Nimet; lugat anlamı olarak iyilik, lütuf, ihsan, yiyecek-içecek gibi faydalı şey, rızık demektir. Cenâbı Allah'ın insanlara bahşettiği nimetler sonsuzdur.
AYET-İ KERiME
İbrâhim 14/34: " ... Eğer Allah'ın nimetlerini sayacak olursanız, onu bitiremezsiniz... "
Biz insanlara verilen nimetlerin en büyüğünü muhakkak ki hayat teşkil eder.
AYET-İ KERiME
Hac 22/66: " Size hayat veren O'dur... "
Allahü Teâlâ'nın kullarına olan lütuflarından bir bölümünü Kur'ân'dan dinleyelim.
AYET-İ KERiME
Mü'min 40/64: " Allah O'dur ki, Yeryüzü'nü nimetlerle rızıklandırdı... "
AYET-İ KERiME
Lûkman 31/20: " Allah, göklerde ve yer'de bulunan şeyleri sizin emrinize verdi ve görünür görünmez nimetleri üstünüze saçtı... "
AYET-İ KERiME
Kasas 28/73: " Rahmetin bir eseri olarak geceyi ve gündüzü sizin için oluşturdu ki; onda huzur bulasınız, O'nun lütfundan birşeyler dileyesiniz ve şükredebilesiniz diye...
AYET-İ KERiME
" Bakara 2/22: " O Rabb ki, Yeryüzü'nü sizin için bir döşek, göğü bir bina yaptı. Ve gökten bir su indirdi de onunla sizin için bir ürün çıkardı... "
AYET-İ KERiME
Mü'min 79: " Bir kısmından binek edinesiniz, bir kısmından yiyesiniz diye sizin için hayvanları yaratan O Allah'tır. Hayvanlarda sizin için daha nice faydalar var...
AYET-İ KERiME
" En'am 6/165: " Sizi Yeryüzü'nde halifeler yapan O'dur... "
Cenâbı Allah, sayılamayacak kadar bilip bilmediğimiz daha birçok nimetleri insanlara lütfetmiş, istifadelerine vermiştir. Bu nimetlerden; insanlara yakılan İki İlâhî Işık ile İnsanın Halifeliği önem taşır.
İki İlahi Işık
İnsanın Halifeliği
Cenâbı Allah; Yeryüzü'nün halifesi olarak görevlendirdiği insanı, en mükemmel bir şekilde yaratmış, ilâhî özellikleri ile de donatmıştır. İnsanlara iki ilâhî ışık yakılmıştır. Birinci ışık; akıl-gönül ve Rabbini bilme özelliği ile doğuştan verilmiş, ikincisi ise vahiy yolu ve peygamberler aracılığı ile insanlara gelen ilâhî kitaplardır. Böylece kullar; gerçekler karşısında tamamıyla aydınlanmışlar, doğruyu ve yanlışı öğrenmişler ve diledikleri yolu seçmekte de özgür bırakılmışlardır.
BİRİNCİ IŞIK : DOĞUŞTAN VERİLEN AKIL VE GÖNÜL
AYET-İ KERiME
36/62: ... Aklınızı hiç işletmiyorsunuz?
90/8-10: Biz ona iki göz, bir dil ve iki kulak vermedik mi? Ona iki yolu (doğru ve eğriyi) göstermedik mi?
Allahü Teâlâ; insanlara doğuştan günümüz bilgisayarlarından bile daha mükemmellikte bir özellik vermiştir.
Akıl. Akıl; insandaki iyi ve kötüyü ayıran, ilimleri anlayan, sebeplerden neticeleri çıkaran düşünme ve anlama kabiliyetidir. Mantık, zekâ ve hafıza gibi üç unsurdan ibarettir. Merkezi beyinde bulunan bu süper bilgisayarımızın yardımcıları da göz, kulak, burun, ağız, el ve ayaklardan oluşan beş duyumuzdur. Sonsuz evrenin sırlarını bu kısıtlı tarafımızla tam çözemezsek de doğru ve yanlışı ayırt edebiliriz.
AYET-İ KERiME
6/104: ... Rabbinizden size gönül gözleri gelmiştir. Kim görürse kendi yararına, kim körlük ederse kendi zararına... Ben sizin üzerinize bekçi değilim.
23/78: Sizin için ... gönüller yaratan O'dur. Ne kadar az şükrediyorsunuz?
Yüce Yaratıcı; yine doğuştan insanlara aklın çok ilerisinde tamamlayıcı bir özellik daha ihsan etmiştir:
Gönül. Diğer varlıklar da bulunmayan insanın en yüce tarafı. Sevgi, merhamet, önsezi ve sezgi gibi manevî duygularımızın tümü gönülden gelir.
Allahü Teâlâ; hazinelerinde ki dolup taşan,
Sonsuz Güzelliği ve Sonsuz Sevgisini Yeryüzü'nde ki halifesi olan
insana gönül sırrı ile yansıtmıştır. Cenâbı Allah'a aklın bittiği yerde ancak " gönül " ile ulaşılır; İlâhî Güzel ancak gönül penceresinden algılanır, insanın kendi iç dünyasındaki sırları bu merkezden hissedilir. İman gönülde yanan bir ateştir ki, Cenâbı Allah'tan gelen cevabi bir ışıkla birleşir.
Gönlün merkezi
kalptir. Büyük sevinçleri ve acıları, kalbimizdeki çekilme ve yanma duyguları ile hissederiz. Kur'ân, gönüle kalp de demektedir. Kur'ân'ın derinliklerine inerek sırlarını anlamak, kafa gözü ile değil, ancak
kalp gözü (basiret) ile mümkün olmaktadır. Kalp gözünü; günah işlemeyi adet edinerek kullanılamaz haline getirenler, mutlaka yaratılıştaki gerçekleri öğrenemeyeceklerdir.
AYET-İ KERiME
Hac 22/46: " ... Şu bir gerçek ki, kafadaki gözler kör olmaz, ama göğüslerin içinde ki gönüller körleşir. "
AYET-İ KERiME
7/172: Rabbin, Ademoğullarının bellerinde ki zürriyetlerini alıp da onları kendi nefislerine şahit tutarak: " Ben sizin Rabbiniz değil miyim? " dedi. Onlar da " Evet Rabbimizsin, şahit olduk. " dediler. Bu şahit tutuşumuzun sebebi, Kıyamet Günü: " Bundan bizim haberimiz yoktu " dememeniz içindir.
Cenâbı Allah, doğuştan insanlara " Rabbini bilme özelliği " de vermiştir. Ayetle vurgulanan " Bellerinde ki zürriyetlerini alma " ifadesi, insanın henüz sperm halinde iken, babasının geninden aldığı " Rabbini bilme niteliği " ile yaratılmış olduğunun gerçeğini belirtmek içindir.
AYET-İ KERiME
76/3: Biz onu yola kılavuzladık. Artık ya şükredici olur ya da nankör.
Biz insanı yarattığımızda, ona doğuştan bir ışık yaktık. Akıl, gönül ve Rabbini bilme özelliği vererek onu, iyi ve kötü yolları ayırma kabiliyeti ile donattık. Artık isterse şükredici olur, isterse de nankörlük ederek doğru yoldan, Allahü Teâlâ'nın yolundan çıkabilir. Bu husus onlara tamamıyla serbest bırakılmıştır. Allah, insanlar üzerinde de bekçi değildir. Onlar, diledikleri şekilde hareket edebilirler. Her insan, doğuştan Allahü Teâlâ'ya aynı mesafededir. Ancak kendi niyet, gayret ve çalışmaları neticesi bir
değer ölçüsü kazanır ki bunu Kur'ân
takva diye isimlendirmektedir. Takvası en ileri olan, Allah'a en yakın ve en değerli insandır.
İKİNCİ IŞIK: İLÂHÎ KİTAPLAR
AYET-İ KERiME
40/54: Akıl ve gönül sahipleri için bir yol gösterici, bir hatırlatıcıdır Kur'ânı Kerîm.
39/9: ... Hiç bilenlerle bilmeyenler eşit olur mu? Ancak gönül ve akıl sahipleri düşünüp ibret alır.
10/108: Ey insanlar! İşte size Rabbinizden hak geldi. Artık doğruya yönelen kendi benliği için yönelir, sapan da kendi benliği aleyhine sapar. Ben sizin üzerinize vekil değilim.
]İnsanlara Rabb'lerinden yakılan
ikinci ışık ise, peygamberler aracılığı ile verilen ilâhî yasalardır. Böylece kul, Dünya planında tamamıyle aydınlanmış, kendisine iyi ve kötü yollar gösterilmiş, dilediği yolu seçmekte de özgür bırakılmıştır. Nefislerine uyarak gönül penceresini kapatanlar dünyada ki sınavı kaybedecek, gönül cereyanı ve aklı ile Cenâbı Allah'ın yoluna yönelerek yasalarını uygulayanlar da kurtuluşa ve mutluluğa ereceklerdir.
Halife; vekil, temsilci demektir. Az veya çok asilin yerini tutarak onu temsil etmektir. Cenâbı Allah; ilk insan ve ilk Peygamber Hz. Adem'i ilâhî özelliklerle donatarak ona Yeryüzünün halifesi olmayı bahşetmiştir.
Kur'ân'da ki Hz. Adem öyküsü, tasavvuf tarihinde de önemli bir yer işgal eder ve çok değerli görüşlere de dayanak teşkil etmiştir. Tasavvuf ehline göre, Hz. Adem'e verilen halifelik 5 temel özellik te toplanmıştır.
1) Cenâbı Allah,
kendi eliyle yaratma gerçeğini bütün varlıkların dışında yalnız Hz. Adem'e uygun görmüştür.
2) " Allah, Ademi Kendi sureti üzre yarattı " Hadisinin işaret ettiği gibi Hakk, Zat'ını ve görüntüsünü seyretmek istediğinde kemal mertebesinde bir varlık olarak Hz. Adem'i yarattı. Böylece Cenâb-ı Allah, dilediği Yüce Özellik'lerini
Adem aynası ile ortaya çıkardı. Başka bir ifade ile Cenâb-ı Hakk'ın sıfatları Adem'den açığa çıkarak göründü. Büyük müfessir merhum Elmalı'lı Hamdi Yazır, Hakk Dini Kur'ân Dili isimli tefsirinde şu açıklamayı getirmiştir: " Sıfat, Zat'ın aynısı olamaz. Yaratan ile yaratılan aynen birleşik olamaz. Allahü Teâlâ'nın olmayan hiçbir şey yoktur. Hepsi Allahü Teâlâ'nın malıdır. Halifeliğin açığa çıktığı bütün güçlerinde İlâhî Kudret belirir, lâkin ondan, onun Allahü Teâlâ olması lâzım gelmez. Allah'ın Zat'ı bütün görüntülerin üstündedir. "
3) Cenâb-ı Hakk,
Celâl ve Cemal sıfatlarını yalnız Hz. Adem'e yansıtmış, yaratılıştaki bu iki zıt unsur ile yücelmenin ve kemalin en üst noktasına onu eriştirmiştir. Bu özellik, ne meleklere ve ne de cin şeytanlarının atası İblis'e verilmemiştir.
4) Diğer varlıkların sahip olduğu yaratılmış nitelikleri ile Cenâb-ı Hakk'ın özelliklerini yalnız Hz. Adem birlikte taşımaktadır.
5) Cenâb-ı Allah;
İlâhî isimler'in tümünü yalnız Hz. Adem'e öğretmekle Allah'ın özelliklerine bürünmüş oldu. Böylece O'nu temsil etme şerefi
halifelik Hz. Adem'e uygun oldu.
Hz. Adem'in torunları olan bizler de aynı özelliklere sahibiz. Aklımızı ve gönlümüzü çalıştırarak, ilâhî yeteneklerimizi ortaya çıkarmak için çok gayret sarfetmeli, olgunlaşma ve sınav yeri olan bu Dünya'da nefislerimizin istek ve arzularına esir, kötü bir hayat sürmekten mutlaka korunmanın anlayışı içinde olmalıyız. Bakara 2/29: "
O Allah'tır ki Yeryüzündekilerin tümünü sizin için yarattı... " ve Yûnus 10/14: "
Yeryüzünde sizi hükmedenler kıldık ki, nasıl iş yapacağınızı görelim. "
İnsanlar, Cenâb-Allah'ın vekili olarak donanmış oldukları özelliklerin ve lütufların
emanet olarak verildiğini de çok iyi bilmelidir. Yaşam boyunca bu ilâhî emanetleri koruyarak muhafaza etmeli ve netice de Gerçek Sahibi'ne teslim etmenin mutluluğunu yaşamalıdır.
AYET-İ KERiME
2/30: Rabbin meleklere: " Ben Yeryüzünde bir HALİFE yaratacağım. " demişti; melekler: " Orada bozgunculuk yapacak, kanlar akıtacak birini mi var edeceksin? Oysa biz; Seni hamd ile tespih ediyoruz, Seni kutsayıp yüceltiyoruz. " Allah şöyle dedi: " Ben, şüphesiz sizin bilmediklerinizi bilirim. "
15/29-31: " Ona şekil verdiğim ve ona ruhumdan üflediğim zaman, siz onun için secdeye kapanın! " Meleklerin hepsi de hemen secde ettiler...
Cenâb-ı Allah meleklerine; Hz. Adem'i halife olarak yaratacağını, sohbet etmek ve düşüncelerini açıklamak için bildirmişti. Ancak melekler buna şiddetle itiraz etmişler, aralarında şöyle konuşmuşlar : " Nasıl olur, biz varken bizim üzerimize halife halkedilecek. Biz halifeliğe uygun değil miyiz? "
Hz. Adem yaratılmadan meleklerin itiraz etmeleri çok anlamlıdır. İslâm bilginlerinin genel kanaatine göre; Hz. Adem'den evvel de insanlar yaratılmıştır. Böylece onların isyankâr özellikleri melekler tarafından da bilinmekteydi.
Ayetle ilgili açıklamayı Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk, Kur'ân'daki İslâm'da şöyle vermektedir: " Melekler; kayıtsız, şartsız isyan bulaşmamış ibadeti en büyük üstünlük ölçüsü görmüşlerdir. Cenâb-ı Hakk ise itaat ve ibadetle birlikte
isyan ve karşı çıkmanın bulunuşunu esas almış, yani pozitif ve negatif kutupları birleştirmenin daha üstün olduğunu vurgulamıştır. Aksini yapma gücü taşımayan bir varlığın sergilediği iyilik ve hayra, Yaratıcı Kudret birinci derecede değer vermemektedir...
İnsanın yüceliğinin temelinde, onun zıtları birleştirmesi vardır. İnsan; eksileri-artıları, yücelikleri-basitlikleri, güzellikleri-çirkinlikleri ile büyük ve onurludur... İnsanı sadece melek ve yalnız şeytan olarak görmek, insan gerçeğine ve hayata ters düşmektedir. İnsanı, varlık yapısındaki zıtların beraberliği ile kucaklamak, sevmek ve iyiye-güzele çağırıp çekmek esastır. Kur'ân'ın yolu budur."
İNSANIN MELEKTEN ÜSTÜNLÜĞÜ
AYET-İ KERiME
2/31-32: Allah Adem'e bütün isimleri öğretti, sonra onları meleklere gösterip: " Şunların isimlerini Bana söyleyin. " dedi. Melekler: " Yücedir Şanın Senin. Bize öğretmiş olduğunun dışında bir bilgimiz yoktur... "
2/33-34: Allah: " Ey Adem! Onlara onların isimlerini söyle." dedi. Adem, onların isimlerinin hepsini söyledi... O vakit Biz meleklere: " Adem'e secde edin. " demiştik de İblis dışında tümü secde etmişti. İblis yan çizmiş, kibre sapmış ve nankörlerden olmuştu.
Müfessirler; Hz. Adem'e Cenâbı Allah'ın öğrettiği isimlerle ilgili çeşitli görüşler bildirmişlerdir. Bir kısmına göre bunlar eşyanın veya bilimsel kavramların, diğer bir görüşe göre de Ademoğullarının veya meleklerin isimleriydi. Ancak ayetten anlaşılan temel kavram,
ilim ve bilgi'nin önemiydi ve bunlar meleklerin dışında yalnız halife olarak yaratılan Hz. Adem'e öğretilmiş olduğudur. Sınavda da Hz. Adem, bilgisi ile meleklerden üstün çıkmıştı.
" Meleklerin hepsi de Adem'e hemen secde ettiler... Fakat İblis müstesna. " Hz. Adem ile aralarındaki sınavı kaybeden melekler, ona saygı duymaya ve secde etmeye mecbur bırakılmışlardır. Çünkü Yaratıcı Kudret dilediği yüce sıfatlarını Adem'e yansıtmıştı, dolayısıyle Adem meleklerin de üstünde bir varlıktı. Yaratılışın pozitifini teşkil eden melekler, bundan böyle hep insanların dostu olarak kalacaklar, Hz. Adem'e secde etmeyen negativitenin temsilcisi cin şeytanlarının atası İblis ve tayfaları ise, Kıyamet'e kadar esas olan görevleri icabı insanlara düşmanlık yapacak ve onları doğru yoldan, Allah'ın yolundan saptıracaktır. İşte halife özelliği ile yaratılmış olan insan; özünde var olan birbirine zıt bu iki iç kuvvet birbiriyle savaşacak, kâh doğru yola kâh isyana yönelecektir. Hür iradesi ile bu Dünya'da nefsini dizginleyip arındırarak
takva yaşamı ile kemale eren benlik; meleklerin de üstünde bir mertebe ile Cenâbı Allah'ın halifesi olmaya hak kazanacak, kurtuluş ve mutluluğa erecektir. Nefsinin istek ve arzularına yenik düşenler, şeytanın kuruntularına uyanlar, insana uygun olmayan
hayvansal bir yaşam tarzı sürecekler, neticede sıkıntı çekeceklerdir. Maalesef insanların büyük bir bölümü, hakikatleri öğrenmeden olgunlaşma ve sınav yeri olan bu Dünya'dan göç edip gitmektedirler.
AYET-İ KERiME
33/72: Biz emaneti göklere, Yer'e, dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten kaçındılar, ondan ürktüler. İnsan ise zalim ve çok (cahil) bilgisiz olduğu halde onu yüklendi.
70/32,35: Bunlar kendilerindeki emanetlere... sadık kalırlar. İşte onlar cennetlerde ikram göreceklerdir.
Emanet; bir maddî veya manevî değeri, birinin korumasına gönül huzuru ile teslim etmek ve aynı şekilde teslim almaktır. Halîfe olarak yaratılan Hz. Adem ve onun torunları olan her bir insan, ilâhî özelliklerle ve güçlerle bezenmiştir. Bu güçler hem maddi, hemde manevîdir. Bunlar, insanlara emanet olarak Allahü Teâlâ tarafından bahşedilmiştir.
Ayette insan, emaneti yüklenen varlık olarak tanıtılıyor. Verilen emanetlerin en başında
hayat gelir ki, Cenâbı Allah bizzat Kendi Ruh'undan üflemek suretiyle insanlara yansıtmış ve onu emanet olarak vermiştir.
İlim, irade, kudret ve beş azamızın da bulunduğu
bedenimiz de bize, birer emanettir. İman sahibine mü'min denir, bir anlamda emaneti taşıyan kişidir, iman da, bir emanettir.
Mallar, anne baba, evlat, tabiat varlıkları olan
çevre güzellikleri, denizler, hava tabakaları, insanlar, hayvanlar, bitkiler v.s. nimetlerin hepsi de emanettir.
Kur'ân, insanların toplumsal yaşamlarında uygulanması gerekli çok önemli bir yasayı da vurgulamaktadır:
Emanet, mutlaka onu adaletle yürütebilecek uzman ve ehil kişilere verilmelidir. Nisa 4/58:
" Allah size emanetleri, onlara ehil olanlara teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde, adaletle hükmetmenizi emreder..." Gerek idari, ilmi, teknik ve gerekse manevi alanlarda emaneti titizlikle uzmanına veren toplumlar mutlu bir yaşam ile yükselme devirleri yaşamışlar; menfaat, çıkar ve bilgisizlik nedeni ile emanetleri uygun olmayan kişilere teslim edenler ise ilkel bir yaşam tarzı ile sıkıntı çekerek gerilemişlerdir. Cumhurbaşkanı, başbakan, milletvekilleri, belediye başkan ve meclis üyeleri, memurlar v.s. hepsi de emaneti yüklenen kişilerdir; bunlar toplumun en
uzman,
ehil ve
adalet sahibi kişilerinden seçilmelidir. Bu İlâhî Yasa devirler boyu hükmünü sürdürmüş ve sürdürmektedir.
Tüm bu emanetlerin kendimizin olmadığını, onlara sahiplenmemeyi, gerçek sahibinin Cenâbı Allah olduğunu,
emanetlerin titizlikle korunması gereğini çok iyi bilmeli ve anlamalıyız. Bize halife olarak verilen bu güçleri geliştirip işletmeli, Dünya'da ki yaşamımız sonunda da Cenâbı Hakk'a aldığımız gibi teslim etmeliyiz. Emaneti kötüye kullananlar onlara hıyanet etmiş olurlar. Kur'ân,
AYET-İ KERiME
Enfal 8/27'de insanları şöyle uyarmaktadır: " ...Bilip dururken emanetlere hıyanet etmeyin! "