Ayyüzlüm
Yeni Üyemiz
Bir İlkindi Sonrası....
Oturup uzun uzun sohbet ederdik. Havadan, sudan, işten... Sonra nasihatler verirdin bana. Kocama çok iyi davranmamı söylerdin. Kocamın ailesine saygıda, hizmette kusur etmememi tembihlerdin.
"-Ben Kur'ân'ı pek iyi bilemiyorum, ama sizin en iyisini öğrenmenize vesîle oldum. Her gece hiç olmazsa bir sayfa okuyun...” derdin. Ve uzayıp giderdi sohbet tatlı tatlı...
Bütün bunları hep yüz yüze geldiğimizde, gözlerin gözlerimdeyken anlatırdın. O gün hiç âdetin olmadığı hâlde aradın bir ikindi öncesi ve telefonda tekrarladın bunları... Neler oluyor demeye kalmadan:
"-Tamam mı babacığım?” dedin, o tatlı sesinle ve kapattın telefonu...
Ve en büyük nasihati, o ikindi öncesi değil de, aynı ikindinin sonrası verdin bana... Sımsıcak sesinle değil de buz gibi bedeninle... Anlatarak değil de mıhlanmış dudaklarınla... Deniz mavisi gözlerinle bakarak değil de, onları bir sonsuza kapatarak...
Anlattın bana ölümün ansızın gelişini... Bir gece öncesi, ellerimle verdiğim çayı yudumlarken, anlattığım fıkraya gülücükler atarken, bir yaşındaki torununun seni ilk defa öptüğüne sevinip, bıyıklarından irkilince yaptığı hareketi bana târif ederken, konuşurken, gülerken, yani biz yaşarken, Azrâil ise yarının ikindi sonrasına hazırlık yapmaktaymış meğer... "Sonra tövbe ederim”, "Yataklara yatınca herkesten helâllik isterim”, "Daha çok gencim...” gibi sözlerin birer aldatmacadan ibaret olduğunu anlattın bana.
Ve sonra dedin ki:
"-Bir anlığız evlâdım. Ölüm bizi nerede, ne zaman, ne şekilde yakalayacak hiç belli değil!.. Her an, her saniye hazırlıklı olmalıyız «Azrâil'e Merhaba!..»ya. Bu dünya bomboş, bir oyalanma yeri. Asıl yer, asıl vatan benim geldiğim yer!.. Senin de, dünyadakilerin de geleceği yer burası!.. Burası gerçek, yalan olan, rüyada olan sizlersiniz.”
Ve bir ikindi sonrası, çarşının en ücra köşesinde, yaşarken olduğu gibi, kimselere anlatmadan kendini, hâlini; bir su olup aktın. Ben en iyi dostumu kaybettim, bana asla ihanet etmemiş olan!.. Ben en iyi sırdaşımı kaybettim; onunla geçen zamanın tadına doyulmayan... Ben babamı kaybettim; dağ gibi arkamda, can gibi canımda, adam gibi adam, baba gibi baba olan...
Kazancım olmadı mı? Oldu tabiî. Bu gidiş, neler öğretti, baba, bana... Hep başkasında, komşuda, televizyonda, radyoda olan ölüm, artık nefesimle aynı anda içimde, yanı başımda... Derdin ya:
"-O, onu demiş, bu bunu yapmış... Boş ver kızım, sıkma canını, aldırma!.. Artık hiçbiri değil umurumda...”
Asıl mesele neymiş anladım baba!.. İş, îmanı kurtarmada... Ne yapabilirsen insan için, Hak için, onda var fayda!...
Ama yokluğun öyle zor ki baba... Nasıl alışılır bilmiyorum buna. Seni düşündükçe aklımı kaybedecek gibi oluyorum. Kolum-kanadım kırıldı sanki... Hiç bir şeyin tadı yok. Sen böyle olsun istemezdin, biliyorum baba... Azıcık bir şeye sıkılsam; yüzümün şekli, sesimin tonu değişse kahrolurdun. Mesele neyse çözmeye çalışırdın. Bunun için, seni üzmemek için güçlü olacağım baba... Hayatın, yokluğunun, özleminin üstesinden geleceğim Allah'ın izniyle. İnancım siperim olacak. Ama o yangın sönmez baba!.. Yine bilirsin ki, bazen de "olmak” için "yanmak” gerek!... O yangın kavuşturacak beni sana...
Ben sana hiç kıyamadım. Güzel gözlerin incinmesin diye doya doya bile bakamadım. Ama kapkara topraklara bıraktım seni. Ama babam, Rabbime emanet ettim seni. O ki, emanetçilerin en emîni, merhametlilerin en merhametlisi... Artık sol yanım yok sanki. Cayır cayır sol yanım var ya babam, o ateş sana değmesin beni yaktığı gibi.
yaşıyorsa dostlar hiç üzmeyin BABANIZI
Oturup uzun uzun sohbet ederdik. Havadan, sudan, işten... Sonra nasihatler verirdin bana. Kocama çok iyi davranmamı söylerdin. Kocamın ailesine saygıda, hizmette kusur etmememi tembihlerdin.
"-Ben Kur'ân'ı pek iyi bilemiyorum, ama sizin en iyisini öğrenmenize vesîle oldum. Her gece hiç olmazsa bir sayfa okuyun...” derdin. Ve uzayıp giderdi sohbet tatlı tatlı...
Bütün bunları hep yüz yüze geldiğimizde, gözlerin gözlerimdeyken anlatırdın. O gün hiç âdetin olmadığı hâlde aradın bir ikindi öncesi ve telefonda tekrarladın bunları... Neler oluyor demeye kalmadan:
"-Tamam mı babacığım?” dedin, o tatlı sesinle ve kapattın telefonu...
Ve en büyük nasihati, o ikindi öncesi değil de, aynı ikindinin sonrası verdin bana... Sımsıcak sesinle değil de buz gibi bedeninle... Anlatarak değil de mıhlanmış dudaklarınla... Deniz mavisi gözlerinle bakarak değil de, onları bir sonsuza kapatarak...
Anlattın bana ölümün ansızın gelişini... Bir gece öncesi, ellerimle verdiğim çayı yudumlarken, anlattığım fıkraya gülücükler atarken, bir yaşındaki torununun seni ilk defa öptüğüne sevinip, bıyıklarından irkilince yaptığı hareketi bana târif ederken, konuşurken, gülerken, yani biz yaşarken, Azrâil ise yarının ikindi sonrasına hazırlık yapmaktaymış meğer... "Sonra tövbe ederim”, "Yataklara yatınca herkesten helâllik isterim”, "Daha çok gencim...” gibi sözlerin birer aldatmacadan ibaret olduğunu anlattın bana.
Ve sonra dedin ki:
"-Bir anlığız evlâdım. Ölüm bizi nerede, ne zaman, ne şekilde yakalayacak hiç belli değil!.. Her an, her saniye hazırlıklı olmalıyız «Azrâil'e Merhaba!..»ya. Bu dünya bomboş, bir oyalanma yeri. Asıl yer, asıl vatan benim geldiğim yer!.. Senin de, dünyadakilerin de geleceği yer burası!.. Burası gerçek, yalan olan, rüyada olan sizlersiniz.”
Ve bir ikindi sonrası, çarşının en ücra köşesinde, yaşarken olduğu gibi, kimselere anlatmadan kendini, hâlini; bir su olup aktın. Ben en iyi dostumu kaybettim, bana asla ihanet etmemiş olan!.. Ben en iyi sırdaşımı kaybettim; onunla geçen zamanın tadına doyulmayan... Ben babamı kaybettim; dağ gibi arkamda, can gibi canımda, adam gibi adam, baba gibi baba olan...
Kazancım olmadı mı? Oldu tabiî. Bu gidiş, neler öğretti, baba, bana... Hep başkasında, komşuda, televizyonda, radyoda olan ölüm, artık nefesimle aynı anda içimde, yanı başımda... Derdin ya:
"-O, onu demiş, bu bunu yapmış... Boş ver kızım, sıkma canını, aldırma!.. Artık hiçbiri değil umurumda...”
Asıl mesele neymiş anladım baba!.. İş, îmanı kurtarmada... Ne yapabilirsen insan için, Hak için, onda var fayda!...
Ama yokluğun öyle zor ki baba... Nasıl alışılır bilmiyorum buna. Seni düşündükçe aklımı kaybedecek gibi oluyorum. Kolum-kanadım kırıldı sanki... Hiç bir şeyin tadı yok. Sen böyle olsun istemezdin, biliyorum baba... Azıcık bir şeye sıkılsam; yüzümün şekli, sesimin tonu değişse kahrolurdun. Mesele neyse çözmeye çalışırdın. Bunun için, seni üzmemek için güçlü olacağım baba... Hayatın, yokluğunun, özleminin üstesinden geleceğim Allah'ın izniyle. İnancım siperim olacak. Ama o yangın sönmez baba!.. Yine bilirsin ki, bazen de "olmak” için "yanmak” gerek!... O yangın kavuşturacak beni sana...
Ben sana hiç kıyamadım. Güzel gözlerin incinmesin diye doya doya bile bakamadım. Ama kapkara topraklara bıraktım seni. Ama babam, Rabbime emanet ettim seni. O ki, emanetçilerin en emîni, merhametlilerin en merhametlisi... Artık sol yanım yok sanki. Cayır cayır sol yanım var ya babam, o ateş sana değmesin beni yaktığı gibi.
yaşıyorsa dostlar hiç üzmeyin BABANIZI