Okyay
ÖZEL ÜYE
Benim Çocukluğumda
İçinde kitaplarım- defter, kalemim saklı,
Tahtadan çantam vardı- üstü teneke kaplı.
Rahmetli Öğretmenim- takılmış, söz vermişti,
“Sınıfı geçerisen- Çanta benden ”demişti.
Sınıfı geçmiştim ya- sanırım unutmuştu,
Belki de mübareğin- o an gönlü coşmuştu.
Kabiri pür/nur olsun- cennetle müjdelensin,
Burda secde edendi- orda da yakin olsun.
Benim çocukluğumda- bundan- yetmiş yıl önce,
Yaşamın parçasıydı- sanki oyun eğlence.
Çocukluk ne tatlıydı- öyle doyulmazdı ki;
Ömrümün en saf hali- onda saklıdır belki.
Gâyet basit şeylerden- oyun icat ederdik,
Yarışır- güreşirdik, “oyun da/ oyun” derdik.
‘bici bici- kosdili’-düğme oyunu vardı,
Yerde iyi sürüten- düğmeyi kazanırdı.
‘Meşe’ oynardık bir de- boncuklar sıralardık,
Meşeyle nişan alır- boncukları vururduk.
Mavi- mavi boncuklar- renga/ renk meşeleri,
Çocuklar yarıştıkça- artardı neşeleri.
Ya ‘gazoz kapakları’- o ayrı bir hünerdi,
Kenarından vurunca- ters kapanır, dönerdi.
Tabi kapatamayan- oyun dışı kalırdı,
Kapatmayı başaran- kapakları alırdı.
‘Birdir/bir- Çelik/çomak- saklambaç’ baş oyundu,
Bunda hem spor vardı- hem zekaya payandı.
Çaputtan yaptığımız- toplar ki; bi alemdi,
‘Top sahası’ çimenlik- iki taraf ‘kaleydi’
Birazcık ıslanınca- mermi gibi olurdu,
Kime isabet etse- mutlak iz bırakırdı.
Şimdi şu bakkalarda- satılan toplar nerdeee..
Lâkin, o topla oyun- bizi mutlu ederdi.
Her renkten uçurtmalar- göğü süslediğinde,
Bahar gelmiştir derdi- insanlar gördüğünde.
Herkes kendi yapardı- zaten uçurtmasını,
Elbet ben de yapardım- uçurganın hasını.
Şöyle ince yarılmış- üç parça kargı yeter,
Çoğu, uçurgan için- ona iskelet der.
Çaprazlama sıkıca- iple bağlar, gererdik,
Hazır renkli kağıdın- üzerine sererdik.
Kenarlardan güzelce- hamurla yapışınca,
Terazili şekilde- ipler de bağlanınca,
Bir yumak ipi uzat- çıksın göğe uçurtman,
Öyle bir heyecan ki; Hızla geçerdi zaman.
Bir de fırça yapardık- şöyle sağlam ağaçtan,
Yerde çevirirdik ki; hayran olurdu bakan.
Ucu ipli çomakla- vurdukça pek dönerdi,
O vınlayıp döndükçe- sevinç seli sinerdi.
Başka bir oyun türü- çember çevirmek idi,
Çemberin arkasından- koşturmak bir zevk idi .
‘Karagöz’ oynatmaya- gelirdi bazen biri,
Köyün bir kahvesinde- her akşam gösterirdi.
‘Hacıvat’la/ Karagöz- merakla izlenirdi,
Onların nükteleri- aynen ezberlenirdi.
Eğlendirirdi ama- hem de eğiticiydi,
Hak, Adâlet, Sevgiye- öğüt verir gibiydi.
Sonralar kahvesine- Radyo getiren oldu,
Radyo olan kahveler- müsteri ile doldu.
Gramafon yerine- radyo şarkı söylerdi,
Olan biten şeylerden- haberler de verirdi.
Elektrik yoktu ama- lüküs yakarlar idi,
Her taraf karanlıkken- tek kahveler parlardı.
Daha sonra sinama- gelir oldu arada,
Kimi kez kahvelerde- bazen açık alanda.
Büyük küçük her yaştan- gelirdi sinamaya,
Kimisi gülmek için- kimi de ağlamaya.
Aile dramları- işlenirdi ekseri,
Güçlü artistler vardı- etkilerdi herkesi.
Benim çocukluğumda- Camilere koşardık,
Ezan okumak için- âdeta kapışırdık.
Herkes ben okuyayım- diyerek imrenirdi,
Kimisi minareye- çok önceden gelirdi.
Velâkin benim sesim- makamım da güzeldi,
Arap şivesi ezan- sanki bana özeldi.
Müezzinlik yapmada- beni hep överlerdi,
Ekseri beni dürter- hep öne koyarlardı.
Böylesi itibardan- oldukça hoşlanırdım,
Hattâ bâzen kendimi- bayâ bişey sanırdım.
Derken bi gün baktım ki; Köye bir Vaiz gelmiş,
Arabiyete vakıf- bilgiyle teçhiz olmuş.
Yakın mesafe durduk- çevresinde toplandık,
İlminden/ bilgisinden- oldukça yararlandık.
Merhum, Zeynel Abidin- Hoca Efendi idi,
Köyümüzün halkına- dini bilgi nakşetti.
Pek çok dini bilgiyi- Va’zından tâlim ettik,
Rabbimiz razı olsun- ilminden hisse kaptık.
Nur olsun yattığı yer- Rabbim Cennet bahşetsin,
İnşa ötede de- şefaatını lütfetsin.
Hemen- hemen her akşam- Tebareke- Yâsin’den,
Rabbime takdim eder- dilerim duâsından.
Gene çocukluğuma- döneyim bâri geri,
Bak ki, büyüklerimiz- öğütlemiş neleri.
Rahmetli Nenem derdi- “oğlum şâyet gidersen,
Kahvehâneye bir gün- büyüklerle otur sen,
Yaşlı insanlar dâim- özlü sözler söylerler,
Aç kulağını dinle- mutlak hisse alıver”
Çoğu kez akşamları- bir evde toplanırdık,
Bilmece- hikâyeler, masallar anlatırdık.
Tabî ki bunları hep- büyükler anlatırdı,
Küçüklerse dikkatle- kulak verir dinlerdi.
İçimizde hangimiz- okuması düzgünse,
Alır kitap okurdu- artık hazır ne varsa.
Zaloğlu Rüstem olur- veyahut Leyla/ Mecnun,
Hurşit ile Mahmuri- Köroğlu destanının.
Mısraları dökülür- dilinden dura- dura.
Dini konulardan da- okunur du arada.
Kahramanlık ve sevgi- bir nakış edasıyla,
Okunsun istenirdi- ısrarla, fazlasıyla.
Battal Gazi bittimi- sıra aşıklar faslı,
Ya şahmaran olurdu- ya Kerem ile Aslı.
Okuyan hürmet görür- bu da ona gururdu,
Işıyan gaz lambası- yakınında dururdu.
Kimi kez yağ kandili- aydınlatırdı evi,
Kandil yakmak rahatsız- etmezdi hiç kimseyi.
Hem kitap okunurken- kimseden ses çıkmazdı,
Ancak bâzen gülünür- bazen da ağlanırdı.
Arada kahve gelir- küçükler çay içerdi,
Kuru üzüm, leblebi- en güzel çerezlerdi.
Okumak bittiğinde- yorumlar yapılırdı,
Konu kahramanları- paylarını alırdı.
Yââ işte böyle idi- çocukluk hikâyemiz,
Yılların öncesinden- bal almaktı gâyemiz.
Şevket OKYAY
İçinde kitaplarım- defter, kalemim saklı,
Tahtadan çantam vardı- üstü teneke kaplı.
Rahmetli Öğretmenim- takılmış, söz vermişti,
“Sınıfı geçerisen- Çanta benden ”demişti.
Sınıfı geçmiştim ya- sanırım unutmuştu,
Belki de mübareğin- o an gönlü coşmuştu.
Kabiri pür/nur olsun- cennetle müjdelensin,
Burda secde edendi- orda da yakin olsun.
Benim çocukluğumda- bundan- yetmiş yıl önce,
Yaşamın parçasıydı- sanki oyun eğlence.
Çocukluk ne tatlıydı- öyle doyulmazdı ki;
Ömrümün en saf hali- onda saklıdır belki.
Gâyet basit şeylerden- oyun icat ederdik,
Yarışır- güreşirdik, “oyun da/ oyun” derdik.
‘bici bici- kosdili’-düğme oyunu vardı,
Yerde iyi sürüten- düğmeyi kazanırdı.
‘Meşe’ oynardık bir de- boncuklar sıralardık,
Meşeyle nişan alır- boncukları vururduk.
Mavi- mavi boncuklar- renga/ renk meşeleri,
Çocuklar yarıştıkça- artardı neşeleri.
Ya ‘gazoz kapakları’- o ayrı bir hünerdi,
Kenarından vurunca- ters kapanır, dönerdi.
Tabi kapatamayan- oyun dışı kalırdı,
Kapatmayı başaran- kapakları alırdı.
‘Birdir/bir- Çelik/çomak- saklambaç’ baş oyundu,
Bunda hem spor vardı- hem zekaya payandı.
Çaputtan yaptığımız- toplar ki; bi alemdi,
‘Top sahası’ çimenlik- iki taraf ‘kaleydi’
Birazcık ıslanınca- mermi gibi olurdu,
Kime isabet etse- mutlak iz bırakırdı.
Şimdi şu bakkalarda- satılan toplar nerdeee..
Lâkin, o topla oyun- bizi mutlu ederdi.
Her renkten uçurtmalar- göğü süslediğinde,
Bahar gelmiştir derdi- insanlar gördüğünde.
Herkes kendi yapardı- zaten uçurtmasını,
Elbet ben de yapardım- uçurganın hasını.
Şöyle ince yarılmış- üç parça kargı yeter,
Çoğu, uçurgan için- ona iskelet der.
Çaprazlama sıkıca- iple bağlar, gererdik,
Hazır renkli kağıdın- üzerine sererdik.
Kenarlardan güzelce- hamurla yapışınca,
Terazili şekilde- ipler de bağlanınca,
Bir yumak ipi uzat- çıksın göğe uçurtman,
Öyle bir heyecan ki; Hızla geçerdi zaman.
Bir de fırça yapardık- şöyle sağlam ağaçtan,
Yerde çevirirdik ki; hayran olurdu bakan.
Ucu ipli çomakla- vurdukça pek dönerdi,
O vınlayıp döndükçe- sevinç seli sinerdi.
Başka bir oyun türü- çember çevirmek idi,
Çemberin arkasından- koşturmak bir zevk idi .
‘Karagöz’ oynatmaya- gelirdi bazen biri,
Köyün bir kahvesinde- her akşam gösterirdi.
‘Hacıvat’la/ Karagöz- merakla izlenirdi,
Onların nükteleri- aynen ezberlenirdi.
Eğlendirirdi ama- hem de eğiticiydi,
Hak, Adâlet, Sevgiye- öğüt verir gibiydi.
Sonralar kahvesine- Radyo getiren oldu,
Radyo olan kahveler- müsteri ile doldu.
Gramafon yerine- radyo şarkı söylerdi,
Olan biten şeylerden- haberler de verirdi.
Elektrik yoktu ama- lüküs yakarlar idi,
Her taraf karanlıkken- tek kahveler parlardı.
Daha sonra sinama- gelir oldu arada,
Kimi kez kahvelerde- bazen açık alanda.
Büyük küçük her yaştan- gelirdi sinamaya,
Kimisi gülmek için- kimi de ağlamaya.
Aile dramları- işlenirdi ekseri,
Güçlü artistler vardı- etkilerdi herkesi.
Benim çocukluğumda- Camilere koşardık,
Ezan okumak için- âdeta kapışırdık.
Herkes ben okuyayım- diyerek imrenirdi,
Kimisi minareye- çok önceden gelirdi.
Velâkin benim sesim- makamım da güzeldi,
Arap şivesi ezan- sanki bana özeldi.
Müezzinlik yapmada- beni hep överlerdi,
Ekseri beni dürter- hep öne koyarlardı.
Böylesi itibardan- oldukça hoşlanırdım,
Hattâ bâzen kendimi- bayâ bişey sanırdım.
Derken bi gün baktım ki; Köye bir Vaiz gelmiş,
Arabiyete vakıf- bilgiyle teçhiz olmuş.
Yakın mesafe durduk- çevresinde toplandık,
İlminden/ bilgisinden- oldukça yararlandık.
Merhum, Zeynel Abidin- Hoca Efendi idi,
Köyümüzün halkına- dini bilgi nakşetti.
Pek çok dini bilgiyi- Va’zından tâlim ettik,
Rabbimiz razı olsun- ilminden hisse kaptık.
Nur olsun yattığı yer- Rabbim Cennet bahşetsin,
İnşa ötede de- şefaatını lütfetsin.
Hemen- hemen her akşam- Tebareke- Yâsin’den,
Rabbime takdim eder- dilerim duâsından.
Gene çocukluğuma- döneyim bâri geri,
Bak ki, büyüklerimiz- öğütlemiş neleri.
Rahmetli Nenem derdi- “oğlum şâyet gidersen,
Kahvehâneye bir gün- büyüklerle otur sen,
Yaşlı insanlar dâim- özlü sözler söylerler,
Aç kulağını dinle- mutlak hisse alıver”
Çoğu kez akşamları- bir evde toplanırdık,
Bilmece- hikâyeler, masallar anlatırdık.
Tabî ki bunları hep- büyükler anlatırdı,
Küçüklerse dikkatle- kulak verir dinlerdi.
İçimizde hangimiz- okuması düzgünse,
Alır kitap okurdu- artık hazır ne varsa.
Zaloğlu Rüstem olur- veyahut Leyla/ Mecnun,
Hurşit ile Mahmuri- Köroğlu destanının.
Mısraları dökülür- dilinden dura- dura.
Dini konulardan da- okunur du arada.
Kahramanlık ve sevgi- bir nakış edasıyla,
Okunsun istenirdi- ısrarla, fazlasıyla.
Battal Gazi bittimi- sıra aşıklar faslı,
Ya şahmaran olurdu- ya Kerem ile Aslı.
Okuyan hürmet görür- bu da ona gururdu,
Işıyan gaz lambası- yakınında dururdu.
Kimi kez yağ kandili- aydınlatırdı evi,
Kandil yakmak rahatsız- etmezdi hiç kimseyi.
Hem kitap okunurken- kimseden ses çıkmazdı,
Ancak bâzen gülünür- bazen da ağlanırdı.
Arada kahve gelir- küçükler çay içerdi,
Kuru üzüm, leblebi- en güzel çerezlerdi.
Okumak bittiğinde- yorumlar yapılırdı,
Konu kahramanları- paylarını alırdı.
Yââ işte böyle idi- çocukluk hikâyemiz,
Yılların öncesinden- bal almaktı gâyemiz.
Şevket OKYAY
Moderatör tarafında düzenlendi: