1. Ahiret: “son, sonra olan”,“dünyadan sonraki ebedî âlem”, “dünyadan sonraki menzil” demektir. Hayat yolculuğumuzda, baba sulbü, ana rahmi, çocukluk menzillerinden geçerek bulûğa erdiğimizde, önümüze iki ayrı yol açıldı: inanmak veya inanmamak. Bu akışın bir devamı olarak, ölüm, kabir, mahşer ve mizan safhalarından sonra kendimizi iki sonsuzun kavşağında bulacağız. Ebedî cennet ve cehennem...
Zaman nehrinin sürükleyip götürdüğü bu âciz insan, dünyadan sonra bir başka âleme gitmeyeceğini nasıl iddia edebilir!? Âhirete inanmadıklarını söyleyenler, öldükten sonra dirilmeye akıl erdiremeyenlerdir. Onların inanmadıkları aslında ba’s yâni diriliş hâdisesidir. Yoksa, ahirete inanmamak, zamanın akışına karşı durmak ve yarına inanmamak gibi bir saçmalık olur.
Her insan, sekerat denilen can çekişme ameliyesi ile dünyadan sıyrılır, elbisesini soyunur. Öldüğü anda kendisini bir yeni âlemde bulur. "Mevt (ölüm), nevmin (uykunun) kardeşidir." buyruluyor. İsimleri de benziyor birbirine. Her gece, ölümün küçük kardeşi olan uykuya dalan ve her sabah yeniden dirilircesine dünyaya gözünü açan insan, kıyametin ve haşrin alâmetlerini her gün seyrediyor demektir.
O hayatın huzmeleri bize daima el ediyorlar. Ama önemli olan, oraya varmadan orasını kabullenmek; ilk ağartılarda güneşi seyredebilmek. Güneş doğduktan sonra, artık onu kabullenmenin bir değeri mi kalır? O güneşin bir nuru da kendi ruh dünyamızda!.. Ebed arzusu. Söz sultanı büyük Üstad bu arzunun âhiretin varlığına ayrı bir delil olduğunu şu harika vecizeyle ifade buyurur: “Eğer vermek istemeseydi, istemek vermezdi.” Evet, bizi yaratan zât, şu âlemi seyretmemizi istemeseydi, ana rahminde bize göz takar mıydı? Bu güzelim sesleri işittirmek dilemeseydi bize kulak verir miydi? İşte, âhiretin varlığına en büyük bir delil insan ruhuna konulan bu “ebedî yaşama” arzusu. Bazı insanlar:
Âyet-i kerimesindeki ilâhî emrin ilk şıkkını tamamen ihmal ederek bütün enerjilerini dünya hayatı için harcarlar.
Dünya; “denî”, “aşağı” mânâsına geliyor. Bütün ömrü boyunca aşağı olanı isteyen, aşağılığa alışan, aşağı işler peşinde koşan insan, artık âhiret yurdunu gözetemez olur. Yüksek idealler, ulvî sıfatlar, güzel ahlâklar ruhundan gitgide silinir. Bir de bunun zıddı var. İnsan imanda terakki ettikçe, Rabbine kavuşmağa daha fazla iştiyak gösterir. Âhirete bol sermaye gönderdikçe, oraya kavuşmayı daha çok istemeye başlar. İstikbalini düşünen ve ileride kavuşacağı mevkileri dikkate alan çalışkan bir öğrencinin artık okulun bahçesine, sınıfına, kantinine, sırasına rağbet etmemesi gibi, onun kalbinde de dünya sevgisi gitgide azalır. Bozulmamış hiçbir akıl, hayatın bu dünyada başlayıp yine bu dünyada biteceğine ihtimal veremez. Bedenindeki milyarlarca hücrenin, etrafındaki milyonlarca çeşit canlının ve nihayet semayı şenlendiren o sonsuz yıldızların sadece şu kısacık dünya hayatının başını beklediklerine hiçbir akıl “evet” diyemez.
Ayetlerimizi ve ahiret karşılaşmasını yalanlayan kimselerin amelleri boşa gitmiştir. (Ne bekliyorlardı?) Yaptıklarından başkasıyla mı cezalandırılacaklardı?
(7/A'râf 147)[/ayet]
Zaman nehrinin sürükleyip götürdüğü bu âciz insan, dünyadan sonra bir başka âleme gitmeyeceğini nasıl iddia edebilir!? Âhirete inanmadıklarını söyleyenler, öldükten sonra dirilmeye akıl erdiremeyenlerdir. Onların inanmadıkları aslında ba’s yâni diriliş hâdisesidir. Yoksa, ahirete inanmamak, zamanın akışına karşı durmak ve yarına inanmamak gibi bir saçmalık olur.
Her insan, sekerat denilen can çekişme ameliyesi ile dünyadan sıyrılır, elbisesini soyunur. Öldüğü anda kendisini bir yeni âlemde bulur. "Mevt (ölüm), nevmin (uykunun) kardeşidir." buyruluyor. İsimleri de benziyor birbirine. Her gece, ölümün küçük kardeşi olan uykuya dalan ve her sabah yeniden dirilircesine dünyaya gözünü açan insan, kıyametin ve haşrin alâmetlerini her gün seyrediyor demektir.
“Bu gecenin sabahı ve şu kışın baharı ne kadar makûl ve lâzım ve kat’i ise haşrin sabahı da berzahın baharı da o kat’iyettedir.” (Bediüzzaman, Sözler)
O hayatın huzmeleri bize daima el ediyorlar. Ama önemli olan, oraya varmadan orasını kabullenmek; ilk ağartılarda güneşi seyredebilmek. Güneş doğduktan sonra, artık onu kabullenmenin bir değeri mi kalır? O güneşin bir nuru da kendi ruh dünyamızda!.. Ebed arzusu. Söz sultanı büyük Üstad bu arzunun âhiretin varlığına ayrı bir delil olduğunu şu harika vecizeyle ifade buyurur: “Eğer vermek istemeseydi, istemek vermezdi.” Evet, bizi yaratan zât, şu âlemi seyretmemizi istemeseydi, ana rahminde bize göz takar mıydı? Bu güzelim sesleri işittirmek dilemeseydi bize kulak verir miydi? İşte, âhiretin varlığına en büyük bir delil insan ruhuna konulan bu “ebedî yaşama” arzusu. Bazı insanlar:
AYET-İ KERiME
“Allah’ın sana verdiği şeylerde âhiret yurdunu gözet. Dünyadan da nasibini unutma.”
(Kasas, 28/77)
(Kasas, 28/77)
Âyet-i kerimesindeki ilâhî emrin ilk şıkkını tamamen ihmal ederek bütün enerjilerini dünya hayatı için harcarlar.
Dünya; “denî”, “aşağı” mânâsına geliyor. Bütün ömrü boyunca aşağı olanı isteyen, aşağılığa alışan, aşağı işler peşinde koşan insan, artık âhiret yurdunu gözetemez olur. Yüksek idealler, ulvî sıfatlar, güzel ahlâklar ruhundan gitgide silinir. Bir de bunun zıddı var. İnsan imanda terakki ettikçe, Rabbine kavuşmağa daha fazla iştiyak gösterir. Âhirete bol sermaye gönderdikçe, oraya kavuşmayı daha çok istemeye başlar. İstikbalini düşünen ve ileride kavuşacağı mevkileri dikkate alan çalışkan bir öğrencinin artık okulun bahçesine, sınıfına, kantinine, sırasına rağbet etmemesi gibi, onun kalbinde de dünya sevgisi gitgide azalır. Bozulmamış hiçbir akıl, hayatın bu dünyada başlayıp yine bu dünyada biteceğine ihtimal veremez. Bedenindeki milyarlarca hücrenin, etrafındaki milyonlarca çeşit canlının ve nihayet semayı şenlendiren o sonsuz yıldızların sadece şu kısacık dünya hayatının başını beklediklerine hiçbir akıl “evet” diyemez.
Ayetlerimizi ve ahiret karşılaşmasını yalanlayan kimselerin amelleri boşa gitmiştir. (Ne bekliyorlardı?) Yaptıklarından başkasıyla mı cezalandırılacaklardı?
(7/A'râf 147)[/ayet]
AYET-İ KERiME
Kötü örnek, ahirete inanmayanlaradır. Allah içinse en yüce örnek vardır. O (izzet sahibi, her şeyi mağlup eden) El-Azîz, (hüküm ve hikmet sahibi olan) El-Hakîm’dir.
(16/Nahl 60)
(16/Nahl 60)
AYET-İ KERiME
Allah, bir olarak (tevhid üzere) anıldığı zaman, ahirete inanmayanların kalpleri (nefret ve) ürpertiyle tiksinir. Allah dışındaki (sahte ilahlar) anıldığı zaman, (bir de bakarsın) sevinç içindelerdir.
(39/Zümer 45)
(39/Zümer 45)
AYET-İ KERiME
De ki: “Ey göklerin ve yerin yaratıcısı, gayb ve şehadet bilgisinin sahibi olan Allah’ım! Kullarının ihtilafa düştükleri konularda sen, onlar arasında hükmedersin.”
(39/Zümer 46)
(39/Zümer 46)
AYET-İ KERiME
Şayet yeryüzünün tamamı ve bir o kadarı daha zalimlerin olmuş olsa, Kıyamet Günü'nün kötü azabından (kurtulmak için) onu feda ederlerdi. (Çünkü o gün) hesaba katmadıkları şeyler, Allah tarafından açığa çıkarılacak.
(39/Zümer 47)
(39/Zümer 47)
BİLGİ
Ahirete inanmayanlar ahiretin hak olduğunu; putların şefaatini bekleyenler putların şefaat etmediğini; seçkin olduğuna inananlar azap ehli olduklarını görecekler...
AYET-İ KERiME
İşledikleri kötülükler kendileri için açığa çıkmış ve alaya aldıkları (azap) onları çepeçevre kuşatmıştır.
(39/Zümer 48)
(39/Zümer 48)
AYET-İ KERiME
De ki: “Ben, ancak sizin gibi bir insanım. Bana, ilahınızın ancak tek bir ilah olduğu vahyolunuyor. (O hâlde) O’na yönelin ve O’ndan bağışlanma dileyin. Yazıklar olsun o müşriklere...”
(41/Fussilet 6)
(41/Fussilet 6)
AYET-İ KERiME
Onlar ki; zekâtı vermezler ve onlar kesinlikle ahireti inkâr ederler.
(41/Fussilet 7)
(41/Fussilet 7)
AYET-İ KERiME
O gün, yalanlayanların vay hâline!
(77/Mürselât 15)
(77/Mürselât 15)
AYET-İ KERiME
Biz, öncekileri helak etmedik mi?
(77/Mürselât 16)
(77/Mürselât 16)
AYET-İ KERiME
Sonra arkalarından gelenleri onlara uydurduk.
(77/Mürselât 17)
(77/Mürselât 17)
AYET-İ KERiME
İşte biz, suçlu günahkârlara böyle yaparız.
(77/Mürselât 18)
(77/Mürselât 18)
AYET-İ KERiME
O gün, yalanlayanların vay hâline!
(77/Mürselât 19)
(77/Mürselât 19)