abdülhamid açılımı kaçılmaz.
Mustafa Armağan Abdülhamid'in Kurtlarla Dansı 2'de yine özgün belge ve bilgilere dayanarak Sultan Abdülhamid'in bugüne kadar anlatılmayan yönlerini okurlarına sunuyor.
Türkiye'ye eğitimde altın çağ yaşatan, New York'taki Webb'den Londra'daki Quilliam'a özel görevler veren,Küba'ya ajan gönderen, Sri Lanka’da ( Hameedia Boys’ School Okulu ) açtıran, Çin’de Pekin Üniversitesi açtıran Belarus filipinler Mindau adasında Şikagoda -Singarpur (her yıl ölüm dönümünde ) dualarla anılan Abdülhamid bu… Her sayfasında şaşıracağınız bir kitap…
Osmanlı devleti ‘ en modern eğitim kurumlarına sahipti.
Quataert’e göre “Abdülhamid idaresinin tarım reformlarında elde ettiği başarılar etkileyiciydi.”
Donald Quataert, Anadolu’da Osmanlı Reformu ve Tarım adlı bu eserinde Osmanlı’nın “çöküş yılları” diye lanse edilen II. Abdülhamid döneminin Anadolu’suna yeniden bakmaya davet ediyor. Eserinde gösterdiği bu şaşırtıcı dinamik resim, bildiklerimizden oldukça farklı bir gerçekliğe götürüyor. Sultan II. Abdülhamid’in tarımın ve çiftçiliğin geliştirilmesi için gösterdiği şahsî gayretler, kurulan numune çiftliklerinde modern tarımın makineli hale getirilmesi çabaları, öbür yandan Bağdat demiryolunun yapımıyla Anadolu’nun içine akan büyük hareketlilik, ürünlerin kıyı şehirlerine çok daha ucuz ve hızlı aktarılabilmesinin sağladığı ticari tarıma geçiş ve zenginleşme ile bütünleniyor. Bu resimde devlet, Düyun-u Umumiye’nin kaynaklarımızı emen varlığına rağmen hiç de pes etmiş görünmez. Tarım bürokrasisi kurulur. Ticaret odaları, Ziraat Bakanlığı (Nezareti), Ticaret ve Ziraat Meclisi, Ziraat okulları ve asıl tarım reformlarını yürütecek olan Ziraat Hey’et-i Fenniyesi… Tabii bu reformların finansörlüğünü üstlenecek olan Ziraat Bankası da verdiği kredilerle Anadolu insanının üretkenliğini artırma çabasının destekçilerinden biri olmuş, dahası, küçük üreticiyi tefecilerin elinden kurtarmıştır. Quataert’e göre “Abdülhamid idaresinin tarım reformlarında elde ettiği başarılar etkileyiciydi.” Her zaman istenilen sonuçlar alınamasa da, devletin öncülük rolü ve halkın önüne çıkar fırsatları değerlendirme çabası, Cumhuriyet döneminin de tarım paradigmasını oluşturacaktı.
II. Abdülhamid, Ziraat, Eğitim
Osmanlı Devleti’nin çeşitli vilayetlerinde ziraat mektebi açmak suretiyle Sultan II. Abdülhamid bu konudaki hassasiyetini göstermiştir. İstanbul, Selanik ve Bursa’da açtırdığı ziraat okulları modern tarımın gelişmesinde etkili olmuştur.
Sultan Abdulhamid Han döneminde tarıma o kadar çok önem veriliyordu ki,belgeler; yüzeysel de olsa, konunun mahiyetini daha iyi anlamamıza sebep olacaktır.
II. Abdülhamid döneminde meslek okulları ve yüksek (lise-üniversite) okullar da açılmıştır.daha sayamadığımız birçok yenilik ve modernleşme hareketi bu dönemde görülmektedir.Sonuç olarak, II. Abdülhamid döneminde çağın gerektirdiği Ä¢ekilde, modern tarım hususunda eğitim yapılmaya çalışılmıştır. Bu dönemde kurulan ziraat mektepleri, Cumhuriyet dönemine de ışık tutmuştur.
II. ABDÜLHAMİD DÖNEMİNDE ZİRAİ EĞİTİME BİR BAKIŞ.
Büyük siyasi sorunları ile ilgili ise Sultan modernizasyon (reform) ve ülkenin kalkınması için çaba sarf. etti ,Eğitimde yakından ilgilenen bir Sultan abdulhamid II oldu. Onun yönetimi her alanda eğitim yenilikleri ile bilinir. Tarım ile dağıtılır ve bir çiftlik sahibi olarak daha önce tahta onun katılım olarak bir servet kazandı. Sultan Abdulhamid II çeşitli illerde tarım okulları açarak bu konu hakkında yaptığı duyarlılık gösterdi.
Osmanlı’nın Sanayi Devrimi ile birlikte ekonomik gücünü yitirdiği, üretimde sadece Avrupa mallarına bağlı kaldığı söylendi. Fabrikalaşamadığı, imalatın mahalle arası dükkânlarda, iki kişiyle çalışan atölyelerde kaldığı anlatıldı. Kısacası, sanayi çağının gerisinde olduğu yazıldı tarih kitaplarında.
Peki gerçekten böyle miydi?
Durumun pek de göründüğü gibi olmadığını Osmanlı tarihçisi Amerikalı Donald Quataert, “Sanayi Devrimi Çağında Osmanlı İmalat Sektörü” adlı çalışmasında ortaya koyuyor. Quataert, söz konusu dönemin (19. yy.) bilinenin aksine Osmanlı imalatçılığının en canlı zamanı olduğunu söylüyor. Hatta değişen şartlara Osmanlı’nın nasıl ayak uydurduğuna, Avrupalılarla rekabette yaratıcı yöntemler geliştirdiklerine değiniyor.
Abdülhamid Han, saltanatı müddetince, milyonlarca kilometrekare toprağa sahip bir ülkede, eğitim, kültür, sanat, mimari, askeri teşkilat, sağlık, iktisat, bilim ve teknoloji sahalarında yaptığı yenilik ve hizmetlerle devlet ve millete şeref ve itibar kazandırmıştır. O devirde yapılan atılımların birçoğu hâlâ bilinmemektedir. Daha da garibi, o devrin teknolojisiyle hazırlanan projelerin pek çoğu günümüzde bile henüz gerçekleştirilememiştir.
Düşmanlarının bile siyasi bir deha demekten kendini alamadığı bu sultanın devri, yakın tarihimizde bilinmesi gereken mühim teferruatlar ihtiva etmektedir. Böyle bir devirde, günümüzde 40 küsür devletin kurulduğu toprakları ve milletleri idare etmek, maddeten ve manen yetişmiş olmayı; kısa mesafeli ve küçük hesaplar değil, dünyayı kapsayan plan ve projeler yapmayı; kısacası, uzakları görebilen bir bakışı gerektiriyordu.
Uzakları Görebilen Hükümdar Abdülhamid Han devrinin daha iyi anlaşılması ve geleceğe ışık tutacak fikirlerin zihinlerde yeşermesi ümidiyle o devre mercek tutan bu kitabı siz kıymetli okuyucularımıza takdim ediyoruz.
Marmaray İkinci Abdülhamid’in Projesiydi.
İstanbul’un iki yakasını denizin altından birleştirecek 150 yıllık hayal olan Marmaray, 5 gün sonra açılıyor. “Yüzyılın projesi”nin hizmete girmesiyle birlikte Sultan Abdülhamit’in boğazı yer altından geçme rüyası da gerçekleşmiş olacak. Abdülhamid Han’ın yapılması için çok çaba sarf ettiği ve dünyanın ilk tüp geçit projesi “Cisr-i Enbubi-Tüp Geçit”i İşte Abdülhamid’in Marmaray’ı”Boğaz’a ilk köprü yaptırmak isteyen ve ilk proje hazırlatan Sultan Abdülhamiddir.
Osmanlı Devleti döneminde tasarlanan en dikkat çekici projelerden birinin Cisr-i Enbubi (tüp geçit) dir. “Düşünebiliyor musunuz, 100 yıl önce daha Batı’da bile pek uygulanmadığı dönemde Boğaz’a tüp geçit yaptırmaya kalkmışlar. Bu Osmanlı padişahlarının teknolojiyi yakından takip ettikleri, yeniliklere açık oldukları, ülkelerinin gelişmesini, refahını düşündükleri anlamına geliyor.
Kaynak; Türk Tarih Kurumunun Başkanı Metin Hülagüİstanbul’a ilk boğaz köprüsü projesi, II. Abdülhamid zamanında yapılmış. Üstelik sadece proje de değil. Bosphorus Railroad Company tarafından tasarıları bile hazırlatmış bu projenin.
İlk Tüp Geçit Projesi:
II. Abdülhamid, ilk boğaz köprüsü projesiyle kalmamış bir de tüp geçit projesi hazırlatmıştır. 1891 yılında II. Abdülhamid tarafından, Fransız S. Preault Demiryolu Şirketi’ne çizdirilen tüp geçit projesine göre Rumeli yakası ile Üsküdar arası, yapılacak tüp geçit ile birbirine bağlanacaktı. Bu projenin günümüzden 115 yıl önce düşünülmüş olması bile, II. Abdülhamid’in ne derece ileri görüşlü bir devlet adamı olduğunu ispatlamaya yeter. (goncadergisi Şubat 2007)Dünyanın ilk isabetli torpido atışı yapabilen ilk denizaltısı, ülkemize getirilen ilk araba ve telefona kadar bir çok gelişmenin öncüsü olan Sultan II. Abdulhamid teknolojiye ve yeniliklere merakıyla ilklerin padişahı oldu.
Dünyanın ilk denizaltısını 1719 yılında Osmanlı İmparatorluğu zamanında Ser Mimar İbrahim efendi yaptı.(türkiye dergisi -ilklerin padişahı )Dünyada ilk denizaltıyı 1719’da biz yaptıkDünyanın ilk denizaltısı 1719 yılında Mimar İbrahim Efendi tarafından yapıldı.Dünyanın ilk denizaltısı 1719 yılında Mimar İbrahim Efendi tarafından “Tahtelbahir” adıyla yapıldı. Bu buluş Seyyid Vehbi’nin Sürname-i Hümayun adlı kitabında anlatılıyor. Bundan yüz yıl sonra Sultan 2. Abdulhamid tarafından yaptırılan denizaltı da ilk torpido atabilen denizaltısı oldu.
Dünyanın İkinci Denizaltısı İstanbul’da Yapıldı!
Dünyanın ikinci denizaltısı 1887 yılının Şubat ayında denize indirilen “Abdülhamid” isimli denizaltımızdır. Tabii ki bu denizaltıyı yaptırma fikri yine aynı dedemizden çıkmıştır. Üstelik o günün parasıyla 22000 sterlin tutan harcamaları da devletin kasasında değil kendi cebinden ödemiştir. Her ne kadar yapılan ilk denizaltının bir kısmı suyun üzerinde kalsa da Ocak 1888’de denize indirilen “Abdülmecid” denizaltımız denizin derinliklerine inmeyi başarmıştır. Bu ikinci denizaltımız, gerek seyir, gerekse dalma ve torpido atma denemelerini başarıyla bitirmiştir. Böylece dünyada ilk torpido atan denizaltı unvanı, iki numaralı denizaltımız olan “Abdülmecid”in olmuştur. (Seyfullah Arpacı-goncadergisi Şubat 2007)Abdülhamid Han, bütün Anadolu’yu baştan başa dolaşacak bir karayolu ağını da projelendirilip tatbikata geçirmiştir.
Egitim Politikası ;
Hamidiye egitim politikasıyeni okullar, yeni binalar, haritalar ve ders kitaplarının yeniden olusturulmus içerikleri ile yeni bir tarz olusturma gayreti içindedir. Kitabın tamamında aranan, Hamidiye egitim politikasının özellikleridir.Hamidiye hükümeti (2nci abdülhamid) batılılasma ugruna batılılasmanın pasif bir taklitçisi olmak yerine, Osmanlı okullarının yerel icaplar dogrultusunda sekillenmesini istemektedir.Devlet yetkilileri, pozitif,rasyonel bilimin imparatorlugun sorunlarına çözüm olacagına inanmaktadır.Avrupalı ve laik olan materyallerin yerine Osmanlı ve Hslam gelenegi ile uyumlu olanları getirmeyi istemistir. Pek çoktarih arastırmasında geçen “laik egitimi” temin etmenin ötesinde, ortaya çıkanegitim programı bu nedenle karmasık bir Dogu-Batı sentezidir.Hamidiye egitim politikası amaçlarına ulasabilmek için egitimi her yönüyle yeni bastan olusturma gayretindedir. Hktidar, yerli ve yabancı etkisini daha dengeli bir temelde görmek için hesaplar yaparak, rotasını gelecegeçevirmistir.
Hamidiye egitim politikası, zamanlaması, iyimser ruhu, devlet güdümlü programı ve yeni yurttas/tebaa yaratma gayreti ile yeryüzündeki çagdaslarıyla uyum içindedir.Benjamin C. Fortna Hamidiye egitim politikasını ve neticelerini söyleözetleyerek kitabını bitirir;Benim düsünceme göre, Hamidiye döneminin egitim çabaları bir girisim olmak açısından daha önemlidir. Mekteb-i Hümayun, Osmanlı 0imparatorlugunun Son Döneminde Devlet ve Egitim, Hletisim Yay., Hstanbul 2005, İlk kız okulları II. Abdülhamid zamanında açılmıştır.
… Osmanlı’nın son zamanlarında bile kızların eğitimine ayrı bir özen gösterildiği ve önem verildiği aşikârdır. Kızlar önce “Sıbyan Mektepleri”ne (ilkokullar) alınıyor, oradan “Rüşdiye”ye (ortaöğretim), “İnas Rüşdiyeleri”ne (kız lisesi), “Kız İdadîleri”ne, “İnas Darülfünunu”na, (Kız Üniversitesi) geçiyordu… Meslekî eğitimde ise “Kız Sanayi Mektepleri”, “Ana Mektebi”, “Ebe Mektebi”, “İnas Sanayi-i Nefise Mektebi” (Kız Sanat Okulu) vardı… Cumhuriyet döneminde kurulduğu sanılan, “Kız Öğretmen Okulları” bile bir Osmanlı(II. Abdülhamid eseridir)…
Sultan ikinci Abdülhamîd hân ülkenin her köşesinde aynı tasarım ve değerde liseler (ar-ge -yapınlama süreci) yaptırdı. 1950 senesinde Bursa ( Bursa ‘da İpek böcekçiliği Enstitüsü ) askerî lisesinin müdürü, Bursa erkek lisesini ziyârete gitmişti. Lise müdürü kimyâger Rıfat bey, (okulun en iyi odasını kendinize ayırmışsınız. Böyle haksızlık olur mu?) dedi. Rıfat bey, (Bu lisenin her odası böyle güzel, havadar ve hoştur. Ben Manastırda bu binâda okudum. Sultan Abdülhamîd hân, büyük şehirlerde hep aynı binâları, aynı güzellikle ve aynı metânet ile yaptırmıştır. Bu binânın bakıma / tâmîre ihtiyacı hiç olmadı. Hâlbuki, karşımızda geçen sene yapılan ticâret lisesinin bu sene duvarları çatladı. Şimdi tâmîr ediliyor) dedi, tarihi birçok bilgiler verdi. Ankarada, Yenişehr istasyonundaki üstünde (Ankara lisesi) de Bursadaki lisenin aynısı idi..Kaynak; Hüseyin Hilmi Işık Kimyadaki Buluşu ve Yazdığı Kitaplarla Tanınan Yirminci Yüzyıla damgasını Vurmuş Olan Bir Bilim Adamı ve İslam Alimidir.
Eczacı, Matematik, ve Kimya,Ögretmeni ve Türkiyenin İlk Yüksek (profesyonel ) Kimya Mühendisi. Hakikat KitapeviSultan Abdülhamîd Han’ın eğitim ve îmâr bakımından hizmeti büyüktür. Bunlar, onun dikkatle tâkib ettiği hususlardı. Sultan, hükümdarlığı boyunca en çok hizmet ve gayreti bu sahada yapmıştır. Onun bu faaliyetlerini düşmanları bile kabul etmiştir. Onun devri, ilmî, edebî, dînî yayınlar bakımından Osmanlı Devleti’nin en zengin ve verimli zamanlarından biridir. Matbaaların sayısı artmış; neşriyat faaliyeti fevkalâde gelişmiştir. Her ilim dalında yeni ve modern eserler basılmış, lügatler, ansiklopediler neşredilmiş, Türk lügatçiliği bugün bile o devrin çalışmalarını geçememiştir.
Pasteur’e gönderilen üç bilim adamı!
1885 tarihinde kuduz aşısını bulan Pasteur’u Fransa hükümeti bile desteklememiş, böylece çalışmaları yarım kalmıştır. İşte bu haldeyken dedemiz Abdülhamid Han ona el uzatmış ve çalışmalarını geliştirmesi için İstanbul’a davet etmiştir. Her ne kadar Pasteur, ihtiyar olduğunu öne sürerek bu teklif kabul etmese de II. Abdülhamid Pasteur’ün yanına üç Osmanlı bilim adamını göndermiş ve onların eğitmesini temin etmiştir. Gönderilen heyet yaklaşık yedi aylık eğitimden sonra İstanbul’a dönmüş ve 1887 yılının başında, İstanbul’da Kuduz Tedavi Müessesesini kurmuştur.
Osmanlı belgeleri aslında ilk elektrikli arabayı ülkeye getire II. Abdülhamid Han dır. 1888 yılında Londra Elçiliği’ne emir veren padişah, İngiltere’den ilk elektrikli arabayı sipariş etti. Deniz yoluyla İstanbul’a getirilen ilk aracın deneme sürüşünü de dönemin Maliye Bakanı yaptı. Abdülhamid Han da arabayı Yıldız Sarayı’nda bizzat kendisi denedi. Sultan’ın elektrikli arabayla küçük bir kaza yaptığı da rivayetler (osmanlı arşivleri) arasında.
Abdülhamid’in modern eğitim projesi ;
Bilinenin aksine, Osmanlı tarihinin en canlı eğitim hamlesi, Abdülhamid dönemine rastlar. Sevan Nişanyan’ın (yanlış cumhuriyet isimli kitap) hesaplamalarına göre Türkiye, Abdülhamid dönemiyle kıyaslanabilecek bir okullaşma düzeyine yeniden ancak 1950’li yıllarda ulaşabilmiştir. Mesela 1895’te TC sınırlarına tekabül eden bölgede bine yakın (835) ortaokul ve lise bulunuyorken 1923’te bu sayı 95’e düşmüştür. 1895’teki yüz bine yakın öğrenci sayısı (97.837), 1950-51 sezonunda aşağı yukarı aynı seviyede seyretmektedir (90.356). Öncesiyle kıyasladığımızda Abdülhamid dönemindeki eğitim patlaması daha görünür hale gelir. Tahta geçtiği yıl 250 olan rüşdiye sayısı 1909’da 900’e, 6 olan idadi sayısı 109’a çıkmıştır. 1877’de İstanbul’da sadece 200 tane modern ilkokul varken 1905’te 9 bine çıkmıştı. Her yıl ortalama 400 ilkokul açılmıştır ki, bu, Cumhuriyet döneminde bile kırılamamış bir rekordur.
Sultan Abdülhamîd Han’ın Yaptırdığı ilk, orta, lise ve yüksek okulların bir hayli çok olduğu, devrinde çıkan ve hemen her sayısında yaptırılan mekteplerin resimlerine yer veren mecmualardan anlaşılmaktadır. Yine bu devirde yüksek payelerle taltif edilen ilim adamları dâima üstün tutulmuştur.Sultan Abdülhamîd Han, memleketin her köşesine okullar yaptırarak, eğitim ve öğretimin sıkı bir şekilde yapılmasına gayret sarfetmiştir. Basra, Bağdâd, Musul, Haleb, Suriye, Beyrut, Kudüs, Hicaz, Yemen, Bingâzi ve daha pek çok yerde ilk, orta, lise ve yüksek okul yaptırmıştır. Anadolu ve Rumeli’de yaptırdığı orta ve yüksek mekteplerin mikdârı bir hayli kabarıktır. Bunlardan bir kısmı günümüzde de öğretime devam etmektedir.
Bu kitap, osmanlı “gerici” değil “yenilikçi” ve parlak bir devir olduğunu gösteren bir fotoğraf albümüdür.Bu albüm, 34. Osmanlı padişahı olan Sultan İkinci Abdülhamid Han’ın maârifin (eğitim) muasır bir seviyeye çıkarılması için memleket sathında açtırdığı mektepleri mevzu edinen ve o devirden günümüze kalan görmelik malzemeden seçilerek oluşturulan bir fotoğraf albümüdür.
Mekteb-i Harbiye ve Mekteb-i Bahriye denilen Kara ve Deniz Harp Okulları ile bilumum ortaokul ve lise seviyesindeki mektepler, her bakımından büyük gelişmelere tabi tutulmuş ve memleket sathında birçok yerde sayıları artırılmıştır.Mekteb-i Mülkiye, Mekteb-i Hukûk, Sanayi-i Nefîse Mektebi, Dârulmuallimîn ve Dârulmuallimât, Mâliye Mektebi, Ticâret Mektebi, Ziraat Mektebi ile deniz ticâreti, orman ve maâdin, lisan mektepleri bunlardandır. Ayrıca tıp sahasında da büyük gelişmeler olmuştur. Askerî ve sivil olarak lise ve yüksek okul seviyesinde çok sayıda tıp mektepleri açılmıştır.Mütehassıs (uzman,prof) yetiştirmek maksadıyla yüksek okullar (üniversite) hep Abdülhamid Han devrinde açılmıştır. Yine Abdülhamid Han zamanında pek çok yerde açılan sanayi mektepleri bulunmaktadır. meslek ve sanat sahibi yapmak maksadıyla açılan bu okullardam pek çok bölüm bulunmaktaydı. Bir de devlet tarafından alınan izinle açılan husûsî mektepler (özel okullar) bulunmaktadır. Bütün bu mekteplerle ilgili de albümümüzde çok sayıda fotoğraf vardır.Bu albüm çalışması, “Osmanlı ne yapmış ki” diyenlere sadece mektep bazında verilecek en güzel bir cevaptır. Bu albüm bir devletin sadece bir padişahı zamanında maârif sahasında yaptığı faaliyetlerden bir nebzedir.
Bu albüm, Selanik’ten Trablusgarb’a, Yemen’den Yanya’ya, Hanya’dan Bursa’ya, Vidin’den Bağdat’a kadar eğitime verilen kıymetin yansımasıdır. Bu albüm 33 yıllık bir devrin maarif (eğitim) bilançosudur. Hasılı bu albüm, osmanlı “gerici” değil “yenilikçi” ve parlak bir devir olduğunu gösteren bir fotoğraf albümüdür.Kaynak; Sultan Abdülhamîd Han Devri Osmanlı Mektepleri – Osman DoğanSultan İkinci Abdülhamid Han eğitime, sağlığa ve bilime büyük önem verdi bu amaçla, Osmanlı’nın Türkiye Cumhuriyeti devleti sınırları içerisinde kalan toprakları üzerinde 5 bin eğitim kurumu yaptırdı, Balkanlar, Akdeniz ve Afrika ülkeleriyle bu rakam 25 bine ulaşmıştır.Kaynak; Tarihçi -Mustafa Armağan Sultan Abdülhamîd Han, Kaliteli eleman, memur , aydın ,yetiştirmek üzere açtığı yüksek okullardan bâzıları: Mekteb-i Mülkiye, Güzel San’atlar Akademisi, Yüksek Ticâret Mektebi, Hukuk, Yüksek Mühendis Mektebi, Bursa’da İpekçilik Mektebi, Halkalı Zirâat ve Baytar Mektebi, Yatılı Kız Lisesi, Mülkiye Lisesi, Üsküdar Lisesi, Mâden Arama Mektebi, Fen ve Edebiyat Fakülteleri, Dilsiz ve Sağırlar Mektebi. Bir çok vilâyetlerde(il) dârülmuallimînler (lise ve üniversiteler) ve bunlar gibi pek çok mektepleri hep sultan Abdülhamîd Han yaptırmıştır.
Sultan Abdülhamîd Han,Askerî Tıbbiye’den çıkan hekimlerin (doktor) staj yapmaları gayesiyle, 1898 senesinde Viyana’dan başka bir yerde eşi bulunmayan Gülhâne Tabâbet-i Askeriye Tatbîkât Mektebi kuruldu. Bu okulun kurulması için Bonn Üniversitesi cerrahî profesörü Robert Rieder, getirildi. Her bölümün laboratuvarları en yeni âlet ve makinalarla teçhiz edilmişti.Bu laboratuvarlara her talebe için birer mikroskop konulmuştu. Avrupa’dan getirilen seçme profesörlerin yetiştirdikleri hekimler, daha sonra tıb fakültelerinde hocalık yaparak gençlere modern tıb bilgilerini öğrettiler ve değerli mütehassıs hekimler yetiştirdiler. 1903 senesinde Haydarpaşa Mekteb-i Tıbbiye-i Şâhâne ve bunun denetimi altında ve tıb yanında bir de ecza sınıfı bulunan Şam Tıbbiyesi açıldı.
Sultan Abdülhamîd Han; Hastahâneler, klinikler, modern tıbbî âlet ve edevat hep bu devirde yaptırılmıştır. Kendi parasıyla yaptırdığı Şişli Etfal Hastahânesi, bir kısım masraflarını kesesinden karşıladığı Darülaceze, bunların en mühimlerindendir. Beyoğlu Kadın Hastahânesi yine onun eseridir. Mehmed Fahri Bey, Besim Ömer, Asaf Derviş, mîralay Remzi, Ziya Nuri, mîralay Mehmet Şâkir Bey, Mazhâr Osman gibi doktorlar bu devrin meşhur simaları arasındadır. Bunlar gibi daha yüzlerce tabib ve mütehassıs, Avrupa ve dünyâ tıb çevrelerinde söz sahibi idiler. Herbiri İstiklâl harbinde hizmet görmüşler, sonradan kurulan tıb fakülteleri ve yetişen elemanlar, bu devirde yetişen ilim adamlarının eseri olmuştur. Ayrıca, yüksek okullara talebe yetiştirmek üzere ilk ve orta öğretime çok önem verdi. Bütün vilâyetlere batı tarzında okullar açtırdı. İbtidâî ismi verilen ilk mektepleri köylere kadar götürdü. Rüşdiye yâni ortaokullardan itibaren yabancı lisan öğrenimi mecburî tutuldu. Memleketin çehresi değişti, kültür seviyesi yükseldi. Ancak bu mekteblerde yetişen kültürlü genç neslin büyük kısmı Çanakkale savaşlarında şehîd oldu.
Sultan Abdülhamîd Han; Müze-i hümâyûn (Eski eser müzesi), Askerî Müze, Yıldız Arşivi ve Kütüphânesi, Bâyezîd Kütüphânesi’ni kurdurduğu gibi, kütüphânelerdeki kitapların kataloglarını yaptırdı. Abdülhamîd Han, basın ve yayın çatışmalarını desteklediği için kitap, dergi, mecmua ve gazete sayısında büyük artışlar meydana geldi (Bkz. Basın ve Matbûât). İstanbul başta olmak üzere, diğer şehirlerin, önemli yerlerin fotoğraflarını çektirip, değerli bir albüm kolleksiyonu hazırlattı. Bu albümler, bugün İstanbul Üniversitesi Kütüphânesi’nde mevcuttur.
Sultan Abdülhamîd Han’ın askerî sahadaki hizmetleri de takdire şayandır. Balkan harbi ve Birinci dünyâ savaşı sırasında orduda vazîfeli bütün subaylar ile Millî mücâdelenin komutanları onun devrinde yetişmiştir. Çok mikdarda tüfek, yüzlerce serî ateşli topları hep o te’min ettirmiştir. İstanbul ve Çanakkale boğazlarını tahkim ettirdi. Pek çok askerî te’sisleri tamir ettirip yenilerini yaptırdı. Memleketin başına gelecek felâketi önceden tahmin ettiğinden ona göre hazırlık yaptırdı. Birinci cihân harbinde Çanakkale, sultan Abdülhamîd Han’ın yaptırdığı istihkâmlarla kendini savunmuştur.
Askerî sahada ön safta yer alabilmemiz için ilmî, fenni; teknik her hususta yenileşmenin, muasır seviyeyi aşmanın ideâlini dâima muhafaza etmiştir. İlk defa denizaltı proje ve inşâsı hususundaki başarılı çalışmaları bunların en bariz örneğidir. Harp gücünü kaybetmiş eski gemileri Haliç’e çekip, Avrupa’da yeni yapılan üstün evsaflı kruvazörler, zırhlılar ile donanmayı kuvvetlendirdi. Askerî ıslâhat için Almanya’dan uzmanlar getirttiği gibi, eğitim için bu ülkeye Türk subayları gönderdi. Askerî rüşdiyeleri ve idadileri çoğalttı. Kâğıthâne’de bir poligon kurdurdu.
Abdülhamîd Han, zirâat, sanâyî ve ticâret odalarını açtırdı. İlk defa bugünkü mânâda nüfûs tahrîri (sayım) teşkilatını kurarak memlekeldeki insan gücü ve mal varlığının istatistiğini yaptırdı ve senelik artış ve düşüşün düzenli bir şekilde tesbit edilmesini sağladı. Hereke kumaş fabrikasını genişletti. Çini fabrikası açtırdı. İmâr ve bayındırlık faaliyetlerine hız verdi. Anadolu ve Rumeli’de yol bulunmayan yerlere şose yaptırdı. Terkos suyunu İstanbul’a getirtti. Osmanlı Bankası ve Reji binalarını yaptırdı. Hamîdiye kâğıt fabrikası, Kadıköy havagazı fabrikası, Osmanlı sigorta şirketi, Beyrut limanı rıhtımı, Sakız limanı rıhtımı, Küçük su barajı, Haydarpaşa rıhtımı, Galata, Tophâne rıhtımı, Dolmabahçe saat kulesi, Mum fabrikası ve Tuna nehrinde Demirkapı kanalı hep bu pâdişâhın eseridir. Ayrıca Ereğli kömür ocakları çalıştırıldı. Haydarpaşa İstasyon binasını yaptırdı. Beşiktaş tepesindeki Yıldız Sarayı’nı ve önündeki câmiyi yaptırdı. Kâğıthâne’deki Hamîdiye suyunu halkın istifâdesine sundu. Elmadağı’ndan Ankara’ya tatlı su getirdi.Yeni postahâne binasını, Medîne-i münevvereye kadar telgraf hattını, Bingâzi telgraf hattını yaptırıp, İstanbul-Köstence arasına kablo döşetti. Musul ve Kerkük civarında petrol kuyuları açtırdı. Hamîdiyye piyade kışlalarıyla, topçu kışlası ve hükûmet konağı yaptırmıştır.
Abdulhamit ‘in siyasi dehası
Abdulhamit Osmanlı ordusunu, o zamanın en mükemmel silâhları ile, meselâ mavzer tüfekleriyle silâhlandırdı. Denizci devletlerin ve Rusların denizden yapmaları mümkün taarruzlara karşı, İstanbul ve Çanakkale Boğazlarını tahkim etti. Ve, Birinci Dünya Savaşı’nda İngilizlerle Fransızların 18 Mart 1915 saldırıları bu istihkâmlarla durduruldu.Mükemmel kurmaylar yetiştirdi. 1914-1918 savaşı ile İstiklâl Savaşı’nı bunlar idare ettiler.Abdulhamit Büyük Osmanlı borçlarının üçte ikisini ödedi. Pek çok okul açıldı. Pek çok yol ve köprü, ayrıca hastahane ve çeşme gibi hayrat yaptırdı. Görülmemiş bir haber alma şebekesi kurdu. Yabancı elçilerden bile casusları vardı. Avrupa’da kuş uçsa haberi oluyor, aleyhimizdeki kararları önceden öğrenerek tedbirini alıyordu.
Hilâfeti, Osmanlı Hanedanından almak için Mısır’da kurulan gizli bir derneğin üyelerinden biri Sultan Hamid’in adamlarından biri idi. Balkanlıların mezhep ve milliyet ayrılıklarını körükleyerek birleşmelerine engel olduğu gibi; İngiliz, Alman ve Rusları da birbirine düşürerek aleyhimizde birleşmelerini engelledi.Abdulhamit Memleketi doğrudan tehdit eden Moskof emperyalizmi ile batıdan tehdit eden Avrupa emperyalizmi ve onun temsilcisi İngiltere’ye karşı devleti savunan Sultan Hamid, ayrıca azınlıklar ve gafil hürriyetçiler (ittihat terakki) ile de uğraşmaya mecbur olmuş, güneyden gelen siyonizme de göğüs germiştir.Sultan Hamid için Osmanlı İmparatorluğunu, soyumuzun düşmanı Moskoflarla hilâfetin düşmanı İngiltere’ye, devletimizin düşmanları siyonizme ve azınlıklara, rejimin düşmanı hürriyetçilere karşı savunmak meselesi ve vazifesi vardı. Bunun için de, kendisinin devlet başkanı kalması gerekti. Kendisi çekilirse, devletin tutunamayacağı hakkındaki düşüncenin doğruluğu, çok geçmeden (10 sene sonra) gerçekleşmiştir.Dipnot; Nihal Atsız gibi bir düşünürün, Gök Sultan ünvanı ile onurlandırması, Abdülhamit Han’ın ne kadar büyük bir deha olduğunun bir göstergesidir.
Abdülhamîd Han, Askerî, siyâsî, İktisadî ve ticarî gaye ile; Bursa demiryolunu, Yafa-Kudüs hattını, Ankara demiryolunu, Manastır-Selânik, Şam-Harran, Eskişehir-Kütahya, Beyrut-Şam, Afyon-Konya, İstanbul-Selânik demiryollarını döşetti. Böylece demiryolu uzunluğu Rumeli’nde 1993, Anadolu’da 2507 kilometre yükseldi.
Abdülhamîd Han, Anadolu dışındaki bütün müslümanların kendisine bağlanarak bir bayrak altında toplanmalarını, yeniden teşkilâtlanmalarını ve batı emperyalizmine karşı birleşmelerini istiyordu. Bu gerçekleştiği takdirde; başta İngiltere olmak üzere, Avrupa devletleri müslümanları sömüremeyecek, hattâ İslâm ülkelerine kötü gözle bakamıyacaklardı. Bunun için de memleketin her yerinde başlattığı demiryolu ağını Medîne ve Mekke’ye kadar ulaştırmak istiyordu. Bu şekilde İslâm dünyasındaki ulaşımı kolaylaştıracak, müslümanlar arasındaki bağlar kuvvetlenecek, böylece bütün müslümanlarda, başlarındaki halîfenin Abdülhamîd Han olduğunda fikir birliği hâsıl olacak, Osmanlı Devleti’nin liderliğinde birleşeceklerdi. Fakat, Mekke’ye kadar uzanacak 2000 kilometrelik demiryolunun masraflarını karşılayacak para, hazînede yoktu. Sultan, İslâm âlemi açısından bu hattın acilen yapılmasını istiyordu.
Önce kendisi şahsî malının büyük bir kısmını bu yola ayırdı. Sonra da müslümanlardan yardım istedi. Afrika, Mısır, Afganistan, Türkistan, İran, Hindistan ve Osmanlı hududları içindeki müslümanlar canla başla bu yardıma koştular. Kısa zamanda milyonlarca altın toplandı ve Almanlara ihale edilerek, demiryolu hattı Medîne’ye ulaştı. Sultan Abdülhamîd Han’ın, Güneydoğu Anadolu’ya demiryolu ağını kurması Rusları; Hicaz demiryollarını yaptırması da İngilizleri telaşlandırdı. Çünkü eşit şartlarda Osmanlı ordusu her zaman düşmanlarına galip geliyordu. Son harplerde Osmanlı’nın mağlûb olmasının sebebi, sür’atle asker sevkiyâtı yapılacak yolların bulunmaması, cephelere Türk ordusunun zamanında yetişememesi idi. Eskişehir-Adana-Bağdâd hattının yapılması ile, Rusların, Doğu Anadolu üzerinden sıcak denizlere inme ve Kudüs-i şerîfi himaye hayâli sona eriyordu. Bağdâd ve Medîne hatları ise, İngilizlerin, Hindistan’a kısa yoldan geçme siyâsetine engeldi ve bununla Osmanlı’nın Mısır’a tekrar hâkim olması İhtimâli vardı. Abdülhamîd Han, demiryolunun emniyeti bakımından yolun denizle temas eden noktasını kontrol altında tutmak için Akabe kalesine iki tabur asker gönderdi. Bunun üzerine İngiltere, Osmanlı Devleti’ne bir ültimatom verdi. Sultan buna karşı İngiltere’nin buna hakkı olmadığını söyleyerek, yeni sınırı, kurulacak bir komisyonun belirleyeceğini bildirdi. Sultân’ın dâhiyane politikası neticesinde Akabe Osmanlı’da kaldı Sultan Abdülhamîd Han, İslâmıyetin emirlerini yapmakta ve yasaklarından kaçınmakta son derece hassasiyet gösterirdi. Abdestsiz yere basmazdı. İslâm’a aykırı yurt içinde ve dışında zararlı neşriyat yapılmaması, müslüman evlâdlarının dinlerini ziyana uğratmamaları için mümkün olan her hizmet ve faaliyeti yürütmüştür.
Sultan Abdülhamîd Han, dîn-i İslâm’ın ve memleketin (türk -islam aleminin) emniyeti için tedbirli olmak lüzumunu duydu. Bu sebeble iç ve dış düşmanların hareketlerini yakından takip için bugün istihbarat teşkilâtı (mit) adı verilen hafiye teşkilâtını kurdu. Bu gizli emniyet teşkilâtının başında bulunan kimseye, Serhâfiye-i hazret-i şehriyârî, yâni Pâdişâh’ın baş ajanı denirdi. Modern devletlere numune olacak şekilde kurduğu bu haber alma teşkilâtı, memleketin her köşesinde devletin aleyhinde yazılanları, gizli beyânnameleri, suikast hazırlıklarını, kısaca olup bitenleri, günü gününe Pâdişâh’a bildiriyordu. Bu iş için binlerce kişi vazifelendirildi.
Siyon (yahudi mason merkezli) Protokolü ;
Bu protokolde aynen şu maddeler mevcuttur:
1. Gelecek nesilleri, ahlâka aykırı, telkinlerle ifsat etmeli, bozup yozlaştırmalı
2. Aile hayatını yıkmalı,
3. İnsanlara aşağı sınıflarla tahakküm etmeli, azınlıkları kışkırtıp üste çıkarmalı.
4. Sanatı zayıflatarak, edebiyatı müstehçen ve şehevî hale sokmalı,
5. Mukaddesatı, hürmeti yıkmalı, hürmetle anılan kimseler hakkında rezilâne vak’alar uydurulmalı,
6. Hududsuz bir lüks, başdöndürücü modalar icad etmeli, çılgınca sarfiyatı teşvik etmeli, herkesi borçlandırmalı,
7. Kalabalıkların vakitlerini, eğlencelerle, oyunlarla oyalamalı, herkes düşünmekten alıkonulmalı,
8. Müfrit (aşırı) nazariyelerle, halkın fikirleri zehirlenmeli, gürültü ve kargaşalıklar çıkarılmalı,
9. Umumi hoşnutsuzluklar meydana getirilmeli, içtimai (sosyal) sınıflar arasına kin ve itimatsızlık sokulmalı,
10. Aristokratlara müthiş vergiler koyarak, onlar bunaltılmalı,
11. Mal sahipleri ile işçilerin arasını bozmalı, grevler sabotajlar tertip ettirilmeli, düşmanlıklar yaygınlaştırılmalı
12. Yüksek tabakanın manevî kuvvetini, her çareye başvurarak kırmalı,
13. Sanayiin, ziraati ezmesine imkan verilmeli, böylece köylü sınıfı ortadan kaldırılmalı,
14. Saçma nazariyeleri ortaya atarak, halkı gayr-i kabili tatbik (yani uygulanması imkansız) yollara sevk etmeli, boş hayallerle oyalamalı, 15. Hayat pahalılığını sürekli azdırmalı ve lüks tüketim yaygınlaştırılmalı
16. Beynelmilel (uluslararası) meseleler ihdas ederek, milletler arasına kin ve nefret tohumları serpmeli, savaşlar çıkartılmalı,
17- Milletlerin mukaddesatını, tahsil ve terbiyeden mahrum kimselerin ellerine teslim ettirmeli, hainler iktidara taşınmalı,
18. Bütün hükümet şekillerini değiştirmeli, devlet sırlarını ifşa edip açığa çıkarmalı,
19. Meşru hükümet tarzlarından, gizli bir istibdada gitmeli, buna demokrasi kılıfı takılmalı
20. Siyasî, iktisadî buhranlar oluşturulmalı,
21. Millî istikrarı bozmalı, spekülasyonlara, enflasyonlara yol açmalı, altını mahdud ellerde toplamalı, muazzam sermayeleri felce uğratmalı,
22. Hükümetlerin ölümlerini hazırlamalı, insanlığı elem, ıztırap ve yoksulluk içine atmalı.Bu ve buna benzer siyonist merkezli ve masonik fitne fesat girişimleri karşısında ilk yapılacak iş, halkımızı bu tehlikeye karşı bilinçlendirmek, insanımıza fikrî ve mânevî bir bağışıklık kazandırmak olmalıdır.Gözüken odur ki, karşımızda, çok kurnaz, kılı kırk yaran, çok tecrübeli fitne fesat çıkarmakta profesyonelleşmiş, adeta bu yıkıcılığın ilmini yapmış bir Siyonist şebeke vardır.
Abdulhamid Han’ın arşivinde bulunan, Siyon Protokolü Bu protokol,- 9 Mayıs 1956 tarihli Cumhuriyet gazetesinde yayınlanmıştır. Bu belge Abdulhamid Hân’ın özel muhafızı “Süvari Yüzbaşısı Debreli Zinnur Bey tarafından, Cumhuriyet gazetesi yazarı Samih Nafiz Tansu’ya nakledilmiş ve bu yazar tarafından, kamuoyuna sunulmuştur.
Siyaset ilimdir. Zira II. Abdulhamit’in siyasetini anlamayan Sait Nursi onun en amansız düşmanlarıydilar. medyada estirilen Abdülhamit düşmanlığı onları bile etkisi altına almıştı.Sonradan bu hali için tövbe etmişti.Onu anlamak için daha kaç sene geçmesi lazım acaba yaptıkları halen konuşuluyorsa projeleri şimdi daha yeni hayata geçiyorsa susuyorum sadece ona ULU HAKAN SULTAN 2.ABDÜLHAMİD HAN diyorum.
François Georgeon’un dediği gibi, bugünkü Türkiye’yi anlamak istiyorsak Abdülhamid dönemini (1908) incelememiz gerekir. (Abdülhamid II, Le Sultan Calise- François Georgeon)
Abdulhamit gitti osmanlı bitti. Abdülhamidi karalama kampanyanız boşuna bir çabadır.Eğer darbeyle devrilmeseydi Osmanlıyı 1.Dünya savaşına sokmazdı.Sultan Abdülhamid Han devrinde Osmanlı, dünyanın dört büyük gücünden biriydi. Sınırlarımız hala Afrika’nın ortalarından Avrupa içlerine kadar uzanıyordu. Osmanlı, 7 milyon kilometrekareden fazla olan toprağıyla Abdülhamid Han zamanında her şeye rağmen dimdik ayaktaydı. Çeşitli entrika ve iftiralarla onu tahtından indirip ülke idaresini eline alan İttihatçılar, Osmanlı Devleti’ni hızlı bir parçalanma sürecine soktular. Osmanlı’ya saldırdılar ve çok kısa bir süre sonra da 1. Dünya savaşı ile Osmanlı tarihe karıştı.
” Ey “Türk-İslam Gençliği! İşte benim 33 yıl süren siyâsetimin sırrı…
Sultan Abdülhamîd Han 21 Eylül 1842 Çarşamba günü sabah saat 5’de eski Çırağan Sarayı’nda doğdu. iyi bir eğitime tâbi tutuldu. Arabî’yi Fârisî’yi tefsîr, hadîs, fıkıh ilimlerini, Fransızca’yı Osmanlı târihini öğrendi. Spor ve at biniciliğini silâh tâlimlerini ve diğer askerlik bilgilerini öğrenerek zamanın ilimlerini tahsîl etti. zamanını ibâdetle, din ve fen ilimlerini öğrenmek, ata binmek, silâh kullanmak ve spor yapmakla değerlendirirdi.
Çok kültürlü, hayırsever, ileri görüşlü, dış siyâsette fevkalâde yetenekli, yerli ve yabancı basını devamlı takiğ eder, her şeyi iyi öğrenmek isterdi. Fevkalâde bir zekâ ve hafızaya sahipti. Bir defa gördüğü veya sesini işittiği kimseyi asla unutmazdı. Çok nâzikti, herkesin gönlünü almasını iyi bilirdi. [m. 1876] de halife oldu.
Abdülhamîd Han, tahta geçtiği zaman Bosna-Hersek’de ayaklanmalar olmuş, Karadağ, ordumuzu yenmiş, Sırbistan savaş îtân etmişti. Girid’de huzursuzluk sürüp gidiyordu. Rusya, Osmanlı Devleti’ni hasta adam olarak görüyor ve parçalamak için elinden geleni yapıyordu. Bunun için, Osmanlı topraklarında yaşayan hıristiyanları ayaklandırıp, ortalığı karıştırıyor ve devleti devamlı baskı altında tutmaya çalışıyordu. Başlıca istekleri; Osmanlı Devleti’ni parçalayıp, Balkanlar ile Orta Doğu’da küçük devletler kurmaktı, İngiltere ve Fransa da Osmanlı Devleti’nin parçalanacağına kesin gözle bakıyor; bilhassa İngiltere böyle bir parçalanmanın Rusya elinden olmasını istemiyordu. Çünkü Osmanlı Devleti’nin parçalanması, Rusların sıcak denizlere inmesine sebeb olacak, bu da İngiltere’nin Hindistan ve Ortadoğu’daki nüfûzunu tehlikeye sokacaktı.
Sultan Abdülhamîd Han, tahta çıktığı zamanda devletin durumunu ve saltanatı boyunca tatbik etmeye çalıştığı siyâsetini şöyle anlatmaktadır:
“Amerika’da genç ve kuvvetli bir devlet doğmuştu, İspanya, müstemlekelerinden (sömürgelerinden) sürekli olarak çıkarılıyordu. Dünyâ yahûdîleri teşkilâtlanmıştı. Mason locaları yolu ile arz-ı mev’ûdun (yahûdîlerin kendilerine verilmiş olduğunu iddia ettikleri Nil’den Fırat’a kadar olan topraklar) peşine düştüler. Bunlar daha sonra bana da gelmiş ve Filistin’de yahûdîleri yerleştirmek için büyük paralar karşılığı toprak istemişlerdi. Tabii reddettim.
Apaçık görüyordum ki, Avrupa’nın büyük devletleri kendi aralarında dünyâyı bölüşmeye çıkmışlardı. Bölüşülecek ülkeler arasında Osmanlı mülkü de vardı. Ben bu kuvvetlerin önünde tek başına duramazdım. Gücüm yetmezdi. Yapabileceğim tek şey, aralarındaki rekabetten yararlanıp, her birine daha büyük lokma” ümidi dağıtarak birini ötekine düşürmekten ibaretti.
Yine apaçık görüyordum ki, Almanya’nın kurulması ile bozulan Avrupa dengesi, eninde sonunda bu büyük devletleri birbirine düşürecekti. Eğer o güne kadar memleketimi parçalanmaktan kurtarabilirsem, o çatışma koptuğu zaman, kümelenmelerden birine katılıp öteki tarafı kırmakla varlığımızı koruyabilirdim. Bunun ne zaman olacağı belli değildi ama, uzak da görünmüyordu. Almanlar her yıl biraz daha güçlenince, Fransız ve Rusların olduğu kadar İngilizlerin de tedirgin olmaya başladığını görüyordum. Bunun sonu birbirleriyle kapışmak ve hesaplaşmak olacaktı. Nasıl bir yol tutacağımı dikkatle araştırdım.
Büyük devletlerin İstanbul’da yaptıkları konferans sırasında niyetlerinin, iddia ettikleri gibi hıristiyan tebeanın hukukunu te’miri değil, önce muhtariyetlerini, sonra istiklâllerini te’min suretiyle Osmanlı ülkesini parçalamak olduğunu görmüştüm. Bunu, iki surette te’min etmeye çalışmaktaydılar. Birincisi, hıristiyan ahâliyi ayaklandırıp ortalığı karıştırmak ve böylece bunlara arka çıkmak… İkincisi, bizi kendi aramızda parçalamak için meşrutî idareyi getirmek… Her iki gayeleri için de aramızda kolayca tarafdâr bulabiliyorlardı. Meşrutî idarelerin bir millî vahdet hâlinde bulunan ülkelerde kolayca işlediğini, böyle bir vahdet içinde olmayan ülkelerin bu idareye itibâr etmediğini fark edemeyen bâzı Türk münevverleri, maalesef düşmanların ekmeklerine yağ sürmekteydiler.
Ben bu ihanetlerin ve ayaklanmaların içinden ülkemi nasıl çıkarabilirdim?…
Ordunun yeni silâhlarla donanmasına ve yeni harp san’atına uygun hazırlanmasına hız verdim, büyük bir asker olan Alman Wander Goltz’u İstanbul’a getirdim. Yarın kopacağını umduğum ve beklediğim savaşta denizlere hâkim devletle bir olursam, ordularım onun işine yarayacak, donanması da benim işimi kolaylaştıracaktı ve üstelik elimde, dövüştüğüm milletin harb oyunlarını çok İyi bilen bir ordum olacaktı.
Evet, benim Avrupa devletleri ile tek başıma boğuşmaya gücüm yoktu ama, Rusya gibi, İngiltere gibi Asya’da bir çok müslüman ahâliyi idareleri altına almış büyük devletler de benim hilâfet silâhımdan ürküyorlardı. Bu yüzden, Osmanlı’nın işini bitirmek noktasında anlaşabilirlerdi. Ben beklediğim güne kadar bu silâhı hudutlarımın dışında kullanmamalıydım. Çünkü böyle bir teşebbüs ne din kardeşlerimizin işine yarayacak, ne ülkemin yararına olacaktı. Hilâfet kuvvetimi, memleketimin huzuru ve birliği için kullanmaya, dışarıdaki din kardeşlerimizi de her ihtimâle karşı sağlam tutmaya karar verdim.
Hilâfetin elimde olması sürekli olarak İngilizleri tedirgin ediyordu. Blund adlı bir İngilizle, Cemâleddîn-i Efgânî adlı bir maskaranın el birliği ederek İngiliz hâriciyesinde hazırladıkları bir plân elime geçti. Bunlar, hilâfetin Türkler tarafından zorla alındığını ileri sürüyorlar ve Mekke şerifi Hüseyin’in halîfe îlân edilmesini İngilizlere teklif ediyorlardı. Cemâleddîn Efgânî’yi yakından tanırdım. Mısır’da bulunuyordu. Tehlikeli bir adamdı. Bana bir ara mehdîlik iddiasıyla bütün Orta Asya müslümanlarını ayaklandırmayı teklif etmişti. Buna muktedir olmadığını biliyordum. Ayrıca İngilizlerin adamı idi ve çok muhtemel olarak İngilizler beni sınamak için bu adamı hazırlamışlardı. Derhâl reddettim. Bu sefer Blund ile işbirliği yaptı.
Bütün Arab ülkelerinin itibâr ettiği Halepli Ebü’l-Hüdâ Esseydî yolu ile kendisini İstanbul’a çağırttım. Aracılığını, Efgânî’nin eski hâmisi Münif Paşa ile Abdülhak Hâmid yaptılar. Geldi ve bir daha İstanbul’dan çıkmasına izin vermedim.
Hilâfet mevzuunda İngiliz teşebbüslerinin sonu gelmiş değildi. Çünkü Asya’da yüz elli milyon müslümanı idareleri altında tutuyorlardı ve bu müslümanlar üzerinde hilâfetin büyük bir nüfuzu vardı. Bunu bildiğim için İngilizleri kuşkulandırmadan, her ihtimâle karşı, seyyidler, şeyhler, dervişler gönderip Asya’daki müslümanları hilâfete manen bağlamaya husûsî bir itinâ gösteriyordum. Buhârâlı şeyh Süleymân Efendi’nin Rusya’daki müslümanlar arasında yaptığı hizmetleri bilhassa şükranla yâd ederim. Bunun, İngilizlerle münâsebetlerimizde çok faydasını gördüm.
Hindistan umûmî vâlileri oradaki müslümanların Osmanlı Devleti ile yakından ilgilendiklerini gördükçe, hükümetlerine Osmanlılarla iyi geçinilmesini yazıyorlar ve böylece bizim işlerimizi bir nebze kolaylaştırmış oluyorlardı. Tek başına yaşayacak ve direnecek gücümüz yoktu. Bizi parçalamakta birleşmiş düşmanlarımız kendi aralarında parçalanırlarsa ve biz de bu parçalardan birinin vaz geçemeyeceği kuvvet olabilirsek, yeniden dünyâ için söz sahibi olabiliriz.
Büyük devletler arasındaki rekabetin eninde sonunda onları çatışmaya götüreceği gözler önündeydi, öyleyse Osmanlı Devleti de böyle bir çatışmaya kadar parçalanma tehlikelerinden uzak yaşamalı ve çatışma günü ağırlığını ortaya koymalıydı. İşte benim 33 yıl süren siyâsetimin sırrı…”
KAYNAK
Osmanlı kültür medeniyeti 1-2 cilt
Abdülhamid Han’ın Siyonistler ve Masonlarla Mücadelesi
Devlet sınırları içindeki Yahudi ve mason hakimiyetinin farkına varan Sultan Abdülhamid, bu kirli güçlere savaş ilan etti. Abdülhamid’in bu kararlı tutumu üzerine siyonist ve masonların tek çıkış yolu onun iktidarına ivedilikle son vermek olacaktı.Abdülhamid’e muhalif grupların arasında başı İttihat Terakki Cemiyeti üyeleri çekiyordu. İttihatçılar tarafından astırılan bildiriler Abdülhamid’e yapılan uyarılar niteliğindeydi. Bu bildirilerle Abdülhamid’e karşı savaş ilan edilirken, Makedonya ve Selanik’teki Mason localarının tam desteği alınmıştı.
Abdülhamid’i düşürmek masonlar için kolay olmayacaktı ve ancak bir darbe ile düşürülebilirdi. Yapılacak ilk uygun zeminin hazırlanmasıydı. Sultan Abdülhamid, hiçbir ilgisinin olmadığı 31 Mart Ayaklanması gerekçe gösterilerek ve Şeyhüllİslam Mehmed Ziyaettin’in verdiği fetva sonucunda tahttan indirildi. Abdülhamid’in yerine İttihatçıların güdümünden çıkmayacağı belli olan Mehmet Reşat getirildi. 27 Nisan gecesi de Sultan Abdülhamid ve ailesi 20 saatlik bir tren yolculuğu sonucunda Selanik’e gönderildi. Bu olaydan sonra Osmanlı’yı bir İslam Birliği halinde ayakta tutabilmenin son fırsatı da yok edilmiş oluyordu.
KAYNAK
Kemalettin Apak, Türkiye’de Masonluk Tarihi, sf.24
Söylediği Bazı Sözler;
Avrupa milletlerinin laboratuarlarına (bilim ve teknoloji) imreneceğine, kılık kıyafetlerine (yaşam tarzına) imrenen frenk delisi şaşkınlar, benim yanımda itibar görmediler. Bundan pişman değilim.2ncı Sultan Abdülhamid
KAYNAK
Adem Çevik, Abdülhamid’de Yanılanlar, Ufuk Yayınları, Sayfa 3
Babamın bir sözü (sloganı) vardı:
“Din ve fen,(bilim)” derdi. -Ayşe Sultan
Kadercilik;
“Kısmet!“ Ne zararlı bir kelimedir ve ne kadar çok felaketlere sebep olmuştur. Kur’an’ın hiçbir yerinde kısmet fikrine yer verilmez. Ancak son asırlarda tembellik ve akılsızlık sebebiyle “Kısmet“ kelimesi lisanımızda bugünkü ölçüsünü bulmuştur. Zayıflık ve uyuşukluk özrünü kapatmak için “inşaallah!“ çok rahat kullanılah bir kelime olmuştur. Hz. Muhammed (sav) müminlerine, Allah’a kul olmayı emreder ama aptalca bir kadercilik şeklinde değil, düşünmeye ve çalışmaya mecburdur.“Ekmeyen biçemez, çalışmayan yiyecek ekmek bulamaz.“ Maalesef Türkler bunu henüz idrak ketmiş değillerdir, hâlbuki Suriyeliler, Araplar, Türklerden farklıdırlar! Kendilerini bu kadar koyuvermezler. Hristiyanlar ise bu kelimeyi en iyi şekilde tefsir etmişlerdir. İncil’de şöyle bir cümle vardır: Yarın için üzüntü çekmeyin, Allah uçan kuşların, yeryüzündeki hayvanların yardımcısı olduğu için sizi de düşünecektir.“ Buna rağmen Hristiyanlar; düşünürler, çalışırlar ve terakki ederler, biz de buna seyirce kalırız.
KAYNAK
Ulu Hakan Sultan II. Abdülhamit Han Siyasî Hatıralarım
1876'dan 1909'a kadar tam 33 yıl Osmanlı Padişahı olan Sultan II. Abdülhamid hatıralarında şunları ifade ediyor; ,”Bütün kuvvetimle Anadolu Demiryollarının (1500 km’lik) inşasına hız verdim. Bu yolun gayesi Mezopotamya ve Bağdat’ı, Anadolu’ya bağlamak, İran Körfezine kadar ulaşmaktır. Alman yardımı sayesinde bu başarılmıştır. Eskiden tarlalarda çürüyen hububat şimdi iyi sürüm bulmaktadır, madenlerimiz dünya piyasasına arzedilmektedir.Filistin’i satın almak isteyen yahudileri kapımdan kovduğum için Allah’a şükrediyorum.
Defol ey sefil! (Yahudiler İçin Toprak Satın Almak İsteyen Emanuel Karasoya’ya Cevabı)Ben Bizans İmparatoru Konstantin’den daha az haysiyetli değilim. Biraderim hazretlerine (Sultan V. Mehmet Reşat) bağlılığımı arzediniz. İstanbul’dan çıkmam! Kendisinin de çıkmamasını atalarımızın şerefi adına istirham ederim! (Çanakkale Savaşı sırasına her ihtimale karşı saltanatı Eskişehir’e taşımaya hazırlanan ve Abdülhamit’i İstanbul’da bırakmayıp yanında götürmek isteyen Sultan V. Mehmet Reşat’a, Başmabeyinci Tevfik Paşa aracılığıyla gönderdiği cevap.Ben bir karış dahi olsa vatan toprağını satmam, zira bu vatan bana değil milletime aittir. Milletim de bu toprakları ancak aldığı fiyata verir. Çünkü bu topraklar kanla alınmıştır, kanla verilir! (Filistin’in kendilerine satılması karşılığında Osmanlı’nın bütün borçlarını tasfiye etmeyi taahhüt eden Yahudilerin önderi Theodore Herzl’a.)”Güçlü ordu, güçlü Türkiye” “Birçok asker besliyoruz, memleketi jandarma ile idare etmeli”diye “terakki perver!” denilenler tarafından bazı sözler söylenmektedir. Bunlar,“Asker beslemek mülkün imarıyla hasıl olur. Mülkü imar ettikten sonra askeri çoğaltmalı”diyorlar ki bu fikirde bulunanlar bir devletin himayesine girmeyi göze aldırmış, kendilerinde dini ve milli hissiyat kalmamış ve şahsi menfaatlerinden başka bir şey düşünmeyenlerdir.
KAYNAK
Sultan II.Abdülhamid Han’ın -Münif Paşa’ya gönderdiği mektup
Göreceksiniz yüzbaşım; ittihatçılar turancılık gayretiyle hem Rusya hemde İngiltere ile savaşa girse Allah göstermesin bu devletin parçalandığına şahit olacağız.
Kırk yıl şu devletlerin (birinci dünya savaşı) birbirine düşmesini bekledim. Onlar birbirlerine düştü, şimdi ben tahtta değilim.
Tarih değil, hatalar tekerrür (tekrar) ediyor!
Bir Dahinin Endişeleri;
l908'de ilan edilen İkinci Meşrutiyet’ten sonra açılan Meclis-i Mebusan da 127 Türk milletvekilinin bulunmasına karşılık 139 diğer etnik gruplardan(Rum, Ermeni, Yahudi, Arap, Arnavut vs.) milletvekili bulunduğunu… O zamanın anayasasına göre Padişah’ın ancak sadrazamı (Başbakan) ve şeyhülislamı tayin etme yetkisinin bulunduğunu. . . Otuzüç yıl devleti dahice idare eden ve Meşrutiyet”in ilan edilmesiyle birlikte yetkileri elinden alınan Sultan Abdülhamid Han’ın, Meclis-i Mebusan’ın bu tehlikeli durumunu görüp devletin sürüklendiği uçurumu farkederek henüz daha sadrazam olmayan Talat Paşa’yı çağırıp, büyük bir teessürle: ”Görüyorsunuz mecliste Türk mebuslarının sayısı, meclisin yarısı kadar bile değildir. Bu Türk mebusları arasında da elbette muhalifler bulunacaktır. Türk olmayanlar, sayılarını artırmak için ellerinden geleni yapacaklardır, Böylelikle ekseriyet onların eline geçince, Harbiye Nazırı Artin, Bahriye Nazırı Dimitri… olabilir. Ermeni bir başkumandan ile Rum bir amiralle bu devleti nasıl idare edebilirsiniz? Hiç olmazsa, bu iki hayati makamı, devletimizin mahvolmasını isteyen bu insanlara, benim emrim olarak bırakmayınız…” diyerek yapılan çok önemli bir yanlışı düzeltmeye çalıştı…
KAYNAK
Türkiye gazetesi 23 Temmuz 1993 (Yılmaz öztuna türkiye tarihi ansiklopedisi)
Osmanlı ‘ya Karşı Batının Çirkin Yüzü ve Pis Oyunları;
Batılıların emperyalist gayeli entrikalarına karşı 33 yıl fasılasız mücadele veren büyük siyaset dahisi Abdülhamid Han’a, gayelerine vasıl olamayan bu batılılar tarafından akla hayale gelmedik iftiralar atıldı.
Albert Vandal’ın “Le Sultan Rouğe” (Kızıl Sultan) sloganının, maşası haline gelen Jöntürkler tarafından benimsendi… Yine Osmanlı düşmanı İngiliz Başbakanı Glodstone’ un Sultan Abdülhamid için uydurduğu “The Great Crimminal” (Büyük Cani) yakıştırmasının Jöntürkler tarafından pek beğenilerek devrim tarihçiliği terminolojisine kazandırıldı.
Beş parasız yurt dışına kaçan bu Jöntürkler’in Sultan Abdülhamid ‘e karşı Avrupa’nın (hatta ABD’nin) toplam 29 büyük kentinde 160 gazete yayınladıklarını…Aynı zaman zarfında bütün Osmanlı Devleti sınırları içinde 125 gazete çıkarıldığı hesaba katılırsa batılı emperyalist güçlerin Osmanlı’yı parçalamak için böylesine büyük maddi finansman ortaya döktükler…
KAYNAK
ll.Abdülhamid ve Dönemi (Sempozyum Bildirileri) Seha Neşriyat, İst?1992
Japon İmparatoru ve AbdüIhamid Han;Japon İmparatorunun Sultan Abdulhamid’den:İslam dininin bilhassa tefekkür, gaye, felsefe ve manevi terkibi üzerinde şahsen kendisine izahat vermek için japonca bilen yoksa tercihen İngilizce Fransızca ve Almancası kifayetli Osmanlı alimleri, istemesi üzerine. Ulu Hakanın çaresizlik içinde, karşı tarafa menfi müsbet arası, zaman kazandıran dolaylı bir cevap verdiğini…Abdülhamid Han’ın kalbinde yara olan bu hadise hakkın da, daha sonraları(sürgün yıllarında) Ali Fethi Bey’e: “Eğer ben, Japon İmparatorunun istediği kıymette din ve
KAYNAK
Fethi Okyar, -Üç Devirde Bir Adam, Tercüman Yay.. İst /1980, s10
Türbedar ve Ulu Hakan’ın Rüyası;
Cennetmekan Sultan Il. Abdülhamid Han döneminde Yavuz Sultan Selim’ in türbedarlığını yapmakta olan bir zatın, şiddetli geçim darlığının kendisine verdiği sıkıntılı bir ruh haleti içinde : ‘Bir de evliyadan olduğunu söylerler Yıllarca türbedarlığını yaptım yoksulluk içindeyim” diyerek türbeye hiddetle vurduğunu . . . Ertesi sabah aniden Abdülhamid Han’ ın türbedarı huzuruna çağırarak bir yıllık ihtiyacının hepsini karşıladığı, çünkü Abdülhamid Han’ın, gece rüyasında ceddi Yavuz Selim tarafından haberdar edildiğini . .
KAYNAK
Refik,İbrahim; Efsane Soluklar, T Ö V Yay, İzmir/1992 s 57
33 Sene millet ve devletim için, memleketimin selameti için çalıştım.Elimden geldiği kadar hizmet ettim.Hakimim Allah ve beni muhakeme edecekte Resülullahtır.Bu memleketi nasıl bulduysam öylece teslim ediyorum.Hiç kimseye bir karış toprak vermedim. Hizmetimi ancak Cenab-ı Hakkın taktirine bırakıyorum. Ne çare ki , düşmanlarımın bütün hizmetime kara bir çarşaf çekmek istediler ve muaffak da oldular. Kendisine verilen “Meclis-i Milli” cevabı üzerine Sultan 2.Abdülhamid’in agzından.
KAYNAK
Ayşe Osmanoğlu,Babam Abdülhamid,istanbul 1960,Güven yayınevi,s.135
Abdülhamit’i tahttan indiren “Hareket Ordusu’nun (darbesi) yüzde 60’i Selanikli Yahudilerdi”(Atatürk Kurmay Başkanı)
Yüzde 60 değıl, 80’ı gayrımüslım . Tarihçi -Yılmaz Öztuna “Hareket Ordusunda Yahudi de vardır,Arnavut’u, Sırp’ı, Rum’u, Bulgar çetecisi falan var. Hareket Ordusu’nun iki taburu asker sadece. Diğerleri komiteci serseri, başı bozuk tipler. Tarihçi-Cemal Kutay:
KAYNAK
Cemal A. Kalyoncu Gazeteci, Aksiyon Dergisi.Sayı: 436 / Tarih : 14-04-2003
Abdülhamid’in en zoruna giden de, bir islam halifesine dini fetvayı tebliğ edecek heyete bir ermeni ile birde yahudinin dahil edilmiş olmasaydı.”Esad toptani paşa,sonradan balkan savaşında ittihatçılara ihanet edecek,anlı şanlı mason üstadı emanuel karasso ise tüyü bitmemiş yetimlerin hakkını yiyerek, girdiği ihalelerden kazandığı deve yüklü parayla savaş sonunda vatandaşı olduğu anlaşılan italya’ya sıvışacak,fakat orada parasını yiyemeden ölecektir.
NOT
Sultan’ı tahttan indirmeye gelen dört kişinin padişahın karşısına çıktığı an : Emanuel Karaso (Yahudi), Aram Efendi (Ermeni), Esat Toptani Paşa (Arnavut), Arif Hikmet Paşa (Gürcü)Kaynak,Abdülhamid’in Kurtlarla dansı,sayı,2.sayfa,52-53.Timaş Yayınları.Mustafa Armağan.Sultan Abdülhamid’in Duası; Allahım; bana yapılanları (1908 darbecilerine) helâl etmiyorum! Şahsıma yapıldığı için değil, milletime yapıldığı için affetmiyorum! Milletime yapılan fenalıklardan, yarın, senin Hesap Gününde davacıyım! Kaynak; Necip Fazıl Kısakürek – Ulu Hakan İkinci Abdülhamid HanSultan Abdülhamid Hân niçin tahttan indirildi?!. Necip Fazil (kısakürek) ifadesiyle: “Mesrutiyet, bir takim fikirsiz Makedonya kabadayilarinin ruhuna gem takmis ve kör hamlelerini istismara yol bulmus teskilâtli Yahudilik, Masonluk ve Dönmeligin eseridir!..”
KAYNAK
Mustafa Müftüoğlu-Yalan Söyleyen Tarih Utansın
Ittihad ve Terakki adli çetenin basindakilerin ekserisi masondu ve bu masonlarin kayitli bulundugu loca Sultan Abdülhamid Hân’in tahttan indirilmesine çoktan karar vermisti!.. Masonlar bu kararla Ittihatçilara yardimci olmuslar, tiyatro oyununu andiran bir merasimle (tekris) yemin ettirmislerdi!..
KAYNAK
Mustafa Müftüoğlu-Yalan Söyleyen Tarih Utansın
Büyük Türk Hakanı Sultan 2. Abdulhamit Han ın nasıl tahta geçtiğini anlatarak bitireyim:
Büyük Türk Hakanı ,Türkiye Cumhuriyetinin varlığının ve Şanlı Türk Halkının kurtuluşu için savaş verebileceği bir vatanının olmasının en büyük nedenidir 2. Abdulhamit Han….O na dil uzatanlar Türk olmadığı gibi,varoluşu için hiçbir çaba harcamadığı hatta köstek oldukları halde bu şerefli topraklar içerisinde asalakça yaşayan hain fransız uşaklarıdır…
büyük hakan 2. Abdulhamit e bazı iftira ve karalamaları yapanları kökü araştırılırsa döneminde bazı haince ve şerefsizce isteklerine ulşamalarına tek engel olanın ve pis kokan salyalı ağızlarına tek şamarı yapıştıranın 2. Abdulhamit han olmasıdır…işte bu embesillerin 2. Abdulhamit e iftira kampanyasını yürüten kökeni ta o zamana dek giden 2 ana yayın organı vardır…bunlar;
1…O zamanki hain sözde türk isimi taşıyan ama kanı bozuk solucanlarıda örgütleyen,destek olan ve günümüzde de olduğu gibi her daim Türk-İslam olgusunun karşısında yer almış olan fransa destekli olan..
2..yine o dönemde osmanlı toprağı üzerinde hain emellerine ulaşamayan siyonistlerin kurucusu olduğu mason destekli yayın organları….
fransa menşeili olanlara girmeyeceğim ..neşrettikleri yazı ve karikatürleri zaten konuyla alakalı olanlar bilecektir…bunlar aslında sadece 2.Abdulhamitle ilgili de değildir…2.Abdulhamit in şahsında ve daha birçok Türk kahramanın şahsında yapılan karalama Türk ve Türkiye düşmanlığının bir göstergesidir…fransayla ilgili fazla konuşmaya gerek yok…asala ermeni terör örgütüne verdiği destek ve Osmanlı döneminde iç karışıklıkları ve hainlere verdikleri destek ile günümüzde ermeni yasası ile her zaman Türk ve İslam olgusunun düşmanlığını yapar fransa….
mason yayınlar her zaman 5. Murat ı över onu övdüğü kadarda 2. Abdulhamit i yererler…bunun nedeni tabiiki yahudi devleti olan İsrail in kurulmasına tek başına büyük hakan ın engel olmasıdır…halbuki yine bir mason olan 5. Murat türk toprakları içinde bir yahudi devleti için o zamanki yine fransa odaklı masonlara söz vermişti…2. Abdulhamit tahta geçince masonlar türkiye cumhuriyeti nin kurulmasının yaşandığı döneme dek beklemek zorunda kaldı….ama o zamanlar içlerinde kalan Ukteden kaynaklanan nefret ve çekememezlik bugün özellikle ellerinde olan medya kuruluşlarının desteğiyle iftira kampanyasına dönüştürüldü…
yazımı Büyük Türk Hakanı Sultan 2. Abdulhamit Han ın nasıl tahta geçtiğini anlatarak bitireyim:
kanı bozuk ve sözde çağdaşlık yanlısı karaktersiz 5. murat, içteki soysuz hainler ve fransa yahudileri destekli mason cemiyetlerin etkisiyle ülkeyi yıkıma ve karanlığa sürüklüyordu…türk ve islam dünyası ve ecdadın bunca zaman boyunca kurup ayakta tutmaya çalıştığı medeniyetin kökünü kazıyacak bir dizi güvence ve sözü veren 5. murat böyle mason ve sözde özgürlük isteyen avrupa destekli satılmış hain ittihat ve terakki partisi üyelerince sarayda bir gün alem yaparken yanına bir fransız asilzadesi yahudi aynı zamanda mason olan bir zat gelmiş ve o sırada o alandan uzakta bir yerde üzerinde basit bir giysi ile ifadesiz bir yüzle kambur bir biçimde oturan arasıra gördüğü bir kişiyi sormuş bu kimdir diye.
5. muratta; o Abdulhamit tir..hiç konuşmaz ,safında tekidir..fazla akıllıda değildir..ensesine vur ağzındaki lokmayı al o kadar pısırıktır diye aşağılar.bu laf aslında o zamanlar leş kargası olan ve osmanlı nın içine sızmış mikrobun en önemli zatlarından birine söylenmişti…
ne var ki 5. Murat delirdi…öyle hal ve hareketler sergiliyordu ki onu kontrol edebilmek masonlarca ve hainlerce gittikçe zorlaşıyordu.isteklerini kabul ettirmekte ve kukla gibi oynatmakta zorlanmaları yetmiyormuş gibi tuhaf ve akıl dışı hareketleri halkında dikkatini çekmeye başlamış ve yerine yeni birinin geçmesi gerektiği konuşulur olmuştu…işte bu durumda hainlerin öncelikli davranmaları gerekiyordu…şayet hemen aklını kaybetmiş 5. murat ın yerine başkası davranmadan önce kendileri oynatabilecekleri bir kukla bulmaları gerekiyordu…ve işte 5.muratın konuştuğu o nüfuzlu mason,aradığı saf ve pısırık adamı hemen buldu..bu 2. Abdulhamit ti…ve onu başa geçrdiler…ve işte o zaman asıl hatayı yaptılar.
2. Abdulhamit başa geçtiği anda o saklı kalmış gücü ve zekasını ortaya çıkardı..ve tam 33 yıl boyunca bu şerefsizlere fırsat vermedi..ama bunu yaparken de çok yıprandı…ama eninde sonunda onu tahttan indirdiler..fakat hainler 5. murat zamanında çok yaklaşmış oldukları iğrenç emellerinden artık çok uzaktaydı ve herşeye yeniden başlamaları gerekecek aşağılık arzuları ertelenmek zorunda kalacaktı..bunun tek sorumlusu ise 2. Abdulhamit ti…işte iftiraların nefretin ve karalamanın nedeni bu….hainlerin içinde patlayan emellerinin kusulmasıdır bu ifitiraların nedeni, amaçlarına bugün ulaşmış olsalar da kuyruk acıları halen geçmemiştir. (Üstad-ıTarih )
Hakkında Söylenen Sözler;
“Biz Yahudiler 20.yüzyılda Ortadoğu’da yıkılmaz denen devleti yıkıp (Osmanlı İmparatorluğu) 2 tane devlet kurduk. (1;İsrail2;Türkiye)
Onlara (Türkiye) öyle güzel sistem inşa ettik ki, Türkler bize Filistin’i vermeyen Abdülhamit’e en az 200 sene daha söverler!”
İsrail ilk Cumhurbaşkanı Chaim Weizman
KAYNAK
Genç Doku Dergisi, Kasım 2013 Sayısı, s. 48.
Tevfik fikret En büyük Atatürkcünün tövbesi
İşte geldik senden istimdada biz,
Öldürürler başlasak feryada biz,
Hasret olduk eski istibdada biz. (Süleyman Nazif)“Biz sultan Abdülhamid’i anlayamadık; asıl günahımız işte buradadır paşam, sultan Hamid’i anlamamak… Yazık paşam, çok yazık! Siyonistlere alet olduk ve onların hiyanetine uğradık.
(Enver Paşa)2. Abdulhamit Han….O na dil uzatanlar Türk olmadığı gibi,varoluşu için hiçbir çaba harcamadığı hatta köstek oldukları halde bu şerefli topraklar içerisinde asalakça yaşayan hain fransız uşaklarıdır…
Vicdan Azabının Ağırlığı;Sultan Hamid hakkında malûm fetvayı hazırlayanlar içinde tefsir sahibi Elmalılı Hamdi Efendi,hadiseden uzun bir müddet sonra bulunduğum bir sohbet meclisinde:
”Hayatımda bu kada ağır bir vicdan azabı çekmedim. Başıma ne geldiyse bunun manevî sillesidir. Gençlik saikasıyla bir iştir işledim. Allah beni affetsin!” diye üzülerek bashetmişti.
KAYNAK
Prof. Dr. A, Ragıp Akyavaş – ”Tarih Mahşeri”Dünyanın son hükümdarı, son evrensel imparator II. Abdülhamit Han’dır. -İlber Ortaylı“Son İmparator” II.Abdülhamit, meziyet ve kusurları ile son imparatordu. Ondan sonra Osmanlı tahtının bir pırıltısı ve ağırlığı kalmamıştı. Turgut Özakman Yılmaz Öztuna “Milletimiz bu hükümdarın dehasına çok şey borçludur”
“Ulu Hakan” – Abdülhamit’i anlamak herşeyi anlamak olacaktır! II. Abdülhamid, Türk’ün özünün ve temel varlığının, hakkı gasp edilmiş, mağdur kurtarıcısıdır. Abdülhamid, Tanzimat sonrasındaki Batı’ya kontrolsüz, körü körüne yönelişin karşısında inatla duran, kök ve cevherin müdafaasını son bir gayretle yapan muazzam bir şahsiyettir. Abdülhamid’i anlamak sayesinde yüzlerdeki maskeler düşecek ve onu bir anahtar gibi kullanarak bizi bu karanlık ve şahsiyetsiz ortama getirenlerin içyüzleri ortaya dökülecektir. Abdülhamid hakkında söylenen her olumsuz iddiayı tersine çevirdiğimizde doğruyu bulacağızdır. Yani bir tür turnusol kağıdıdır Abdülhamid. Bu yorumların yalanını ayıklayıp onun üzerine bina ettiği yapıyı yeniden ayakları üzerine oturttuğumuzda hakikat ayan beyan ortaya çıkacaktır.
“Abdülhamid’i anlamak her şeyi anlamak olacaktır”Necip Fazıl Kısakürek
‘Dünya siyasetine yüzde beşini ben biliyorsam, yüzde doksan beşini o biliyor’’Dünyâda 100 gram akıl varsa, bunun 90 gramı Abdülhamîd Han’da, 5 gramı bende, kalan 5 gramı da diğer dünyâ siyâsîlerindedir. ( Alman Milli Birliğinin kurulmasını gerçekleştiren meşhur Alman devlet adamı, Prens Bismarck -Bedrettin Keleştimur -“Prens Bismark Diyor Ki!”)
“Gök Sultan” “Cemiyetin en büyük haksızlığına uğramış tarihi şahsiyetlerden biri İkinci Abdülhamid’dir. Kendisinden önceki devirlerin ağır yükünü omuzlarında taşıyan, en güvenebileceği adamların ihanetine uğrayan ve dağılmak üzere olan, içi-dışı düşman dolu bir imparatorluğu otuz üç yıl zeka ve hamiyetle ayakta tutan bu büyük padişah, katil, kanlı, müstebid, kızıl sultan, cahil ve korkak olarak tanıtılmış, daima aleyhinde işleyen bu propagandanın tesiriyle de böyle tanınmış talihsiz bir insandır.” Nihal Atsız
Bugün yapılan her araştırma, Abdülhamid devrinin, bir açıdan önemli bir “modernleşme” devresi olduğunu daha açık bir şekilde göstermektedir.”Memleketin kültür seviyesini yükselten Sultan Hamid’dir.”Sosyolog Şerif Mardin,“Asker yaşatan Sultan” – Sivas yöresinden derlenen bir türkü Abdülhamid öldü ama Abdülhamidler ölmez! – Abdülhamid ölmüş olabilir ama Abdülhamidler ölmez. Abdülhamidler ölürse insanlığın umudu söner, ufku kararır çünkü.Abdülhamid, öylesine inanmış, öylesine kendisini hedefe kilitlemiş bir dehaydı ki, üç cepheden (entelijansiya, basın ve düvel-i muazzama cephelerinden) kendisine ve Osmanlı’ya karşı verilen savaşı püskürtmeyi, hepsini etkisiz hâle getirmeyi tam 33 yıl başarmıştı.Abdülhamid, Osmanlı’yı durdurmak üzere iki asır üzerimize üzerimize gelen, gerek dışarıdan, gerek içeriden tezgâhladıkları oyunlarla Osmanlı’yı kuşatan Avrupalıların ve onların içimizdeki yerli uzantılarının ipliğini pazara çıkaracak derin bir tarih şuuruna, güçlü bir özgüvene, muazzam bir zekâya sahip bir hükümdar olduğunu dünya âleme ispat etmiş bir şahsiyetti.
KAYNAK
Yusuf kaplan Hüküm dergisi Aralık sayısı
Abdülhamit devrinin her yirmidört saati bin muamma ile doludur.
Sultan Abdülhamîd Han’Kidmir;, İngiliz koramirali Sir Henry Woods hatıratında şöyle demektedir. “Bana göre sultan (2nci) Abdülhamîd, gelmiş geçmiş Osmanlı pâdişâhları arasında en müstesna mevkii işgal edenlerden biridir…akıllı, ve nazikti o zaman da İstanbul’a gelen seçkin Avrupalılar kendisini ziyaret etmek isterlerdi… Eğer sultan Abdülhamîd Han olmasaydı, devleti akılla idare etmeseydi, devlet çoktan yıkılmış olurdu.
Sultan Abdülhamîd ,(it-tihat terakki tarafından darbe yoluyla)düşürülmeseydi (1907) Birinci cihân (dünya) savaşı patlamıyacaktı.(1918) Aksini farz etsek bile Sultan, Türkiye’yi tarafsız bırakacak ve harbden sonra hiç yıpranmamış bir Türkiye, yıpranmış devletler arasında sivrilecekti… Yoksul halk tabakalarının bütün dertleriyle üzülerek ilgilendi ve doğrusu hıristiyan tebeasını da ayırmadı. Çok büyük olan servetini bu yolda kullandı… Devlet yönetimini Bâb-ı âlî’den Yıldız’a alarak sistemi bozdu. Avrupa büyük basınını günü gününe ve mühim kitapları yayınladıkları aynı yıl tercüme ettirip, okur veya okuturdu. Bu şekilde 6.000 kitap tercüme ettirmiştir ki, defterler hâlinde kütüphânesinden çıkmıştır.
KAYNAK
Osmanlı kültür medeniyeti 1-2 cilt .Abdülhamid’in Kurtlarla Dansı 1- 2 Oyun yeni baştan başlıyor… Tarih yeniden yazılıyor… Kurtlarla Dans devam ediyor…
Abdülhamid'siz bir yüz yıl yaşadık. Onun yokluğunda bir imparatorluğun un ufak oluşuna ve o enkazın içinden küçük Osmanlı diyebileceğimiz Misak-ı Milli fikrinin doğuşuna tanık olduk. Şimdi toparlanıyoruz ve yeniden küresel bir aktör olma yolundayız. Artık ufuklara bakarken kendimizden daha eminiz. Bu açılımlar döneminde bir tarih açılımı, dolayısıyla Abdülhamid açılımı kaçılmaz.
Mustafa Armağan Abdülhamid'in Kurtlarla Dansı 2'de yine özgün belge ve bilgilere dayanarak Sultan Abdülhamid'in bugüne kadar anlatılmayan yönlerini okurlarına sunuyor.
Türkiye'ye eğitimde altın çağ yaşatan, New York'taki Webb'den Londra'daki Quilliam'a özel görevler veren,Küba'ya ajan gönderen, Sri Lanka’da ( Hameedia Boys’ School Okulu ) açtıran, Çin’de Pekin Üniversitesi açtıran Belarus filipinler Mindau adasında Şikagoda -Singarpur (her yıl ölüm dönümünde ) dualarla anılan Abdülhamid bu… Her sayfasında şaşıracağınız bir kitap…
KAYNAK
Abdülhamid’in Kurtlarla Dansı 1- 2
Osmanlı devleti ‘ en modern eğitim kurumlarına sahipti.
Quataert’e göre “Abdülhamid idaresinin tarım reformlarında elde ettiği başarılar etkileyiciydi.”
Donald Quataert, Anadolu’da Osmanlı Reformu ve Tarım adlı bu eserinde Osmanlı’nın “çöküş yılları” diye lanse edilen II. Abdülhamid döneminin Anadolu’suna yeniden bakmaya davet ediyor. Eserinde gösterdiği bu şaşırtıcı dinamik resim, bildiklerimizden oldukça farklı bir gerçekliğe götürüyor. Sultan II. Abdülhamid’in tarımın ve çiftçiliğin geliştirilmesi için gösterdiği şahsî gayretler, kurulan numune çiftliklerinde modern tarımın makineli hale getirilmesi çabaları, öbür yandan Bağdat demiryolunun yapımıyla Anadolu’nun içine akan büyük hareketlilik, ürünlerin kıyı şehirlerine çok daha ucuz ve hızlı aktarılabilmesinin sağladığı ticari tarıma geçiş ve zenginleşme ile bütünleniyor. Bu resimde devlet, Düyun-u Umumiye’nin kaynaklarımızı emen varlığına rağmen hiç de pes etmiş görünmez. Tarım bürokrasisi kurulur. Ticaret odaları, Ziraat Bakanlığı (Nezareti), Ticaret ve Ziraat Meclisi, Ziraat okulları ve asıl tarım reformlarını yürütecek olan Ziraat Hey’et-i Fenniyesi… Tabii bu reformların finansörlüğünü üstlenecek olan Ziraat Bankası da verdiği kredilerle Anadolu insanının üretkenliğini artırma çabasının destekçilerinden biri olmuş, dahası, küçük üreticiyi tefecilerin elinden kurtarmıştır. Quataert’e göre “Abdülhamid idaresinin tarım reformlarında elde ettiği başarılar etkileyiciydi.” Her zaman istenilen sonuçlar alınamasa da, devletin öncülük rolü ve halkın önüne çıkar fırsatları değerlendirme çabası, Cumhuriyet döneminin de tarım paradigmasını oluşturacaktı.
KAYNAK
Donald Quataert, Anadolu’da Osmanlı Reformu ve Tarım
II. Abdülhamid, Ziraat, Eğitim
Osmanlı Devleti’nin çeşitli vilayetlerinde ziraat mektebi açmak suretiyle Sultan II. Abdülhamid bu konudaki hassasiyetini göstermiştir. İstanbul, Selanik ve Bursa’da açtırdığı ziraat okulları modern tarımın gelişmesinde etkili olmuştur.
KAYNAK
II. Abdülhamid, Ziraat, Eğitim- Yrd. Doç. Dr. Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi, Eğitim Fakültesi Osa Tarih Eğitimi Anabilim Dalı
Sultan Abdulhamid Han döneminde tarıma o kadar çok önem veriliyordu ki,belgeler; yüzeysel de olsa, konunun mahiyetini daha iyi anlamamıza sebep olacaktır.
KAYNAK
Kara Kaplı Defter’Oktan Keleş
II. Abdülhamid döneminde meslek okulları ve yüksek (lise-üniversite) okullar da açılmıştır.daha sayamadığımız birçok yenilik ve modernleşme hareketi bu dönemde görülmektedir.Sonuç olarak, II. Abdülhamid döneminde çağın gerektirdiği Ä¢ekilde, modern tarım hususunda eğitim yapılmaya çalışılmıştır. Bu dönemde kurulan ziraat mektepleri, Cumhuriyet dönemine de ışık tutmuştur.
KAYNAK
Çoşkun Yılmaz, II. Abdülhamid Modernleşme Sürecinde İstanbul, Seçil Ofset, İstanbul 2010 s.313. 2; Alpay Kabacalı,Tanzimat’tan II. Meşrutiyet’e İmparatorluk ve Nesnel tarihin Prizmasından Aldülhamid, Deniz Kültür Yayınları, İstanbul 2005, s.234.Abdülhamit’in en önemli özelliklerinden biri de eğitime verdiği önemdi. O, kurtuluşun eğitimle olacağına inanıyordu. Bu nedenle büyük bir eğitim projesine girişti.eğitime başladı.
Ulaş Salih Özdemir | Devlet Gazetesi
Ulaş Salih Özdemir | Devlet Gazetesi
II. ABDÜLHAMİD DÖNEMİNDE ZİRAİ EĞİTİME BİR BAKIŞ.
Büyük siyasi sorunları ile ilgili ise Sultan modernizasyon (reform) ve ülkenin kalkınması için çaba sarf. etti ,Eğitimde yakından ilgilenen bir Sultan abdulhamid II oldu. Onun yönetimi her alanda eğitim yenilikleri ile bilinir. Tarım ile dağıtılır ve bir çiftlik sahibi olarak daha önce tahta onun katılım olarak bir servet kazandı. Sultan Abdulhamid II çeşitli illerde tarım okulları açarak bu konu hakkında yaptığı duyarlılık gösterdi.
Osmanlı’nın Sanayi Devrimi ile birlikte ekonomik gücünü yitirdiği, üretimde sadece Avrupa mallarına bağlı kaldığı söylendi. Fabrikalaşamadığı, imalatın mahalle arası dükkânlarda, iki kişiyle çalışan atölyelerde kaldığı anlatıldı. Kısacası, sanayi çağının gerisinde olduğu yazıldı tarih kitaplarında.
Peki gerçekten böyle miydi?
Durumun pek de göründüğü gibi olmadığını Osmanlı tarihçisi Amerikalı Donald Quataert, “Sanayi Devrimi Çağında Osmanlı İmalat Sektörü” adlı çalışmasında ortaya koyuyor. Quataert, söz konusu dönemin (19. yy.) bilinenin aksine Osmanlı imalatçılığının en canlı zamanı olduğunu söylüyor. Hatta değişen şartlara Osmanlı’nın nasıl ayak uydurduğuna, Avrupalılarla rekabette yaratıcı yöntemler geliştirdiklerine değiniyor.
KAYNAK
Osmanlı tarihçisi Amerikalı Donald Quataert, “Sanayi Devrimi Çağında Osmanlı İmalat Sektörü”
Abdülhamid Han, saltanatı müddetince, milyonlarca kilometrekare toprağa sahip bir ülkede, eğitim, kültür, sanat, mimari, askeri teşkilat, sağlık, iktisat, bilim ve teknoloji sahalarında yaptığı yenilik ve hizmetlerle devlet ve millete şeref ve itibar kazandırmıştır. O devirde yapılan atılımların birçoğu hâlâ bilinmemektedir. Daha da garibi, o devrin teknolojisiyle hazırlanan projelerin pek çoğu günümüzde bile henüz gerçekleştirilememiştir.
Düşmanlarının bile siyasi bir deha demekten kendini alamadığı bu sultanın devri, yakın tarihimizde bilinmesi gereken mühim teferruatlar ihtiva etmektedir. Böyle bir devirde, günümüzde 40 küsür devletin kurulduğu toprakları ve milletleri idare etmek, maddeten ve manen yetişmiş olmayı; kısa mesafeli ve küçük hesaplar değil, dünyayı kapsayan plan ve projeler yapmayı; kısacası, uzakları görebilen bir bakışı gerektiriyordu.
Uzakları Görebilen Hükümdar Abdülhamid Han devrinin daha iyi anlaşılması ve geleceğe ışık tutacak fikirlerin zihinlerde yeşermesi ümidiyle o devre mercek tutan bu kitabı siz kıymetli okuyucularımıza takdim ediyoruz.
Marmaray İkinci Abdülhamid’in Projesiydi.
İstanbul’un iki yakasını denizin altından birleştirecek 150 yıllık hayal olan Marmaray, 5 gün sonra açılıyor. “Yüzyılın projesi”nin hizmete girmesiyle birlikte Sultan Abdülhamit’in boğazı yer altından geçme rüyası da gerçekleşmiş olacak. Abdülhamid Han’ın yapılması için çok çaba sarf ettiği ve dünyanın ilk tüp geçit projesi “Cisr-i Enbubi-Tüp Geçit”i İşte Abdülhamid’in Marmaray’ı”Boğaz’a ilk köprü yaptırmak isteyen ve ilk proje hazırlatan Sultan Abdülhamiddir.
Osmanlı Devleti döneminde tasarlanan en dikkat çekici projelerden birinin Cisr-i Enbubi (tüp geçit) dir. “Düşünebiliyor musunuz, 100 yıl önce daha Batı’da bile pek uygulanmadığı dönemde Boğaz’a tüp geçit yaptırmaya kalkmışlar. Bu Osmanlı padişahlarının teknolojiyi yakından takip ettikleri, yeniliklere açık oldukları, ülkelerinin gelişmesini, refahını düşündükleri anlamına geliyor.
Kaynak; Türk Tarih Kurumunun Başkanı Metin Hülagüİstanbul’a ilk boğaz köprüsü projesi, II. Abdülhamid zamanında yapılmış. Üstelik sadece proje de değil. Bosphorus Railroad Company tarafından tasarıları bile hazırlatmış bu projenin.
İlk Tüp Geçit Projesi:
II. Abdülhamid, ilk boğaz köprüsü projesiyle kalmamış bir de tüp geçit projesi hazırlatmıştır. 1891 yılında II. Abdülhamid tarafından, Fransız S. Preault Demiryolu Şirketi’ne çizdirilen tüp geçit projesine göre Rumeli yakası ile Üsküdar arası, yapılacak tüp geçit ile birbirine bağlanacaktı. Bu projenin günümüzden 115 yıl önce düşünülmüş olması bile, II. Abdülhamid’in ne derece ileri görüşlü bir devlet adamı olduğunu ispatlamaya yeter. (goncadergisi Şubat 2007)Dünyanın ilk isabetli torpido atışı yapabilen ilk denizaltısı, ülkemize getirilen ilk araba ve telefona kadar bir çok gelişmenin öncüsü olan Sultan II. Abdulhamid teknolojiye ve yeniliklere merakıyla ilklerin padişahı oldu.
Dünyanın ilk denizaltısını 1719 yılında Osmanlı İmparatorluğu zamanında Ser Mimar İbrahim efendi yaptı.(türkiye dergisi -ilklerin padişahı )Dünyada ilk denizaltıyı 1719’da biz yaptıkDünyanın ilk denizaltısı 1719 yılında Mimar İbrahim Efendi tarafından yapıldı.Dünyanın ilk denizaltısı 1719 yılında Mimar İbrahim Efendi tarafından “Tahtelbahir” adıyla yapıldı. Bu buluş Seyyid Vehbi’nin Sürname-i Hümayun adlı kitabında anlatılıyor. Bundan yüz yıl sonra Sultan 2. Abdulhamid tarafından yaptırılan denizaltı da ilk torpido atabilen denizaltısı oldu.
Dünyanın İkinci Denizaltısı İstanbul’da Yapıldı!
Dünyanın ikinci denizaltısı 1887 yılının Şubat ayında denize indirilen “Abdülhamid” isimli denizaltımızdır. Tabii ki bu denizaltıyı yaptırma fikri yine aynı dedemizden çıkmıştır. Üstelik o günün parasıyla 22000 sterlin tutan harcamaları da devletin kasasında değil kendi cebinden ödemiştir. Her ne kadar yapılan ilk denizaltının bir kısmı suyun üzerinde kalsa da Ocak 1888’de denize indirilen “Abdülmecid” denizaltımız denizin derinliklerine inmeyi başarmıştır. Bu ikinci denizaltımız, gerek seyir, gerekse dalma ve torpido atma denemelerini başarıyla bitirmiştir. Böylece dünyada ilk torpido atan denizaltı unvanı, iki numaralı denizaltımız olan “Abdülmecid”in olmuştur. (Seyfullah Arpacı-goncadergisi Şubat 2007)Abdülhamid Han, bütün Anadolu’yu baştan başa dolaşacak bir karayolu ağını da projelendirilip tatbikata geçirmiştir.
Egitim Politikası ;
Hamidiye egitim politikasıyeni okullar, yeni binalar, haritalar ve ders kitaplarının yeniden olusturulmus içerikleri ile yeni bir tarz olusturma gayreti içindedir. Kitabın tamamında aranan, Hamidiye egitim politikasının özellikleridir.Hamidiye hükümeti (2nci abdülhamid) batılılasma ugruna batılılasmanın pasif bir taklitçisi olmak yerine, Osmanlı okullarının yerel icaplar dogrultusunda sekillenmesini istemektedir.Devlet yetkilileri, pozitif,rasyonel bilimin imparatorlugun sorunlarına çözüm olacagına inanmaktadır.Avrupalı ve laik olan materyallerin yerine Osmanlı ve Hslam gelenegi ile uyumlu olanları getirmeyi istemistir. Pek çoktarih arastırmasında geçen “laik egitimi” temin etmenin ötesinde, ortaya çıkanegitim programı bu nedenle karmasık bir Dogu-Batı sentezidir.Hamidiye egitim politikası amaçlarına ulasabilmek için egitimi her yönüyle yeni bastan olusturma gayretindedir. Hktidar, yerli ve yabancı etkisini daha dengeli bir temelde görmek için hesaplar yaparak, rotasını gelecegeçevirmistir.
Hamidiye egitim politikası, zamanlaması, iyimser ruhu, devlet güdümlü programı ve yeni yurttas/tebaa yaratma gayreti ile yeryüzündeki çagdaslarıyla uyum içindedir.Benjamin C. Fortna Hamidiye egitim politikasını ve neticelerini söyleözetleyerek kitabını bitirir;Benim düsünceme göre, Hamidiye döneminin egitim çabaları bir girisim olmak açısından daha önemlidir. Mekteb-i Hümayun, Osmanlı 0imparatorlugunun Son Döneminde Devlet ve Egitim, Hletisim Yay., Hstanbul 2005, İlk kız okulları II. Abdülhamid zamanında açılmıştır.
… Osmanlı’nın son zamanlarında bile kızların eğitimine ayrı bir özen gösterildiği ve önem verildiği aşikârdır. Kızlar önce “Sıbyan Mektepleri”ne (ilkokullar) alınıyor, oradan “Rüşdiye”ye (ortaöğretim), “İnas Rüşdiyeleri”ne (kız lisesi), “Kız İdadîleri”ne, “İnas Darülfünunu”na, (Kız Üniversitesi) geçiyordu… Meslekî eğitimde ise “Kız Sanayi Mektepleri”, “Ana Mektebi”, “Ebe Mektebi”, “İnas Sanayi-i Nefise Mektebi” (Kız Sanat Okulu) vardı… Cumhuriyet döneminde kurulduğu sanılan, “Kız Öğretmen Okulları” bile bir Osmanlı(II. Abdülhamid eseridir)…
KAYNAK
Tarihi; Yavuz Bahadıroğlu – 18 Şubat 2013
Sultan ikinci Abdülhamîd hân ülkenin her köşesinde aynı tasarım ve değerde liseler (ar-ge -yapınlama süreci) yaptırdı. 1950 senesinde Bursa ( Bursa ‘da İpek böcekçiliği Enstitüsü ) askerî lisesinin müdürü, Bursa erkek lisesini ziyârete gitmişti. Lise müdürü kimyâger Rıfat bey, (okulun en iyi odasını kendinize ayırmışsınız. Böyle haksızlık olur mu?) dedi. Rıfat bey, (Bu lisenin her odası böyle güzel, havadar ve hoştur. Ben Manastırda bu binâda okudum. Sultan Abdülhamîd hân, büyük şehirlerde hep aynı binâları, aynı güzellikle ve aynı metânet ile yaptırmıştır. Bu binânın bakıma / tâmîre ihtiyacı hiç olmadı. Hâlbuki, karşımızda geçen sene yapılan ticâret lisesinin bu sene duvarları çatladı. Şimdi tâmîr ediliyor) dedi, tarihi birçok bilgiler verdi. Ankarada, Yenişehr istasyonundaki üstünde (Ankara lisesi) de Bursadaki lisenin aynısı idi..Kaynak; Hüseyin Hilmi Işık Kimyadaki Buluşu ve Yazdığı Kitaplarla Tanınan Yirminci Yüzyıla damgasını Vurmuş Olan Bir Bilim Adamı ve İslam Alimidir.
Eczacı, Matematik, ve Kimya,Ögretmeni ve Türkiyenin İlk Yüksek (profesyonel ) Kimya Mühendisi. Hakikat KitapeviSultan Abdülhamîd Han’ın eğitim ve îmâr bakımından hizmeti büyüktür. Bunlar, onun dikkatle tâkib ettiği hususlardı. Sultan, hükümdarlığı boyunca en çok hizmet ve gayreti bu sahada yapmıştır. Onun bu faaliyetlerini düşmanları bile kabul etmiştir. Onun devri, ilmî, edebî, dînî yayınlar bakımından Osmanlı Devleti’nin en zengin ve verimli zamanlarından biridir. Matbaaların sayısı artmış; neşriyat faaliyeti fevkalâde gelişmiştir. Her ilim dalında yeni ve modern eserler basılmış, lügatler, ansiklopediler neşredilmiş, Türk lügatçiliği bugün bile o devrin çalışmalarını geçememiştir.
KAYNAK
Osmanlı kültür medeniyeti 1-2 cilt .2;Abdülhamîd Devri Eğitim Sistemi (Bayram Kodaman, İstanbul)
Pasteur’e gönderilen üç bilim adamı!
1885 tarihinde kuduz aşısını bulan Pasteur’u Fransa hükümeti bile desteklememiş, böylece çalışmaları yarım kalmıştır. İşte bu haldeyken dedemiz Abdülhamid Han ona el uzatmış ve çalışmalarını geliştirmesi için İstanbul’a davet etmiştir. Her ne kadar Pasteur, ihtiyar olduğunu öne sürerek bu teklif kabul etmese de II. Abdülhamid Pasteur’ün yanına üç Osmanlı bilim adamını göndermiş ve onların eğitmesini temin etmiştir. Gönderilen heyet yaklaşık yedi aylık eğitimden sonra İstanbul’a dönmüş ve 1887 yılının başında, İstanbul’da Kuduz Tedavi Müessesesini kurmuştur.
Osmanlı belgeleri aslında ilk elektrikli arabayı ülkeye getire II. Abdülhamid Han dır. 1888 yılında Londra Elçiliği’ne emir veren padişah, İngiltere’den ilk elektrikli arabayı sipariş etti. Deniz yoluyla İstanbul’a getirilen ilk aracın deneme sürüşünü de dönemin Maliye Bakanı yaptı. Abdülhamid Han da arabayı Yıldız Sarayı’nda bizzat kendisi denedi. Sultan’ın elektrikli arabayla küçük bir kaza yaptığı da rivayetler (osmanlı arşivleri) arasında.
Abdülhamid’in modern eğitim projesi ;
Bilinenin aksine, Osmanlı tarihinin en canlı eğitim hamlesi, Abdülhamid dönemine rastlar. Sevan Nişanyan’ın (yanlış cumhuriyet isimli kitap) hesaplamalarına göre Türkiye, Abdülhamid dönemiyle kıyaslanabilecek bir okullaşma düzeyine yeniden ancak 1950’li yıllarda ulaşabilmiştir. Mesela 1895’te TC sınırlarına tekabül eden bölgede bine yakın (835) ortaokul ve lise bulunuyorken 1923’te bu sayı 95’e düşmüştür. 1895’teki yüz bine yakın öğrenci sayısı (97.837), 1950-51 sezonunda aşağı yukarı aynı seviyede seyretmektedir (90.356). Öncesiyle kıyasladığımızda Abdülhamid dönemindeki eğitim patlaması daha görünür hale gelir. Tahta geçtiği yıl 250 olan rüşdiye sayısı 1909’da 900’e, 6 olan idadi sayısı 109’a çıkmıştır. 1877’de İstanbul’da sadece 200 tane modern ilkokul varken 1905’te 9 bine çıkmıştı. Her yıl ortalama 400 ilkokul açılmıştır ki, bu, Cumhuriyet döneminde bile kırılamamış bir rekordur.
Sultan Abdülhamîd Han’ın Yaptırdığı ilk, orta, lise ve yüksek okulların bir hayli çok olduğu, devrinde çıkan ve hemen her sayısında yaptırılan mekteplerin resimlerine yer veren mecmualardan anlaşılmaktadır. Yine bu devirde yüksek payelerle taltif edilen ilim adamları dâima üstün tutulmuştur.Sultan Abdülhamîd Han, memleketin her köşesine okullar yaptırarak, eğitim ve öğretimin sıkı bir şekilde yapılmasına gayret sarfetmiştir. Basra, Bağdâd, Musul, Haleb, Suriye, Beyrut, Kudüs, Hicaz, Yemen, Bingâzi ve daha pek çok yerde ilk, orta, lise ve yüksek okul yaptırmıştır. Anadolu ve Rumeli’de yaptırdığı orta ve yüksek mekteplerin mikdârı bir hayli kabarıktır. Bunlardan bir kısmı günümüzde de öğretime devam etmektedir.
Bu kitap, osmanlı “gerici” değil “yenilikçi” ve parlak bir devir olduğunu gösteren bir fotoğraf albümüdür.Bu albüm, 34. Osmanlı padişahı olan Sultan İkinci Abdülhamid Han’ın maârifin (eğitim) muasır bir seviyeye çıkarılması için memleket sathında açtırdığı mektepleri mevzu edinen ve o devirden günümüze kalan görmelik malzemeden seçilerek oluşturulan bir fotoğraf albümüdür.
Mekteb-i Harbiye ve Mekteb-i Bahriye denilen Kara ve Deniz Harp Okulları ile bilumum ortaokul ve lise seviyesindeki mektepler, her bakımından büyük gelişmelere tabi tutulmuş ve memleket sathında birçok yerde sayıları artırılmıştır.Mekteb-i Mülkiye, Mekteb-i Hukûk, Sanayi-i Nefîse Mektebi, Dârulmuallimîn ve Dârulmuallimât, Mâliye Mektebi, Ticâret Mektebi, Ziraat Mektebi ile deniz ticâreti, orman ve maâdin, lisan mektepleri bunlardandır. Ayrıca tıp sahasında da büyük gelişmeler olmuştur. Askerî ve sivil olarak lise ve yüksek okul seviyesinde çok sayıda tıp mektepleri açılmıştır.Mütehassıs (uzman,prof) yetiştirmek maksadıyla yüksek okullar (üniversite) hep Abdülhamid Han devrinde açılmıştır. Yine Abdülhamid Han zamanında pek çok yerde açılan sanayi mektepleri bulunmaktadır. meslek ve sanat sahibi yapmak maksadıyla açılan bu okullardam pek çok bölüm bulunmaktaydı. Bir de devlet tarafından alınan izinle açılan husûsî mektepler (özel okullar) bulunmaktadır. Bütün bu mekteplerle ilgili de albümümüzde çok sayıda fotoğraf vardır.Bu albüm çalışması, “Osmanlı ne yapmış ki” diyenlere sadece mektep bazında verilecek en güzel bir cevaptır. Bu albüm bir devletin sadece bir padişahı zamanında maârif sahasında yaptığı faaliyetlerden bir nebzedir.
Bu albüm, Selanik’ten Trablusgarb’a, Yemen’den Yanya’ya, Hanya’dan Bursa’ya, Vidin’den Bağdat’a kadar eğitime verilen kıymetin yansımasıdır. Bu albüm 33 yıllık bir devrin maarif (eğitim) bilançosudur. Hasılı bu albüm, osmanlı “gerici” değil “yenilikçi” ve parlak bir devir olduğunu gösteren bir fotoğraf albümüdür.Kaynak; Sultan Abdülhamîd Han Devri Osmanlı Mektepleri – Osman DoğanSultan İkinci Abdülhamid Han eğitime, sağlığa ve bilime büyük önem verdi bu amaçla, Osmanlı’nın Türkiye Cumhuriyeti devleti sınırları içerisinde kalan toprakları üzerinde 5 bin eğitim kurumu yaptırdı, Balkanlar, Akdeniz ve Afrika ülkeleriyle bu rakam 25 bine ulaşmıştır.Kaynak; Tarihçi -Mustafa Armağan Sultan Abdülhamîd Han, Kaliteli eleman, memur , aydın ,yetiştirmek üzere açtığı yüksek okullardan bâzıları: Mekteb-i Mülkiye, Güzel San’atlar Akademisi, Yüksek Ticâret Mektebi, Hukuk, Yüksek Mühendis Mektebi, Bursa’da İpekçilik Mektebi, Halkalı Zirâat ve Baytar Mektebi, Yatılı Kız Lisesi, Mülkiye Lisesi, Üsküdar Lisesi, Mâden Arama Mektebi, Fen ve Edebiyat Fakülteleri, Dilsiz ve Sağırlar Mektebi. Bir çok vilâyetlerde(il) dârülmuallimînler (lise ve üniversiteler) ve bunlar gibi pek çok mektepleri hep sultan Abdülhamîd Han yaptırmıştır.
Sultan Abdülhamîd Han,Askerî Tıbbiye’den çıkan hekimlerin (doktor) staj yapmaları gayesiyle, 1898 senesinde Viyana’dan başka bir yerde eşi bulunmayan Gülhâne Tabâbet-i Askeriye Tatbîkât Mektebi kuruldu. Bu okulun kurulması için Bonn Üniversitesi cerrahî profesörü Robert Rieder, getirildi. Her bölümün laboratuvarları en yeni âlet ve makinalarla teçhiz edilmişti.Bu laboratuvarlara her talebe için birer mikroskop konulmuştu. Avrupa’dan getirilen seçme profesörlerin yetiştirdikleri hekimler, daha sonra tıb fakültelerinde hocalık yaparak gençlere modern tıb bilgilerini öğrettiler ve değerli mütehassıs hekimler yetiştirdiler. 1903 senesinde Haydarpaşa Mekteb-i Tıbbiye-i Şâhâne ve bunun denetimi altında ve tıb yanında bir de ecza sınıfı bulunan Şam Tıbbiyesi açıldı.
Sultan Abdülhamîd Han; Hastahâneler, klinikler, modern tıbbî âlet ve edevat hep bu devirde yaptırılmıştır. Kendi parasıyla yaptırdığı Şişli Etfal Hastahânesi, bir kısım masraflarını kesesinden karşıladığı Darülaceze, bunların en mühimlerindendir. Beyoğlu Kadın Hastahânesi yine onun eseridir. Mehmed Fahri Bey, Besim Ömer, Asaf Derviş, mîralay Remzi, Ziya Nuri, mîralay Mehmet Şâkir Bey, Mazhâr Osman gibi doktorlar bu devrin meşhur simaları arasındadır. Bunlar gibi daha yüzlerce tabib ve mütehassıs, Avrupa ve dünyâ tıb çevrelerinde söz sahibi idiler. Herbiri İstiklâl harbinde hizmet görmüşler, sonradan kurulan tıb fakülteleri ve yetişen elemanlar, bu devirde yetişen ilim adamlarının eseri olmuştur. Ayrıca, yüksek okullara talebe yetiştirmek üzere ilk ve orta öğretime çok önem verdi. Bütün vilâyetlere batı tarzında okullar açtırdı. İbtidâî ismi verilen ilk mektepleri köylere kadar götürdü. Rüşdiye yâni ortaokullardan itibaren yabancı lisan öğrenimi mecburî tutuldu. Memleketin çehresi değişti, kültür seviyesi yükseldi. Ancak bu mekteblerde yetişen kültürlü genç neslin büyük kısmı Çanakkale savaşlarında şehîd oldu.
Sultan Abdülhamîd Han; Müze-i hümâyûn (Eski eser müzesi), Askerî Müze, Yıldız Arşivi ve Kütüphânesi, Bâyezîd Kütüphânesi’ni kurdurduğu gibi, kütüphânelerdeki kitapların kataloglarını yaptırdı. Abdülhamîd Han, basın ve yayın çatışmalarını desteklediği için kitap, dergi, mecmua ve gazete sayısında büyük artışlar meydana geldi (Bkz. Basın ve Matbûât). İstanbul başta olmak üzere, diğer şehirlerin, önemli yerlerin fotoğraflarını çektirip, değerli bir albüm kolleksiyonu hazırlattı. Bu albümler, bugün İstanbul Üniversitesi Kütüphânesi’nde mevcuttur.
Sultan Abdülhamîd Han’ın askerî sahadaki hizmetleri de takdire şayandır. Balkan harbi ve Birinci dünyâ savaşı sırasında orduda vazîfeli bütün subaylar ile Millî mücâdelenin komutanları onun devrinde yetişmiştir. Çok mikdarda tüfek, yüzlerce serî ateşli topları hep o te’min ettirmiştir. İstanbul ve Çanakkale boğazlarını tahkim ettirdi. Pek çok askerî te’sisleri tamir ettirip yenilerini yaptırdı. Memleketin başına gelecek felâketi önceden tahmin ettiğinden ona göre hazırlık yaptırdı. Birinci cihân harbinde Çanakkale, sultan Abdülhamîd Han’ın yaptırdığı istihkâmlarla kendini savunmuştur.
Askerî sahada ön safta yer alabilmemiz için ilmî, fenni; teknik her hususta yenileşmenin, muasır seviyeyi aşmanın ideâlini dâima muhafaza etmiştir. İlk defa denizaltı proje ve inşâsı hususundaki başarılı çalışmaları bunların en bariz örneğidir. Harp gücünü kaybetmiş eski gemileri Haliç’e çekip, Avrupa’da yeni yapılan üstün evsaflı kruvazörler, zırhlılar ile donanmayı kuvvetlendirdi. Askerî ıslâhat için Almanya’dan uzmanlar getirttiği gibi, eğitim için bu ülkeye Türk subayları gönderdi. Askerî rüşdiyeleri ve idadileri çoğalttı. Kâğıthâne’de bir poligon kurdurdu.
Abdülhamîd Han, zirâat, sanâyî ve ticâret odalarını açtırdı. İlk defa bugünkü mânâda nüfûs tahrîri (sayım) teşkilatını kurarak memlekeldeki insan gücü ve mal varlığının istatistiğini yaptırdı ve senelik artış ve düşüşün düzenli bir şekilde tesbit edilmesini sağladı. Hereke kumaş fabrikasını genişletti. Çini fabrikası açtırdı. İmâr ve bayındırlık faaliyetlerine hız verdi. Anadolu ve Rumeli’de yol bulunmayan yerlere şose yaptırdı. Terkos suyunu İstanbul’a getirtti. Osmanlı Bankası ve Reji binalarını yaptırdı. Hamîdiye kâğıt fabrikası, Kadıköy havagazı fabrikası, Osmanlı sigorta şirketi, Beyrut limanı rıhtımı, Sakız limanı rıhtımı, Küçük su barajı, Haydarpaşa rıhtımı, Galata, Tophâne rıhtımı, Dolmabahçe saat kulesi, Mum fabrikası ve Tuna nehrinde Demirkapı kanalı hep bu pâdişâhın eseridir. Ayrıca Ereğli kömür ocakları çalıştırıldı. Haydarpaşa İstasyon binasını yaptırdı. Beşiktaş tepesindeki Yıldız Sarayı’nı ve önündeki câmiyi yaptırdı. Kâğıthâne’deki Hamîdiye suyunu halkın istifâdesine sundu. Elmadağı’ndan Ankara’ya tatlı su getirdi.Yeni postahâne binasını, Medîne-i münevvereye kadar telgraf hattını, Bingâzi telgraf hattını yaptırıp, İstanbul-Köstence arasına kablo döşetti. Musul ve Kerkük civarında petrol kuyuları açtırdı. Hamîdiyye piyade kışlalarıyla, topçu kışlası ve hükûmet konağı yaptırmıştır.
Abdulhamit ‘in siyasi dehası
Abdulhamit Osmanlı ordusunu, o zamanın en mükemmel silâhları ile, meselâ mavzer tüfekleriyle silâhlandırdı. Denizci devletlerin ve Rusların denizden yapmaları mümkün taarruzlara karşı, İstanbul ve Çanakkale Boğazlarını tahkim etti. Ve, Birinci Dünya Savaşı’nda İngilizlerle Fransızların 18 Mart 1915 saldırıları bu istihkâmlarla durduruldu.Mükemmel kurmaylar yetiştirdi. 1914-1918 savaşı ile İstiklâl Savaşı’nı bunlar idare ettiler.Abdulhamit Büyük Osmanlı borçlarının üçte ikisini ödedi. Pek çok okul açıldı. Pek çok yol ve köprü, ayrıca hastahane ve çeşme gibi hayrat yaptırdı. Görülmemiş bir haber alma şebekesi kurdu. Yabancı elçilerden bile casusları vardı. Avrupa’da kuş uçsa haberi oluyor, aleyhimizdeki kararları önceden öğrenerek tedbirini alıyordu.
Hilâfeti, Osmanlı Hanedanından almak için Mısır’da kurulan gizli bir derneğin üyelerinden biri Sultan Hamid’in adamlarından biri idi. Balkanlıların mezhep ve milliyet ayrılıklarını körükleyerek birleşmelerine engel olduğu gibi; İngiliz, Alman ve Rusları da birbirine düşürerek aleyhimizde birleşmelerini engelledi.Abdulhamit Memleketi doğrudan tehdit eden Moskof emperyalizmi ile batıdan tehdit eden Avrupa emperyalizmi ve onun temsilcisi İngiltere’ye karşı devleti savunan Sultan Hamid, ayrıca azınlıklar ve gafil hürriyetçiler (ittihat terakki) ile de uğraşmaya mecbur olmuş, güneyden gelen siyonizme de göğüs germiştir.Sultan Hamid için Osmanlı İmparatorluğunu, soyumuzun düşmanı Moskoflarla hilâfetin düşmanı İngiltere’ye, devletimizin düşmanları siyonizme ve azınlıklara, rejimin düşmanı hürriyetçilere karşı savunmak meselesi ve vazifesi vardı. Bunun için de, kendisinin devlet başkanı kalması gerekti. Kendisi çekilirse, devletin tutunamayacağı hakkındaki düşüncenin doğruluğu, çok geçmeden (10 sene sonra) gerçekleşmiştir.Dipnot; Nihal Atsız gibi bir düşünürün, Gök Sultan ünvanı ile onurlandırması, Abdülhamit Han’ın ne kadar büyük bir deha olduğunun bir göstergesidir.
Abdülhamîd Han, Askerî, siyâsî, İktisadî ve ticarî gaye ile; Bursa demiryolunu, Yafa-Kudüs hattını, Ankara demiryolunu, Manastır-Selânik, Şam-Harran, Eskişehir-Kütahya, Beyrut-Şam, Afyon-Konya, İstanbul-Selânik demiryollarını döşetti. Böylece demiryolu uzunluğu Rumeli’nde 1993, Anadolu’da 2507 kilometre yükseldi.
Abdülhamîd Han, Anadolu dışındaki bütün müslümanların kendisine bağlanarak bir bayrak altında toplanmalarını, yeniden teşkilâtlanmalarını ve batı emperyalizmine karşı birleşmelerini istiyordu. Bu gerçekleştiği takdirde; başta İngiltere olmak üzere, Avrupa devletleri müslümanları sömüremeyecek, hattâ İslâm ülkelerine kötü gözle bakamıyacaklardı. Bunun için de memleketin her yerinde başlattığı demiryolu ağını Medîne ve Mekke’ye kadar ulaştırmak istiyordu. Bu şekilde İslâm dünyasındaki ulaşımı kolaylaştıracak, müslümanlar arasındaki bağlar kuvvetlenecek, böylece bütün müslümanlarda, başlarındaki halîfenin Abdülhamîd Han olduğunda fikir birliği hâsıl olacak, Osmanlı Devleti’nin liderliğinde birleşeceklerdi. Fakat, Mekke’ye kadar uzanacak 2000 kilometrelik demiryolunun masraflarını karşılayacak para, hazînede yoktu. Sultan, İslâm âlemi açısından bu hattın acilen yapılmasını istiyordu.
Önce kendisi şahsî malının büyük bir kısmını bu yola ayırdı. Sonra da müslümanlardan yardım istedi. Afrika, Mısır, Afganistan, Türkistan, İran, Hindistan ve Osmanlı hududları içindeki müslümanlar canla başla bu yardıma koştular. Kısa zamanda milyonlarca altın toplandı ve Almanlara ihale edilerek, demiryolu hattı Medîne’ye ulaştı. Sultan Abdülhamîd Han’ın, Güneydoğu Anadolu’ya demiryolu ağını kurması Rusları; Hicaz demiryollarını yaptırması da İngilizleri telaşlandırdı. Çünkü eşit şartlarda Osmanlı ordusu her zaman düşmanlarına galip geliyordu. Son harplerde Osmanlı’nın mağlûb olmasının sebebi, sür’atle asker sevkiyâtı yapılacak yolların bulunmaması, cephelere Türk ordusunun zamanında yetişememesi idi. Eskişehir-Adana-Bağdâd hattının yapılması ile, Rusların, Doğu Anadolu üzerinden sıcak denizlere inme ve Kudüs-i şerîfi himaye hayâli sona eriyordu. Bağdâd ve Medîne hatları ise, İngilizlerin, Hindistan’a kısa yoldan geçme siyâsetine engeldi ve bununla Osmanlı’nın Mısır’a tekrar hâkim olması İhtimâli vardı. Abdülhamîd Han, demiryolunun emniyeti bakımından yolun denizle temas eden noktasını kontrol altında tutmak için Akabe kalesine iki tabur asker gönderdi. Bunun üzerine İngiltere, Osmanlı Devleti’ne bir ültimatom verdi. Sultan buna karşı İngiltere’nin buna hakkı olmadığını söyleyerek, yeni sınırı, kurulacak bir komisyonun belirleyeceğini bildirdi. Sultân’ın dâhiyane politikası neticesinde Akabe Osmanlı’da kaldı Sultan Abdülhamîd Han, İslâmıyetin emirlerini yapmakta ve yasaklarından kaçınmakta son derece hassasiyet gösterirdi. Abdestsiz yere basmazdı. İslâm’a aykırı yurt içinde ve dışında zararlı neşriyat yapılmaması, müslüman evlâdlarının dinlerini ziyana uğratmamaları için mümkün olan her hizmet ve faaliyeti yürütmüştür.
Sultan Abdülhamîd Han, dîn-i İslâm’ın ve memleketin (türk -islam aleminin) emniyeti için tedbirli olmak lüzumunu duydu. Bu sebeble iç ve dış düşmanların hareketlerini yakından takip için bugün istihbarat teşkilâtı (mit) adı verilen hafiye teşkilâtını kurdu. Bu gizli emniyet teşkilâtının başında bulunan kimseye, Serhâfiye-i hazret-i şehriyârî, yâni Pâdişâh’ın baş ajanı denirdi. Modern devletlere numune olacak şekilde kurduğu bu haber alma teşkilâtı, memleketin her köşesinde devletin aleyhinde yazılanları, gizli beyânnameleri, suikast hazırlıklarını, kısaca olup bitenleri, günü gününe Pâdişâh’a bildiriyordu. Bu iş için binlerce kişi vazifelendirildi.
Siyon (yahudi mason merkezli) Protokolü ;
Bu protokolde aynen şu maddeler mevcuttur:
1. Gelecek nesilleri, ahlâka aykırı, telkinlerle ifsat etmeli, bozup yozlaştırmalı
2. Aile hayatını yıkmalı,
3. İnsanlara aşağı sınıflarla tahakküm etmeli, azınlıkları kışkırtıp üste çıkarmalı.
4. Sanatı zayıflatarak, edebiyatı müstehçen ve şehevî hale sokmalı,
5. Mukaddesatı, hürmeti yıkmalı, hürmetle anılan kimseler hakkında rezilâne vak’alar uydurulmalı,
6. Hududsuz bir lüks, başdöndürücü modalar icad etmeli, çılgınca sarfiyatı teşvik etmeli, herkesi borçlandırmalı,
7. Kalabalıkların vakitlerini, eğlencelerle, oyunlarla oyalamalı, herkes düşünmekten alıkonulmalı,
8. Müfrit (aşırı) nazariyelerle, halkın fikirleri zehirlenmeli, gürültü ve kargaşalıklar çıkarılmalı,
9. Umumi hoşnutsuzluklar meydana getirilmeli, içtimai (sosyal) sınıflar arasına kin ve itimatsızlık sokulmalı,
10. Aristokratlara müthiş vergiler koyarak, onlar bunaltılmalı,
11. Mal sahipleri ile işçilerin arasını bozmalı, grevler sabotajlar tertip ettirilmeli, düşmanlıklar yaygınlaştırılmalı
12. Yüksek tabakanın manevî kuvvetini, her çareye başvurarak kırmalı,
13. Sanayiin, ziraati ezmesine imkan verilmeli, böylece köylü sınıfı ortadan kaldırılmalı,
14. Saçma nazariyeleri ortaya atarak, halkı gayr-i kabili tatbik (yani uygulanması imkansız) yollara sevk etmeli, boş hayallerle oyalamalı, 15. Hayat pahalılığını sürekli azdırmalı ve lüks tüketim yaygınlaştırılmalı
16. Beynelmilel (uluslararası) meseleler ihdas ederek, milletler arasına kin ve nefret tohumları serpmeli, savaşlar çıkartılmalı,
17- Milletlerin mukaddesatını, tahsil ve terbiyeden mahrum kimselerin ellerine teslim ettirmeli, hainler iktidara taşınmalı,
18. Bütün hükümet şekillerini değiştirmeli, devlet sırlarını ifşa edip açığa çıkarmalı,
19. Meşru hükümet tarzlarından, gizli bir istibdada gitmeli, buna demokrasi kılıfı takılmalı
20. Siyasî, iktisadî buhranlar oluşturulmalı,
21. Millî istikrarı bozmalı, spekülasyonlara, enflasyonlara yol açmalı, altını mahdud ellerde toplamalı, muazzam sermayeleri felce uğratmalı,
22. Hükümetlerin ölümlerini hazırlamalı, insanlığı elem, ıztırap ve yoksulluk içine atmalı.Bu ve buna benzer siyonist merkezli ve masonik fitne fesat girişimleri karşısında ilk yapılacak iş, halkımızı bu tehlikeye karşı bilinçlendirmek, insanımıza fikrî ve mânevî bir bağışıklık kazandırmak olmalıdır.Gözüken odur ki, karşımızda, çok kurnaz, kılı kırk yaran, çok tecrübeli fitne fesat çıkarmakta profesyonelleşmiş, adeta bu yıkıcılığın ilmini yapmış bir Siyonist şebeke vardır.
Abdulhamid Han’ın arşivinde bulunan, Siyon Protokolü Bu protokol,- 9 Mayıs 1956 tarihli Cumhuriyet gazetesinde yayınlanmıştır. Bu belge Abdulhamid Hân’ın özel muhafızı “Süvari Yüzbaşısı Debreli Zinnur Bey tarafından, Cumhuriyet gazetesi yazarı Samih Nafiz Tansu’ya nakledilmiş ve bu yazar tarafından, kamuoyuna sunulmuştur.
Moderatör tarafında düzenlendi: