Hasret ruzgari
Aktif Üyemiz
Beşinci Mukaddime
Mecaz, ilmin elinden cehlin eline düşse hakikate inkılab eder, hurafata kapı açar. Şöyle ki: mecazat ve teşbihat, ne vakit cehlin yesar-ı muzlimanesi, ilmin yemin-i nuranîsinden kaçırıp gasbetse veyahut mecaz ile teşbih bir uzun ömür sürseler, hakikate inkılab ederek taravet ve zülâlinden boş olup, şarab iken serab ve nazenin ve hasna iken acuze-i şemtâ ve kocakarı olur. Evet mecaz şeffafiyetiyle şule-i hakikat ondan telemmu eder. Fakat hakikate inkılabıyla kesif olup, hakikat-ı asliyeyi münkesif eder. Lâkin bu tahavvül bir kanun-u fıtrîdir.
Buna şahid istersen lügatın teceddüd ve tagayyüratının ve iştirak ve teradüfün sırlarına müracaat et. İyi kulak versen işiteceksin ki: selefin zevklerine giden çok kelimatı veya hikâyatı veya hayalâtı veya maani, ihtiyar ve ziynetsiz olduklarından halefin heves-i şebabanelerine tevafuk etmediklerinden meyl-i teceddüde ve fikr-i icada ve cüret-i tağyire sebeb olmuşlardır. Bu kaide lügatta olduğu gibi, hayalât ve maani ve hikâyatta dahi cereyan eder. Öyle ise her şeye zâhire göre hükmetmemek gerektir. muhakkikîn şe'ni; gavvas olmak, zamanın tesiratından tecerrüd etmek, mazinin a'makına girmek, mantığın terazisiyle tartmak, her şeyin menbaını bulmaktır. Bu hakikate beni muttali eden, bir vakit sabavetimde ay tutuldu. Validemden sual ettim. Dedi ki: "Yılan Ay'ı yutmuş." Dedim: "Neden daha görünüyor?" Dedi ki: "Âsumanın yılanı nim-şeffaftır."
İşte bak: Nasıl teşbih hakikat olup hayluletiyle hakikat-ı hâli münhasif etmiştir. Zira mail-i kamer, mıntakatü’l-büruc ile re's ve zenebde tekatu' ettiklerinden o iki daire-i mevhumeden iki kavisi, yılanın müradifi olan tinnîn ile ehl-i heyet bir teşbihe binaen tesmiye eylediler. Zaten ay, re's veya zenebe ve güneş dahi ötekisine gelirse; arzın hayluletiyle inhisaf vuku bulur...
Ey benim şu müşevveş sözlerimden usanmayan zat! Bu mukaddimeye dahi dikkat et. Bir hurdebîn ile bak. Zira bu asıl üzerine pek çok hurafat ve hilâfat tevellüd ederler. Mantığı ve belâgatı rehber etmek gerektir.
Mecaz, ilmin elinden cehlin eline düşse hakikate inkılab eder, hurafata kapı açar. Şöyle ki: mecazat ve teşbihat, ne vakit cehlin yesar-ı muzlimanesi, ilmin yemin-i nuranîsinden kaçırıp gasbetse veyahut mecaz ile teşbih bir uzun ömür sürseler, hakikate inkılab ederek taravet ve zülâlinden boş olup, şarab iken serab ve nazenin ve hasna iken acuze-i şemtâ ve kocakarı olur. Evet mecaz şeffafiyetiyle şule-i hakikat ondan telemmu eder. Fakat hakikate inkılabıyla kesif olup, hakikat-ı asliyeyi münkesif eder. Lâkin bu tahavvül bir kanun-u fıtrîdir.
Buna şahid istersen lügatın teceddüd ve tagayyüratının ve iştirak ve teradüfün sırlarına müracaat et. İyi kulak versen işiteceksin ki: selefin zevklerine giden çok kelimatı veya hikâyatı veya hayalâtı veya maani, ihtiyar ve ziynetsiz olduklarından halefin heves-i şebabanelerine tevafuk etmediklerinden meyl-i teceddüde ve fikr-i icada ve cüret-i tağyire sebeb olmuşlardır. Bu kaide lügatta olduğu gibi, hayalât ve maani ve hikâyatta dahi cereyan eder. Öyle ise her şeye zâhire göre hükmetmemek gerektir. muhakkikîn şe'ni; gavvas olmak, zamanın tesiratından tecerrüd etmek, mazinin a'makına girmek, mantığın terazisiyle tartmak, her şeyin menbaını bulmaktır. Bu hakikate beni muttali eden, bir vakit sabavetimde ay tutuldu. Validemden sual ettim. Dedi ki: "Yılan Ay'ı yutmuş." Dedim: "Neden daha görünüyor?" Dedi ki: "Âsumanın yılanı nim-şeffaftır."
İşte bak: Nasıl teşbih hakikat olup hayluletiyle hakikat-ı hâli münhasif etmiştir. Zira mail-i kamer, mıntakatü’l-büruc ile re's ve zenebde tekatu' ettiklerinden o iki daire-i mevhumeden iki kavisi, yılanın müradifi olan tinnîn ile ehl-i heyet bir teşbihe binaen tesmiye eylediler. Zaten ay, re's veya zenebe ve güneş dahi ötekisine gelirse; arzın hayluletiyle inhisaf vuku bulur...
Ey benim şu müşevveş sözlerimden usanmayan zat! Bu mukaddimeye dahi dikkat et. Bir hurdebîn ile bak. Zira bu asıl üzerine pek çok hurafat ve hilâfat tevellüd ederler. Mantığı ve belâgatı rehber etmek gerektir.
Moderatör tarafında düzenlendi: