Kimi insanlar, aczini idrak edeceği yerde, kendini güçlü görür ve “Bana verilenler bilgimden ve irfanımdan ötürü verildi.” (Kasas, 28/78) derler.
Böyleleri adeta, “Bunları ben kendim planladım, kendim düşündüm, sistemi kendim kurdum ve bu insanları etrafıma ben topladım…” iddialarının katmerli bir şeklini sergilerler. Elli defa evirip çevirerek, ilim ve idraklerini daha bir cazip göstermeye çalışırlar. Haddizatında ‘bana kendi ilmimden dolayı verildi’ demek suretiyle Firavun ve Nemrud’ların soluklarıyla soluklanırlar. Bu insanlar, acz u fakrı ciddî birer sâik bilerek şevke yürüyüp şükre sıçramaları gerekirken daha işin başlangıcında o sâik ve faktörleri görmezlikten gelme körlüğü yaşarlar. Bu öylesine bir körlüktür ki, böyleleri her mazhariyeti kendi imkânları, güçleri ve kuvvetleriyle çözdüklerini sanırlar. İşin başlangıcında bir kere körlük gayyasına yuvarlandıklarından artık bir daha da şevke yürüyemezler.
Allah böylelerine nimet verdiğinde onlar nefsâniyetleri adına sevinir ve küstahlaşırlar. Buna mukabil, her bir olay ve hadisede Allah’ın icraatını gören insanlar ise verilenlerin çehresinde O’nun inayetini okur ve şevk ü şükürle coşarlar. Bu coşma, onların içindeki inşirahtan öte bir zirveye ulaşır. Hatta bunlar içinde daha şuurlu olanlar, bu inşirah içinde uhrevi zevkler yudumlarlar. Onlar bu enginlikleriyle her an ayrı bir ubudiyet buuduna geçer ve bununla ayrı bir zevk zemzemesine ererler. Buna mukabil, çıkış noktası yanlış olanlar, şevke ulaşmak şöyle dursun, kâbuslar yaşar, hatta –hafizanallah- bazen ye’se düşer, bazen de şımarıklığa girip firavunlaşırlar. Aksine, acz ü fakrı kuvvet ve gına kabul edenler “acizim”, “fakirim” dedikleri aynı anda sultanlara taç giydirirler. Buna mukabil her şeyi kendinden bilenler ise tabii olarak her şeyin sahibi olan Allah’a şükretmez, sultan olsalar dahi zilletle hep iki büklüm yaşarlar.
Bu itibarladır ki, günümüzde iman ve Kur’an’a hizmet edenler kendilerini, şükrün bütün çeşitlerini içine alan ibadete salmalı, hayat dantelâlarını hamd ü şükür atkılarıyla zenginleştirmeli ve zaman, mekânın sahibine karşı hep arz-ı ubudiyette bulunmaktadırlar. Aksine böyle yapmadıkları takdirde nimetlerin artması ölçüsünde –hafizanallah- nankörlüğe girer ve iç içe hüsranlar yaşarlar.
Böyleleri adeta, “Bunları ben kendim planladım, kendim düşündüm, sistemi kendim kurdum ve bu insanları etrafıma ben topladım…” iddialarının katmerli bir şeklini sergilerler. Elli defa evirip çevirerek, ilim ve idraklerini daha bir cazip göstermeye çalışırlar. Haddizatında ‘bana kendi ilmimden dolayı verildi’ demek suretiyle Firavun ve Nemrud’ların soluklarıyla soluklanırlar. Bu insanlar, acz u fakrı ciddî birer sâik bilerek şevke yürüyüp şükre sıçramaları gerekirken daha işin başlangıcında o sâik ve faktörleri görmezlikten gelme körlüğü yaşarlar. Bu öylesine bir körlüktür ki, böyleleri her mazhariyeti kendi imkânları, güçleri ve kuvvetleriyle çözdüklerini sanırlar. İşin başlangıcında bir kere körlük gayyasına yuvarlandıklarından artık bir daha da şevke yürüyemezler.
Allah böylelerine nimet verdiğinde onlar nefsâniyetleri adına sevinir ve küstahlaşırlar. Buna mukabil, her bir olay ve hadisede Allah’ın icraatını gören insanlar ise verilenlerin çehresinde O’nun inayetini okur ve şevk ü şükürle coşarlar. Bu coşma, onların içindeki inşirahtan öte bir zirveye ulaşır. Hatta bunlar içinde daha şuurlu olanlar, bu inşirah içinde uhrevi zevkler yudumlarlar. Onlar bu enginlikleriyle her an ayrı bir ubudiyet buuduna geçer ve bununla ayrı bir zevk zemzemesine ererler. Buna mukabil, çıkış noktası yanlış olanlar, şevke ulaşmak şöyle dursun, kâbuslar yaşar, hatta –hafizanallah- bazen ye’se düşer, bazen de şımarıklığa girip firavunlaşırlar. Aksine, acz ü fakrı kuvvet ve gına kabul edenler “acizim”, “fakirim” dedikleri aynı anda sultanlara taç giydirirler. Buna mukabil her şeyi kendinden bilenler ise tabii olarak her şeyin sahibi olan Allah’a şükretmez, sultan olsalar dahi zilletle hep iki büklüm yaşarlar.
Bu itibarladır ki, günümüzde iman ve Kur’an’a hizmet edenler kendilerini, şükrün bütün çeşitlerini içine alan ibadete salmalı, hayat dantelâlarını hamd ü şükür atkılarıyla zenginleştirmeli ve zaman, mekânın sahibine karşı hep arz-ı ubudiyette bulunmaktadırlar. Aksine böyle yapmadıkları takdirde nimetlerin artması ölçüsünde –hafizanallah- nankörlüğe girer ve iç içe hüsranlar yaşarlar.
Moderatör tarafında düzenlendi: