MURATS44
Özel Üye
Başının Üzerinde Bulut Gözünde Uyku
Hem öksüz ve yetim, annesini yitirdiğinden beri bu böyle. Bir yeri var daima, sığınağı çatısı olan; sadece adresi sürekli değişiyor. Hayatın zor ve acı yanlarıyla tanışıyor küçük yaşta, ama ne şefkatten yoksun kalıyor, ne de yürekten gelen bir destekten. Şimdi amcası Ebu Talip'in yanında; dedesi Abdülmuttalip'in vasiyeti üzere. Amcası bir tacir, bazen uzun yolculuklara çıkıyor. İşte yine yola çıkmaya hazırlanıyor; Şam'a gidecek. Muhammed henüz onsuz kalacak kadar büyümüş değil. Sevdikleri bir bir gidiyor; uzun yolculuk, belirsiz bir yok oluş demek. Amcasından ayrılamayacağını hissediyor ve devesinin yularını tutarak soruyor: "Ey amcacığım, babam yok, anam yok, beni kime bırakıyorsun""
Bu sözlerden çok etkileniyor Ebu Talip ve onu yanından ayırmamaya, birlikte götürmeye karar veriyor.
Nereye giderse gitsin yanında götürdüğü bir başkalığı var, babası Abdullah gibi.
Abdullah'ın alnındaki ışık, onun varlığında tecessüm ediyor. Bambaşka, farklı, saygıdeğer olduğuna daha çocuk yaşındayken bazen rivayetlerle, bazen de onda gördükleri farklı özellikler nedeniyle karar veriyor insanlar.
O kendisi hakkında ne düşünürdü, mesela Şam yolculuğundan dönerken; bilmiyoruz. Seçilmişliğini farkediyor muydu, yoksa bununla ilgili göstergeleri farkedenlerin sözlerinde mi ayırtediyordu. Yoksa bu göstergeler, mesela İbni İshak'ın siyerinde sözü edilen başını gölgeleyen bulut, bütünüyle sonradan uydurulmuş ya da ilavelerle değiştirilmiş rivayetlerin bir ayrıntısı mıydı.
Düşmanlıkları üzerine çekebilecek kadar başkalığı apaçık, öyleyse bir şekilde korunuyor. Başının üzerinde bulut, göze görünse de görünmese de yüreğinden yükselen duanın görünüşüdür; aksi söylenebilir mi... Gödel'in kriz geçirmekte olan matematiği sezginin imkanlarına açmasının sebeplerini kavramakta zorluk çeken pozitivist bir zihin yapısıyla, Şam'da ondaki peygamberlik alametlerini teşhis eden, soruları ve aldığı cevaplarla bu teşhisini doğruladıktan sonra amcası Ebu Talib'i onu Yahudi'lerden koruması konusunda uyaran Rahip Bahira ile ilgili rivayetin ne kadarı doğru, ne kadarı yanlış, karar vermekte zorlanıyoruz. O bulut gerçekten görüldü mü, yoksa Mustafa İslamoğlu'nun Üç Muhammed'de* altını çizdiği, peygamberimizle ilgili türlü sebeplere dayalı yüceltme eğilimiyle oluşturulmuş imajın bir parçası mıdır... Bahira o bulutu kesinlikle gördü ya da görmedi diyemiyor, nihayet o bulutun kendi görüş ufkumuzun dışında bir semaya ait olabileceğini düşünmeyi yeğliyoruz.
Şam'da yaşananlar tamamen gerçek olsa da, bunların kervanda bulunanlar hatta Muhammed (a.s.) üzerinde önemli bir tesir bırakmadığını düşünmek mümkün görünüyor. Aksi takdirde, Gazali'nin Fıkhu'u Sîre'sinde belirttiği gibi, Muhammed (a.s.) çevresinin de hatırlatmalarıyla bu seyahatin ardından kendini peygamberliğe hazırlardı. Şu da var ki, peygamberimizin Bahira'nın sözlerinden etkilenmiş olabileceği halde hayatını her zamanki gibi yaşamaya devam etmesi de mümkün görünüyor bize; kişisel olgunluğu nedeniyle.
O zaten sözü her zaman yerli yerinde sarfediyor ve peygamberliğe hazırlandığı dönemde de çoğu kez tefekkür içinde sükut ederken hatırlanıyor. Bununla birlikte toplumunun ihtiyaç duyduğu faaliyetlere katılma konusunda da çekingen davranmıyor.
Onun korunması bazen başının üzerindeki bulutla olurdu, bazen de derin bir uykuyla. Mekke'de düzenlenen, içinde nahoş sahnelerin de yaşandığı düğünlere katılmak için iki kez teşebbüs etti, ikisinde de derin bir uykuyla alıkonuldu. O dönemde amcası Ebu Talib'in geçim mücadelesine katkıda bulunmak için Mekke dışında çobanlık yapmaya başlamıştı. Sonuçta gençti, gün geldi, arkadaşlarıyla buluşmak, sohbet etmek, ya da akranlarının yaptığı gibi "gece masalları dinlemek" istedi. Koyunlarını arkadaşına emanet ederek Mekke'ye doğru yola koyuldu. Mekke evlerinden ilk eve geldiğinde, bir eğlencenin haberini veren tef ve ney seslerini duydu. Eğlence bir düğüne aitti. Genç adam seyretmek için oturdu bir köşeye. Fakat üzerine bir ağırlık çöktü ve öyle uyudu ki ancak güneş doğduğunda uyanabildi. Böyle bir olay bir kez daha yaşandı, bir düğün eğlencesi seyri daha derin bir uykuyla kaçırıldı. Bu tecrübelerin ardından, düğün eğlencesi seyri için bir girişim daha gerçekleşmedi.
Düğünlere katılmaktan kaçındırılması, neşeden yoksun bir insan olduğu anlamına gelmiyor. Bazen zeki bir insandan beklenilebilecek incelikte esprileriyle etrafındakileri güldürüyor. Hz. Aişe ile birlikte kimi eğlenceli gösterileri izlediğini bildiren rivayetler var. Ancak o dönemde artık kişiliği oturmuş, istikameti belirli, amaçları aşikar bir konumdadır.
Gençlik yıllarında düğün eğlencelerine ya da masal anlatılan toplantılara katılma konusunda ısrarlı olmasa da, yukarıda belirttiğimiz gibi içinde yaşadığı toplumun ihtiyaç duyduğu faaliyetlere katılmaktan geri durmuyor. Amcaları ve kabilesiyle "Ficar Harbi"ne katılıyor, yine amcalarıyla birlikte Hılf'ul-Fudul'un (Faziletlerin Korunması Anlaşması) gerçekleştiği toplantıya katılarak, bu anlaşma bağlamında bir sorumluluk üstleniyor.
Hem öksüz ve yetim, annesini yitirdiğinden beri bu böyle. Bir yeri var daima, sığınağı çatısı olan; sadece adresi sürekli değişiyor. Hayatın zor ve acı yanlarıyla tanışıyor küçük yaşta, ama ne şefkatten yoksun kalıyor, ne de yürekten gelen bir destekten. Şimdi amcası Ebu Talip'in yanında; dedesi Abdülmuttalip'in vasiyeti üzere. Amcası bir tacir, bazen uzun yolculuklara çıkıyor. İşte yine yola çıkmaya hazırlanıyor; Şam'a gidecek. Muhammed henüz onsuz kalacak kadar büyümüş değil. Sevdikleri bir bir gidiyor; uzun yolculuk, belirsiz bir yok oluş demek. Amcasından ayrılamayacağını hissediyor ve devesinin yularını tutarak soruyor: "Ey amcacığım, babam yok, anam yok, beni kime bırakıyorsun""
Bu sözlerden çok etkileniyor Ebu Talip ve onu yanından ayırmamaya, birlikte götürmeye karar veriyor.
Nereye giderse gitsin yanında götürdüğü bir başkalığı var, babası Abdullah gibi.
Abdullah'ın alnındaki ışık, onun varlığında tecessüm ediyor. Bambaşka, farklı, saygıdeğer olduğuna daha çocuk yaşındayken bazen rivayetlerle, bazen de onda gördükleri farklı özellikler nedeniyle karar veriyor insanlar.
O kendisi hakkında ne düşünürdü, mesela Şam yolculuğundan dönerken; bilmiyoruz. Seçilmişliğini farkediyor muydu, yoksa bununla ilgili göstergeleri farkedenlerin sözlerinde mi ayırtediyordu. Yoksa bu göstergeler, mesela İbni İshak'ın siyerinde sözü edilen başını gölgeleyen bulut, bütünüyle sonradan uydurulmuş ya da ilavelerle değiştirilmiş rivayetlerin bir ayrıntısı mıydı.
Düşmanlıkları üzerine çekebilecek kadar başkalığı apaçık, öyleyse bir şekilde korunuyor. Başının üzerinde bulut, göze görünse de görünmese de yüreğinden yükselen duanın görünüşüdür; aksi söylenebilir mi... Gödel'in kriz geçirmekte olan matematiği sezginin imkanlarına açmasının sebeplerini kavramakta zorluk çeken pozitivist bir zihin yapısıyla, Şam'da ondaki peygamberlik alametlerini teşhis eden, soruları ve aldığı cevaplarla bu teşhisini doğruladıktan sonra amcası Ebu Talib'i onu Yahudi'lerden koruması konusunda uyaran Rahip Bahira ile ilgili rivayetin ne kadarı doğru, ne kadarı yanlış, karar vermekte zorlanıyoruz. O bulut gerçekten görüldü mü, yoksa Mustafa İslamoğlu'nun Üç Muhammed'de* altını çizdiği, peygamberimizle ilgili türlü sebeplere dayalı yüceltme eğilimiyle oluşturulmuş imajın bir parçası mıdır... Bahira o bulutu kesinlikle gördü ya da görmedi diyemiyor, nihayet o bulutun kendi görüş ufkumuzun dışında bir semaya ait olabileceğini düşünmeyi yeğliyoruz.
Şam'da yaşananlar tamamen gerçek olsa da, bunların kervanda bulunanlar hatta Muhammed (a.s.) üzerinde önemli bir tesir bırakmadığını düşünmek mümkün görünüyor. Aksi takdirde, Gazali'nin Fıkhu'u Sîre'sinde belirttiği gibi, Muhammed (a.s.) çevresinin de hatırlatmalarıyla bu seyahatin ardından kendini peygamberliğe hazırlardı. Şu da var ki, peygamberimizin Bahira'nın sözlerinden etkilenmiş olabileceği halde hayatını her zamanki gibi yaşamaya devam etmesi de mümkün görünüyor bize; kişisel olgunluğu nedeniyle.
O zaten sözü her zaman yerli yerinde sarfediyor ve peygamberliğe hazırlandığı dönemde de çoğu kez tefekkür içinde sükut ederken hatırlanıyor. Bununla birlikte toplumunun ihtiyaç duyduğu faaliyetlere katılma konusunda da çekingen davranmıyor.
Onun korunması bazen başının üzerindeki bulutla olurdu, bazen de derin bir uykuyla. Mekke'de düzenlenen, içinde nahoş sahnelerin de yaşandığı düğünlere katılmak için iki kez teşebbüs etti, ikisinde de derin bir uykuyla alıkonuldu. O dönemde amcası Ebu Talib'in geçim mücadelesine katkıda bulunmak için Mekke dışında çobanlık yapmaya başlamıştı. Sonuçta gençti, gün geldi, arkadaşlarıyla buluşmak, sohbet etmek, ya da akranlarının yaptığı gibi "gece masalları dinlemek" istedi. Koyunlarını arkadaşına emanet ederek Mekke'ye doğru yola koyuldu. Mekke evlerinden ilk eve geldiğinde, bir eğlencenin haberini veren tef ve ney seslerini duydu. Eğlence bir düğüne aitti. Genç adam seyretmek için oturdu bir köşeye. Fakat üzerine bir ağırlık çöktü ve öyle uyudu ki ancak güneş doğduğunda uyanabildi. Böyle bir olay bir kez daha yaşandı, bir düğün eğlencesi seyri daha derin bir uykuyla kaçırıldı. Bu tecrübelerin ardından, düğün eğlencesi seyri için bir girişim daha gerçekleşmedi.
Düğünlere katılmaktan kaçındırılması, neşeden yoksun bir insan olduğu anlamına gelmiyor. Bazen zeki bir insandan beklenilebilecek incelikte esprileriyle etrafındakileri güldürüyor. Hz. Aişe ile birlikte kimi eğlenceli gösterileri izlediğini bildiren rivayetler var. Ancak o dönemde artık kişiliği oturmuş, istikameti belirli, amaçları aşikar bir konumdadır.
Gençlik yıllarında düğün eğlencelerine ya da masal anlatılan toplantılara katılma konusunda ısrarlı olmasa da, yukarıda belirttiğimiz gibi içinde yaşadığı toplumun ihtiyaç duyduğu faaliyetlere katılmaktan geri durmuyor. Amcaları ve kabilesiyle "Ficar Harbi"ne katılıyor, yine amcalarıyla birlikte Hılf'ul-Fudul'un (Faziletlerin Korunması Anlaşması) gerçekleştiği toplantıya katılarak, bu anlaşma bağlamında bir sorumluluk üstleniyor.