MURATS44
Özel Üye
ALLAH’I HOŞNUT ETMEK İÇİN YAPILAN SALİH AMELLER
İlgilendikleri konular her ne kadar birbirinden farklı olsa da, hemen her insan, dünya hayatında kendince bir başarı elde etmeye çalışır. Tüm bu insanların ortak amacı "gösterdikleri çaba ve emeğin karşılığını alabilmek"tir.
Kendilerine dünya hayatini amaç edinip ahireti gözardı eden kişiler, dünyadaki çabalarının karşılığını aldıklarını görmenin, o uğurda yaşadıkları tüm sıkıntılara değeceğine inanırlar.
Oysa bir işi ve bundan alınacak sonucu asıl değerli kılan, "Allah'ın o kişiden razı olması"dır. Allah'in rızası hedeflenmeden yapılan bir işte harcanan çaba ya da elde edilen başarı, aynı dünya hayatı gibi geçicidir; dünyadaki her şey gibi bir gün yok olur.
Bu nedenle Allah inkar edenlerin dünya hayatındaki çabalarını ve yapıp ettiklerini bir "seraba" benzetmiştir. Bu kimseler ahirete gittiklerinde -Allah'in dilemesi dışında- o ana kadar emek verip sevinç duydukları tüm çabalarının boşa çıktığını göreceklerdir:
AYET-İ KERiME
İnkar edenler ise; onların amelleri dümdüz bir arazideki seraba benzer; susayan onu bir su sanır.
Nihayet ona ulaştığında bir şey bulamaz ve yanında Allah’ı bulur. (Allah da) Onun hesabini tam olarak verir. Allah, hesabı çok seri görendir. (Nur Suresi, 39)
Nihayet ona ulaştığında bir şey bulamaz ve yanında Allah’ı bulur. (Allah da) Onun hesabini tam olarak verir. Allah, hesabı çok seri görendir. (Nur Suresi, 39)
AYET-İ KERiME
Onların, dünya hayatındaki bütün çabaları boşa gitmişken, kendilerini gerçekte güzel is yapmakta sanıyorlar. (Kehf Suresi, 104)
AYET-İ KERiME
İste bunların, ahirette kendileri için ateşten başkası yoktur. onların onda (dünyada) bütün isledikleri boşa çıkmıştır ve yapmakta oldukları şeyler de geçersiz olmuştur. (Hud Suresi, 16)
AYET-İ KERiME
"Ey oğlum, (yaptığın iş) gerçekten bir hardal tanesi ağırlığında olsa da, (bu,) ister bir kaya parçasından ya da göklerde veya yer(in derinliklerinde) de bulunsa bile, Allah onu getirir (açığa çıkarır). Şüphesiz Allah, latif olandır, (her şeyden) haberdardır." (Lokman Suresi, 16)
AYET-İ KERiME
De ki: "Ey iman eden kullarım, Rabbiniz'den sakinin. Bu dünyada iyilik edenler için bir iyilik vardır. Allah’ın arzı geniştir. Ancak sabredenlere ecirleri hesapsızca ödenir." (Zümer Suresi, 10)
AYET-İ KERiME
Ama iman edenler ve salih amellerde bulunanlar, onlara ecirlerini eksiksiz ödeyecek ve onlara Kendi fazlından ekleyecektir de. Çekimser davrananlar ve büyüklenenler, onları acıklı bir azabla azablandıracaktır ve kendileri için Allah'tan başka bir (vekil) koruyucu dost ve yardımcı bulamayacaklardır. (Nisa Suresi, 173)
ALLAH RIZASI İÇİN ŞEVK VE HEYECAN
İnananların Allah'a karşı güçlü ve kararlı bir teslimiyet gösterebilmeleri ve her ne zorlukla karşılaşırlarsa karşılaşsınlar, yılgınlığa kapılmadan "Rabbimiz bize yeter" (Al-i İmran Suresi, 173) diyebilecek kadar yüksek bir ruha sahip olabilmelerini sağlayan çok önemli bir özellikleri vardır: Allah'ın rızasını kazanma şevki...
İmanın müminlere kazandırdığı bu şevk, kişinin hayatını her an en güzel, en huzurlu şekilde yaşamasını sağlar. Allah'a olan derin bağlılıktan kaynaklanan bu heyecan ve Allah'ın rızasını kazanma isteği, inananlara büyük bir manevi kuvvet, dayanıklılık ve direnç verir. Müminler, bu vesilesiyle her zorluğu en güzel şekilde göğüsleyebilir ve şartlar ne olursa olsun Allah'ın hoşnutluğunu kazanma azminden taviz vermezler.
Allah, bir ayetinde şu şekilde buyurur:
AYET-İ KERiME
"Mümin olanlar, ancak o kimselerdir ki, onlar, Allah'a ve Resulü'ne iman ettiler, sonra hiçbir kuşkuya kapılmadan Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla çaba gösterdiler. İşte onlar, sadık (doğru) olanların ta kendileridir." (Hucurat Suresi, 15)
Bu şevkin en önemli kaynağı, Allah'a olan sevgileri, Allah korkusunu sürekli olarak yaşamaları, Allah'ın rahmetini ve cennetini sürekli olarak umut etmeleridir. Korku ve umudu kesintisiz olarak kalplerinde yaşadıkları için, hiçbir zaman gösterdikleri çabayı yeterli görmez, kendilerini hata ve eksikliklerden uzak görmezler. Allah'a kavuşmak için gösterdikleri şevk, işte bu yüzden sürekli artar ve Allah'ın azabından daha derinlemesine sakınmalarını sağlar. Allah'ın müminlere cennet vaadi, sürekli olarak akıllarındadır:
AYET-İ KERiME
"Müminlere müjde ver; gerçekten onlar için Allah'tan büyük bir fazl vardır." (Ahzap Suresi, 47)
ALLAH RIZASI İÇİN AFFETMEK
AYET-İ KERiME
"Onlar... insanlar (daki hakların)dan bağışlama ile (vaz) geçenlerdir... " (Al-i İmran Suresi, 134)
Kuran'da bildirilen tevbe ile ilgili ayetler de insanın bu acizliğinin bir göstergesidir. Rabbimiz, cehalet nedeniyle hata yapan, fark ettiğinde ise hemen tevbe edip tavrını düzelten kimselerin hatalarını bağışlayacağını Kuran'da şöyle bildirmiştir:
AYET-İ KERiME
"Allah'ın (kabulünü) üzerine aldığı tevbe, ancak cehalet nedeniyle kötülük yapanların, sonra hemencecik tevbe edenlerin(kidir). İşte Allah, böylelerinin tevbelerini kabul eder. Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibi olandır. " (Nisa Suresi, 17)
AYET-İ KERiME
"Haber ver kullarıma; şüphesiz Ben, Ben bağışlayanım, esirgeyenim. " (Hicr Suresi, 49)
AYET-İ KERiME
"Sen af (veya kolaylık) yolunu benimse, (İslam'a) uygun olanı (örfü) emret ve cahillerden yüz çevir. " (Araf Suresi, 199)
AYET-İ KERiME
"... öfkelerini yenenler ve insanlar (daki hakların)dan bağışlama ile (vaz) geçenlerdir..." (Al-i İmran Suresi, 134)
AYET-İ KERiME
"Sen öğüt verip-hatırlat; çünkü gerçekten öğütle-hatırlatma, müminlere yarar sağlar." (Zariyat Suresi, 55)
Bir başka ayette de Allah,
AYET-İ KERiME
"... affetsinler ve hoşgörsünler. Allah'ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Allah, bağışlayandır, esirgeyendir." (Nur Suresi, 22)
AYET-İ KERiME
"... Yine de affeder, hoş görür (kusurlarını yüzlerine vurmaz) ve bağışlarsanız, artık elbette Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. " (Teğabün Suresi, 14)
Aynı durum müminlerin birbirlerine karşı olan bağışlayıcılıkları için de geçerlidir. ‘Nasıl olsa müminler affedicidir’ diyerek insanın aslında güç yetirebileceği bir konuda bilerek hatalı davranması da Kuran ahlakına uygun bir davranış olmaz. Dünya hayatında insanların bir kişiyi bağışlaması, onun, yaptığı hareketten sorumlu olmayacağı ve ahirette bundan dolayı Rabbimiz'in huzurunda hesap vermeyeceği anlamına gelmez. Eğer samimiyse elbette ki Rabbimiz'in de bağışlamasıyla karşılaşabilir. Ancak aksinde de büyük bir sorumluluk altına girebilir. Bu nedenle bu güzel ahlakı yaşayarak birbirlerine karşı affedici ve bağışlayıcı olurlarken müminlerin asıl olarak Rabbimiz'in rızasını ve hoşnutluğunu kazanıp kanamadıklarını kendilerine ölçü almaları ve hatalarını ahirete göre telafi etmeye çalışmaları gerekir.
ALLAH RIZASI İÇİN FEDAKARLIK YAPMAK
Kuran ahlakının hakim olduğu bir toplumun en önemli özelliklerinden biri fedakarlıktır. Bu toplumda, en büyük değer Allah'ın rızasıdır ve Allah'ın rızasını kazanmanın önemli bir yolu olan infak ve fedakarlık yoğun bir biçimde uygulanır. Toplumun üyeleri, kendi şahsi menfaatlerini değil, mümin toplumunun genel menfaatlerini düşünür ve ona göre davranırlar. Kendi menfaatleri ile bir diğer müminin menfaati çatıştığında ise, Allah'ın rızasını kazanmak için, karşı tarafın menfaatine uygun davranırlar.
Buna karşılık, Kuran ahlakının yaşanmadığı bir ortamda şahsi menfaatlere dayalı bir toplum modeli hakimdir. Bu çarpık anlayışın hakim olduğu toplulukta yetişen bir insan da, çocukluğundan itibaren çıkarcı ve bencil bir karaktere sahip olması yönünde teşvik edilir. Ailesinden, arkadaşlarından, toplumun genelinden gördüğü örnek insan modeli çıkarcı, fırsatçı, her ortamda kendi şahsi menfaatlerini gözetip koruyan insan modelidir. Bu telkinle cahiliyenin önemli bir kuralını yani "gemisini kurtaran kaptan" olmayı öğrenir. Bunun gibi bencillik telkin ederek insanları uyanıklığa ve fırsatçılığa iten tavırlar o toplumda söz sahibi olmak için aranılan özelliklerdir.
Gösteriş için Fedakarlık Yapmaktan Kaçınmak
Bu davranış şekli Kuran ahlakını yaşamayan toplumlarda olağan karşılanır, çünkü bu toplumun genel ahlakı haline gelmiştir. Herkes kendi olanakları dahilinde kendinden bir kademe altta olanı sonuna kadar sömürme çabası içindedir. Bu tür fırsatları kaçırmak ise akılsızlık olarak değerlendirilir. "Dünyaya bir kere gelinir" felsefesine dayalı bu zihniyet kişilerde Allah korkusunun bulunmamasından kaynaklanır. Bu anlayışın uyanıklık olarak tanımlandığı ve daha fazla dünya nimeti edinmeyi hedefleyen çıkar yarışı, insana üstün ve saygın bir karakter yerine basit ve güvenilmez bir karakter kazandırır.
Tüm bunların yanında, adamlık dinine mensup bazı insanların da kimi zaman fedakarlık gösterdiklerine, fakirlere, ihtiyaç sahiplerine yardım yaptıklarına rastlamak mümkündür. Ancak burada önemli bir nokta vardır: Adamlık dininin söz konusu "fedakar" mensupları, yaptıkları harcamayı müminlerinki gibi Allah rızası için değil, genellikle insanlara gösteriş olsun diye yapmaktadırlar. Göklerde ve yerde bulunan mülkün tek sahibi olan Allah, bir ayette, bu gibi insanların durumunu şöyle haber vermiştir:
AYET-İ KERiME
"Ey iman edenler, Allah'a ve ahiret gününe inanmayıp, insanlara karşı gösteriş olsun diye malını infak eden gibi minnet ve eziyet ederek sadakalarınızı geçersiz kılmayın. Böylesinin durumu, üzerinde toprak bulunan bir kayanın durumuna benzer; üzerine sağnak bir yağmur düştü mü, onu çırılçıplak bırakıverir. Onlar kazandıklarından hiçbir şeye güç yetiremezler. Allah, kafirler topluluğuna hidayet vermez. " (Bakara Suresi, 264)
Kalem Suresi'nde ise Rabbimiz, adamlık dinindeki söz konusu cimri karaktere sahip olan bahçe sahiplerinden şöyle söz etmiştir:
AYET-İ KERiME
"Gerçek şu ki, Biz o bahçe sahiplerine bela verdiğimiz gibi, bunlara da bela verdik. Hani onlar, sabah vakti (erkenden ve kimseye haber vermeden) onu (bahçeyi) mutlaka devşireceklerine dair and içmişlerdi. (Bu konuda) hiçbir istisna yapmıyorlardı." (Kalem Suresi, 17-18)
"Nihayet sabah vakti birbirlerine seslendiler: "Eğer ürününüzü devşirecekseniz erkence kalkıp-çıkın." Derken, aralarında fısıldaşarak çıkıp-gittiler: "Bugün sakın oraya hiçbir yoksul girip de karşınıza çıkmasın" (Kalem Suresi, 21-24)
"Nihayet sabah vakti birbirlerine seslendiler: "Eğer ürününüzü devşirecekseniz erkence kalkıp-çıkın." Derken, aralarında fısıldaşarak çıkıp-gittiler: "Bugün sakın oraya hiçbir yoksul girip de karşınıza çıkmasın" (Kalem Suresi, 21-24)
İman Edenler Her Zaman Fedakardırlar
Müminin şahsiyeti ve asaleti ise yalnızca Allah'ın rızasını aramasından ve dünyada bir iyilik ve hayır yarışı içinde olmasından kaynaklanır. Allah'ı memnun etmek için insanların mal ve mülk edinme yolunda gösterdikleri çabalar değil, yaptıkları işlerde O'nun rızasını ne kadar gözettikleri önemlidir. Allah Katında makbul olan İslam'ın, müminlerin menfaatlerini sürekli gözetme, müminlerin refah ve ferahını artırma, Allah'ın rızasının her zaman en çoğunu aramakta taviz vermeme, nefsinin, heva ve hevesinin kötü arzularına kapılmama, şeytanın ve nefsinin hile ve vesveselerine aldanmama, imanını ve aklını gitgide daha fazla arttırma, ahlakını daha fazla güzelleştirme yolunda gösterilen bir uyanıklıktır. Bu şekilde, Allah'ın rızasının en çoğunu arayan müminlerin de asil ve şahsiyetli karakterleri görünümlerine yansır.
Herşeyden haberdar olan Rabbimiz, Kuran'da bu durumu şöyle tarif etmektedir:
AYET-İ KERiME
"Muhammed Allah'ın elçisidir. Ve onunla birlikte olanlar da kafirlere karşı zorlu, kendi aralarında ise merhametlidirler. Onları, rüku edenler, secde edenler olarak görürsün; onlar, Allah'tan bir fazl (lütuf ve ihsan) ve hoşnutluk arayıp-isterler. Belirtileri, secde izinden yüzlerindedir. İşte onların Tevrat'taki vasıfları budur: İncil'deki vasıfları ise: Sanki bir ekin; filizini çıkarmış, derken onu kuvvetlendirmiş, derken kalınlaşmış, sonra sapları üzerinde doğrulup-boy atmış (ki bu) ekicilerin hoşuna gider. (Bu örnek) Onunla kafirleri öfkelendirmek içindir. Allah, içlerinden iman edip salih amellerde bulunanlara bir mağfiret ve büyük bir ecir va'detmiştir. " (Fetih Suresi, 29)
ALLAH RIZASI İÇİN KONUŞMAK
Müslüman, tüm hayatını Allah’ın rızasını kazanmak için çaba sarf ederek geçirir. Tüm hareketleri, aldığı kararlar, tavırları, ahlakı Allah’ın hoşnut olacağı şekildedir. Aynı şey konuşmaları, sohbeti ve kullandığı üslup için de geçerlidir. Müslüman, Allah rızası için, karşıdaki kişiye fayda verecekse konuşur. Konuşmalarında kendini ön plana çıkarma, bildiklerini vurgulama gibi bir iddiası yoktur. Gerektiği zaman hiç konuşmaz, sadece dinler. Gerektiği zaman birkaç cümleyle kanaatini bildirir ve karşısındaki kişinin tefekkürlerinden istifade etmeyi tercih eder.
Ancak sohbet ortamlarında başka kimseye söz hakkı tanımadan, tüm konuşmayı tek başına yapmaya çalışan ve “En iyi ben bilirim, o nedenle en çok ben konuşmalıyım” anlayışıyla hareket eden kimselere çok sık rastlanmaktadır. Bu kişilerin çevrelerindeki kişileri dinlemek, onların fikirlerinden istifade etmek gibi bir düşünceleri yoktur. Konuşmayı tek kişilik bir konferansa dönüştürmenin bir üstünlük, bir başarı olduğunu zanneder ve bu durumun karşılarındaki kişilerde ne tür bir rahatsızlık oluşturabileceğini hiç düşünmezler. Başka kişilerin bazı konuları kendilerinden daha iyi bileceğine ya da daha hikmetli bir şekilde ifade edebileceğine ihtimal dahi vermezler. Bu, tüm Müslümanların şiddetle kaçınmaları gereken, yanlış bir davranış şeklidir. Rabbimiz bir ayetinde şu şekilde buyurmuştur:
AYET-İ KERiME
"...Biz dilediğimizi derecelerle yükseltiriz. Ve her bilgi sahibinin üstünde daha iyi bir bilen vardır." (Yusuf Suresi, 76)
Son düzenleme: