MURATS44
Özel Üye
İŞTE ARAL GÖLÜNÜN SON HALİ
Aral günümüz Kazakistan’ından Özbekistan’a dek uzanan sularıyla binlerce yıl boyunca dünyanın en büyük göllerinden biri olarak ağırlığını korudu. Ve şimdi, yok oluşuyla bir ibret öyküsü anlatıyor.
Yusuf Kamalov, elleriyle geniş bir yay çizerek önümüzde göz alabildiğine uzanan çalılıklarla örtülü çölü gösterirken, “Dünyanın sonu işte böyle bir şey,” diyor. “Mahşer gününü görürsek eğer, muhtemelen Karakalpakistan halkı çok da bocalamaz, çünkü mahşeri biz zaten yaşıyoruz.”
Kabuklu deniz hayvanlarından kalma yığınlar ve kuma demir atmış halde paslanan beş–altı balıkçı teknesi olmasaydı eğer, Kuzey Özbekistan’da kumlu bir kayalığın tepesinden baktığımız bu manzara herhangi bir çöle ait olabilirdi kolaylıkla. Üzerinde durduğumuz bu nokta, bir zamanlar neredeyse Marmara Bölgesi’ne eşit büyüklükte olan ve toplamda 67 bin kilometrekarelik bir alana yayılan Aral Gölü’ne doğru uzanan yarımadanın en uç noktasıydı. Aral 1960’lara kadar dünyanın en büyük dördüncü gölü, arkamızda uzanan Muynoq da (Moynak) 1980’ler gibi yakın bir tarihe kadar her yıl binlerce ton balık işleyen büyük konserve fabrikasıyla varsıl bir balıkçı köyüydü. Elli yıl önce Aral’ın güney sahili durduğumuz yerdeydi; şimdiyse 90 kilometre kuzeybatıda.
Bu teknelerin her biri bir yıl içinde karaya tonlarca balık taşıyordu. Aral'ın bu bölümünün 1980'de kurumasının ardından balıkçı filosu eski Özbek limanı Muynoq civarında çürümeye terk edilmiş.
Kamalov, bir zamanların bereketli gölünden geriye kalanları göstermek için getirdi beni buraya. 64 yaşındaki Kamalov, Özbekistan Bilim Akademisi’nde rüzgâr enerjisi konusunda üst düzey araştırmacı. Aynı zamanda Aral Gölü ve Ceyhun’u Koruma Birliği’nin başında bulunan bir çevre aktivisti. Tıknaz yapılı, uzun beyaz saçlı Kamalov, nüfuzlu bir Özbek aileden geliyor. Babası, Sovyet döneminde tanınmış bir tarihçiymiş. Büyükbabası da, yarı özerk Karakalpakistan Cumhuriyeti’nin 1930’larda Özbekistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ne katılmasından önce seçimle başa gelen en son hanı, yani lideriymiş.
Ülkesinde henüz tek bir rüzgâr çiftliği bile yok ama bu durum Kamalov’un seçtiği mesleğe duyduğu heyecanı hiç azaltmamış. Rüzgâra olan tutkusunun da etkisiyle iki yelkenkanat inşa etmiş. Hava akımlarını daha iyi anlamak için civardaki bir tepeden bunlarla uçuş yapıyor.
“Rüzgârı kuşlar kadar iyi bilmek istiyorum,” diyor. Aslında doğanın her alanına ilgi duyuyor. Bir zamanlar yaşam kaynayan dev su birikintisinden geriye kalanı ve daha da kötüsü, çekilen suların geride bıraktıklarını bana göstermek için araştırmasına bir süreliğine ara vermiş.
Kazakistan ile Özbekistan arasında yer alan Aral Gölü binlerce yıl boyunca iki büyük nehirle beslendi: Seyhun ve Ceyhun (Sir Derya ve Amu Derya). Göl ayağı olmadığı için su seviyesi, gölü besleyen nehirlerin taşıdığı su miktarı ve buharlaşma arasındaki doğal denge sayesinde sağlanıyordu.
Büyük İskender’in bu toprakları ele geçirdiği İÖ 4. yüzyıl gibi oldukça eski tarihlerde dahi bu nehirler, Orta Asya’ya yaşam kaynağı sağlayageldikleri uzun bir geçmişe sahipti. Aral Gölü ve dev deltaları, yüzlerce yıl boyunca Çin’i Avrupa’ya bağlayan İpek Yolu üzerindeki yerleşim adacıklarına yaşam vermişti. Tacikler, Özbekler, Kazaklar ve diğer etnik topluluklardan oluşan bu eski halklar çiftçilik, balıkçılık, hayvancılık yapmış, tüccar ve zanaatkâr olarak refah içinde yaşamışlardı.
Ancak her şey Özbekistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin 1920’lerde genç Sovyet İmparatorluğu’na dahil olması ve Stalin’in Orta Asya cumhuriyetlerini dev pamuk plantasyonlarına çevirme kararını vermesiyle değişecekti. Ne var ki dünyanın bu bölgesinde hüküm süren kurak iklim bol su isteyen bir ürünü yetiştirmeye uygun değildi. Ve Sovyetler, dünya tarihindeki en hırslı mühendislik projelerinden birine girişerek, Ceyhun ve Seyhun’un suyunu civardaki çöle ulaştırmak için emek gücüyle binlerce kilometrelik sulama kanalları kazdı. Konu ile ilgili olarak kendisine ulaştığım Philip Micklin, kendisiyle telefonda yaptığımız görüşmede, “1960’lara kadar sistem dengeli sayılırdı,” diye açıklıyor. W. Michigan Üniversitesi coğrafya profesörü Micklin, kariyeri boyunca eski Sovyetler Birliği’nin su yönetimini incelemiş ve 1980’lerin başından bu yana Orta Asya’ya 25 civarında yolculuk yapmış. Yıllar içinde Aral Gölü’nün gerileyişine ilk elden tanıklık etmiş. “1960’larda yeni sulama kanallarının eklenmesi aynen o ünlü deyimdeki gibi bardağı taşıran son damla oldu,” diyor. “Birdenbire sistem artık sürdürülemez hale geldi. Ne yaptıklarını biliyorlardı ama çevre üzerinde yol açacağı sonuçları ve gölün yok olma hızını hesaba katmamışlardı.”
1987’ye gelindiğinde Aral’ın suyu önemli ölçüde azalmış, göl iki parçaya ayrılmıştı. Kuzeydeki göl Kazakistan sınırları içinde, güneydeki daha büyük göl ise Karakalpakistan’daydı. 2002’de güneydeki bu göl o kadar sığlaştı ki o da doğu ve batı olmak üzere ikiye bölündü. Geçtiğimiz Temmuz’da ise doğu gölü tamamen kurudu.
Bu uğursuz öyküdeki tek pozitif olay, kuzeydeki gölün son zamanlarda toparlanıyor olması. Dünya Bankası’ndan fon alan Kazaklar, 2005 yılında kuzeydeki gölün güney kıyılarında 13 kilometrelik bir baraj kurarak Seyhun Nehri tarafından beslenen bir su birikintisi oluşturdu. Barajın kurulmasından bu yana kuzeydeki göl ve buradaki balıkçılık beklenenden çok daha hızlı bir geri dönüş yaptı. Ancak baraj, güneydeki gölün önemli su kaynaklarından birini keserek buranın kaderini de belirlemiş oldu.
Karakalpakistan'ın kurumuş sulak alanlarında çobanlar koyun güdüyor. Özbekistan bu araziyi tarım amaçlı olarak –çoğunlukla da pamuk tarımı için– kiralıyor. "Eğer hükümet bu arazileri özelleştirir ve çiftçilere istediklerini yetiştirme izni verirse," diyor Aral Gölü uzmanı Philip Micklin, "çok daha verimli bir su kullanımı ortaya çıkabilir." [
Kamalov, “Aral Gölü trajedisinin en üzücü ve sinir bozucu yanı sulama kanallarını tasarlayan Su İşleri Bakanlığı’ndaki Sovyet yetkililerin Aral’ın sonunu hazırladıklarının tamamen farkında olmalarıydı,” diyor. 1920’lerden 1960’lara dek yetkililer, bir zamanlar Aral Gölü’nden “faydasız bir buharlaştırma aygıtı” ve “doğanın bir hatası” olarak söz eden ünlü Rus iklimbilimci Aleksandr Voeikov’un (1842–1916) çalışmalarını referans göstermişlerdi. Açık konuşmak gerekirse, zamanın Sovyet anlayışı topraktan alınan ürünün balıktan daha değerli olduğu yönündeydi.
Pamuk hasadı günümüzde hâlâ devam ediyor. Her sonbahar, Özbekistan’ın 29 milyonluk nüfusunun yaklaşık iki milyonu ülkenin üç milyar kiloluk pamuğunu toplamak için, hükümetin tanımıyla “gönüllü” oluyor. Memurlar, öğrenciler, öğretmenler, doktorlar, hemşireler, mühendisler ve hatta yaşlılar günlük kotalarını doldurmak için otobüslerle tarlalara götürülürken tüm ülkede hayat duruyor.
“Özbekistan, zorla çalıştırmanın bizzat devlet tarafından organize edilip şart koşulduğu ve başbakanın organizatör rolünü üstlendiği birkaç ülkeden biri,” diyor İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün Orta Asya ofisi yöneticisi Steve Swerdlow. Land Cruiser’ın ön koltuğunda oturan Kamalov bana doğru dönüyor. “Düşünebiliyor musunuz?” diye ekliyor. “Kırk yıl önce buradaki su 30 metre derinlikteydi.”
Aral günümüz Kazakistan’ından Özbekistan’a dek uzanan sularıyla binlerce yıl boyunca dünyanın en büyük göllerinden biri olarak ağırlığını korudu. Ve şimdi, yok oluşuyla bir ibret öyküsü anlatıyor.
Yusuf Kamalov, elleriyle geniş bir yay çizerek önümüzde göz alabildiğine uzanan çalılıklarla örtülü çölü gösterirken, “Dünyanın sonu işte böyle bir şey,” diyor. “Mahşer gününü görürsek eğer, muhtemelen Karakalpakistan halkı çok da bocalamaz, çünkü mahşeri biz zaten yaşıyoruz.”
Kabuklu deniz hayvanlarından kalma yığınlar ve kuma demir atmış halde paslanan beş–altı balıkçı teknesi olmasaydı eğer, Kuzey Özbekistan’da kumlu bir kayalığın tepesinden baktığımız bu manzara herhangi bir çöle ait olabilirdi kolaylıkla. Üzerinde durduğumuz bu nokta, bir zamanlar neredeyse Marmara Bölgesi’ne eşit büyüklükte olan ve toplamda 67 bin kilometrekarelik bir alana yayılan Aral Gölü’ne doğru uzanan yarımadanın en uç noktasıydı. Aral 1960’lara kadar dünyanın en büyük dördüncü gölü, arkamızda uzanan Muynoq da (Moynak) 1980’ler gibi yakın bir tarihe kadar her yıl binlerce ton balık işleyen büyük konserve fabrikasıyla varsıl bir balıkçı köyüydü. Elli yıl önce Aral’ın güney sahili durduğumuz yerdeydi; şimdiyse 90 kilometre kuzeybatıda.
Bu teknelerin her biri bir yıl içinde karaya tonlarca balık taşıyordu. Aral'ın bu bölümünün 1980'de kurumasının ardından balıkçı filosu eski Özbek limanı Muynoq civarında çürümeye terk edilmiş.
Kamalov, bir zamanların bereketli gölünden geriye kalanları göstermek için getirdi beni buraya. 64 yaşındaki Kamalov, Özbekistan Bilim Akademisi’nde rüzgâr enerjisi konusunda üst düzey araştırmacı. Aynı zamanda Aral Gölü ve Ceyhun’u Koruma Birliği’nin başında bulunan bir çevre aktivisti. Tıknaz yapılı, uzun beyaz saçlı Kamalov, nüfuzlu bir Özbek aileden geliyor. Babası, Sovyet döneminde tanınmış bir tarihçiymiş. Büyükbabası da, yarı özerk Karakalpakistan Cumhuriyeti’nin 1930’larda Özbekistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ne katılmasından önce seçimle başa gelen en son hanı, yani lideriymiş.
Ülkesinde henüz tek bir rüzgâr çiftliği bile yok ama bu durum Kamalov’un seçtiği mesleğe duyduğu heyecanı hiç azaltmamış. Rüzgâra olan tutkusunun da etkisiyle iki yelkenkanat inşa etmiş. Hava akımlarını daha iyi anlamak için civardaki bir tepeden bunlarla uçuş yapıyor.
“Rüzgârı kuşlar kadar iyi bilmek istiyorum,” diyor. Aslında doğanın her alanına ilgi duyuyor. Bir zamanlar yaşam kaynayan dev su birikintisinden geriye kalanı ve daha da kötüsü, çekilen suların geride bıraktıklarını bana göstermek için araştırmasına bir süreliğine ara vermiş.
Kazakistan ile Özbekistan arasında yer alan Aral Gölü binlerce yıl boyunca iki büyük nehirle beslendi: Seyhun ve Ceyhun (Sir Derya ve Amu Derya). Göl ayağı olmadığı için su seviyesi, gölü besleyen nehirlerin taşıdığı su miktarı ve buharlaşma arasındaki doğal denge sayesinde sağlanıyordu.
Büyük İskender’in bu toprakları ele geçirdiği İÖ 4. yüzyıl gibi oldukça eski tarihlerde dahi bu nehirler, Orta Asya’ya yaşam kaynağı sağlayageldikleri uzun bir geçmişe sahipti. Aral Gölü ve dev deltaları, yüzlerce yıl boyunca Çin’i Avrupa’ya bağlayan İpek Yolu üzerindeki yerleşim adacıklarına yaşam vermişti. Tacikler, Özbekler, Kazaklar ve diğer etnik topluluklardan oluşan bu eski halklar çiftçilik, balıkçılık, hayvancılık yapmış, tüccar ve zanaatkâr olarak refah içinde yaşamışlardı.
Ancak her şey Özbekistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin 1920’lerde genç Sovyet İmparatorluğu’na dahil olması ve Stalin’in Orta Asya cumhuriyetlerini dev pamuk plantasyonlarına çevirme kararını vermesiyle değişecekti. Ne var ki dünyanın bu bölgesinde hüküm süren kurak iklim bol su isteyen bir ürünü yetiştirmeye uygun değildi. Ve Sovyetler, dünya tarihindeki en hırslı mühendislik projelerinden birine girişerek, Ceyhun ve Seyhun’un suyunu civardaki çöle ulaştırmak için emek gücüyle binlerce kilometrelik sulama kanalları kazdı. Konu ile ilgili olarak kendisine ulaştığım Philip Micklin, kendisiyle telefonda yaptığımız görüşmede, “1960’lara kadar sistem dengeli sayılırdı,” diye açıklıyor. W. Michigan Üniversitesi coğrafya profesörü Micklin, kariyeri boyunca eski Sovyetler Birliği’nin su yönetimini incelemiş ve 1980’lerin başından bu yana Orta Asya’ya 25 civarında yolculuk yapmış. Yıllar içinde Aral Gölü’nün gerileyişine ilk elden tanıklık etmiş. “1960’larda yeni sulama kanallarının eklenmesi aynen o ünlü deyimdeki gibi bardağı taşıran son damla oldu,” diyor. “Birdenbire sistem artık sürdürülemez hale geldi. Ne yaptıklarını biliyorlardı ama çevre üzerinde yol açacağı sonuçları ve gölün yok olma hızını hesaba katmamışlardı.”
1987’ye gelindiğinde Aral’ın suyu önemli ölçüde azalmış, göl iki parçaya ayrılmıştı. Kuzeydeki göl Kazakistan sınırları içinde, güneydeki daha büyük göl ise Karakalpakistan’daydı. 2002’de güneydeki bu göl o kadar sığlaştı ki o da doğu ve batı olmak üzere ikiye bölündü. Geçtiğimiz Temmuz’da ise doğu gölü tamamen kurudu.
Bu uğursuz öyküdeki tek pozitif olay, kuzeydeki gölün son zamanlarda toparlanıyor olması. Dünya Bankası’ndan fon alan Kazaklar, 2005 yılında kuzeydeki gölün güney kıyılarında 13 kilometrelik bir baraj kurarak Seyhun Nehri tarafından beslenen bir su birikintisi oluşturdu. Barajın kurulmasından bu yana kuzeydeki göl ve buradaki balıkçılık beklenenden çok daha hızlı bir geri dönüş yaptı. Ancak baraj, güneydeki gölün önemli su kaynaklarından birini keserek buranın kaderini de belirlemiş oldu.
Karakalpakistan'ın kurumuş sulak alanlarında çobanlar koyun güdüyor. Özbekistan bu araziyi tarım amaçlı olarak –çoğunlukla da pamuk tarımı için– kiralıyor. "Eğer hükümet bu arazileri özelleştirir ve çiftçilere istediklerini yetiştirme izni verirse," diyor Aral Gölü uzmanı Philip Micklin, "çok daha verimli bir su kullanımı ortaya çıkabilir." [
Kamalov, “Aral Gölü trajedisinin en üzücü ve sinir bozucu yanı sulama kanallarını tasarlayan Su İşleri Bakanlığı’ndaki Sovyet yetkililerin Aral’ın sonunu hazırladıklarının tamamen farkında olmalarıydı,” diyor. 1920’lerden 1960’lara dek yetkililer, bir zamanlar Aral Gölü’nden “faydasız bir buharlaştırma aygıtı” ve “doğanın bir hatası” olarak söz eden ünlü Rus iklimbilimci Aleksandr Voeikov’un (1842–1916) çalışmalarını referans göstermişlerdi. Açık konuşmak gerekirse, zamanın Sovyet anlayışı topraktan alınan ürünün balıktan daha değerli olduğu yönündeydi.
Pamuk hasadı günümüzde hâlâ devam ediyor. Her sonbahar, Özbekistan’ın 29 milyonluk nüfusunun yaklaşık iki milyonu ülkenin üç milyar kiloluk pamuğunu toplamak için, hükümetin tanımıyla “gönüllü” oluyor. Memurlar, öğrenciler, öğretmenler, doktorlar, hemşireler, mühendisler ve hatta yaşlılar günlük kotalarını doldurmak için otobüslerle tarlalara götürülürken tüm ülkede hayat duruyor.
“Özbekistan, zorla çalıştırmanın bizzat devlet tarafından organize edilip şart koşulduğu ve başbakanın organizatör rolünü üstlendiği birkaç ülkeden biri,” diyor İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün Orta Asya ofisi yöneticisi Steve Swerdlow. Land Cruiser’ın ön koltuğunda oturan Kamalov bana doğru dönüyor. “Düşünebiliyor musunuz?” diye ekliyor. “Kırk yıl önce buradaki su 30 metre derinlikteydi.”