ceylannur
Yeni Üyemiz
Başörtüsü Şehidelerimizi Unutmuyoruz
Böbrek yetmezliğinden de mustaripti ve günlerden bir gün, diyaliz makinesine bağlanması gerekti; fakat İstanbul Üniversitesi Emekli Sandığı'nın verdiği sağlık karnesindeki başörtülü fotoğrafı kabul etmedi. Çünkü İstanbul Ünv. Personel Dairesi Başkanlığı 10.05 2002 tarihinde, sağlık karnesi alacak üniversite personeli 'yakınlarına' başı açık fotoğraf verme zorunluluğu getirmişti.
Medine Bircan'dan da sağlık kurulu raporu ve diğer işlemlerin tamamlanabilmesi için başı açık fotoğraf istendi. Fakat Medine Bircan'ın saçı yoktu. Malum kanser tedavisi, yaşı genç olan insanlarda bile saç dökülmesine neden oluyordu. Üstelik 71 yaşındaki bu ağır hasta kadın, ayağa kalkıp yürüyecek ve fotoğrafçıya gidecek halde de değildi. Bircan'ın oğlu, kabul edilmeyen fotoğraf ile birlikte fotoğrafçıya giderek annesinin resmine photoshopla saç ekletti. Medine Bircan, 71 yaş çizgilerine gürül gürül eşlik eden kes-yapıştır saç telleri sayesinde sağlık karnesi almaya hak kazandı. Ancak yeni sağlık karnesinin çıktığı gün yaşamını yitirdi.
Ölümün gazetelere yansıması nedeniyle üniversite, personel yakınlarına uyguladığı söz konusu yasağı kaldırdı. Ancak bu durum başörtüsü yasaklarının en keyfi, en dramatik, en absürt ve en ürkütücü boyutunun Medine Bircan hikayesinde tecessüm ettiği gerçeğini değiştirmiyor.
Sorumlular hakkında suç duyurusu
İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde sağlık karnesindeki fotoğrafı başörtülü olduğu için tedavi edilmeyen 71 yaşındaki Medine Bircan'ın hayatını kaybetmesi üzerine yakınları, İstanbul Üniversitesi Rektörü Kemal Alemdaroğlu ve yadımcısı Prof. Dr. Nur Serter hakkında suç duyurusunda bulunmuşlardı.
İstanbul Adliyesi'ne saat 10.30'da gelen Bircan'ın yakınları ve avukatları, başörtüsü taktıkları gerekçesiyle adliyeye alınmak istenmedi. Bir süre adliye girişinde bekletilen başörtülüler daha sonra Avukat Gülden Sönmez aracılığıyla İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'na, Sağlık Bakanı Osman Durmuş, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Yaşar Okuyan, İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Kemal Alemdaroğlu ve yardımcısı Prof. Dr. Nur Serter hakkında suç duyurusunda bulunmuşlardı.
Adliye önünde basın açıklaması yapan Avukat Gülden Sönmez, “İstanbul Tıp Fakültesi Hastanesi'ne böbrek yetmezliği ve kanser tedavisi için başvuruda bulunan Medine Bircan'dan açık resim istenmiş ve tedavisi engellenmiştir.” ifadelerini kullanmıştı.
Genelgenin ilk kurbanı
Hastaların tedavi için sağlık karnelerinde ve sağlık raporlarında başı açık fotoğraf istenmesiyle ilgili İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü'nün yayınladığı genelgenin ilk kurbanı 71 yaşındaki Medine Bircan'dı. Oğul Mustafa Bircan o dönemde şu açıklamayı yapmıştı; “Hastane hastane gezerken 71 yaşındaki annemi kaybettim. Bu tür saçma uygulamalar yüzünden dilerim başkalarının da canı yanmaz.” Mustafa Bircan, rahim ve mesane kanseri tedavisi gören ve aynı zamanda böbrek yetmezliğinden diyaliz makinesine bağlanması gereken annesi Medine Bircan'la birlikte ölümünden bir hafta önce Çanakkale'den İstanbul'a gelmişti. İstanbul Tıp Fakültesi Nefroloji Bölümü'ne kaldırılan Bircan, sağlık raporunda başı açık fotoğraf olmadığı gerekçesiyle geri çevrildi.
Hastanede görevli 3 profesör tarafından Bircan'a “Sağlık Bakanlığı'ndan bir genelge geldi. Raporu verebilmemiz için annenin saçlarının açık olması şart.” açıklaması yapıldı. Annesinin kansere karşı gördüğü kemoterapi tedavisi sonucunda saçlarının döküldüğünü ve bu şekilde fotoğraf çektirmek istemediğini anlatan Mustafa Bircan'a profesörler bu kez “Annen saçını açmıyorsa git perukla fotoğraf çektir.” demişti. Mustafa Bircan, annesine peruklu fotoğraf çektirmeleri gerektiğini söyledi. Anne Medine Bircan, peruk takmak istemediğini belirterek “Bu şekilde asla fotoğraf çektiremem. Ölsem daha iyi. Beni bırak, ben ölmek istiyorum.” cevabını verdi.
İnsanların yaşama hakkı ortadan kaldırıldı
Mustafa Bircan, annesi Medine Bircan'a haber vermeden bir fotoğrafını bilgisayarda taratarak baş kısmına fotomontajla saç ekletti. Ancak yeni fotoğrafı bekleyemeden anne Medine Bircan hayata veda etti. Annesini kaybeden Mustafa Bircan, ölüm kalım mücadelesi verirken bu işlerle uğraşmak zorunda kaldıklarını söylemiş, başı açık fotoğraf istenmesi yüzünden sağlık raporunu alamadığı için ilaçlara 600 milyon para harcadığını belirtmişti. Bircan başörtülü hastanın tedavisinin reddini öngören genelge ile insanların yaşama hakkının ortadan kaldırıldığını ifade etmişti.
Cevahir Çağlar
Türkiye, Şehide Cevahir Çağları, babası tarafından pompalı tüfekle katledilmesiyle tanıdı. Sonra, Cevahiri de, önce baştacı edilip sonra unutulan kahramanlar arasına dahil etti. Oysa, Cevahir Çağlar gerek yaşamıyla gerekse de ölümüyle, yeni nesle anlatılmalı ve katledilişinin failleri de azmettiricileri barbar laikler de topluma bir an dahi unutturulmamalıydı. Çünkü Cevahir, basit bir kavganın yahut aile içi şiddetin bir kurbanı değil. O, Şeyh Saiti, İskilipli Atıfı ve daha nicelerini katleden zihniyetin son kurbanı. Bu yönüyle kızını katlettikten sonra, elinde pompalı tüfekle kızını öldürmesini tarikatçı oluşuna bağlaması, Tekke ve Zaviyeler kanununa iman etmiş bir babanın neler yapabileceğini gözler önüne sermekle kalmadı sadece, aynı zamanda başörtüsü düşmanı resmi ideolojinin ürettiği insan modelinin ne kadar canileşebileceğini de tüm dünyaya gösterdi. Cevahir Çağlar, 1977 yılında, Türkiyenin kargaşa içerisinde olduğu günlerde dünyaya gelmişti. 1994 yılında İslami hassasiyetleri kazanan Cevahir Çağlar, aynı zamanda başarılı bir öğrencilik geçmişine sahipti. Öğrencilik hayatında da, ileride katili olacak babasından kaynaklanan sorunlarla karşılaşmıştı. Şehide Cevahirin Ağabeyinin, Cevahir Çağların şehid edilmesinden sonra medyaya verdiği demeçlerde, kızkardeşinin aldığı başbakanlık bursunun kesilmesi için babasının başbakanlığa mektup yazdığını, kızının bir de başörtülü fotoğrafını mektuba ekleyerek bunu ispat etmeye gayret ettiğini belirtmesi bu örneklerden sadece birisiydi. Bu örnek de taşıdığı anlam itibarı ile hep hatırlanacak. Çünkü bu örnek, başörtülüleri, ekonomik siyasi ve sosyal hayatın dışına itmeye çalışan despot rejimin tezahürlerinden. Cevahir Çağların şehadeti ile ilgili, kayıtlara geçen bilgilerde oldukça manidar. Ankara Tıp Fakültesinden 2002 yılında mezun olan Cevahir, şehid edildiği gün muayanehanesinde babasıyla tartışmış ve babası kendisine silah doğrultunca, muayenehaneden kaçmıştı. Ancak babası tarafından bir pazar yerinde kurşun yağmuruna tutuldu, kızını vuran Ali Rıza Çağlar, pazar yerindeki iki kişiyi de yaralamış sonra da silahını başına dayayarak intihar edeceğini tehditinde bulunmuştu. Olay ertesi gün yazılı ve görsel basın tarafından Cinnet geçiren baba dehşet saçtı., cinnet geçiren baba kızına kurşun yağdırdı. gibi cümlelerle duyurulurken, bir husus unutulmuş yahut hususen görmezden gelinmişti bu cinnet yeni bir cinnet değil coğrafyamızda 80 yıllık bir cinnet ve cinayet sisteminin yeniden sahneye çıkışıydı. Hulasa, babasının kurşunladığı Cevahir de, şehidler arasına katılarak, terki dünya eyledi. Ardından bize söz söylemek düşmezdi, ancak Cevahir Çağlar gibi, son dönemin sembol olması gereken şehidlerinden birisinin unutulmasını, bir kenara konulmasına sessiz kalamazdık. Çünkü O ve Onun gibi daha binlerce kurban, her nesle örnek bir şahsiyet olarak gösterilmeli, inançları gereği vefa göstermek zorunda olan Müslümanlarca, yad edilmeli, hatırlanmalıdır.
* Rableri onların duasına karşılık verdi . Elbet Ben, sizden ortaya iyi ve güzel davranış koyan kimselerin hiçbir amelini zayi etmeyeceğim erkek olsun, KADIN OLSUN ki zaten sizler birbirinizdensiniz onlar içerisinden imkanların tükendiği yerden üretileceği yere hicret edenler, yaşadıkları yerden zorla çıkarılanlar benim davam uğrunda eza ve cefaya katlananlar, savaşanlar ve öldürülenler Andolsun ki onların günahlarını örteceğim ve onları mutlaka tabanından ırmaklar çağıldayan cennetlere koyacağım Allah(Azze ve Celle) katından bir ödül olarak... Ve ödüllerin en güzeli elbet Allah(Azze ve Celle) katındadır. * [Ali İmran 195]
Böbrek yetmezliğinden de mustaripti ve günlerden bir gün, diyaliz makinesine bağlanması gerekti; fakat İstanbul Üniversitesi Emekli Sandığı'nın verdiği sağlık karnesindeki başörtülü fotoğrafı kabul etmedi. Çünkü İstanbul Ünv. Personel Dairesi Başkanlığı 10.05 2002 tarihinde, sağlık karnesi alacak üniversite personeli 'yakınlarına' başı açık fotoğraf verme zorunluluğu getirmişti.
Medine Bircan'dan da sağlık kurulu raporu ve diğer işlemlerin tamamlanabilmesi için başı açık fotoğraf istendi. Fakat Medine Bircan'ın saçı yoktu. Malum kanser tedavisi, yaşı genç olan insanlarda bile saç dökülmesine neden oluyordu. Üstelik 71 yaşındaki bu ağır hasta kadın, ayağa kalkıp yürüyecek ve fotoğrafçıya gidecek halde de değildi. Bircan'ın oğlu, kabul edilmeyen fotoğraf ile birlikte fotoğrafçıya giderek annesinin resmine photoshopla saç ekletti. Medine Bircan, 71 yaş çizgilerine gürül gürül eşlik eden kes-yapıştır saç telleri sayesinde sağlık karnesi almaya hak kazandı. Ancak yeni sağlık karnesinin çıktığı gün yaşamını yitirdi.
Ölümün gazetelere yansıması nedeniyle üniversite, personel yakınlarına uyguladığı söz konusu yasağı kaldırdı. Ancak bu durum başörtüsü yasaklarının en keyfi, en dramatik, en absürt ve en ürkütücü boyutunun Medine Bircan hikayesinde tecessüm ettiği gerçeğini değiştirmiyor.
Sorumlular hakkında suç duyurusu
İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde sağlık karnesindeki fotoğrafı başörtülü olduğu için tedavi edilmeyen 71 yaşındaki Medine Bircan'ın hayatını kaybetmesi üzerine yakınları, İstanbul Üniversitesi Rektörü Kemal Alemdaroğlu ve yadımcısı Prof. Dr. Nur Serter hakkında suç duyurusunda bulunmuşlardı.
İstanbul Adliyesi'ne saat 10.30'da gelen Bircan'ın yakınları ve avukatları, başörtüsü taktıkları gerekçesiyle adliyeye alınmak istenmedi. Bir süre adliye girişinde bekletilen başörtülüler daha sonra Avukat Gülden Sönmez aracılığıyla İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'na, Sağlık Bakanı Osman Durmuş, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Yaşar Okuyan, İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Kemal Alemdaroğlu ve yardımcısı Prof. Dr. Nur Serter hakkında suç duyurusunda bulunmuşlardı.
Adliye önünde basın açıklaması yapan Avukat Gülden Sönmez, “İstanbul Tıp Fakültesi Hastanesi'ne böbrek yetmezliği ve kanser tedavisi için başvuruda bulunan Medine Bircan'dan açık resim istenmiş ve tedavisi engellenmiştir.” ifadelerini kullanmıştı.
Genelgenin ilk kurbanı
Hastaların tedavi için sağlık karnelerinde ve sağlık raporlarında başı açık fotoğraf istenmesiyle ilgili İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü'nün yayınladığı genelgenin ilk kurbanı 71 yaşındaki Medine Bircan'dı. Oğul Mustafa Bircan o dönemde şu açıklamayı yapmıştı; “Hastane hastane gezerken 71 yaşındaki annemi kaybettim. Bu tür saçma uygulamalar yüzünden dilerim başkalarının da canı yanmaz.” Mustafa Bircan, rahim ve mesane kanseri tedavisi gören ve aynı zamanda böbrek yetmezliğinden diyaliz makinesine bağlanması gereken annesi Medine Bircan'la birlikte ölümünden bir hafta önce Çanakkale'den İstanbul'a gelmişti. İstanbul Tıp Fakültesi Nefroloji Bölümü'ne kaldırılan Bircan, sağlık raporunda başı açık fotoğraf olmadığı gerekçesiyle geri çevrildi.
Hastanede görevli 3 profesör tarafından Bircan'a “Sağlık Bakanlığı'ndan bir genelge geldi. Raporu verebilmemiz için annenin saçlarının açık olması şart.” açıklaması yapıldı. Annesinin kansere karşı gördüğü kemoterapi tedavisi sonucunda saçlarının döküldüğünü ve bu şekilde fotoğraf çektirmek istemediğini anlatan Mustafa Bircan'a profesörler bu kez “Annen saçını açmıyorsa git perukla fotoğraf çektir.” demişti. Mustafa Bircan, annesine peruklu fotoğraf çektirmeleri gerektiğini söyledi. Anne Medine Bircan, peruk takmak istemediğini belirterek “Bu şekilde asla fotoğraf çektiremem. Ölsem daha iyi. Beni bırak, ben ölmek istiyorum.” cevabını verdi.
İnsanların yaşama hakkı ortadan kaldırıldı
Mustafa Bircan, annesi Medine Bircan'a haber vermeden bir fotoğrafını bilgisayarda taratarak baş kısmına fotomontajla saç ekletti. Ancak yeni fotoğrafı bekleyemeden anne Medine Bircan hayata veda etti. Annesini kaybeden Mustafa Bircan, ölüm kalım mücadelesi verirken bu işlerle uğraşmak zorunda kaldıklarını söylemiş, başı açık fotoğraf istenmesi yüzünden sağlık raporunu alamadığı için ilaçlara 600 milyon para harcadığını belirtmişti. Bircan başörtülü hastanın tedavisinin reddini öngören genelge ile insanların yaşama hakkının ortadan kaldırıldığını ifade etmişti.
Cevahir Çağlar
Türkiye, Şehide Cevahir Çağları, babası tarafından pompalı tüfekle katledilmesiyle tanıdı. Sonra, Cevahiri de, önce baştacı edilip sonra unutulan kahramanlar arasına dahil etti. Oysa, Cevahir Çağlar gerek yaşamıyla gerekse de ölümüyle, yeni nesle anlatılmalı ve katledilişinin failleri de azmettiricileri barbar laikler de topluma bir an dahi unutturulmamalıydı. Çünkü Cevahir, basit bir kavganın yahut aile içi şiddetin bir kurbanı değil. O, Şeyh Saiti, İskilipli Atıfı ve daha nicelerini katleden zihniyetin son kurbanı. Bu yönüyle kızını katlettikten sonra, elinde pompalı tüfekle kızını öldürmesini tarikatçı oluşuna bağlaması, Tekke ve Zaviyeler kanununa iman etmiş bir babanın neler yapabileceğini gözler önüne sermekle kalmadı sadece, aynı zamanda başörtüsü düşmanı resmi ideolojinin ürettiği insan modelinin ne kadar canileşebileceğini de tüm dünyaya gösterdi. Cevahir Çağlar, 1977 yılında, Türkiyenin kargaşa içerisinde olduğu günlerde dünyaya gelmişti. 1994 yılında İslami hassasiyetleri kazanan Cevahir Çağlar, aynı zamanda başarılı bir öğrencilik geçmişine sahipti. Öğrencilik hayatında da, ileride katili olacak babasından kaynaklanan sorunlarla karşılaşmıştı. Şehide Cevahirin Ağabeyinin, Cevahir Çağların şehid edilmesinden sonra medyaya verdiği demeçlerde, kızkardeşinin aldığı başbakanlık bursunun kesilmesi için babasının başbakanlığa mektup yazdığını, kızının bir de başörtülü fotoğrafını mektuba ekleyerek bunu ispat etmeye gayret ettiğini belirtmesi bu örneklerden sadece birisiydi. Bu örnek de taşıdığı anlam itibarı ile hep hatırlanacak. Çünkü bu örnek, başörtülüleri, ekonomik siyasi ve sosyal hayatın dışına itmeye çalışan despot rejimin tezahürlerinden. Cevahir Çağların şehadeti ile ilgili, kayıtlara geçen bilgilerde oldukça manidar. Ankara Tıp Fakültesinden 2002 yılında mezun olan Cevahir, şehid edildiği gün muayanehanesinde babasıyla tartışmış ve babası kendisine silah doğrultunca, muayenehaneden kaçmıştı. Ancak babası tarafından bir pazar yerinde kurşun yağmuruna tutuldu, kızını vuran Ali Rıza Çağlar, pazar yerindeki iki kişiyi de yaralamış sonra da silahını başına dayayarak intihar edeceğini tehditinde bulunmuştu. Olay ertesi gün yazılı ve görsel basın tarafından Cinnet geçiren baba dehşet saçtı., cinnet geçiren baba kızına kurşun yağdırdı. gibi cümlelerle duyurulurken, bir husus unutulmuş yahut hususen görmezden gelinmişti bu cinnet yeni bir cinnet değil coğrafyamızda 80 yıllık bir cinnet ve cinayet sisteminin yeniden sahneye çıkışıydı. Hulasa, babasının kurşunladığı Cevahir de, şehidler arasına katılarak, terki dünya eyledi. Ardından bize söz söylemek düşmezdi, ancak Cevahir Çağlar gibi, son dönemin sembol olması gereken şehidlerinden birisinin unutulmasını, bir kenara konulmasına sessiz kalamazdık. Çünkü O ve Onun gibi daha binlerce kurban, her nesle örnek bir şahsiyet olarak gösterilmeli, inançları gereği vefa göstermek zorunda olan Müslümanlarca, yad edilmeli, hatırlanmalıdır.
* Rableri onların duasına karşılık verdi . Elbet Ben, sizden ortaya iyi ve güzel davranış koyan kimselerin hiçbir amelini zayi etmeyeceğim erkek olsun, KADIN OLSUN ki zaten sizler birbirinizdensiniz onlar içerisinden imkanların tükendiği yerden üretileceği yere hicret edenler, yaşadıkları yerden zorla çıkarılanlar benim davam uğrunda eza ve cefaya katlananlar, savaşanlar ve öldürülenler Andolsun ki onların günahlarını örteceğim ve onları mutlaka tabanından ırmaklar çağıldayan cennetlere koyacağım Allah(Azze ve Celle) katından bir ödül olarak... Ve ödüllerin en güzeli elbet Allah(Azze ve Celle) katındadır. * [Ali İmran 195]