MURATS44
Özel Üye
Şu âlemdeki her bir varlık, umumi intizamın muhafazası için bir vazife görüyor ve onun için çalışıyor. Âdeta her bir varlığın her şeyi görebilecek bir gözü ve diğerinin sesini işitebilecek bir kulağı vardır. Bu meseleyi dilerseniz bir misal ile anlamaya çalışalım:
Atmosfer yerden 1000 km yüksekte, muhtelif gazlardan teşekkül etmiş ve taştan daha sert bir gaz okyanusudur. Birçok vazifelerinden birisi de hayat sahibi mahlukata zararlı olabilecek ışınları kesmek ve Dünya’ya göndermemektir. Bu hikmetli fiilin faili olarak cansız gazları kabul ettiğimizde aşağıdaki batıl fikirleri de kabul etmemiz lazım gelecektir:
1- Atmosferin, Güneş’in hangi ışınlarının zararlı olduğunu bilebilmesi için evvela hayat sahiplerinin vücut yapısını bilmesi gerekir. Öyle ya, vücut sahiplerini bilmeli ki neyin onlara zararlı ve neyin menfaatli olduğunu tefrik edebilsin. Bu ise bir ilm-i muhit (her tarafı kuşatmış bir ilmin) sahibi olmak ile mümkündür.
2- Sadece hayat sahiplerini bilmesi de kâfi gelmez. Ayrıca Güneş’in ışınlarını da tanıyabilmesi lazımdır. Zira zararlıyı zararsızdan ayırt etmek ve ihtiyaca göre belli bir ölçüde göndermek ancak o ışınları tanımakla olur. Bunun için ise türlü türlü alet ve edevatı olup hatta gelişmiş bir laboratuvarı olmalı ki zararlıyı zararsızdan ayırsın ve hangi ışının hangi ölçülerde gönderilmesinin lazım geldiğini bilsin. Bu ise atmosferin âlim, adil, hâkim ve mukaddir (takdir eden) gibi isimlerle müsemma olmasını gerektirir.
3- Haydi hayat sahiplerinin vücutlarını ilmiyle biliyor ve Güneş’in ışınlarını da aletleriyle ölçüyor. Peki ama, zararlı ışınları göndermemek, rahmet ve şefkatin eseridir. Hâlbuki o cansız ve şuursuz zerrelerde böyle bir merhamet olamaz.
Demek Allah’ı inkâr etmek, ilim sahibi, hikmet sahibi ve merhamet sahibi bir atmosferin varlığını kabul etmeyi gerektirir.
Bu konu ile ilgili bir misal daha verelim:
Bir tohuma baksak göreceğiz ki, bir tohum hem çiçeği ile hem nevi ile hem de kâinat ile alakadardır.
Çiçeği ile alakadardır, zira o çiçeğin bütün programı onda saklıdır.
Neviyle alakadardır. Şöyle ki: Değişik zamanlarda ekilen aynı tür çiçekler, dikilmelerindeki zaman farkına rağmen aynı gün çiçek açarlar. Neden mi? Çünkü ancak bu şekilde üremeleri mümkündür. Arıların ve böceklerin kanatlarına yapışan polen tozlarının aynı türün başka ferdine taşınmasıyla aşılanma olur. Eğer aynı gün çiçek açmamış olsaydı nesilleri çoktan tükenirdi.
Mevcudat ile müna*sebetine gelince: Her bir bitki ve çiçek atmosferdeki oksijen ve karbondioksit dengesini ayarlayacak şekilde hesap uzmanı gibi çalışmaktadır. Bütün ömür boyu oksijen üreterek o dengeyi sağlarlar. Ömür boyu karbondioksit emen o çiçekler, ölürken de oksijen vererek ölürler. Eğer atmosferdeki karbondioksit gazı çoğalırsa bu sefer de bütün bitkiler solunumlarını hızlandırırlar. Şimdi soralım:
1- Bir tohumun her şeyle münasebeti vardır. Acaba bu irtibatları kim kurmuştur?
2- Çiçekler farklı günlerde ekilse dahi aşılanmak için aynı gün çiçek açıyorlar. Acaba çiçekler nasıl haberleşiyor? Tohumdan çıkma gününü nasıl kararlaştırıyorlar? Sonra ekilen tohum nasıl büyümesini hızlandırarak kendini o güne yetiştiriyor?
3- Çiçekler ve ağaçlar atmosferdeki oksijen ve karbondi*oksit dengesini sağlamak için hummalı bir şekilde çalışırlar. Acaba şuursuz olan bu bitkiler bir kimya mühendisi gibi nasıl çalışıyorlar? Hangi aletler ile ölçüm yapıyorlar? Hayatın de*vamı onlar için niçin bu kadar önemli?
Şimdi, diğer varlıkları bu misallere kıyas edin ve o varlıkların âlemdeki diğer eşyalar ile olan irtibatlarını ve umumi nizamı muhafaza için nasıl çalıştıklarını düşünün.
Daha sonra da şu sorunun cevabını verin: Her bir eşyanın diğer mevcutlarla münasebetleri ve onlara karşı vazifeleri vardır. Ayrıca her bir mahluk umumi nizamın muhafazası için de çalışmaktadır. Acaba hiç mümkün müdür ki, bu münasebetleri bu cansız ve şuursuz varlıklar kendi kendilerine kurmuş olsun ve yine kendi başlarına âlemdeki bu nizamın devamı için birer vazife üstlensin? Aklını kaybetmeyen birisi bu şıkkı hiç kabul edebilir mi?
Atmosfer yerden 1000 km yüksekte, muhtelif gazlardan teşekkül etmiş ve taştan daha sert bir gaz okyanusudur. Birçok vazifelerinden birisi de hayat sahibi mahlukata zararlı olabilecek ışınları kesmek ve Dünya’ya göndermemektir. Bu hikmetli fiilin faili olarak cansız gazları kabul ettiğimizde aşağıdaki batıl fikirleri de kabul etmemiz lazım gelecektir:
1- Atmosferin, Güneş’in hangi ışınlarının zararlı olduğunu bilebilmesi için evvela hayat sahiplerinin vücut yapısını bilmesi gerekir. Öyle ya, vücut sahiplerini bilmeli ki neyin onlara zararlı ve neyin menfaatli olduğunu tefrik edebilsin. Bu ise bir ilm-i muhit (her tarafı kuşatmış bir ilmin) sahibi olmak ile mümkündür.
2- Sadece hayat sahiplerini bilmesi de kâfi gelmez. Ayrıca Güneş’in ışınlarını da tanıyabilmesi lazımdır. Zira zararlıyı zararsızdan ayırt etmek ve ihtiyaca göre belli bir ölçüde göndermek ancak o ışınları tanımakla olur. Bunun için ise türlü türlü alet ve edevatı olup hatta gelişmiş bir laboratuvarı olmalı ki zararlıyı zararsızdan ayırsın ve hangi ışının hangi ölçülerde gönderilmesinin lazım geldiğini bilsin. Bu ise atmosferin âlim, adil, hâkim ve mukaddir (takdir eden) gibi isimlerle müsemma olmasını gerektirir.
3- Haydi hayat sahiplerinin vücutlarını ilmiyle biliyor ve Güneş’in ışınlarını da aletleriyle ölçüyor. Peki ama, zararlı ışınları göndermemek, rahmet ve şefkatin eseridir. Hâlbuki o cansız ve şuursuz zerrelerde böyle bir merhamet olamaz.
Demek Allah’ı inkâr etmek, ilim sahibi, hikmet sahibi ve merhamet sahibi bir atmosferin varlığını kabul etmeyi gerektirir.
Bu konu ile ilgili bir misal daha verelim:
Bir tohuma baksak göreceğiz ki, bir tohum hem çiçeği ile hem nevi ile hem de kâinat ile alakadardır.
Çiçeği ile alakadardır, zira o çiçeğin bütün programı onda saklıdır.
Neviyle alakadardır. Şöyle ki: Değişik zamanlarda ekilen aynı tür çiçekler, dikilmelerindeki zaman farkına rağmen aynı gün çiçek açarlar. Neden mi? Çünkü ancak bu şekilde üremeleri mümkündür. Arıların ve böceklerin kanatlarına yapışan polen tozlarının aynı türün başka ferdine taşınmasıyla aşılanma olur. Eğer aynı gün çiçek açmamış olsaydı nesilleri çoktan tükenirdi.
Mevcudat ile müna*sebetine gelince: Her bir bitki ve çiçek atmosferdeki oksijen ve karbondioksit dengesini ayarlayacak şekilde hesap uzmanı gibi çalışmaktadır. Bütün ömür boyu oksijen üreterek o dengeyi sağlarlar. Ömür boyu karbondioksit emen o çiçekler, ölürken de oksijen vererek ölürler. Eğer atmosferdeki karbondioksit gazı çoğalırsa bu sefer de bütün bitkiler solunumlarını hızlandırırlar. Şimdi soralım:
1- Bir tohumun her şeyle münasebeti vardır. Acaba bu irtibatları kim kurmuştur?
2- Çiçekler farklı günlerde ekilse dahi aşılanmak için aynı gün çiçek açıyorlar. Acaba çiçekler nasıl haberleşiyor? Tohumdan çıkma gününü nasıl kararlaştırıyorlar? Sonra ekilen tohum nasıl büyümesini hızlandırarak kendini o güne yetiştiriyor?
3- Çiçekler ve ağaçlar atmosferdeki oksijen ve karbondi*oksit dengesini sağlamak için hummalı bir şekilde çalışırlar. Acaba şuursuz olan bu bitkiler bir kimya mühendisi gibi nasıl çalışıyorlar? Hangi aletler ile ölçüm yapıyorlar? Hayatın de*vamı onlar için niçin bu kadar önemli?
Şimdi, diğer varlıkları bu misallere kıyas edin ve o varlıkların âlemdeki diğer eşyalar ile olan irtibatlarını ve umumi nizamı muhafaza için nasıl çalıştıklarını düşünün.
Daha sonra da şu sorunun cevabını verin: Her bir eşyanın diğer mevcutlarla münasebetleri ve onlara karşı vazifeleri vardır. Ayrıca her bir mahluk umumi nizamın muhafazası için de çalışmaktadır. Acaba hiç mümkün müdür ki, bu münasebetleri bu cansız ve şuursuz varlıklar kendi kendilerine kurmuş olsun ve yine kendi başlarına âlemdeki bu nizamın devamı için birer vazife üstlensin? Aklını kaybetmeyen birisi bu şıkkı hiç kabul edebilir mi?
Moderatör tarafında düzenlendi: